Mert Yıldırım / 15.04.2023
TKP genel sekreteri Kemal Okuyan:
“Şeyh Sait’e yoldaş diyenlere, biz yoldaş diyemeyiz, ittifak yapmayız”.
“Nato’ya hayır diyemeyenlerle de TKP ittifak olmaz” diyor. Kemal Okuyan, buna benzer bir açıklamayı 2022 Haziran’ında da yapmıştı. O vakit “Biz
HDP’nin domine ettiği bir şeyin parçası olmayız. HDP Amerikancı ve piyasacı, laiklik bakımından geri bir çizgide” demişti.
Ne kadar devrimci laflar değil mi!
Ne kadar devrimci laflar değil mi!
Bugüne dek devletin kırmızı çizgilerine dokunmaktan itinayla kaçınan, çünkü İngilizlerin bir esprisinde söylendiği gibi, gerçekte “Majestelerinin sadık komünist partisi” hüviyetinde bir olusum olan TKP, bunu ultra solcu laflarla örtmeye çalışıyor. Kürtlere yönelik saldırı ve operasyonlara ses çıkarmayan, meşru ulusal demokratik haklarını dillendirmeyen, bunun için Kürt siyasetiyle hiçbir zaman aynı karede yer almayan, aksine her defasında neden Kürt hareketi ile yan yana bulunmamak gerektiğini “izah edeceğim” diye sayfalar dolusu hezeyan üreten bir “Komünist” partiden söz ediyoruz. Ayrıca kurduğu üstenci ve kibirli dilin yanında, çıkışlarının zamanlaması da dikkat çekicidir. Ne zaman Kürt hareketi ile Türkiye sol-sosyalist çevreler arasında bir ilişki gelişse, ittifak ve güç birliği konuşulsa, adı geçen parti “anti emperyalizm” ile giriş yapıyor, “laiklik” ile bitiriyor. Doğu Perincek ile aynı ideolojik kalıbı kullanıyor.
Bilindiği üzere HDP önderliğinde, Kürt coğrafyasında Kürt ulusal demokrasi ittifakı, Batı’da ise emek ve özgürlük ittifakı kuruldu. Bu durumda başta devlet sözcüleri olmak üzere, hem ilkel milliyetçi Kürt çevreleri hem de Türk milliyetçileri/ulusalcıları rahatsız olmaktadır. Bunlar Kürt hareketinin kendi mahallesinde sıkışıp kalmasını istiyor. Kemal Okuyan ve Partisi de solcu laflarla bunu yapmaya çalışıyor. Türkiye sol-sosyalist hareketinin Kürt hareketiyle yana yana olmasını istemiyor. Bunu da laiklik ve anti-emperyalizm üzerine beylik lafları piyasaya sürerek yapıyor.
Öncelikle belirtelim, Kürtler ve Kürt hareketi Şeyh Sait’e yoldaş diye hitap etmiyor. Kürt hareketi, Şeyh Sait’i Kürtlerin büyüğü ve kanaat önderi olarak görüp sahiplenmektedir. Nitekim Şeyh Sait’in 1925 yılında vuku bulan ve “Şeyh Sait isyanı” adı verilen dönemdeki rolü de böyledir. Evet, o dönem Azadi Hareketi önderliğinde bir isyan hazırlığı yapılmaktadır. Azadi Hareketi, her isyan hareketi gibi hem içeride hem de dışarıda ilişki kurmaya çalışıyor. Ancak bunu erkenden fark eden Kemalist hareket, önce Azadi hareketinin kurmaylarını tutukluyor, ardından Şeyh Sait’in bulunduğu bölgede provokasyon örgütleyerek isyan hazırlıklarını kanlı bir biçimde bastırıyor.
Şeyh Sait’tin mütedeyyin olması yaşananların bir kıyım olduğu ve bu kıyım ile bir ülkenin, bir ulusun ilhak edildiği gerçeğini değiştirmez. Kaldı ki isyanın gerçek mimarı olan Azadi hareketinin programı en az Kemalist hareket kadar ileridir. Öte yandan komünizm adına hareket edenler ve kendisine bu ismi yakıştıranlar bilir ki, tahakküm altında olan bir ulusun özgürlük mücadelesi önderliğin ideolojik yapısından bağımsız olarak ele alınır. Amasız, fakatsız o ulusun kendi kaderini tayin etme hakkını savunmak olmazsa olmaz Marksist ilkedir. Ve bu hakkın tayin biçimi egemen ulus komünistlerine değil, ezilen ulusun kendisine bırakılır. Bunu böyle ele almayanlar değil komünist, liberal demokrat dahi olamazlar. O halde bunu yapmayan ama adını komünist parti koyanların sosyal şoven olduğu gerçeğinin altı çizilmelidir. Sosyal şoven yüzler teşhir edilmedikçe halklar arasında oluşan ön yargılar ve güvensizlik ortadan kalkmaz, aksine derinleşir.
Bir başka husus ise bu ve bir iki sol çevre tarafından sürekli gündeme getirilen anti-emperyalizm ve laiklik konularıdır.
Bu çevreler emperyalizmi sadece ABD ile sınırlı görüyor. Biraz daha zorlarsan AB’yi de buna katıyorlar ancak onu tali görüyorlar. Örneğin Rusya’nın ve Çin’nin hegemonik ve emperyalist niteliklerinden pek söz etmezler. Yeni dünya durumunu okuyamadıkları için “eksen ülkelerinin” bölgesel sömürgeci güç olduklarını görmezler. “Alt emperyalist” denilen bu ülkeler içinde Türkiye ve İran da bulunuyor. Kürtlerin içinde bulunduğu statü, dörde bölünmüş hali, 1920lerde kurulan dünya denkleminin ürünüdür. Mimarı İngiliz ve Fransa emperyalizmdir. Ancak çıplak işgalin ve sömürgeciliğin özneleri bölge ülkeleridir. En başta Türkiye ve İran’dır. Bu durumda Kürt ulusu için baş çelişki adı geçen bölge ülkeleridir. Ancak Kürtlerin direnişi dolaylı olarak emperyalist güçleri de içeriyor. Sömürgeci güçler emperyalistlerden aldığı silah, teknoloji ve istihbarat desteği ile özel savaşı sürdürüyor. Aksi taktirde Kürt direnişine karşı bunca yıl ayakta duramaz ve çözülürdü. Ancak sosyal şovenizm ile malul olanlar bunu görmüyor.
İkincisi ise laiklik meselesidir.
Toplumsal özgürlük mücadelesinde laiklik önemli bir yer tutar. Dini inançların istismar edilmemesi, devlet toplum ilişkilerinin insan temelinde düzenlenmesi, kadınların sosyal yaşamda yerini alması laiklikle mümkündür. Fakat bu laiklik devlet dinini hedefleyen, pozitivist, Kemalist laiklik anlayışı olmamalı. Bu anlayışın mevcut duruma yol açtığını geçen zaman göstermiştir.
Kürt hareketinin bu alanda ortaya koyduğu pratik devrimsel sonuçlara yol açmıştır. Bunun devrimsel sonuçlar olduğunu görebilmek için Kürtlerin içinde bulunduğu sosyo-kültürel dinamikleri göz önüne getirmek gerekiyor. Kendi ulusal dinamikleri üzerinde kentlileşmenin olmadığı, feodal değer yargılarının güçlü olduğu, ortacağdan kalma hurafelerin kol gezdiği, kadınların sosyal ve politik hayatta esamesinin okunmadığı topraklarda direnişe geçen Kürt hareketi, en büyük enerjisini içe dönük mücadelelerde harcamıştır.
Sonuçta; 1990’lara geldiğinde ortaya çıkan serhildanlar kendi içinde politik ve kültür devrimine yol açtı. Kadınlar her alanda sahaya indi, siyasetin her alanında eşit temsiliyet kazandı. Ortadoğu’nun dört bir yanını saran Seleficiliğe, cihadistliğe karşı duran, laik toplum ilişkilerinde ısrar eden Kürt hareketidir. Bu direnişin etkisi ve sonuçları en başta Türkiye halkı için bir güvence olmaktadır. Bunu görmeyen Kemal Okuyan’ın TKP’si, laiklik dersi veriyor. TKP’nin anladığı laiklik devlet laikliğidir. Toplumu geren, her şeyi kılık kıyafete ve başörtüsüne indirgeyen laikliktir.
Bu devlet laikliği anlayışı ve pratiği, siyasal islama kitleselleşme ve ittifaklar geliştirme bakımından hareket alanları açmakla kalmamış; emperyalizmle ve devlet içindeki en faşist, en savaş yanlısı, özel savaş suçuyla en kirli ve karanlık unsurlarla ittifak halinde 20 küsur sene halklarımızın başına bela olmasında rol oynamıştır.
“Başörtüsü gercekte neyi örtüyor” gibi 28 Şubatçı generallerin arkasına hizalanma broşürleri, sizin siyasi bir yapı olarak ortaya çıktığınızdan itibaren devletle ideolojik ortakliğinizin ve göz teması ile hizalanmanın üstünü örtmeye hizmet ediyor.