HAFIZA-İ BEŞER: 1 MAYIS 1977: BİR SINIF KATLİAMININ ANATOMİSİ

Ümit ÖZDEMİR / 01.05.2023

@masumlevrek

1 Mayıs 1976’da başarıyla gerçekleştirilen Taksim 1 Mayıs mitingi, o güne kadar resmi ideoloji söyleminde “Bahar bayramı” olarak kutlanan 1 Mayıs’a nihayet sınıfsal bir anlam, emekçi sınıfların müttefiklerine güç ve moral verdi. İşçiler ilk defa kendi tulumlarıyla, kıyafetleriyle ait oldukları iş kollarını sembolize eden ve üretim süreçlerini anlatan dekorlarla eyleme katıldılar. 70’lerin ikinci yarısında giderek belirginleşen ve burjuva siyasetinin dar kalıplarına sığmayan emekçi uyanışı, 1 Mayıs 1976’da ifadesini buluyordu. Bunda elbette TKP’nin 1973 atılımının büyük payı vardı. Emekçi sınıfları iş kolu ve fabrikalar üzerinde örgütlenmesinde gösterilen ısrarlı çaba, öncü işçilerin belirgin bir biçimde öne çıkmasını beraberinde getirdi. İyi eğitimli sınıf bilinciyle donanmış işçilerin sendika yönetlimlerinde stratejik mevzileri ele geçirmesi, 1 Mayıs 1976 İşçi mitinginin başarılı olmasının diğer politik nedenleridir. Böylece o güne kadar piknik faaliyeti ve “bahar bayramı” olarak görülen, uzlaşmaz çelişkiden bahsedilmeyen 1 Mayıs kutlamaları ilk defa sınıfsal anlamına kavuşuyordu.

Perde açılıyor. DGM Direnişi

Sosyal uyanışın iktisadi gelişmeyi aştığı Emekçi sınıfların 1960’lı yılların ikinci yarısında başlayan uyanışı, 15-16 Haziran 1970 direnişiyle zirveye ulaştı burjuvazinin buna cevabı 12 Mart 1971 darbesiydi. Darbeci Memduh Tağmaç’ın “Sosyal uyanışın iktisadi gelişmeyi aştığı” sözlerinin hedefi çok açık olarak işçi sınıfı ve onun bağlaşığı sosyalist hareketti. Darbe ve ardından 1973 seçimleri ile bastırılanın geri dönüşü, sol popülist kökenli “ortanın solu” programı da bu uyanışı yönlendirme çabalarının boşa düşmesine neden oldu.

Burada özellikle vurgulamamız gereken husus 16 Eylül 1976’da DİSK öncülüğünde hayata geçirilen DGM yasası protestosu için Genel Yas ilanıdır. Genel yas aslında bir genel grevdi ve emekçi sınıfların örgütlü gücünü göstermesi bakımından inkar edilemez bir etkiye sahipti. DGM’lerin ezilmesi ve yasanın geri çekilmesinin siyasal anlamı, darbe olmaksızın bir olağanüstü hal rejimine geçilmesi tehlikesinin bertaraf edilmesiydi. DGM’lerin kurulması aynı anlama gelmek üzere, emekçi sınıfların politik öncülerinin, olağanüstü yetkili mahkemelerce yargılanıp hapis cezaları almaları anlamına geliyordu. Tekelci sermayenin sözcüleri MC hükümetinin parlamentoya getirdiği yasa tasarısının geri çekilmesi, sınıflar mücadelesinin her alanda derinleşeceğinin belirtisiydi. DİSK kaleme aldığı bildiride Genel Yas’ı şöyle duyuruyordu: 1-Ülkemizi MC’nin yarattığı karışıklık ve bunalımdan kurtarmak 2-Hayat pahalılığı artışına son verip emekçi halkımızın yüksek seçim olanaklarına kavuşmasını sağlayacak kapıları açmak 3-Demokrasiyi açıkça boğazlanmaktan kurtarıp demokratik, sendikal ve siyasal hak ve özgürlükleri genişletmek 4-Ve bu nedenle emekçi halkımızın 1977 Genel seçimlerinde özgürce oy kullanma ve bu istemleri destekleyen dilediği iktidarı seçme olanağı sağlamak amacııyla.. Bu iktidarın anayasal ve demokratik yoldan düşürülmesine ve hakltan yana bir iktidarın kurulmasına kadar tüm ülkede Genel Yas ilanı kararlaştırılmıştır.1 DİSK’in eylem kararı, takip eden üç gün boyunca eylemlerin dalga dalga yayılmasıyla karşılığını buldu. Eylemler sonunda patronlar bir çok işçiyi işten çıkarsa da eylemin ortaya koyduğu somut, demokratik ve herkes tarafından sahiplenilebilecek taleplerin yarattığı meşruiyet sonucunda DGM’ler kapatıldı.

Profilo Direnişi işte bu somut demokratik çizginin sınıf saflarında en radikal, komünist bir içeriğe kavuştuğu bir siyasallaşmanın ta kendisiydi. Genel yas eylemini örgütleyen öncü işçilerin 18’inin işten atılması eylemi tetikledi. İşten atılan işçi arkadaşlarının işe geri alınması talebiyle ayaklanan işçiler, kendilerini fabrikanın içine kilitleyip kapıları kaynakla kapattılar. Direniş boyunca eldeki imkanlarla yemek çıkarmayı başaran ancak ekmek sıkıntısı yaşayan işçilerle dayanışma içindeki halk, bütün engelleme çabalarına rağmen direnişçilere ekmek ulaştırmayı başardı. Profilo direnişi, sınıf radikalizminin en sivrilen örneklerinden biri olarak mücadele tarihine geçti. Direnişte fabrikaya girmeye çalışan polislerle mücadele eden Profilo işçisi Yakup Keser katledildi. MC hükümetine ve anti demokratik DGM’lere karşı direnişin sembolü olan Profilo, sınıf ve kitle sendikacılığının işçi sınıfı içinde yaratabileceği radikalleşmenin örnek modeliydi…

Prelüd: Tandoğan Mitingine saldırı.

Ankara Tandoğan’da 5 Şubat 1977’de düzenlenen TÖB-DER mitingine yapılan saldırı, Maocu ve Arnavutlukçu grupların TKP Sovyetik çizgideki gruplarla ihtilaflarının çatışmaya dönüşmesiyle 1 Mayıs 1977 mitingine düzenlenecek olan saldırının ön provasıydı. Mitingde dikkati çeken olay, birbirlerine taş ve sopa fırlatan Maocu-Sovyetik-Arnavutlukçu grupların çatışmasından istifade eden birkaç sağcının mitinge sızarak ateşli silahlarla mitinge katılanlara saldırmasıydı. Ankara Tandoğan mitinginde yaşananlar 1 Mayıs 1977 katliamının kostümlü provası, bir tür tatbikatıydı. Bu zaaflı ve sekter tutum ve fraksiyonel bölünmeler, 1977 yılı boyunca gücünün zirvesine yürümekte olan; ancak aynı zamanda paradoksal olarak aynı hızla bölünen sosyalist solun basiretsiz kalmasına neden olarak 1 Mayıs 1977 katliamının objektif koşullarını olgunlaştırdı.

1 Mayıs’a bu denli yoğun bir katılımı sağlayan temel siyasal olgu, DİSK’in seçimlerden hemen önce baskıcı faşist yolsuz MC iktidarına meydanlardan cevap verme arzusuydu. Bunun için aylar öncesinden fabrikalarda komiteler eliyle başlatılan çalışmalar semeresini vermeye başladı. 1 Mayıs 1977 bu yüzden deyim uygunsa fabrikaların ve iş kollarının düzenlediği en geniş katılımlı işçi mitingi oldu. O kadar öyle ki miting bitmesine yakın alana hala giremeyen ve Saraçhane’de beklemek durumunda olan gruplar vardı. İşçi sınıfının Genel Yas, Profilo direnişi çizgisiyle yetinmeyip MC hükümetlerinin baskıcı ve halkı enflasyona ezdiren tekelci niteliğine meydan okuma arzusuydu. 1 Mayıs öncesi bu motivasyon, eylemden aylar önce bütün Anadolu’yu içine alan geniş bir siyasal dayanışmanın örgütlenmesine imkan tanıdı. O güne kadar bahar bayramı olarak bilinen 1 Mayıs, yaygın ve sıkı bir kitle çalışmasının eseri olarak işçi bayramı olarak bilince çıkarıldı.

1 Mayıs 1977 katliamı, meşruiyet alanı giderek genişleyen ve işçi sınıfının örgütlenmesiyle hegemonya inşa edebilecek bir düzeye ulaşan sosyalist sola sermaye sınıfının en kapsamlı saldırılarından biridir.Bu saldırının zeminini günler öncesinden sosyalist sol içindeki SSCB-Çin eksenli bölünmeyi hedef alan sağcı basının yazarlarının kaleme aldığı yazılardan görmek mümkündü. Sosyalist soldaki bu kutuplaşmaya karşı DİSK’in bulabildiği çözüm, Çin-Sovyet kutuplaşmasının dışında kalan Kurtuluş gibi siyasi grupları, bir tür tampon olarak kullanmaktı. Sovyetik gruplarla Maocu grupların arasına yerleştirilen Kurtuluş ile Maocu grupların alana girmesine mani olunarak olası bir çatışmanın önüne geçilmeye çalışıldı. Ancak DİSK’in aldığı bütün tedbirleri aşan ve CIA-kontrgerilla patentli bir saldırının örgütlenmesiyle kanlı 1 Mayıs katliamı tertiplendi. Taksim Intercontinental (Etap Marmara) sular idaresi ve alana hakim konumdaki binalardan açılan yaylım ateş, aynı anda panzerlerin kitlenin içine dalması, plakasız otomobillerden çevreye açılan yaylım ateş ve atılan ses bombalarının yarattığı panik sonucu pek çok insan ezilerek ve afeksi (nefessiz kalma sonucu boğulma) hayatını kaybetti. 1 Mayıs 1977 mitinginde görevli olan DİSK görevlisi Bingöl Erdumlu’nun sözleri sağcı basının çok istemesine rağmen alanın girişindeki sol içi çatışmanın beklenen sonucu vermediğinin ispatıdır. “Meydanın Tarlabaşı girişinde silahlı arbede çıktığını çok iyi biliyorum. Karşılıklıdır, ama şimdi bu taraf ateş ettiyse karşılık vermek zorunda kaldıkları içindir. Zaten o da yapılmasaydı, yani o üçlü Maocu grup alana girseydi korkunç bir facia olurdu… Provokasyona yol açması beklenen grup alana giremeyince, bu sefer adamlar kurdukları tezgahı çalıştırmak zorunda kaldı. Inter-Continental’den ateşler, panzerler, ses bombaları, ajanlar falan… Esas istedikleri solcuların alanın içinde birbirlerini boğazlaması, öldürmesi. Bu olmayınca olay sırıttı… Olsaydı, öyle bir şey üstümüze binerdi ki, TKP’siyle, Maocusuyla, orta yolcusuyla hiçbir zaman temizleyemezdik”1

      (Gazeteci Savaş Ay’ın katliam esnasında çektiği bir fotoğraf. Fotoğrafta eli silahlı kişilerin mitinge sızdığı görülüyor. Savaş Ay bu fotoğrafın siyasi dergilerde basılmamasını                                                                                                                                                                                                istemişti-editör)

Intercontinental otelinin tepesinden ve sular idaresinden mitingin sonlarına doğru açılan yaylım ateş, kitlenin içine dalan plakasız Renault arabalarından sıkılan kurşunlar ve bu dehşeti tamamlayan polis panzerlerin sirenler çalarak paniği arttırmasıyla katliam sahne aldı. Intercontinental (bugünkü Etap Marmara) otelinin üst katlarına tırmanmaya çalışan gazeteci Necati Doğru, anılarında üst katlara çıkmasının karanlık tiplerce engellendiğini  “5. katta bir odanın kapısı açıktı. Odanın pencerelerinden alanı seyreden kişiler ve masa üzerinde teleobjektifli makineler gördüğüm için gazetecilerin bu odada olduğunu sanarak içeri girdim. Adımımı atar atmaz oldukça mütecaviz bir biçimde itilerek durduruldum. Garsona bu odadakilerin kim olduklarını sordum, ‘polisler’ yanıtını aldım” 5 sözleriyle anlatır. Katliam esnasında Gezi Parkı civarında bulunan ayakkabı modelisti Osman İşçi’nin tanıklığı dikkat çekicidir: “… Gezinin telefon kulübeleri üstündeydik. Yanımda gençten biri yere yattı, sürünerek postahanenin önüne kadar uzandı, tabancasını ateşledi. Aşağıya doğru yani tam Elmadağ ağzında birikmiş olanların üstüne doğru üç el ateş etti. Sonra tabancası tutukluk yaptı. İkinci bir gençten adam onu takip etti. İki el de o ateş etti. Sonra çekip gittiler ikisi de lacivert elbiseliydiler. Ertesi gün orada olan bir arkadaşım, alanın bir başka köşesinde bir başka lacivert elbiseli adamın makineli ile ateş ettiğini gördüğünü söyledi.”6 Katliam başladığında canını kurtarmak için İstiklal Caddesi’nin sol tarafındaki Fıçı Restoran’a sığınan Sinematek Derneği Yönetmeni Vecdi Sayar’ı uyaran bir garson “adama bakın işaret veriyor” diye bağırır. Vecdi Sayar o anı şöyle anlatıyor: “Bulunduğumuz yerin karşısındaki çatıda birisinin el, kol işaretleriyle belirli grupları yönettiği, yönlendirdiği anlaşılıyordu. Bir fotoğraf makinesinin olmaması bu önemli belgeyi saptamamızı engelledi.”7 Tam 30-40 dakika kadar saldırıyı yöneten bu karanlık kişinin kim olduğu ortaya çıkmadı. Katliam sırasında meydana sıkılan kurşunların boş kovanlarını yani aslında delilleri de toplayan bu kişi daha sonra sırra kadem bastı. Vecdi Sayar’ın görgü tanıklığı katliam esnasında sular idaresi çatısında bulunan 5-6 kişilik grubun katliam bittikten sonra göz altına alındığını, ancak oldukça soğuk kanlı göründüklerini belirtir. Bu 5-6 kişilik grubu gören ve tutuklanmalarını isteyen dönemin İstanbul Belediye Başkanı’nın bu talebi karşılanmaz. Katliamı düzenleyenler sular idaresi üzerinden daha çok otelin önüne ateş ederek kitlenin otele sığınmasına engel olmayı amaçlamıştı. Bu esnada ortaya çıkan plakasız bir Renault marka otomobilden çevreye açılan yaylım ateş, paniğin daha da artmasına neden oldu. Plakasız araçta yer alanların aslında birer polis olduğunu, yıllar sonra 32. Gün’e konuşan dönemin Emniyet Müdür Yardımcısı Recep Ordulu, 1 Mayıs 1977 katliamı davası zaman aşımına uğramak üzereyken itiraf etti. Ordulu röportajda “Bir Renault içinde bir arkadaşımız, dışarı sarkmış elinde otomatik makinalı tabancayla ateş ediyordu.” sözlerini sarf etti. Paniği arttıran meydana atılan ses bombaları ve panzerlerin dalmasıydı. Ses bombaları panzerler ve makinalı tüfeklerden açılan yaylım ateşin yarattığı korku, yığınları kendilerini can havliyle sığınabilecekleri tek çıkış noktası olan Kazancı yokuşuna sürükledi. Kazancı yokuşunun aşağısıına sokağı kesecek şekilde park edilen kamyon, yokuştan aşağı koşmak isteyenlerin izdihamla birbirlerinin üzerine yığılmasının ve can kaybının artmasının görünür nedenlerinden biriydi. Katliam sonrası düzenlenen iddianame yakından incelendiğinde hayatını kaybedenlerin çoğunun nefessiz kalma sonucu boğulma (asfeksi) ve kaburga kırılması sonucu öldüğü görülür. Bu somut olgu yaşanan paniğin boyutlarını anlamamıza yardımcı olur. Katliamda ekseriyetle hayatını yitirdiği Kazancı Yokuşu’na adeta kasten bırakılan kamyonun kime ait olduğu ortaya çıkarılmadı.

1 Mayıs 1977 mitingine katılan Yüksek Mimar Selçuk Batur’un anlattığı anekdot dikkat çekicidir: “.. O zaman farkettik ki, silah tam arkamızda kalan Intercontinental Oteli tarafından da atılıyor ve halk kaçışırken bizi de iterek geziye doğru yöneltmeye çalışıyor. Silah seslerini duyunca ilk aklıma gelen yere yatmak oldu. Ama yere yatmak bile mümkün değildi, öylesine geliyordu kalabalık. O anda Intercontinental’in terasına mevzilenmiş iki kişi gördüm. “8 Intercontinental Oteli’nde OLEYİS Sendikası üyesi Ali Kocaman’ın tanıklığı ilginçtir: “Beşinci ve altıncı katlarda Taksim tarafına bakan kısımlara saat 10’da yetkililer geldiler, bu saatten sonra buraya kimsenin giremeyeceğini söylediler. Yani çalışanlar buraya giremeyecek. Dördüncü katta askerler geldiler, kameramanlar… Dördüncü kata onlar geldi. Ama onların yanına biz girip çıktık, hizmet için.” 9 Beşinci ve altıncı kattan Taksim meydanına doğru ateş edildiği ise şu somut bilgiyle açığa çıkar: “..Çocuk içerden bunları tesbit ediyor. Bakıyor onyedinci kattaki bazı odaların camında da içerden atılma kurşun deliği var. Yani o gün ilgililer hangi odalarda kalmışlarsa orda kurşun yaraları var. “ Intercontinental Oteli’nden ateş açılan odalarda kimlerin kaldığı bilgisi bugün bile sırdır…

Saldırının tertiplendiği Intercontinental otelinin Şili’de 1973 askeri darbesini örgütleyen ITT’nin yani aslında bakır tekelinin bir iştiraki olduğu yıllar sonra öğrenilecekti… ITT’nin Şili darbesinin kanlı izlerini takip ederek vardığımız sahnede ise Cumhuriyet tarihinin ilk meydan katliamı tertiplendi. Otele yerleşen CIA elemanlarının ertesi gün hangi araçlarla nereye gittiği hiçbir zaman öğrenilemedi. Sular idaresi tepesinde yakalanan kontrgerilla elemanları ise bir süre sonra serbest bırakıldı. Katillerin kimlikleri hiçbir zaman öğrenilemedi çünkü gizli bir el onları koruyordu… Soruşturma savcısı Çetin Yetkin, soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulununca görevden alındı. Bu denli büyük bir katliamın soruşturmasının 28 gün gibi kısa bir sürede tamamlanmasının politik bir anlamı vardı. Soruşturmaktan çok katliamın üzeri örtülmeye çalışılıyordu.. İddianamede yazılı olduğu biçimiyle delillerin toplanması, değerlendirme ve hüküm kurulması için somut bilgi ve belgelerin istenmesine karşın, deliller mahkemeye ulaştırılmadı. Bunun politik anlamı 1 Mayıs 1977 katliamında ceza alması olası kişilerin, belirlenmesine konulan fiili engeldi. İddianame ve dava aşamaları yakından incelendiğinde, bu somut olgu ortaya çıkar. Mahkeme heyeti çeşitli haber ajansları ve foto muhabirlerinden katliam esnasında çektikleri fotoğraflardan elde edilen delil niteliğindeki bilgileri, özellikle ateş eden şahısların kimliğinin belirlenmesinde çok önemli olan fotoğrafların büyüttürülerek sanıkların tesbitini istedi. Dava aşamasında Adli Tıp Fizik Şubesi’ne gönderilen 12 fotoğrafın büyüttürülmesi talebi, sessizlik suikastiyle karşılandı. Aynı biçimde 1 Mayıs katliamında ölen ve yaralananların vücutlarından çıkarılan mermi çekirdeklerinin balistik inceleme için Adli Tıp Fizik Şubesi’ne yazılan yazıya da cevap verilmedi. Katliam faillerinin araştırılması, somut delil ve bulgular ışığında faillerin cezalandırılmasına engel olunan bu politik tutum, adalet bürokrasisinin bizatihi adaleti yok eden faşizan tutumuyla birleşti. Cezasız kalan katliam failleri, cezasız kalan her suçun bir yenisini doğurduğu bilgisiyle karanlığın büyümesine neden oldular…

Kriz anları kişilerin ve kurumların takındıkları tavrın görülmesi açısından öğreticidir. Devletin bütün kurumları en başında güvenlik ve istihbarat aygıtı olan MİT raporundan yansıyan bilgiler, katliamın gerçek faillerini gizleyerek gerçek faillerin cezasız kalmasına neden oldu. MİT raporunda somut bir delile dayanmadığı halde saldırıyı başlatan ilk kurşun için “Bu kurşun fraksiyonlar arası çatışmayı körüklemek isteyen bir şahıs veya Ermeni veya Rum militan olabilir” ifadeleri kullanılıyordu. Rapordan yansıyan haliyle azınlıkları hedef gösteren bu dil milliyetçilikle maluldü. MİT raporundan yansıyan bir başka falsifikasyon ise görgü tanıkları ve otel çalışanlarının aksi yöndeki ifadelerine ve dava tutanağındaki somut delillere rağmen gerçeğin inkarıydı. MİT raporundaki “Yaygın söylentilerin aksine Intercontinental Oteli’nin tepesinden ateş edilmemiştir” biçimindeki ifade katliamın inkarı niteliğindeydi. Ancak raporun en kritik bölümü “katliam soruşturmasının kısa sürede bitirilmemesi ve ayrıntılı açıklamalar yapılmaması durumunda halinde suçlular suçu idareye yüklemeye başlayacaklardır” bölümüydü. MİT raporda soruşturmanın kısa sürede bitirilmesini talep ederek bu çapta büyük bir katliamın derinlemesine incelenmesinin önüne geçmeye çalışıyordu. MİT’in bu defansif, devleti ve kurumlarını savunan ve solu suçlayan tutumu, sağ basın tarafından da paylaşılmıştır. Utanç verici bir biçimde hayal sınırlarını zorlayan haber diliyle sağ basın, katliamın gerçek faillerinin öğrenilmesine engel oldu. MSP’nin yayın organı Milli Gazete’de “velhasıl kelam, içinden çıkılamaz bir durum ve sorular birbirini kovalıyor… Her şeye rağmen iyi niyetli düşünüyor ve hükümetin bu olaylarda parmağının olmadığını düşünüyoruz” cümleleriyle yorumlanan katliam, MSP’nin Milliyetçi Cephe hükümetinin bir ortağı olduğu hatırlandığında aslında hükümeti aklama çabasının bir tezahürüydü.

1 Mayıs afişi Gülsün Karamustafa (1 Mayıs 1977 katliamını anlatan Gülsün Karamustafa’nın ikonik afiş çalışması)

Katliamda babasını yitiren çocuk yaştaki Birsen Kement, katliam sonrası eve dönmeyen babası Rasim Elmas’ı morgda bulabileceklerini kendilerine söyleyen polis memurunun bu sözlerini çocuk idrakiyle sevinçle karşılar. Acı gerçek eve dönen kardeşinin “babamı buldum, babam ölmüş” sözleriyle öğrenilir. Birsen Kement ve ailesi derin bir üzüntü ve kedere boğulurlar… Rasim Elmas’ı dayanışmacı ve hümanist bir insan olarak yad eden Birsen Kement, babasının yardım severliğinden ötürü lakabının “dayı” olduğunu sözlerine ekler. 101 Mayıs katliamında hayatını yitirenlerden biri de Jale Yeşilnil’dir. Hayali doktor olmak ve insanlara ücretsiz sağlık hizmeti sunmak olan Jale Yeşilnil, üyesi olduğu Devrimci Lisesiler ile birlikte kortejdeki yerini alır. Erken yaşta büyüyen, sorumluluğunun farkında bir sosyalist olan Jale Yeşilnil panzerlerin saldırısında ezilerek hayatını kaybeder. Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Aziz Nesin ile röportaj yapan Yeşilnil, gerçeğin saf ve asla basit bir şey olmadığının ayrımındadır.

(Sinema emekçisi Rasim Elmas)

Katliamdan sonra gazeteci Nail Güreli’yle röportaj yapan DİSK yöneticisi Fehmi Işıklar’ın şu tesbiti iç savaş ve darbe atmosferi için çabalayan kontrgerillanın amacına neden ulaşamadığını anlatır. “Normal olarak böyle bir yığına o ölçekteki saldırı üç-dört bin ölüyü beraberinde getirirdi. Bu bakımdan az oldu, nasıl az oldu ? Herkes kendi inisiyatifiyle ve sağduyusuyla canını kurtarma çabasına girdi ve oraya gelen insanlar birbirlerini seven insanlardı. “11 Fehmi Işıklar’ın bu tesbiti, saldırıyı düzenleyen kontrgerilla güçlerinin 3-4 bin kişinin ölümüyle birlikte 1 Mayıs katliamının ardından bir askeri darbe yapmanın nesnel koşullarını hazırlama isteğini açığa çıkarır. Ancak bütün paniğe ve kaosa rağmen, dayanışma duygusu ağır bastığı için, bu düzeydeki bir katliamdan kontrgerillanın beklediği ölü sayısı çıkmamıştır.

Bir başka açıdan 1 Mayıs 1977 katliamı aslında başarısız bir darbe girişimiydi. 12 Haziran 1977 tarihli Hürriyet’in Christian Science Monitor muhabiri John K.Cooley dayandırılarak verdiği haberde, gazetenin New York muhabirinden alınan , “Amerikan Gazetesi’ne Göre Bir Darbe Nasıl Önlendi” başlıklı habede, Türkiye’de 5 Haziran seçimleri öncesi planlanan bu darbenin Genelkurmay Başkanı Semih Sancar tarafından güçlükle önlendiği açıklanmıştır. Christian Science Monitor muhabiri Cooley’den alıntılanan haber metni ise şöyledir:

İhtilal teşebbüsüne yeni faşist eğilimli MHP lideri Albay Alparslan Türkeş idaresinde aşırı sağcı 200 kadar subay giriştiler. Kara Ordusundan kıdemli asgari üç general de bu teşebbüste yer aldılar. Halen bu subaylar ya nezaret ya da gözaltında tutulmaktadır. 2 Haziran’da Cumhurbaşkanı’nın tasvibiyle (onayıyla) önce ve sebep gösterilmeden emekliye sevk edilen Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun’un ihtilal liderlerinden biri olduğu sanılmaktadır. Kimliği açıklanmayan ikinci bir general de aktif görevden çektirildi. İhtilal girişimine karışan üçüncü yüksek rütbeli subayın ise General Musa Öğün olduğu ifade ediliyor. 1971 yılında askeri kuvvetlerin desteklediği rejimin liderlerinden biri olan General Öğün’ün adı aynı zamanda esrarengiz bir kontrgerilla organizasyonuna karışmaktadır. Eski Türk siyasi mahkumlarına göre bu teşkilatın Türk solcu ve liberallerine işkence yaptığı belirtilmektedir. İhtilal teşebbüsü için 2 Haziran günü planlanmıştı. Milliyetçi Hareket Partisi’nin adına Bozkurt denilen komando birlikleri caddelerde çatışma çıkarıp, resmi müesseselere hücum edecek ve böylece ordu yönetime el koyacaktı.12

Sadi Kocaş’ın yıllar sonra anılarında ifade ettiği üzere ordu içinde emir komuta zincirine dayanmayan bu askeri darbe planlayıcılarının müesses nizamın temsilcileri tarafından tasfiye edilmeleri burjuvazinin krizinin hangi aşamaya geldiğini göstermesi açısından ilginçtir. Kriz ve müesses nizamın temsilcileri arasındaki kamplaşma o kadar büyür ki militarizmin kendi içindeki yükselme hiyerarşisini etkiler. Genelkurmay Başkanlığı gibi önemli bir mevkiye yükselme sırasını bekleyen dört militerin -3. Ordu komtanı Ali Şükrü Esener, 1.Ordu komutanı Adnan Ersöz, 2. Ordu komutanı Şükrü Olcay’ın üçü birden emekliye ayrılır ve 4.sıradaki Ege ordu komutanı Kenan Evren’in yolu açılır. Militer kaynaklarda bir NATO subayı olarak geçen ve Yassıada infazlarını engelleyen tutumuyla tanınan Namık Kemal Ersun’un önemli bir diğer özelliği ise psikolojik harp uzmanı olmasıydı.13 Ersun ve heyetinin darbe için gerekli psikolojik harp yöntemlerini kullanması, sağ basının günler öncesinden başlattığı ve solu suçlayan ve yurttaşların korkuya kapılmalarına neden olan propaganda tekniğiyle beraber düşünüldüğünde her şey daha berraklaşır: Darbe için kitle katliamı ve boyun eğdirmek için korku !

1 Mayıs 1977 katliamı sonrasında kontrgerillanın erken hamlesinin boşa düşürülmesi, burjuvazinin siyasi iktidarı askerlere devretmesinin artık bir zamanlama meselesi olduğuna işaret eder. Dönemin Başkakanı Süleyman Demirel’in Ecevit’in mektubuna cevaben yazdığı yanıtta katliamın devlet ve kolluk kuvvetleri katında soruşturma konusu olmayacağı açıkça bildirilir. Kontrgerillanın” hayal mahsulü olduğunu” dile getiren Süleyman Demirel, 34 vatandaşın yaşamını yitirmesine neden olan katliamın asli faillerini fiilen korur. 1 Mayıs’tan önce sağ basın tarafından estirilen korku fırtınası, yığınsal katılımı engelleyemediği için amacına ulaşmadığı gibi, 1 Mayıs katliamından sonra askeri darbe için yaratılması planlanan zemin oluşmadı. 1977 yılını burjuvazi için yönetememe krizinden, kontrolü tamamen kaybetmeye ve iktidarını sosyalist bir halk iktidarına kaybetmesi olasılığı, krizin burjuvazi için bir “beka sorununa” dönüşmesine neden oldu. Bu ihtimalin ötelenmesi MC için de bir “beka” sorununa dönüştü. MC iktidarı, halka yönelik açık saldırı, katliam zincirini bir işçi mitingine saldıracak kadar büyütürken aynı zamanda burjuva partinin lideri olan CHP lideri Bülent Ecevit’i içine alacak kadar genişletti. Burada bütün tarihsel süreci yakından yeniden analiz ettiğimizde karşımıza çıkan sonuç şudur: 1 Mayıs 1977’de kanlı katliam yoluyla bir askeri darbenin yolunu açmak, bu mümkün olmuyorsa iktidara gelmesi kuvvetle muhtemel CHP’nin liderini siyasi suikastle ortadan kaldırarak seçimleri yaptırmamak. Nitekim seçimlerden hemen önce 29 Mayıs 1977’de İzmir Çiğli Havalimanında Ecevit ve beraberindekilere düzenlenen başarısız suikast girişimi, bunun kanıtıydı. Ancak herhalde ikinci seçeneğin bedellerinin çok daha ağır olacağı ve kaosu daha da büyüteceği görüldüğü için Alman istihbaratından gelen Ecevit’e suikast düzenleneceği bilgisi dönemin Başbakanı Süleyman Demirel tarafından kamu oyuna ve ilgililere açıklanmak zorunda kalındı. Yığınlar mı ? 5 Haziran 1977 seçimlerinden iki gün önce CHP’nin Taksim mitingine yoğun bir biçimde katılarak, 1 Mayıs’ta yapılan katliama bir biçimde cevap verdiler.

1 Mayıs katliamı ile burjuvazi için beklenen sonuç elde edilemediyse de sosyalist solun hegemonyasına ciddi bir darbe indirilidiği kesindir. Katliamı tertipleyenler, sosyalist solun toplumun nezdindeki giderek artan itibarının düşürülmesini ve geniş yığınlardan izole edilmesini hedefledi. Psikolojik savaşın bir unsuru olarak propaganda dilinin kullanılması ve kontrgerillanın daha sonraki eylemleriyle beraber düşünüldüğünde 1 Mayıs 1977 katliamının önemi daha net kavranır. Sosyalist sol ise Çin-SSCB ekseninde bölünmenin de etkisiyle katilleri bulmak ve olası bir askeri darbeyi engelleyerek meşruiyet alanını genişletmek yerine birbirini suçlamayı başa yazdı. 1 Mayıs 1977 katliamının moral bozucu etkisiyle fraksiyonel bölünmelerin derinleşmesiyle 1980’e doğru giden kanlı iç savaş sürecinde sosyalist sol paralize oldu…

(1 Mayıs 1977 katliamında hayatını yitirenler için heykeltraş Mehmet Aksoy tarafından tasarlanan ancak Taksim meydanına sanat ve hafıza düşmanları tarafından bir türlü konulmayan heykel. Aksoy’un 1979 yılında yaptığı heykelinde yerde cansız olmasına rağmen dimdik yatan bedenin zayıf ve genç gövdesine karşın iri ve yaşlı elleriyle hem işçi sınıfının zorlu yaşam mücadelesini hem de güçlü duruşunu temsil etmektedir. Ölmüş bedeni kucaklayan anne figürünün de elleri ve yüzü heykelin en önemli detaylarıdır. Ellerindeki kırışıklıklar Anadolu kadınının yıpranmışlığını simgelerken, alnındaki çizgiler bu erken kaybedişin yaşattığı derin acıyı yüzü kapalı olduğu halde göstermektedir. Heykelin ayaklarından ortaya çıkan, yüzü embriyo şeklinde ve gövdesi tam oluşmamış ama yine de dimdik duran çocuk heykelinde ise bu bedensel ölümün bir yok oluş olmadığı, sınıfsal mücadelenin yenilenerek ve güçlenerek devam edileceği anlatılmıştır. )

Somut olguların varlığı, olayların gelişim zinciri ve burjuva saflardan gelen itirafların hepsi yan yana konduğunda 1 Mayıs 1977 Taksim katliamının, kontrgerillanın karşı ayaklanma doktrinine uygun bir iç savaş stratejisinin parçası olduğu anlaşılır. DİSK aldığı güvenlik tedbirleriyle en fazla kortej güvenliğini sağlayabilirdi ve bunu başarabildi. Bütün karşılıklı suçlamaların üzerine çıkan ve hesap edilmeyen gelişme kontrgerillanın saldırısıydı. Bunu önlemek ne DİSK’in ne de diğer sol grupların imkanlarının çok üzerine çıkan gücü gereksiniyordu. Öte yandan DİSK Genel Başkanı ve DİSK’in önder kadroları katliamın aydınlatılabilmesi için yeterince ısrarlı olmamışlar, önce MC hükümetinin fiili engellemelerine maruz kaldılarsa da 5 Haziran 1977 seçimleri sonrası kurulan CHP hükümetine de yeterince baskıda bulunmamışlardır. Bu boşluk, DİSK’in yeniden dizaynını ve Ulusal Demokratik Cephe adlı içi boş tezin, işçi sınıfının bilimsel teorisi sosyalizm yerine ikame edilmesine neden olmuştur. UDC adlı burjuva kuyrukçuluğu teziyle CHP’nin arkasına yapışan DİSK, 1975’te Türk-İş Sendikalarını içine alarak nicel olarak genişlemiş, ancak paradoksal bir biçimde bu kitleselliğine rağmen, UDC teziyle deyim yerindeyse kemik erimesi hastalığına yakalanmıştır. 12 Eylül burjuvazinin bu zayıflatma operasyonunun dolaysız bir sonucudur. 1 Mayıs 1977 sınıf katliamı ile ilglili en gerçekçi değerlendirmeyi Sosyalist Demokrasi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar yaptı. Aybar çözümlemesinde: “İpleri CIA’nın elinde bulunan faşizm, Türkiye’de darbe hazırlıklarını bizce açık ve gizli olmak üzere iki merkezden yürütmektedir. Açık merkez ülkü ocakları ve onun arkasındaki MHP kurmayı ve MC iktidarıdır. Ama gizli merkez nerededir ? Başında kimler bulunmaktadır ? 12 Mart’tan beri bir kontrgerilla örgütünden söz edilir. Bu örgütün siyasi cinayetlerde, işkencelerde parmağı olduğu söylenir. Adres ve ad bile verilir ne bu örgüt ne de bu örgütün başında bulunanlar ortaya çıkarılmaz”14

Son çözümlemede 1 Mayıs 1977 sınıf katliamı, emekçi sınıfların MC hükümetine meydan okumasına karşı verilmiş bir kanlı cevaptı. O kanlı cevap başarısız bir darbe girişimi olarak tarihe geçti ve 1977 5 Haziran seçimlerinde MC’nin yenilgisiyle boşa çıktı. MC’nin yenllgisi ancak sosyalist solun desteklediği CHP’nin de tek başına iktidar olabilecek kadar bir parlamento çoğunluğuna ulaşamamasıyla rejimin krizini derinleştirdi. Yöneten sınıf olan burjuvazinin hiçbir sorunu çözmemesi, tam aksine mevcut sorunları daha da ağırlaştıran siyaseti, kendi siyasi önderlerine suikast düzenleyecek derecede gözünü karartmasıyla 1977 1 Mayıs katliamı, meşruiyet krizinin ta kendisi haline dönüştü. 1 Mayıs 1977 katliamı sonrası bir işçinin süreci değerlendiren şu sözleri kontrgerilla terörünün psikolojik ve siyasal etkisinin boyutlarını anlamak bakımından öğreticidir: Kurtuluşçu Mahir Sayın: “Doğrusu bu işte biraz deneyim sahibi bir insan olarak, benim içime de bir hançer saplandığını hissettim. O paniği gördüğümde kitlelerin kendisini çaresiz hissedip sağa sola kaçışmasını gördüğümde, yüreğime böyle bir hançer saplanmış bir gibi bir duygu edindim. Bir de bilinç düzeyi düşük insanlar açısından bunun ne ifade edebileceğini, o yüreğimde duyduğum sızı bana çok iyi anlatıyordu. Pratikte de bunu gördük. Devrimci harekete o güne kadar büyük bir coşkuyla katılan insanların katılım ivmelerinin gittikçe düştüğünü ve sonuçta durma noktasına geldiğini gördük.”15

Katliamdan yıllar sonra 12 Eylül faşizminde halkın kanını döken cuntacıların yeniden yargılanması gündeme geldiğinde, operasyon Taraf Gazetesi yazarı Halil Berktay’ın katliamda kontrgerillanın suçunu gizlemek üzere sarf ettiği “Ateş açıldığı palavradır, birbiriyle çatışan solcular kendi rezaletinden bir mağduriyet yarattı. TKP ve DİSK Maocuları Taksim’e sokmama kararı almıştı. Maocular barikata tosladı, ateş açıldı, izdiham oldu. Otel ve Sular idaresi çatısından ateş açıldığı palavradır. Polis araçlarından da ateş açılmadı sol kendi rezaletinden bir mağduriyet yarattı”16 cümleleri, somut delillere rağmen bir açık yalan, hem de sağcı-liberal zihniyet dünyasının katliama maruz kalanları suçlayan dilinin kötü bir örneğiydi.

Sıradan insanlar dünyayı değiştirmek için zaman zaman politik öncülerle birlikte harekete geçerler. 1 Mayıs 1977’ye bir sinema emekçisi olarak katılan ve Kazancı yokuşunda ezilerek hayatını kaybeden hiç tanıyamadığım dayım Rasim Elmas ve katliamda hayatlarını kaybeden emekçilerin saygın anısı için kaleme aldığım yazı, aynı zamanda unutmaya karşı verilen mücadelenin iktidarlara karşı verilen mücadele olduğu fikriyle kaleme alındı. Bunu başarabildiyse ve bizden sonra gelecek kuşaklar üzerinde bir merak uyandırabildiyse yazı işlevini yerine getirmiş demektir…

1Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İstanbul, İletişim Yayınları, 1989 “12 Mart Sonrası İşçi Hareketleri Fasikülü, s.2292

2Türkiye’nin 70’li Yılları, Hazırlayan Mete Kaan Kaynar, İstanbul, İletişim Yayınları, 2020, s.572

3Nail Güreli, İki 1 Mayıs, İstanbul, Gün Yayınları, 1979, s.214

4a.g.e s.152

6Nail Güreli, İki 1 Mayıs, İstanbul, Gün Yayınları, 1979, s.158-159

7a.g.e s.159

8a.g.e. 153

9a.g.e s.164

11Nail Güreli, İki 1 Mayıs, İstanbul, Gün Yayınları, 1979, s.204

12Türkiye’nin 70’li Yılları, Hazırlayan Mete Kaan Kaynar, İstanbul, İletişim Yayınları, 2020, s.1027

14Nail Güreli, İki 1 Mayıs, İstanbul, Gün Yayınları, 1979, s.290

15Korhan Atay, 1 Mayıs 1977: İşçi Bayramı Neden ve Nasıl Kana Bulandı ?, İstanbul, Metis Yayınları, 2012, s.135

16Elektronik Erişim: https://haber.sol.org.tr/yazarlar/merdan-yanardag/berktayin-yalani-ve-1-mayis-1977nin-perde-arkasi-54428

Sinema Sanatçısı Kaya Tanyeri’nin Kamerasından 1 Mayıs 1977

Diğer Yazılar

ÖZDAĞ PROTOKOLÜ ÜZERİNE

Salih Zeki Tombak / 24.05.2023 Kılıçdaroğu’nun, savaş politikalarını aynen devam ettireceğini düşündüren cümleler kurması, iki …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir