Taner Renda / 11.06.2023
Bu ülkenin gerçeklikle bir derdi mi var yoksa gerçekliğin taraflara anlatılamaması/anlatılmaması sorunu mu var? Geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinin ilk ayağı olan 14 Mayıs 2023 seçimleri öncesini anlamak için öncelikle bu soruyu doğru biçimde cevaplamak zorundayız ki sonrasında tekrarlanan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve sonuçlarını anlayabilelim.
AKP iktidarının özellikle son on beş senesi, çalışanların GSMH’den aldıkları payın %40’dan, %25’e düşüren ekonomi politikaları uyguladılar (Ta ki seçimin hemen öncesine yaklaşan zaman dilimine kadar). Mart ayında ise seçimin kaybedileceğinin ilk net işaretleri görülünce; aniden yön değiştirip; bol keseden para dağıtmaya ve seçim sonrasına ilişkin bol bol vaatlerde bulunmayla seçimin ilk ayağını karşıladı (Bu kısa dönemde çalışanların milli gelirden aldıkları pay %38’e çıkarıldı). Elbette AKP iktidarı ve onun bileşenleri biraz geç kalmışlardı. Ve bunun faturası %35,7’lik son dönemlerin en düşük oy oranı oldu. Amma Cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci tura götürmeye yetti ve sonrasında da arttı bile.
YANİ “BOŞ TENCERE İKTİDAR GÖTÜRÜRE” ŞAPKA MI ÇIKARMALIYIZ?
Rakamlara bakarsak; evet dememiz gerekiyor. Ama rakamlara bakmak ile onları doğru okumak farklı şeyler. Evet, AKP ve onun kurmayları düşük faizle, gerekli yüksekliğe ulaştırılan döviz pozisyonunun ekonomi politiğinin halkın fakirleşmesinin önüne geçmeyeceğini biliyorlardı. Ama alt gelir gruplarının gelirlerine yaptıkları yüksek orandaki maaş artışlarının; onların ülke olarak durgunluk yerine, kıt kanaat hatta zor bir geçim ile baş başa kalmalarının arasında ikincisini seçeceklerini biliyor veya güveniyorlardı. Ülke ekonomisi durgunluk yerine, çalışmaya devam ettirildi.
Tamam, tencere dolu değilse de, hiç olmazsa kaynayan bir tencere olarak, hatta kuru ekmek/bulgur trendine dönmelerinin de önemli bir nedeni olmalıydı. AKP, yoksullaşmayı güçlü bir propaganda ile önemsizleştirmek ve yerine: Terör, Güvenlik, Kimlik, TOGG, Anadolu Gemisi, İHA, SİHA ve Dinsel duyarlılıkları koyarak; ekonomik gelişmeler yoksulların aleyhine döndüğünde; diğer gruplara karşı etnik ve dinsel sorunlar gündemde tutularak; seçmenin kendi aleyhinde/çıkarlarına karşı tutum almaya zorladılar. Hatta o kadar başarılı oldular ki; yoksullar, sınıfsal bağlarını unutup; milliyetçiliğe kaydılar (bu sadece Türklere has değildi, Kürtler de aynı tuzağa yakalandılar).
(Emekçi sınıfları milliyetçilik ekseninde bölmek, burjuva ideolojisinin en eski zehirlerinden biridir. 14-28 Mayıs seçimleri bu eski zehrin hala etkili olduğunu gösterdi-editör)
BİR BURJUVA PARTİSİ OLARAK AKP, LENİNİST PARTİ ÖRGÜTLENME VE ÇALIŞMASI İÇİNDE OLDU.
Evet, AKP ve diğer yardakçıları sırtını Devlete dayadılar. Evet, her seçimde olduğu gibi bu son iki seçimde de oy çaldılar. Evet, ıslak imzalı tutanakların birleştirilmelerinde ve olmayan seçmenlerden oyları kendi hanelerine yazdılar. Ve en önemlisi ise; küçük birimlerdeki sandıklarda sadece AKP vardı. Ve buralarda silme AKP’ye veya yerine göre MHP’ye ve de YRP’ye yazıldı.
İyi de buraya AKP nasıl geldi? Ta başından beri AKP, her şehirde, her ilçede, her mahallede, her köyde, her sokakta örgütlendiler. Sadece seçim zamanı değil, her fırsatta buralardaki potansiyel seçmenleri ziyaret edip; onları bir sonraki seçime hazırladılar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisinin Bir milyon üyesi varken; son yirmi yıllık AKP’nin On bir Milyon üyesi vardı. Tamam, şehrin valisi, kaymakamı, emniyet müdürü de AKP’li gibi çalışıyordu. Burjuva partisi Leninist örgütlenme modelini keşfederken; yılların birikimi ve deneyi olan Sol ve Sosyalist ve de Komünist partiler ne oldu da bu yarışta yaya kaldılar?
Leninist parti örgütlenmesini yanlış anladılar. Bu modeli sadece illegalite döneminin çalışma biçimi olarak görüp; legal ortamın konforlu alanın rahatlığına kaydılar. Kitlelerin içinde değil, yanlarında çalışmayı esas aldılar. Sadece seçim zamanı onların dertlerini dinleyip; kocaman kocaman çözümler sundular. Devlet’in devasa propagandasını (Günlük gazeteleri, TV’leri, Sosyal medyaları ve sınırsız parasal olanakları, v.b) azımsadık. Hatta o kadar uzaklaştık ki; milletvekili olmayı, O’nun olanaklarını pek çok çalışmanın yerine koyduk.
TEK ADAM REJİMİNE KARŞI GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM NİYE YENİLDİ?
Ataerkil yaşam biçimine sahip olup da demokrasiyi seçeceklerini düşünmek; sanırım bizim bir diğer önemli yanlışımızdı. Evet, artık nüfusumuzun büyükçe bir bölümü şehirlerde yaşıyor. Ama ilerleme ve dönüşüm için çok kısa bir zaman dilimini geride bıraktık. Dinin ağırlığının toplumun seçimlerinde ve yaşam biçimlerinde bu kadar geniş bir yer tutuyor olması; bizim daha yiyecek fırınlarca ekmeğimizin olduğunu gösteriyor.
Ayrıca, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem dediğimiz şey bu güne kadar çalışan sınıflara mükellef bir yemek mi sundu, yoksa sermayenin masasından artanları çöpe atmak yerine bizlere mi verdi?
Düşünsenize, milletvekili olarak nelere sahip oluyorsunuz? Hayatınız kurtuluyor yahu, hayatınız. Ballı börekleri saymama gerek yok. Peki, bu nimetlerden toplumun büyük çoğunluğu mu yararlanıyor? Ne münasebet. Örneğin CHP’ye baktığımızda: son yedi dönem (7 x 5 =35 yıl)’den başlayan bir kast sisteminin beslediği Genel Başkanın Adamları var. Yani halkın dertleri ile bir dertleri yok. Ve hala ölünceye kadar yerlerini korumanın derdindeler. Ve halk, seçimlerinde söz sahibi olmadığı kişileri parlamentoya göndermeyi, kendisi açısından artık çok önemli olmadığını düşünmeye başladı.
(Tek adam rejiminde dekoratif bir unsur olan parlamento, toplumsal eşitsizliğin, ayrıcalıkların en belirgin olduğu yer. Bu ayrıcalık siyaseti, halk asgari ücretle geçinmeye çabalarken vekillerinin bunun 10 katı maaş aldığı, “kıyak” emeklilik haklarından; bütün ailesini içine alacak biçimde sonuna kadar istifade edebildiği bir elitler sınıfı yarattı-editör)
Tek Adam Rejimi de bundan bir miktar daha da kötü yönetim biçimi. Detaylara girmeme gerek yok, zaten bizzat yaşadık ve sanırım bir iki sene daha yaşayacağız.
Hamiş: Ne öneriyorum? Yetkileri paylaştırılmış Demokratik Başkanlık Sistemi. Bir sonraki yazımda bu konuyu detaylı olarak tartışmayı düşünüyorum.