Gamze Yücesan Özdemir..
Gamze Yücesan Özdemir’in (100. Yılında Ekim Devrimi / Yordam Kitap) bu kapsamlı makalesi, Ekim devrimi sonrası kadınların kazandığı siyasal ve sosyal haklar üzerinde yazılmış en kapsamlı makalelerden biri. Kaynakçalarıyla da zengin bir okuma imkanı veren bu makaleyi ilginize sunuyoruz.
“Biz işçi kadınlar, Ekim Devriminden sonra ancak güneşi gördük.”1 Ekim Devriminin ardından bir işçi kadının Pravda’ya yazdığı mektupta kullandığı bu ifade, devrimi kadın açısından tartışmanın önemine işaret ediyor. Bu ifade yalnızca insanlığın en önemli parlama noktalarından olan Ekim Devriminin kadına dönük ufkunu göstermesi açısından değil, kadının özgürleşme mücadelesinde devrimin yerini göstermesi açısından da anlamlıdır. Bu yazı, devrimin 100. yılını selamlarken, sosyalizm mücadelesini barındıran bugüne ve sosyalizmin yeniden kuruluşuna tanıklık edecek olan yarına kadınların devrimci birikimlerini taşımayı amaçlıyor.
Ekim Devriminde kadınları ele alan pek çok farklı yaklaşım bulunabilir. Devrimin kadının özgürleşmesi açısından gerçekleştirdikleri ve gerçekleştiremedikleri, farklı teorik ve politik pozisyonlardan tartışılmaktadır. Bu yazı ise kadın-devrim ilişkisini Marksist bir perspektifle, kadının ekonomi politiği olarak adlandırılabilecek bir yaklaşımla ele alıyor. Bu yaklaşım, temelini Clara Zetkin’in sözlerinde buluyor. Materyalist tarih anlayışına ve diyalektik yönteme dayanan ekonomi politik, Zetkin’e göre, “bize kadın sorunu üzerine hazır reçeteler değil ama çok daha iyi bir şeyi, onu incelemek ve kavramak için doğru ve emin yöntemi verir.”2
Kadının ekonomi politiği, kadın ve devrim ilişkisini tarihsel ve toplumsal bağlamı içinde, bugüne ve yarına kalan kazanımları, dersleri ve sosyalizm perspektifleri ile kavramayı içerir. Yalnızca anlamayı ve açıklamayı değil, bugünü ve yarını kurmaya dair praksis felsefesini de barındırır.
Bu yaklaşım, Ekim Devriminde kadın tartışmasında, süreci kronolojik bir anlatım halinde aktaran, tartışmayı yasal düzenlemelerle sınırlı tutan, kadın konusunu toplumsal-siyasal süreçlerden ayrı bir kulvarmış gibi değerlendiren yaklaşımların sınırlarını genişletmeye imkan tanır. Bu yazıda, sınırları genişletme çabasını üç güzergah üzerinden geliştireceğim.
İlk güzergâh, kadın ve devrim arasındaki ilişkileri iktisadi, siyasal ve ideolojik yapıların bütünselliği içinde ele almaktır. Diğer bir deyişle, bu ilişkileri üretim ve yeniden üretim alanlarının birliği içinde kavramak, süreci salt iktisadi ya da salt siyasal bir nitelikle değil, toplumsal bir oluşum olarak değerlendirmek gerekir. Çalışma yaşamı, toplumsal varoluş ve gündelik hayat bir arada düşünülmelidir. Kadın ve devrim ilişkisinde yalnızca tekil yaşam alanlarına değil, kolektif yaşam alanlarına bakmak kritiktir. Dolayısıyla, Ekim Devriminde kadın, üretim pratiklerinin, gündelik hayatın ve kolektif eylemin bir aradalığı ile ele alınmalıdır.
İkinci güzergâh, kadın ve devrim ilişkisini sürece damgasını vuran sosyalist toplum-sosyalist insan kuruluşunun bir parçası olarak değerlendirmektir. Kadın sorunu ayrıksı ve bağımsız bir alan olarak değil; sosyalist insan inşası sürecinin organik ve belirleyici bir boyutu olarak kavranmalıdır. Sosyalist toplum-sosyalist insan inşası bir yandan siyasal koşullara ve taleplere cevap vermek; diğer yandan ise Marksizmin teorik birikimine dayanan bir gelecek kurmakla ilgilidir.
Üçüncü güzergah, devrimci dönüşümü, devrimin kadınlara “getirdiği” dışsal yenilikler olarak değil, kadınların kendi mücadeleleri ve talepleri ile devrime kazandırdıkları tohumlar olarak ele almaktır. Dolayısıyla, bu süreç devrimin kadına “lütfettiği” tek yönlü bir ilişki değildir. Karşılıklı diyalektik bir süreç içinde kadınların kendi köklerini devrime ektikleri bir nitelik taşır. Bu düşüncenin bir yansıması olarak bu yazıda dönemin mücadeleci kadınlarının sözleri ve düşünceleri merkezde olacaktır. Sözlerini, düşüncelerini öne çıkararak onların devrim sürecindeki kuramsal, politik ve pratik katkılarını görünür kılmak önemlidir. Ekim Devrimindeki kadınların sesi bugüne ve geleceğe taşınmalıdır.
Bu yazı üç alt bölümden oluşuyor. Her bölüm, devrim sürecinde kadınların varoluş biçiminin bir boyutuna işaret ediyor. İlk bölümde kadınların siyasal mücadeledeki yerleri, siyasal mücadeleye katılım biçimleri, sözleri ve eylemlilikleri, kısaca onların yoldaş olarak varoluşları inceleniyor. İkinci bölümde, kadınların çalışma yaşamında ve toplumdaki kazanımları, yurttaş olarak kuruluşları irdeleniyor. Üçüncü bölüm ise kadınların özgürleşmesine ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinin dönüşümü sürecindeki mücadelelerine odaklanıyor. Sonuç bölümü ise, “devrimin 100. yılında bugün sosyalizm mücadelesinde özgür, yurttaş ve yoldaş kadın nasıl tanımlanmalı” sorusunu tartışmaya açıyor.
Yoksunluktan Yoldaşlığa
Devrim öncesi Rusya’da fabrikalarda, ev hizmetlerinde ve kırsal üretimde düşük ücretlerle, vasıfsız işlerde çalışan, geleneksel rollerle ve ideolojilerle kuşatılmış, siyasal haklardan dışlanmış, okuma yazma bilmeyen kadınlar Ekim Devrimine giden yolda, devrim sürecinde ve sonrasında nasıl yoldaş oldular? Bu soru üzerine düşünmek, kadınların siyasallaşma süreçlerini, örgütlü siyasete katılımlarını ve devrimin kadroları haline gelmelerini incelemeyi gerektiriyor.
Kadınları Ekim Devrimine taşıyan siyasallaşma süreçleri nasıldı? 19. yüzyılın sonlarında Rusya’nın büyük kentlerindeki (Moskova ve Petersburg) işçi eylemleri ve grevler içerisinde kadınların tuttuğu yer siyasallaşma sürecinin ilk adımlarıdır. Kadınlar, sanayinin gelişmesiyle büyük kitleler halinde olmasa da fabrikalarda (özellikle tekstil ve konfeksiyon alanlarında) ücretli işçi olarak çalışmaya başlarlar.
Çalışma saatleri uzun, işler vasıfsız ve ücretler ise erkeklere oranla neredeyse yarı yarıya düşüktür. Çalışma yaşamında ve toplumsal yaşamda kadınların var olabilmelerine dönük hiçbir yasal ya da fiili düzenleme bulunmamaktadır. İşçi eylemleri ve grevler, kadınların kendi sorunlarını dillendirmelerine imkan verirken, toplumsal koşullara ve dönüşüm süreçlerine karşı ilgilerini de canlandırır. Bu yıllardan itibaren kadınlar hem çalışma koşulları merkezli hem de politik içerikli fikir ve pratiklerle tanışmaya ve bunlara katılmaya başlar.3 1905 Devrimi ise, kadınların siyasallaşması sürecinde önemli bir eşiktir. Devrimin ilk aşaması denilebilecek süreçte Çarın, Kışlık Saray’a yürüyen ve büyük kısmı kadın olan on binlerce işçinin üzerine ateş açtırması ile grev ve direnişler radikal biçimde artar. Bu dönemde grevlere kadınların katılımı daha önce hiç olmadığı kadar fazladır.
Maksim Gorki, 1905’in hemen ardından, 1906 yılında yazdığı ve devrime adadığı Ana romanında bu süreci epik bir şekilde anlatır. Gorki, romana da adını veren Ana karakteri Pelegaya üzerinden dönemin işçi sınıfını ve kadınlarını, gerçek olaylardan yola çıkarak betimler. Kendilerini içkiye, kavgaya ve anlamsızlığa veren işçiler için yaşadıkları durum bir yazgı olarak kabullenilir. Romanda sınıfın mücadele içinde giderek nasıl özneleştiğini gösteren Gorki, Ana Pelegaya’nın devrimci oğlu Pavel’in izinden giderek hayatının nasıl değiştiğini ve bilincine nasıl kavuştuğunu anlatır.
Bu birikimin etkisiyle kadınlar 20. yüzyılın başlarında bir hareket olarak oluşumlarını ve kurumsallaşmalarını sürdürür. I. Dünya Savaşı döneminde, erkeklerin silah altında olması, toplumsal yaşamda kadınların pek çok işi üstlenmesine yol açar. Onların kırsal üretimin yanında kentsel üretime de artan biçimde katılması son derece ağır sömürü koşullarını da deneyimlemelerine neden olur. Bu yıllarda savaşa ve sömürü koşullarına karşı “Barış ve Ekmek” mücadelesinin taşıyıcıları kadınlardır.4
1917’ye gelindiğinde Ekim Devriminin kıvılcımını çakacak olan kadın tekstil işçileri sahnededir. 8 Mart’ta, tekstil işçisi kadınlar öncülüğünde yoksul kadınlar Petrograd’da sokağa dökülür. Grevler bütün Petrograd’ı sarar. Bu hareket devrimin kapılarını açacak ve Çarın tahttan indirilerek geçici hükümetin kurulmasına yol açacaktır. Devrimden hemen sonra Pravda onları “Kadınlara selam! Enternasyonal’a selam! Kadınlar Günü’nde Petrograd sokaklarına ilk çıkanlar kadınlardı… Kadınlara selam!” sözleriyle selamlayacaktır.5
Ekim Devriminin kadın kadroları nasıl oluştu? Çarlık karşısında harekete geçen 19. yüzyılın devrimci yapılarında öncelikle kentli ve görece varlıklı ailelerden gelen kadınlar vardı. Hem bu kadınlar hem de işçi sınıfı kökenli kadınlar Ekim Devriminin öncü kadrolarını oluşturur. Krupskaya,6 Armand,7 Kollantay8 gibi isimler devrim sürecinde ve sonrasında önemli siyasal aktörler olarak yer alırlar.
Rusya’da devrimin kadrolarını oluşturan kadınların, kadının kurtuluşu konusundaki fikirlerinin dört önemli kaynağı olduğu söylenebilir: Marksizmin teorik birikimi; Bebel, Luxemburg ve Zetkin gibi Alman sosyal demokratların devrimci fikirleri; Rusya’da devrim öncesi gelişen seçim ve genel oy hakkı mücadelesi ve burjuva feminist hareketler ile olan tartışmalar.
Rusya’daki devrimci kadın hareketi için Marksizmin genel birikimi, Marx’ın eserleri etrafında oluşan teorik ve politik fikirler ile özellikle Engels’in toplumsal cinsiyet temalarını içeren çalışmalarından oluşur.9 Bu noktada Lenin’in kadın sorunu ve toplumsal dönüşüm ilişkisi üzerine vurgularının da etkisi bulunur.10
Alman sosyal demokratlarının devrim sürecindeki kadın hareketi ile ilişkisi ise yalnız teorik ve politik bir etkilenme olmakla kalmayıp, kişisel düzeylerde de karşılığı bulunan bir ortaklaşma ve yakınlaşma olarak gerçekleşir. 19. yüzyılda Alman sosyal demokratları yalnız sosyalist fikirlerde değil, aynı zamanda emekçi kadın hareketini örgütlemekte de öncü konumdadırlar. 19. yüzyılda Almanya’da kadın hareketlerinin, işçi sınıfı hareketleri ile organik bağlantısı vardır. Gelişen işçi sınıfı hareketleri ve onlara eşlik eden sosyalist fikir ve eğilimler, kadın hareketinde de dikkate değer bir hareketlilik yaratır.
20. yüzyılın başlarında Almanya’nın başını çektiği, Avrupa’nın bir-çok ülkesindeki kadın hareketleri Rusya’da da karşılığını bulur.11 Bu süreçte, direniş ve grevlerde şekillenen kadın hareketlerini yaygınlaştırmak ve teorik-politik zeminini güçlendirmek önemli bir konudur. 1900 yılında Krupskaya’nın kaleme aldığı ve sınıflı toplumlarda kadın sorununu tartıştığı İşçi Kadın broşürü Rusya’da kadınlarla ilgili yayınlanan ilk çalışmadır. Bu çalışmada Krupskaya, Mücadele Birliği12 deneyimleri ve Alman sosyal demokratlarının etkisi ile işçi kadınların hayat ve çalışma koşullarını analiz eder, kadınların özgürleşmesi için kapitalizmin yıkılması gerektiğini vurgular.
Rusya’da kadın hareketini etkileyen bir diğer nokta, devrim öncesi gelişen seçim ve genel oy hakkı mücadelesidir. Bu mücadele, 1905 Devriminde temel taleplerden biridir. Bu talep, Çarın otoritesini sınırlayacak bir meclis oluşturulması için seçimlerin yapılması ve bu seçimlerde toplumun azınlık gruplarının değil, tüm yurttaşların oy hakkına sahip olmasını içerir. 1905 Devrimi süresince bu hakkın açık bir siyasal talep olarak gündemde tutulması, yalnız işçilerin ve örgütlü devrimci yapıların değil, kadınların siyasal taleplerini kapsaması açısından da önemlidir.13 Bu mücadele, kadınların 19. yüzyıl sonundan başlayan ve 1905 sürecinde somutlaşan hareketlerinin siyasal alana ilişkin talepler olarak da görünür olmasını sağlar. Kadınlar, siyasallaşma süreçlerini ekonomik taleplerin yanında temel yurttaşlık talepleriyle de örgütlerler.
Seçim ve genel oy hakkı talebi, 1905’i izleyen yıllarda da kadınların başat taleplerinden biri olarak gündemde kalır. 1917’deki Şubat Devriminin ardından Lenin de bu talebi dillendirir ve Sovyetlerin “bütün kadın ve erkek yurttaşlar için genel ve eşit oy hakkı talep” ettiğini vurgular.14 Gerek devrim öncesinde gerekse de devrim sürecinde, seçim ve oy hakkı mücadelesi, kadınların siyasal kadrolar haline gelmesinde önemli bir etki bırakır.
Rusya’da kadın hareketinin kurucu fikirlerinin dördüncü başlığı ise burjuva feminist hareketlerle yürütülen tartışmalardır. O yıllarda Avrupa’da etkinliğini sürdüren burjuva feminist akımlarla olduğu kadar Rusya’da boy gösteren burjuva feminist örgütlerle de teorik ve politik tartışmalara girilir. Bu tartışmalar, devrimin kadrolarını oluşturan kadın militanların fikirlerini önemli ölçüde etkiler.
1905 Şubatında kurulan Kadının Hak Eşitliği Birliği, başlangıçta pek çok farklı politik yapıdan kadının faaliyet yürüttüğü bir örgüttür. İlerleyen yıllarda kadın sorununun analizi ve çözümü konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle Bolşevikler birlikten ayrılır. Kollontay, 1909 yılında yazdığı Kadın Sorununun Toplumsal Temeli isimli kitapta bu birliği ve onun temsil ettiği kitle olarak burjuva kadın hareketini eleştirir. Kadın sorununun sınıfsal temellerini vurgular ve sorunun kapitalist toplumla bağının kurulmasına özel bir önem atfeder. Bu yıllarda kadın hareketinin kadroları, burjuva feminizminden farklı olarak işçi kadınların mücadelesinin daima bir bütün olarak işçi sınıfının mücadelesine bağlı olduğu ve toplumun kurtuluşu ile kadının kurtuluşunun organik birliği üzerinde dururlar. Bu dönemde Rusya kadın hareketi için teorik ve siyasal birikim yaratma çabaları, mücadelenin önemli bir parçasıdır.
Aynı dönem Avrupa’da da burjuva feminist hareketlerin etkisini artırdığı yıllardır. Daha 1896 yılında Clara Zetkin İşçi Kadınlar ve Günümüzde Kadın Sorunu adlı broşüründe burjuva ve işçi kadınların sorunlarını ele alır. Bu broşürde Zetkin, işçi kadınlarla burjuva kadınların toplumsal bağlarını analiz ederek, kurtuluş mücadelesinde bu iki kesimin yollarının ayrı olduğunu vurgular. Benzer şekilde Zetkin 19. yüzyıl sonundan itibaren İngiltere’de gelişen Süfrajet (Suffragette) hareketine15 karşı da sert bir tavır alarak kadınları “cinsler arası savaşlarda” değil, “sınıf savaşında” yer almaya çağırır. Süfrajetlerin “eşitlik” adına, çocuk işçiliğine dönük kimi düzenlemelere16 karşı çıkmaları, işçi sınıfı (kadınları) çıkarları ile burjuva feminist çıkarlar arasındaki ayrımın bir göstergesi olarak kabul edilir.17 Bu çözümleme yaklaşımı ve politik tutum, Rusya’daki kadın hareketini de etkiler ve burjuva feminizmin teorik ve politik pozisyonu ile tartışmak, Rusya’daki hareketin kurucu fikirlerini ve kadrolarını biçimlendirir.
Kadını özgürleştirmenin bir aracı olarak örgütlü siyasete katılım nasıl gelişti? Ekim Devrimine giden süreçte ve sonrasında kadınların örgütlü siyasette yer almasını iki kavrayışla açıklamak mümkün. İlki, kadınların, işçi eylemlerinde, grevlerde ve sokaklarda siyasetle buluşmaları ve o enerjiyi örgütlü yapıyla buluşturmak istemeleri. İkincisi ise, devrimin kadrolarını oluşturan Bolşeviklerin kadınlar arasındaki sistemli çalışmaları.
Kadınların örgütlü siyasete katılımında öncü adım, Bolşeviklerin ilksel yapılanmalarının işçi kentlerindeki etkinliğidir. Bu noktada, Bolşevik hareketin ilk adımı denilebilecek Petersburg İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği’nin siyaseti önemlidir. Rusya’nın özellikle büyük sanayi kentlerinde işçi kadınların örgütlendiği kimi yapılar oluşmuştur. Bunlar çalışma koşullarının düzenlemesini içeren taleplerden kadınların ve toplumun kurtuluşuna varan devrimci politik fikirlere kadar uzanır. Bunlar arasında Bolşevik kadınların başını çektiği yapılar da bir hayli etkindir. 1895’te Lenin’in önderliğinde kurulan Petersburg İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği’nin yönetiminde Krupskaya dahil, dört kadın yer alır. 1896’da Petersburg’daki büyük tekstil grevine öncülük etmiş olması, bu Birliğin işçiler ve kadın işçiler üzerindeki etkisini göstermesi açısından önemlidir.
Kadını örgütlü siyasete çağıran bir diğer adım ise, Bolşeviklerin içinde yer aldığı Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) programında kadın emeğine ve kadın-erkek eşitliğine dayanan siyaset üretmesidir. RSDİP’in 1903’te yapılan II. Kongresinde kabul edilen parti programında kadınlarla erkeklerin tam eşitliği özel olarak vurgulanır, kadın emeğinin korunmasına dönük özel taleplere yer verilir. Bu program 1919’a dek Bolşeviklerin programı olarak kalır.
Kadınların örgütlü siyaset içinde yer almasına yönelik bir diğer adım, 1905 Devriminin ardından gelen baskıcı dönemde Bolşevik kadroların yürüttüğü düzenli çalışmalardır. 1905 Devriminin yenilgisinin ardından gelişen baskı ve gericilik sürecinde de kadınlar yine direniş ve grevlerde yer almaya devam ederler. Buna paralel olarak Bolşevik kadrolar da kadın işçiler arasında düzenli çalışmalar yürütürler. Bu çalışmalar dönemin özellikleri gereği illegalite koşullarında gerçekleşen ve fabrika hücrelerine dayanan politik faaliyetlerdir. Bu yıllarda RSDİP’in üyelerinin yüzde 15’i kadınlardan oluşur18 Böylece kadınların mücadelesi ve talepleri 1917’ye gelen süreçte önemli bir gündem olmayı sürdürür.
Ekim Devrimine giden süreçte kadınların sokakta ve Sovyetler gibi örgütlü yapılarda mücadeleleri devam eder. Ayrıca devrimin kadrolarını oluşturan Bolşevikler de kadınlar arasındaki sistemli çalışmalarını sürdürür. Böylece devrim sürecinde ve sonrasında, dönüşümün şekillendirilmesinde kadınların talepleri ve pratikleri ile örgütlü siyasette var olmaları sağlanır
Devrim sonrası yapılanmada ise, kadını özgürleştirmenin bir aracı olarak siyasete katılım, hem işçi sınıfının kadınların kurtuluşu için savaşmadan kendini kurtaramayacağı, hem de kadınların işçi sınıfının kurtuluşu için savaşmadan kendi kurtuluşlarını sağlayamayacağı biçiminde ikili bir kavrayışla şekillenir. Bu çerçevede kadınların örgütlü yapılarda var olmaları ve ülke yönetimine katılmaları, yeni bir toplum inşasının önemli bir boyutu olarak değerlendirilir. Lenin, Clara Zetkin ile kadın sorunu üzerine yaptığı bir konuşmada bu yaklaşımı şöyle ifade eder:
Proletaryanın diktatörlüğünü, yanımızda milyonlarca kadın olmadan yürütemeyiz. Komünist bir yapıya da onlarsız girişemeyiz. Onlara ulaşmanın bir yolunu bulmalıyız. Bu yolu bulmak için çalışmalı ve araştırmalıyız.19
Bolşeviklerin kadınları kazanmak için giriştikleri faaliyetler, devrim sonrasında siyasi katılımı teşvik eden bir dizi örgütsel pratik olarak da devam eder. Bu kapsamda kadınlar sovyetlerde etkin biçimde yer alırlar.20
Delege toplantıları da kadınlara dönük önemli bir örgütleme ve katılım pratiği olarak işler. Kadınları aydınlatmak ve eğitmek amacıyla gerçekleştirilen delege toplantılarında onların politik sorunlarının yanında pratik sorunları da ele alınır ve çözüm yolları üretilir. Bu sü- reç, kadınların kendi sorunlarını bir arada çözme konusunda harekete geçtiği ve aktif katılımcılar hâline geldiği faaliyetler olarak gerçekleşir. Bu toplantılar on binlerce kadının sürece katılımını sağlar.21
Kadının siyasallaşmasında yenilikçi deneyimler nelerdi? Jenotyel (Zhenotdel). Devrimin öncesinde Bolşevik Parti içinde faaliyet gösteren işçi kadın komisyonları, 1918’de Bolşevik Parti kadın seksiyonuna (Jenotyel) dönüşür.22 Bağımsız bir kadın örgütü olmayan fakat önde gelen Bolşevik kadın militanların girişimiyle oluşturulan Jenotyel, parti merkezine bağlıdır. Ancak Jenotyel, işçi ve köylü kadınlar içinde belli bir esneklikle çalışma özgünlüğüne/özerkliğine sahiptir. Bu yapılanma, devrim kadrolarının kadın sorununu toplumsal yapı sorunu ile iç içe değerlendirmesinin bir ürünüdür. Böylece Jenotyel, hem kadınların sorunlarını gündeme getirme ve çözme hem de kadınların yeni toplumun inşasında yeni insanlar olarak kazanılmasında önemli bir işlev yüklenir. Bu yaklaşım Kollontay’ın şu ifadelerinde de izlenebilir: Elbette ayrı kadın örgütleri kurulması düşünülemez, ama parti için kadın nüfusunun bilinçlilik düzeyini yükseltme sorumluluğunu üstlenecek uygun bir organ geliştirilebilir. Böylelikle, kadınlara Sovyet devletinin kurulması, yani daha iyi bir geleceğin oluşturulması yolunda haklarını nasıl kullanabilecekleri öğretilebilir.23
Armand ve Kollantay’ın başında bulunduğu Jenotyel, kadınların kurtuluşu için oldukça önemli çalışmalar yapar. Jenotyel’in çalışmaları dört başlıkta şekillenir. İlki, kadınlara yeni yasaların kendilerine sağladığı hakları anlatmak ve sorunları ile ilgili onlara yardımcı olmaktır. Bu açıdan Jenotyel çıkartılan yasaların toplumda karşılığını bulabilmesi ve toplumla iç içe geçebilmesi gibi bir çabayla, bir yandan dönüşümün hayatlara değmesi diğer yandan ise hayatlardaki ihtiyacın dönüşümü yönlendirmesi gibi ikili bir işlev benimser. İkincisi, kadınlara yönelik eğitim ve kültür çalışmalarıdır: Okuma yazma kursları, korunma yöntemleri, konferanslar, tiyatro ve film gösterimleri. Jenotyel aracılığıyla açılan okullarda 10 milyona yakın kadın eğitim görür. Bu, okuma-yazma oranının düşük olduğu, hele kadınlarda yok denecek kadar az olduğu Rusya coğrafyası için gerçekten devrimci bir atılımdır. Bu noktada Jenotyel kadınlar içinde ajitasyon-propaganda çalışmalarını yürütmeyi amaçladığı gibi onların sosyalist inşaya en aktif biçimde katılması için de seferber olur.
Jenotyel’in üçüncü faaliyet alanı, kadınların çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve toplumsal yaşamlarının dönüştürülmesidir. Kadınların ekonomik olarak bağımsızlaşmaları ve özgürleşmeleri, ev içi sorumluluklarının azaltılması gibi çalışmalar, Jenotyel’in temel faaliyet alanını oluştur. Jenotyel’in dördüncü çalışma alanı ise, devrimin yaygınlaştırılması, zor ve uzak coğrafyalara (özellikle Orta Asya) ulaştırılmasıdır. Doğu bölgelerinde kadınların fiziksel ve ruhsal olarak aşağılanması, dinî hurafelerle baskı altında tutulması, alınıp satılması ve öldürülmesi gibi ciddi problemler karşısında Jenotyel radikal dönüşüm girişimlerinde bulunur.24
Jenotyel’in temel başarısı toplum mühendisliğine dayanan müdahalenin ötesinde, kadınların yaşamsal noktalarına içeriden, kadınlarla beraber değmeyi hedeflemesidir. Jenotyel, cinsiyetçi yaklaşımları tepeden yasaklamak yerine, önce kadınları örgütleyerek onlarla beraber mücadeleyi ve toplumsal dönüşümü amaçlar.
Bu yapı Bolşevik kadrolar tarafından yer yer burjuva feminizmine atfen “feminist sapma” olarak değerlendirilse ve kadın ayrımcılığı olarak okunsa da devrimin kadın alanında inşasında ve kadınların devrime katılmasında önemli çalışmalar gerçekleştirmiştir.
(“Kadınlar kooperatife!” 1918 tarihli bir Jenotyel afişi-editör)
Kadınların siyasete katılımında siyasal araçlar ve siyasal iletişim nasıldı? Kadınları siyasallaştırmaya yönelik en önemli araçlardan biri de yayın faaliyetleridir. Dönemin en önemli kitle iletişim araçları olarak basılı yayınlar, kadınların örgütlenmesi sürecinde de öne çı- kar. Bu yayınlar bir taraftan deneyim aktarımı, paylaşımı, duyurulması için bir fayda sağlayıp örgütlenmenin yayılmasını mümkün kılar. Diğer yandan ise bu pratiklerin/ürünlerin ortaya çıkış süreçlerinin yaygınlaştırılıp kolektifleştirilmesini beraberinde getirir. Böylece yayın faaliyetine ilişkin üretim sürecinin kendisi de doğrudan bir örgütlenme süreci/aracı haline getirilir.
Bu, Lenin’in Ne Yapmalı’da vurguladığı “kolektif örgütleyici olarak gazete” tezine yaslanır. Döneminin en yaygın kitle iletişim aracı olan ve tüm Rusya çapında çıkarılacak olan bir gazetenin gerekliliğini vurgulayan Lenin’e göre, “bir gazete yalnızca bir kolektif propagandacı ve kolektif ajitatör değil, aynı zamanda kolektif bir örgütleyicidir de. Bu bakımdan, yapım halindeki bir binanın çevresinde kurulan iskeleye benzetilebilir; yapının dış kenarlarını belirtir ve yapıcıların birbirleriyle temasını, işbölümünü ve örgütlü çalışmalarının meydana getirdiği ortak sonuçları görmelerini sağlar. 25
Bu yaklaşım ekseninde Bolşeviklerin yayın organı Pravda’da 1913’ten sonra “Emek ve İşçi Kadının Yaşamı” başlığıyla bir ek yayınlamaya başlar.26 Bu eke gelen yoğun talep ve ilginin ardından Bolşevikler, kadınlara özel ayrı bir yayın çıkarmaya başlarlar. Bolşeviklerin kadın işçilere yönelik ilk gazetesi, Rabotnitsa’nın (İşçi Kadın) ilk sayısı 8 Mart 1914’te Petersburg’ta çıkar. Gazetenin redaksiyonunu Bolşevik öncü kadınlardan bir çekirdek üstlenir: Nadejda Krupskaya, İnessa Armand, Elizarova Ulyanova, Konkordiya Samoilova ve Kavdiya Nikoleva. Rabotnitsa, öncelikle kentli işçi kadınların sorun ve ilgilerine odaklanır. Kadınlara savaşa ve fiyatların yükselmesine karşı bir araya gelme ve işçi konferansları çağrısı yapan Rabotnitsa gazetesi yaklaşık 30 sayfa civarındadır.27 Amaç kadının toplumsal etkinliğini artırmak ve sosyalist toplumun karar organlarına katılmalarını sağlamaktır. Savaşın patlak vermesiyle ömrü çok uzun olmayan Rabotnitsa, yine de kadın işçilerin taleplerinin savunulması ve onlara yönelik özgün bir araç olması açısından önemini korumuştur. Gazetenin temel hedefi, kadınların toplumsal etkinliğini artırmak, sosyalist toplumun karar organlarına katılımlarının sağlamak ve kadınları sosyalist mücadeleye kazandırmaktır.
(1923’den bir Rabonitsa kapağı-editör)
Bolşevikler, kadınlara yönelik özel gazete ve dergiler çıkarmayı devrim sonrasında da sürdürürler. Milyonlarca basılan Rabotnitsa, Krestyenka (Köylü Kadın), Delegetka’nın (Delege Kadın) yanı sıra, daha sınırlı olarak Kommunitstka (Komünist Kadın) da yayınlanır.
“Yoksunluktan Yoldaşlığa” adlı bu alt bölümde kadınların siyasallaşma süreç ve araçlarına ışık tutmaya çalıştım. Bu bölümünün son sözleri olarak vurgulanmalıdır ki devrimin kadınların eşitliği ve özgürlüğü doğrultusundaki adımları, yalnızca devrimin “getirileri” olarak değil, kadınların devrim öncesinden başlayan mücadeleleri ile taleplerini, iradelerini ve emeklerini koydukları bir süreç olarak değerlendirilmelidir. Böylece kadınların sosyalizmin inşasına katıldıkları ve aynı zamanda bu yolda seferber edildikleri/oldukları belirtilebilir.
Ev İçi Kölelikten Yurttaşlığa
Ekim Devrimi ile kadınlar ev içi köle olmaktan, tarımda ücretsiz aile işçiliğinden ya da fabrikalarda ikinci sınıf ücretliler olmaktan kurtuldular ve çalışma yaşamına, toplumsal ve siyasal yaşama katılan yurttaşlar oldular.
Yurttaşlığın kuruluşunda kadının toplumsal yaşama katılımı nasıl sağlandı? Devrim sürecinde kadının üretime ve toplumsal yaşama katılımı, ev içi kölelikten kurtulmakla başlar. Kadını üretime çekmek, bir yandan prekapitalist toplumsal ilişkilerin ataerkil karakterini ortadan kaldırmayı hedefler. Diğer yandan ise, kadınların üretime çekilmesi süreci, sosyalizmin maddi temelinin yaratılmasına kadınların da katılımı anlamına gelir.28
Kadınların yalnızca üretime katılması değil, eğitimli ve vasıflı emekçiler ve yurttaşlar olması amaçlanır. Bu konudaki temel yaklaşım, Lenin’in vurgusuyla, “mutfağa hapsedilmiş kadının devleti yönetebilecek konuma gelmesidir.”29 Devrimden sonra yürütülen okuma-yazma kampanyaları, coğrafyanın en ücra köşelerine dek uzanan “ajitasyon trenleri”, sosyalizmin yolunun okuryazarlıktan geçeceği sloganını kullanır, kadın emeğini bir eşikten atlatmanın heyecanıyla hareket eder.30 1930’ların ikinci yarısında okuryazar olmama durumu tamamen tasfiye edilir ve tüm kız çocuklarının zorunlu 7 yıllık eğitime dâhil edilmesi gerçekleşir.31
Eğitim ve vasıf, kadınlara geçmiş dönemde engellenen kimi mesleklerin de önünü açar. Sovyet iktidarında, kadınların tüm meslek alanlarında temsil edilmesini sağlamak amacıyla onların genel ve mesleki eğitimini yükseltme mücadelesi verilir.32 Devrimden sadece 12 yıl sonra tıpta, akademide, uzay çalışmalarında, siyasette ve bilim alanında kadınların büyük oranda yer aldığı bir tablo oluşur.33
Üretime katılma, ev içi sorumlulukların kolektivizasyonunu da gerektirmektedir. Bolşevikler, kadının ancak toplumsal ölçekte üretime katılabildiğinde kurtulacağına inanırlar ve kadının üzerindeki ev yükünü alırlar. Çocuk eğitimini ve ev işini toplumsallaştırırlar. Kırda ve kentte kreş, yuva, anaokulları, gençlik ve çocuk kampları açarlar. Büyük çamaşırhane ve yemekhanelerin kurulması noktasında zorluklara rağmen ciddi başarılar elde ederler.34 Devrimin lider kadrolarında ev içi sorumlulukların kolektivizasyonu hep dillendirilir. Troçki, “Eski Aileden Yeni Aileye” başlıklı yazısında şöyle der: “Bir kadın ev işlerinde kösteklenip, ailenin bakımına, yemek ve dikiş işlerine saplanıp kaldıkça onun tüm sosyal ve politik hayata katılma şansı daha baştan dumura uğramıştır.”35
Dolayısıyla kolektivizasyon kadının aleyhine işleyen evi içi sorumlulukların ve annelik deneyiminin “hayırseverlik” değil, kamusal bir zorunluluk olarak ve kadına dönük “sevecen bir ihtimam” değil bir politik mesele olarak ele alınmasını öngörüyordu.36 Bu, bir bütün olarak aile yaşamının dönüştürülmesini içeriyordu.
Kadının üretime katılmasının bir sonraki aşaması kadınları koruyan çalışma yaşamı düzenlemelerinin yapılmasıdır. 1922 yılında kabul edilen İş Yasası kadınlara birçok sosyal hak tanıdı. İşçi çıkartılması gereken durumlarda, öncelikle kadınların işten çıkartılmasını engelleyecek kurallar konuldu. Doğum izni ve doğumdan sonra işe dönüş güvencesi getirildi. Emziren anneler için evlerine yakın yerlerde çalışma hakkı tanındı. Bütün bu uygulamalarla Sovyetler Birliği dünya çapında işçi kadının korunması konusunda en ileri örnekti. 37
Üretimdeki kadın emeğine dönük yasal düzenlemelerin yanı sıra, ev içi emek de yurttaşlık düzenlemesinin kapsamına alınır. Sömürünün maddi temelinin kritik halkası olan ve kapitalizmde karşılıksız bırakılan ev içi emek, toplumsal üretimdeki çalışmaya denk sayılır. Nitekim Rosa Luxemburg, 1912 yılında kadınlara oy hakkı için yazdığı makalede, burjuva kadına karşılık proleter kadının üretken pozisyonda olduğunu vurgular. Kadının ev içi emeğinin ise kapitalist sistem içinde karşılıksız kaldığını, bu sorunu gündemleştirmek ve mücadelesini yürütmek görevinin proleter kadın hareketine düştüğünü ifade eder:
Proletaryanın kadınları ekonomik olarak bağımsızdır. Aynı erkekler gibi toplum için üretkenlerdir. Bununla çocuklarını büyüttüklerini veya erkeklerin kıt ücretlerle ailelerini geçindirmelerine yardımcı olan ev işlerini kastetmiyorum. Bu türden işler, harcanan enerji, yapılan fedakarlık, binlerce küçük çaba ne kadar başarılı bir sonuç verirse versin, şu andaki kapitalist ekonomi açısından üretken değildir. Bu sadece işçinin özel meselesi, mutluluğu ve şansıdır; bu nedenle de şu andaki toplum için yok hükmündedir. […] Bu gaddar gerçekliği net ve keskin bir şekilde görmek proleter kadının ilk görevidir.38
Ekim Devriminden sonra yurttaşlığın kuruluşunda aile kurumunda kadın-erkek eşitliğini sağlama çabaları da önemli bir yer tutar.
Devrimden sonra bu alanda yapılan düzenlemeler Çarlık Rusyasından ve Batı hukukundan köklü biçimde farklılaşır. Bolşevikler iktidarı alır almaz aile hukukunu kadın-erkek eşitliği temelinde köklü biçimde yeniden düzenler. Aileyi düzenleyen yasalar (kodlar) çıkarılır: 1918 Aile Yasası ve 1926 Aile Yasası. Troçki bu yasaları şöyle açıklıyor: “Ekim Devrimi, bayrağının üzerine kadınların kurtuluşu şiarını yazdı ve evlilik ve aile konusunda tarihteki en ilerici yasaları çıkardı.”39
Her iki aile yasası da soyadı uygulaması, çocuk üzerindeki haklar, evlilikte mal rejimi gibi konuları düzenledi. 1918’deki yasa, köhnemiş gelenekleri yıkmayı hedefliyordu ve dönemin iktisadi ve toplumsal gelişiminin ilerisindeydi.40 Bu nedenle öngörülemeyen kimi sorunlara neden oldu. 1926 yılında çıkarılan yeni Aile Yasası ile 1918’in toplumsal gelişmeyle uyumsuz olduğu düşünülen kimi düzenlemeleri değiştirildi.41
Devrim sonrası, ev içi kölelikten yurttaşlığa doğru köklü değişiklikler oldu. Bir yandan bu değişiklikler hukuksal biçimlere kavuştu. Diğer yandan ise değişikliğe ilişkin siyasal programlar hukuksal biçimlerle ortaya kondu.42 Ekim Devriminden sonra kadınlarla ilgili olan düzenlemeler, tam oy hakkı, aile reislerinin otoritesine son verilmesi, miras hakkının kaldırılması, evliliği gönüllü bir ilişkiye dönüştüren boşanma ve sivil yasaların oturtulması, meşru ve gayri meşru çocuklar arasında ayrımın kaldırılması, eşit işe eşit ücret, eşit çalışma hakkı, ücretli doğum izni, kürtaj hakkı olarak sıralanabilir.43
Tutsaklıktan Özgürlüğe
Devrimin önündeki en önemli sorun, kadını tutsaklaştıran aile yapısını ve toplumsal iş bölümünü değiştirmek, kadını köleleştiren toplumsal değerleri baş aşağı etmekti. Devrimin ilk yıllarında, yeni bir toplumun inşasında kadının kurtuluşu ve ailenin parçalanması- na dönemin oldukça ilerisinde öncelik tanındı. Kadının özgürleş- mesi mücadelesi, Rusya gibi nüfusu kalabalık, yoksul, gelenekleri tutucu bir coğrafyada verildi. Kadın kurtuluşu hareketi, dönemin statükocu, geleneksel ve sol muhafazakâr anlayışlarını zorladı.
Kadının özgürleşmesi ile sosyalist insanın/yeni kadının yaratılması birlikteliği nasıl örüldü? Devrim sürecinde, kadının özgürleşme mücadelesinde hem teorik hem pratik olarak belirleyici olan Aleksandra Kollontay’dı. Kollontay, Marksizm ve Cinsel Devrim adlı kitabında yer alan yazılarında aileyi, fuhuş sorununu, aşkı ve cinselliği en ince ayrıntısıyla inceliyordu. Bu yazılarında, yeni kadının “yaratılmasının” ertelenemez önemini ortaya koyuyordu. Yeni kadının yaratılmasını devrimin en temel sorunlarından biri olarak görüyordu. Devrimin ilk yasası olan 1918 Aile Yasası’nın hazırlandığı süreçte ise Sağlık Komiseri idi. Yasanın kadından yana tüm düzenlemelerinde mücadelesi olduğu bilinmektedir. Kollontay yeni kadını şöyle tanımlıyor:
Abartılmış duygulanma yerine disiplin; boyun eğme ve kişiliksizlik yerine özgürlük ve bağımsızlığa değer verme; sevdiği erkeğin görüntüsüne girmek ve onu yansıtmak için saf çabalar yerine kendi bireyini kanıtlama; ikiyüzlü temizlik maskesi yerine yeryüzü sevinçlerindeki haklarını isteme; sonunda aşk hikâyelerini yaşam içinde sınırlı bir yere koyma; yeni kadının uğraşları bunlardır. Önümüzde duran, erkeğin gölgesi durumundaki dişi değil, kendinde bir kişilik olan yeni kadındır.44
Ekim Devrimi, kadının özgürleşmesi alanında iki önemli düzenleme getirmiştir. Bunlardan ilki, kadınları çocuk sahibi olup olmama konusunda söz sahibi kılan kürtaj düzenlemesidir. 1920’de kürtaj yasağı kaldırılarak Sovyet hastanelerinde kürtaj yapılması serbest bırakılmış, doktorlar dışındaki kişilerin kürtaj yapması suç sayılmıştır. İkincisi ise evlilik dışı doğan çocuklara dönük kapsayıcı düzenlemedir. Buna göre, evlilik dışı doğan çocuklara, evlilik bağı altında doğan çocuklarla aynı haklar tanınmıştır. Kadının özgürleşmesinin yeni insanın/sosyalist insanın yaratılması ile mümkün olacağını Armand da vurgular: “Ailenin, ev yaşamının, eğitimin ve çocuk büyütmenin eski biçimleri ortadan kalkmadan sömürüyü ve köleliği yok etmek, yeni insanı yaratmak, sosyalizmi inşa etmek imkânsızdır.”45
Ekim Devriminin ilk yıllarına damga vuran kadın politikaları, kadının özgürleşmesinin ve evinden çıkarak toplumsal yaşama katılmasının koşullarını yaratmaya yönelik olarak gerçekleştirildi. Bu çabaların pratiğe yansımaları, kırsal bir toplumda devrimi gerçekleştirmenin özgünlükleri ve zorluklarıyla iç içe olarak gerçekleşti. Bu anlamda devrimin radikal ve dönüştürücü atılımlarının pratiğe geçirilme çabaları her zaman niyetlenen çizgide geliş(e)medi. Ancak bu, devrimin kadın sorununa ilişkin yenilikçi ve dönüşümü hedefleyen ufkunu ortadan kaldırmaz.46
Sonuç: Yarına Kalan
Devrimin 100. yılını selamlamak, devrimden kadın mücadelesi için bugüne ve yarına kalanlar üzerine düşünmek demek aslında. Kadınların sosyalizme yürüyüşünün nerede, nasıl ve hangi nedenlerle kesintiye uğradığı, zaferin yarım kalmasının özgün nedenleri ve bunların sosyalizmin yenilgisinin genel bilançosu içindeki yeri üzerine düşünürken devrimin gerçekleştiği tarihsel, toplumsal ve yapısal nedenler göz ardı edilmemelidir. Bu çerçevede devrimin bıraktı- ğı dersler kadar bugüne devrettiği gelecek ufku da önemsenmelidir. Devrimin bıraktığı dersler düşünülürken, kadının kurtuluşuna dönük kimi eleştiriler ele alınabilir. Eleştirilerin bazı noktalarda yoğunlaştığını görebiliriz.47 İlki, “çift e sömürü” olarak adlandırılan durumdur. Burada, kadına dönük yasal düzenlemelerin ve onun üretime çekilmesinin kadının kurtuluşu konusunda öngörülen etkiyi yaratmadığı, tam aksine onun yükünü ikiye katladığı belirtilir. Kadının üretime çekilmesinin, kadının ev-çocuk-eş üçgenindeki sorunlarına geliştirilen çözümler ile yeterince birleşmediği, özel olarak bu alanda erkek egemenliğinin baskıcı ve mülkiyetçi özelliklerinin tasfiye edilemediği vurgulanır. Böylece kadını hayatın merkezine taşıyan görevler, onun için özgürleştirici olmaktan çok onun yükünün çoğalması anlamına gelir.
(Uzaya çıkan ilk kadın kozmonot Valentina Tereşkova)
Eleştirilerden bir diğeri kadınların, yönetim kadrolarında ve partinin üst organlarında yer alamamasıdır. Kadın üyelerin bu düzeyin gerisinde olmaları bir gerekçe olabilir. Ancak partilerin bu durumu dönüştürmek konusunda yeterli çabayı sarf etmediği savunulmaktadır. Dolayısıyla yönetme işinin “erkek işi” olarak kaldığı vurgulanır. Bununla bağlantılı bir diğer eleştiri de kadınların, siyasal ve toplumsal alanda var olabilmesi için kendi niteliklerini kaybederek “erkeksileşmesi” ya da “cinsiyetsizleşmesi”dir. Burada, sosyalist devrime ve sosyalizmin kuruluşuna bir kadın devriminin eşlik etmesi gerektiği ancak bunun başarılamadığı ifade edilir.
Devrimden sonraki 100 yıllık dönemde reel sosyalist deneyimlerde kadının kurtuluşu mücadele, mecburiyet ve meydan okuma süreçlerinin iç içeliğinde yaşanmıştır. Bu süreçler farklı tarihsel anda ve coğrafyada farklı biçimlerde tezahür etmiştir. Yaşanmış sosyalizm deneyimlerinde kadının kurtuluşu kazanımlar-kayıplar, ileri sıçramalar-geri düşmeler sarmalında okunabilir. Dolayısıyla sosyalizm deneyiminde kadının kurtuluşuna dönük eleştirileri, bu toplumsal ve tarihsel oluşum sürecinin karmaşık yapısı içinde değerlendirmek önemlidir. Buradan hareketle devrimin bugüne devrettiği kazanımları ve gelecek ufkunu değerlendirmek de oldukça kıymetlidir. Kadının kurtuluşu mücadelesinde devrimin temel kazanımı olarak ortaya çıkan yoldaşlık, yurttaşlık ve özgürlük başlıklarındaki mücadele birikimini bugünün sosyalizm ve kadın mücadelesine taşımak, devrime gönderilen selamı somutlamaktır.
Sosyalizm ve kadın mücadelesinde yoldaşlık, kadınların gelecek ufku doğrultusunda birleşmişlik, inanç ve dayanışma bağları ile kurulan mücadele içinde yer almasıdır. Devrimde görülen yoldaşlık birçok değer taşır: Sorumluluk, irade, kararlılık, gözü peklik, alçakgönüllülük ve samimiyet. Devrimde görülen yoldaşlık ve sorumluluk, bugün liberalizmden sosyalist siyasete sızan aktivizm ve bireysel sorumluluktan oldukça farklıdır. Dolayısıyla kadın yoldaşlığı toplumsal sorumluluğu, iradeyi, samimiyeti, gözü pekliği ve alçakgönüllülüğü mücadelede yeniden var etmelidir.
Sosyalizm ve kadın mücadelesinde yurttaşlık, kadınların kolektif hak taleplerini içermelidir. Bu haklar yaşamın üretiminde ve yeniden üretiminde esas katkıyı koyan emekçiler olarak talep edilen sınıf eksenli haklardır. Kadın emekçilerin ortaklaşan hak talepleridir. Devrimin gerçekleştiği Rusya’da, o büyük coğrafyada farklı dinler, inanışlar, kültürler ve etnik kimlikler sınıf temelli bir yurttaşlıkla kapsanmıştır. Bugün de toplumsal yaşamı parçalayan farklılıklar yerine kadınların mücadelesi, ortaklaşan talepler üzerinde yükselmelidir. Kadınların erkekler ile eşit yurttaşlığına dayanmalıdır. Devrim, burjuva devletinin kökeni olarak gördüğü geleneksel rolleri, klasik aileyi ve paternalist baskıyı oluşturan değerler, normlar ve ilişkiler zincirini yıkmayı amaçlamıştı. Bu talep bugün için de geçerlidir. Kadın ve erkek, yaşamın üretiminde ve yaşamdan pay almada aynı haklara ve kolektif sorumluluklara sahipse ancak yurttaşlıktan söz edebiliriz.
Sosyalizm ve kadın mücadelesinde kadının özgürleşmesi, bireysel hareket serbestisi ya da kendi bedeni üzerindeki hâkimiyeti ile sınırlandırılamayacak kadar büyük bir ufkun parçası olarak düşünülmelidir. Devrim bunu var etmiştir. Kadının özgürleşmesi ile sosyalist toplum-sosyalist insan inşası birbirinden ayrı düşünülemez. Bugün de özgürlük, kadının yalnızca bireysel yaşamında değil toplumsal yaşamda da söz sahibi olmasını ve bu deneyim içinde kendi niteliklerini kaybetmeden var olabilmesini içerir.
Devrimin 100. yılında, devrimin uzak bir ihtimal ya da imkânsız bir ütopya olduğunu düşündüğümüzde, kadınlara, yaşama ve geleceğe dair heyecanımızı yitirdiğimizde Clara Zetkin’in Marx’ın sözüne yaptığı atfı hatırlayabiliriz: “Kitleleri sardığında teori şiddet olur.”48 Şiddetin güneşle, aydınlıkla kavuştuğu yere de devrim denir. Devrimden bugüne ve yarına kalan ise güçlü teorik, politik ve pratik birikimle kadınların güneşi zapt edebileceğidir.
Kaynakça
1 Julius Martov, Letters 1916-1922 (Benson, Vermont: Chalidze Publications, 1990).
2 Clara Zetkin, Kadın Sorunu Üzerine Seçme Yazılar, çev. İsmail Yarkın (İstanbul: İnter Yayınları, 1988), 147.
3 Jane McDermid ve Anna Hillyar, Midwives of the Revolution: Female Bolsheviks and Women Workers in 1917 (Londra: UCL, 1999)
4.a.g.e
5.Chanie Rosenberg, Kadınlar ve Perestroyka, çev. Osman Akınhay (İstanbul: Pencere, 1990), 95.
6. Eski aristokrat kökenli bir ailede dünyaya geldi. Rus ordusunda teğmen olan babası devrimci hareketlere katıldığı suçlamasıyla ordudan ihraç edildi. Bunun ardından fabrikalarda
ve çeşitli yerlerde çalıştı. Annesi ise kentli bir Rus soylusunun kızıydı. Krupskaya, babasını 14 yaşındayken kaybetmişti. Bu yaştan itibaren annesiyle beraber çeşitli işlerde çalışmaya başladı. Bir süre sonra öğretmen olan Krupskaya, Çarlık Rusyasının eğitim anlayışına karşı çıkmaya başladı. 1889 yılında St. Petersburg’da bir toplantıda Marksist fikirler ile tanıştı. 1894’te Lenin’le tanıştı ve örgütlü mücadele içinde yer almaya başladı. Bkz. Robert H. McNeal, Bride of the Revolution: Krupskaya and Lenin (Michigan: The University of Michigan Press, 1972).
7.Inessa Armand, burjuva kültürünü edinmiş sanatçı bir aileden geliyor. Bir tekstil fabrikatörünün oğluyla evlenip Moskova’ya yerleşen ve 5 çocuk doğuran Armand, işçi kadınlar için bir okul açmasına izin verilmemesi üzerine otokrasiyi sorgulamaya başladı. 1903’te RSDİP’e katılan Armand 1904’te 30 yaşındayken eşini terk edip feminist harekete katılmak üzere İsveç’e gitti. Bu süreçte Lenin, Troçki ve diğer Rus devrimci liderlerinin eserlerini okuyan Armand Bolşeviklere katılmaya karar verdi. Bkz. Ralph Carter Elwood, Inessa Armand: Revolutionary and Feminist (Ottowa: Carleton University, 1992)
8.Varlıklı bir ailede dünyaya gelen Aleksandra Kollontay neden komünist olduğunu şöyle açıklıyor: “1200 erkek ve kadın işçinin çalıştırıldığı ünlü büyük Krengolm dokuma fabrikasına yaptığım ziyaret benim yazgımı belirledi. İşçi kitlesi böylesine korkunç biçimde köleleştirilmişken ben mutlu, huzurlu bir yaşam sürdüremezdim. Bu hareketin içinde yer almalıydım.” Aleksandra Kollontay, Özgür Bir Kadın Komünistin Otobiyografisi, çev. Nesrin Oral (İstanbul: Belge Yayınları, 1992), 14
9.Klasik Marksist yazında Bebel’in Kadın ve Sosyalizm, Engels’in Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni gibi eserleri, kadın sorununun Marksist perspektiften ele alınması açısından öncü nitelikli çalışmalardır. Bu çalışmalar, yalnızca teorik birikim alanına değil, kadın kurtuluşunun stratejisine ve siyasetine ilişkin de yol göstericidir.
10.Vladimir İ. Lenin, Kadınların Kurtuluş u, çev. Ertuğrul Yemenoğlu (İ stanbul: Akademi, 2010); Clara Zetkin, Lenin’in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyeti, çev. Atilla Temiz (İstanbul: Sorun, 1980)
11.McDermid v.d., Midwives of the Revolution
12.1895 yılında Petersburg’da kurulan ve Krupskaya’nın da yönetiminde olduğu mücadele örgütü. İlerleyen bölümlerde ele alınmaktadır.
13.1905’in ilk aylarında Çar bu talepleri reddetmiş, grev ve eylemlerin arttığı 1905’in ortalarında ise sınırlı bir “temsili meclis” toplamayı vaat etmiştir. Ancak bu sınırlı vaat toplumda kabul görmemiş ve eylemler artarak devam etmiştir. Bunun üzerine Çar, 1905’in Ekim ayında yayınladığı bildiri ile yasama görevlerini elinde bulunduracak bir “Rus Parlamentosu” kuracağını ve seçim hakkını da halkın tüm sınıfl arını kapsayacak biçimde genişletecğini açıklamıştır.
14.Zetkin, Lenin’in Bütün Dünya Kadınlarına Vasiyeti.
15.Kadınların seçme ve seçilme hakkını savunan Süfrajet hareketi, 20. yüzyılın başlarında İngiltere ve Amerika’da etkilidir.
16.Zincir ve zırh sanayiinde 14 yaşın altında kızların çalışmasını yasaklayan 1887 tarihli yasaya Süfrajetlerin “eşitlik” gerekçesiyle muhalefet etmeleri, sendikal hareket ve sosyalistler ile feminist hareketin çatışmasına neden olmuştur.
17 Bkz. Elizabeth Crawford, The Women’s Sufrage Movement (Londra: Routledge, 1999)
18.Rochelle G. Rutchild, Equality and Revolution: Women’s Rights in the Russian Empire, 1905- 1917 (Pittsburgh: University of Pittsburgh Press, 2010), 217
19.Lenin, Kadınların Kurtuluşu, 134
20.Şehir sovyetlerindeki kadınların oranı 1920’de yüzde 5 iken, 1934’te yüzde 32,1’e yükselmiştir. Bkz. Gül Özgür, Rusya’da 1917 Sosyalist Ekim Devrimi ve Kadınların Kurtuluşu; “Tavuk Kuştur, Kadın İnsandır” -Olgular, Belgeler, Çözümlemeler- Cilt 1 (İstanbul: Dönüşüm Yayınları, 1993): 149.
21 A.g.e. 149
22 Jenotyel üzerine temel bilgiler ve tartışmalar için bkz. Carol E. Hayden, “The Zhenotdel and the Bolshevik Party”, Russian History, 3, 3 (1976), 150-173; Barbara E. Clements, “The Utopianism of the Zhenotdel”, Slavic Review, 51, 3, (1992), 485-496; Carol E. Hayden, Feminism and Bolshevism: The Zhenotdel and the Politics of Women 1917-1930 (California: University of California Press, 1979)
23 Aleksandra Kollontay, Kadınların Özgürlüğü, çev. Yasemin Çongar (İstanbul: Yarın, 1986), 73.
24 Kadın sorununu Müslüman coğrafyalarda da gündeme alan kadın hareketinin tesettür,çarşaf ve peçe gibi uygulamalara karşı kimi kritik müdahaleleri olmuştur. Bunların en bilineni 1926 yılında hayata geçirilen Hücum kampanyasıdır. Daha detaylı bilgi için bkz. Nina Popova, Sosyalizm Diyarında Kadın, çev. İsmail Yarkın, Murat Güneşdoğdu (İstanbul: İnter Yayınları, 2000).
25.Vladimir İ. Lenin, Ne Yapmalı?, çev. Muzaffer Erdost (Ankara: Sol Yayınları, 2008), 177
26.1913 yılının 8 Mart’ı kitle gösterileriyle kutlanır. Bu tarihten itibaren de Pravda’da özel bir kadın eki yayınlamaya başlar.
27.Richard Stites, The Women’s Liberation Movement in Russia: Feminism, Nihilism and Bolshevism 1860-1930 (Princeton: Princeton University Press, 1990)
28 Ulusal ekonomide kadının tarım dışı sektörlerde istihdamı 1917’de 2 milyondan 1940’da 11 milyona ulaşmıştır. 1937’de tarım dışı alanda çalışan her 100 kadından 39’u sanayi ve inşaat, 20’si eğitim ve sağlık, 15’i ulaşım alanında görev almıştır. 1929’da metal sektöründe her 1000 emekçiden 400’ü, rafinerilerde ise 263’ü kadındır. Bkz. Popova, Sosyalizm Diyarında Kadın.
29 Lenin, Kadınların Kurtuluş u, 14.
30 “Ekim Devrimi ve Kadınlar: Yıldız Tozları İçimizde”, soL günlük siyasi gazete, http://haber.
sol.org.tr/toplum/ekim-devrimi-ve-kadinlar-yildiz-tozlari-icimizde-174797 (son erişim tarihi 14.10.2017).
31.Bu süreçte kadın emeği kalifiye emeğe dönüştürülmüş, 1946 yılında 250 bin kadın traktör ekiplerinin yöneticisi, 350 bin kadın hayvan çiftliklerinin yöneticisi, 15 bin kadın kolhoz yöneticisi olmuştur. Bkz. Popova, Sosyalizm Diyarında Kadın.
32.1917’deki devrimcilerin hayali, 1963’te bir işçi kadının hayalini gerçek yapmıştır. Uzaydaki martı olarak da bilinen ilk kadın kozmonot Valentina Tereshkova şöyle diyor: Burjuvazi her zaman kadının zayıf cinsiyet olduğunu vurgular. Böyle değildir oysa. İnanıyorum ki bir kadın her zaman kadın kalmalıdır ve ona feminen olan hiçbir şey yabancı gelmemelidir.” Bkz. Suzan Bayhan, “Uzayda Bir Martı: Valentina Tereshkova (1937-)”, biamag cumartesi, https://bianet.org/biamag/dunya/107955-uzayda-bir-marti-valentina-tereshkova-1937(son erişim tarihi 10 Ekim 2017)
33 Bkz. Elizabeth A. Wood, The Baba and The Comrade: Gender and Politics in Revolutionary Russia (Indianapolis: Indiana University Press, 1997) ve Mary Buckley, Women and Ideology in the Soviet Union (Michigan: University of Michigan, 1989).
34.Bkz. Wendy Z. Goldman, Women, the State and Revolution: Soviet Family Policy and Social Life, 1917-1936 (Cambridge: University of Cambridge Press, 1993). 35.Lev Troçki, Gündelik Hayatın Sorunları, çev. Yılmaz Öner (İstanbul: Yazın, 2000), 46
36 “Ekim Devrimi ve Kadınlar: Yıldız Tozları İçimizde.”
37 Bkz. Melanie Ilic, Women Workers in the Soviet Interwar Economy: From ‘Protection’ to ‘Equality’ (New York: St. Martin’s Press, 1999).
38 Rosa Luxemburg, Selecting Political Writings, der. Dick Howard (Londra: Monthly Review Press, 1971), 131.
39 Leon Troçki, Writings of Leon Trotsky 1937-38 (Pathfinder, 1972), 170
40.Yasada ortak bir aile adı alınması zorunluluğu getirilmişti, ancak bu erkeğin soyadı olmak zorunda değildi. Eşlerden birinin soyadı ya da her ikisinin soyadının birleşimi aile adı olarak kullanılabilirdi. 1918 Aile Yasası, eşlerden birinin konut değiştirmesi durumunda diğerinin onu izlemesi zorunluluğunu kaldırdı. Çocuk üzerinde eşit haklar tanıdı. Evliliğinin mal ortaklığı yaratmasına son verildi ve mal ayrılığı rejimi getirildi. Nafaka kurumu kaldırıldı. Bkz. Goldman, Women, the State and Revolution.
41.1926 Yasası, mal ayrılığı rejiminden vazgeçti, mal ortaklığını kabul etti. Mülkiyet ilişkilerini düzenleyebilmek için resmi olmayan (kayıt dışı) evliliklerin de kayıtlı evlilik sayılacağını hükme bağladı. Bir yıllık bir sınır konulsa da nafakayı geri getirdi. Ortak aile adı alma zorunluğunu kaldırarak eşlerin kendi soyadlarını korumalarına olanak tanındı. Bkz. Goldman, Women, the State and Revolution.
42.Onur Karahanoğulları, “Evgeny Pashukanis’in ‘Lenin ve Hukuksal Sorunlar (1925)’ Baş lıklı Yazısı için Tanıtım”, http://80.251.40.59/politics.ankara.edu.tr/karahan/makaleler/leninhukuk-tanitimyazisi.pdf (son erişim tarihi 6 Ekim 2017).
43.Rosenberg, Kadınlar ve Perestroyka.
44.Aleksandra Kollontay, Marksizm ve Cinsel Devrim, çev. Gizem Çinçin (İstanbul: Akademi Yayın, 2011), 97
45.Armand’dan akt. Brenda Montague, A Year on the Sauce (Zero Books, 2011), 134
46.Bu noktada, Bebel’in şu sözleri önem taşır: “Kadınlarınız yoldaşlarınız olmadığı sürece, siz erkekler zincirlerinizi kıramayacaksınız!” August Bebel’den aktaran Stites, The Women’s Liberation Movement in Russia, 235
47. Bu çalışmalardan bazıları için bkz. Buckley, Women and Ideology in the Soviet Union; Anastasia Posadskaya, Women in Russia: A New Era in Russian Feminism (Londra: Verso, 1994); David L. Hoffman, Stalinist Values The Cultural Norms of Soviet Modernity, 1917-1941 (Ithaca NY: Cornell University Press, 2003); Alena Heitlinger, Women and State Socialism (Montreal: McGill-Queen’s University Press, 1979); Doroty Atkinson, Alexander Dallin, ve Gail Warshofsky Lapidus, Women in Russia (Stanford CA: Stanford University Press, 1977).