İNŞAAT KAPİTALİZMİ

Mert Yıldırım / 02.03.2023

Mevcut iktidar bugüne değin iki alanda retorik üretiyordu. Birincisi, “gelişmişlik düzeyi” olarak gösterilen duble yolların, köprülerin, hava alanlarının, kentlerin ortalarında yükselen plazaların inşatlarıdır. İkincisi ise devletin tarihsel arka planında olan ezan ve bayrak üzerinden üretilen ideolojik ve kültürel hegemonyadır.

6 Şubat 2023 tarihinde Maraş merkezli yaşanan deprem, “yapıyoruz”, “hizmet götürüyoruz” dedikleri inşaat karizmasını yerle bir etti. Kamusallığın öncelenmediği yerde yapılan inşaatların herşey olmadığı ortaya çıktı. Ayrıca deprem öncesi alınması gereken tedbirlerin rant önceliği nedeniyle boşlandığı, afet anında seri-hızlı müdahale kabiliyetinin tek adam sistemi etrafında boğulduğu görüldü. Bütün bunları telafi etmek için “bana bir yıl daha izin verin”, ” bir yıl içinde binaları inşa edeceğim”, “inşaat bizim işimiz” diyerek “yaparsa Ak Parti yapar” söylemini dolaşımı sokmaya başladılar. Ancak bu defa hiç hesapta olmayan yerlerde, apolitizmin alanları olarak görülen stadlarda yükselen “hükümet istifa” sloganlarıyla bu hesapları da önemli ölçüde bozuldu.

İkinci şık, yani ezan ve bayrak söylemi ne yazık ki halen güçlü bir argüman olarak önemini koruyor. Deprem bölgelerindeki yıkım aklın ve bilimin hayatiyetini ortaya çıkarmış olmasına karşın, bu durum henüz kitlelerde karşılık bulmuş görünmüyor.

Bir yığın sarıklı cübbeli tiplerin halen ortalıkta dolaşması, depremin nedenlerine ilişkin orta çağdan kalma hurafelerin üretilmesi, Bahçeli’nin depremde kurtarılan bebeklerle ilgili metafizik anlamlar bulmaya çalışması, sahada alıcısının olduğunu gösteriyor.

Devletin zor aygıtının kopmaz partneri olan milliyetçilik ve din argümanları devlete kutsiyet sağlamıştır. Tarihten gelen “devlet baba” figürü mevcut iktidar ve iktidarın başı ile eş değer görülmeye başlanmıştır. Zira son yılların sosyolojik ve siyasal sonuçlarından biri de budur.

1980 askeri darbesiyle temelleri atılan bilim ve akıl dışı siyasal ve ideolojik mühendislik son yirmi yılda kurumsallaşmış, muhafazakarlık gericileşmeye, milliyetçilik faşizme evrilmiştir.

Vaktiyle “bu kış komünizm gelecek” söylemleriyle beslenen toplumsal gericilik, aynı zamanda örgütlenen komünizme karşı mücadele dernekleri ve burada yetiştirilen karşı devrimci kadrolar bugün devletin köşe başlarını tutmaktadır.

1920’li yılların dünyasının konjonktüründe kurulan, sosyalizmin yarattığı kamusallığın baskısını taşıyan Kemalist Cumhuriyet, 1950’li yıllara kadar izlediği Bonapartist kimliğin yerini tedricen serbest piyasa ilişkilerine bırakmıştır. Bu süreç aynı zamanda kamusallıktan adım adım uzaklaşma sürecidir. 1960’lı yıllardan sonra gelişen devrimci gençlik mücadelesi serbest piyasa ilişkilerini sekteye uğratmış ise de; 1980 askeri cunta ile birlikte hem neo liberal ekonomik programın hem de toplumsal gericiliğin yolu düzlenmiştir. “Yeşil kuşak projesi” adı verilen dönemin ideolojik ve kültürel programın bir gereği olarak metafizik eğitim müfredatı esas alınmış, okullar akıl ve bilimden arındırılmıştır. Bir yandan tarikatlaşma, bir yandan da lümpen ve yobaz bir sermaye çevresi yaratılmıştır.

Sözkonusu lümpen ve yobaz çevreler toplumsal cehalet üzerinde palazlandıkları için sermaye birikimleri en ilkel ilişkiler üzerinde sürmektedir.

Devleti bir şirket gibi yöneteceğiz” diyen Sarayın başı kendisini CEO, devletin kurumlarını da ticari iştirak olarak görmektedir. Bunun sonucu son yıllarda o kadar çok şey alınıp satıldı ki, yardım kuruluşu olarak adı geçen KIZILAY bir ticari holding gibi çalışmaya başlamıştır. Esasta bir yardım kuruluşu olarak kurulan Kızılay, AHBAP adlı sivil insiyatife fahiş fiyatlarla çadırlar satmıştır. Bu olayla deşifre olan Kızılay’ın, başka skandallarıyla birlikte bir ticari kuruluşa dönüştüğüne tanık olduk.

Bu ilkel kafalılar her şeye rant gözüyle baktıkları için sosyal ve siyasal hakları budamakla kalmadılar, ahlakı ve vicdani erozyona da neden oldular. Buna, Maraş merkezli meydana gelen deprem sırasında bir kez daha tanık olduk.

Epey bir zamandır olmayan ve işletilmeyen akıl ve bilim, ahlak ve vicdan yitimine de neden olmuştur.

Özal’lı yıllarda başlayan “vatandaşım işini bilir” düsturu bugün bir metre kare alan için binanın kolonlarını kesen, iktidar için “çalıyor ama çalışıyor” diyen tipolojilere kadar geldi.

“Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser” betimlemesi tam da bu topraklara uyuyor.

Ne mi yapmalı?

Sanırım önce son yıllarda değişen sosyolojiyi anlamak gerekiyor.

“Bir torba kömüre kendilerini satıyorlar” gibi aşağılayıcı cümlelerle kadar, “devlet enkazın altında”, “halk herşeyi gördü” gibi indirgemeci ve popülist yaklaşımların çözüm olmadığı geçen zaman hepimize gösterdi.

Sonuç olarak;

Yoksulluk ve baskı değil, siyasal ve örgütsel mücadele insanları aydınlatır. Siyasal aydınlanma aynı zamanda yeni ahlak normları meydana getirir. Bu toprakların buna ihtiyacı var.

 

Diğer Yazılar

YANARAK ÖLEN 129 EMEKÇİ KADININ ANISINA SAYGIYLA… 8 MART ŞİİRİ: EKMEK VE GÜL

EKMEK VE GÜL Yürüyoruz yürüyoruz, günün aydınlığında Donuk fabrika bacalarına, yoksul mutfaklara Çarpıyor sesimiz ve …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir