Ümit ÖZDEMİR/ 12.01.2023
Neoliberal çağın aşırı borçlandırılmış, dahilde işleme rejimi kurulmuş olduğu için bir hayli borçlandırılacak ülkesi olan Türkiye, deprem yaralarını sarıyordu. Tam o esnada 55. hükümetin işbirlikçi Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan ile IMF arasında imzalanan stand-by anlaşması ile Türkiye emek tarihinde bir ilk gerçekleşti ve ilk defa emeklilik prim gününü doldurduğu halde emeklilik için yaş barajına takılan büyük mağdur bir kitle yaratıldı. 8 Eylül 1999’da imzalanan burjuva yasası ile ilk defa hukuksal normlar ve evrensel hukuk ilkeleri çiğnendi ve yasa çıktığı tarihten geriye doğru işletildi. Gaspın bir diğer boyutu ise 8 Eylül sonrası işe girenlerin emeklilik için kadınlarda 55 erkeklerde 58 yaşın şart koşulmasıydı. Türkiye’deki ortalama insan ömrü gözetilmeden çıkarılan yasa, bu biçimiyle mezarda emekliliğin kapılarını sonuna kadar açıyordu. Burjuvazinin sözcülerinin “aktüeryal denge bozuldu bu yüzden emeklilik yaşının uzaması gerekir” biçimindeki durumu izah çabası, esasen sermaye sınıfının kaçak ve güvencesiz çalıştırarak sömürdüğü emekçilerin sosyal güvenlik sisteminde yarattığı yıkımı gizleme çabasıydı.
EYT sorunu neoliberal emek rejiminden bağımsız değildi. Bir kuşağı emekli etmeyen bu anlaşmanın, ekonomi-politiğinde ise emeklilere bütçeden ayrılacak pay, dış borç ödemelerine aktarıldı. Emeklilik yaşını fiilen yükselten bu uygulama ile yıllarca çalışan, “çalışmak için fazla yaşlı emekli olmak için oldukça genç” olduğu iddia edilen bir kitle yaratıldı. Koşullar ve Türkiye’deki işsizlik olgusu göz önüne alındığında, EYT’lilerin tıpkı KHK ile işlerinden olan yurttaşlar gibi sivil ölüme mahkum edilen bir kitle yaratması kaçınılmazdı.
Nitekim öyle de oldu. Türkiye’de emeklilik hakkı gasp edilen EYT kitlesi ise bağımsız bir emek çizgisi izlemek yerine oportünist öncüleriyle birlikte popülist sağın, istediği biçimi verdiği bir gruba dönüştü. Komik sloganları “Edirne’den Kars’a Jüpiter’den Mars’a çıksın artık bu yasa” sloganı ile oldukça ciddi bir meselenin sulandırıldığı ortada. Emeklilik gaspı, aynı zamanda çalışmak zorunda bırakılan emeklilerin kayıt dışı çalışmasına zemin hazırlayarak emekli olması gereken işçilerin ikinci bir sömürüye daha maruz kalmasına sebep oluyor. Bu durum, sosyal güvenlik açıklarını da büyüterek SGK’nın sürekli açık vermesine neden oluyor. Genel Başkanı Gönül Boran Özüpak’ın “yanımızda olanın yanında oluruz” türünden pazarlıkçı, sağcı, ricacı tutumu esasen burjuva siyasi partilerin neoliberal çağın büyük “uzlaşmasını”, yani emeğin haklarının gasp edilmesinin üzerini örten bir şal işlevi görüyor. Bu tutum o kadar tehlikeli ki bir grup EYT’linin Zafer Partisi gibi açık ırkçı propaganda yapan bir partinin yanına savrulmasına bile imkan tanıyor. Burada elbette çuvaldızı kendimize de batırmamız şart, popülist sağın her türlü siyasetinin içinde cirit attığı en geniş kitlenin içinde sol, sosyalist bir kitle çalışması yürütmemek, geniş yığınları mağdur eden EYT uygulamasını emek perspektifiyle yaklaşmamak aynı anlama gelmek üzere EYT kitlesini sağcıların insafına, pazarlıkçı tutumuna terk etmektir.
EYT gibi bir hak gaspının dili, sloganı, ve siyasal söylemi bu eksene oturunca her seçim öncesi dile getirilen “EYT çıkmazsa size oy yok” türünden örtük tehdidin milyonlarca muhatabı olan bu kitleyi bir yere taşımayacağı çok açık. Bu tehdit dili, siyasi muhatabı olan iktidar bloğunun EYT’lilerin kafalarını karıştırmak için kullandığı birbirinden çelişkili açıklamalarla kolaylıkla boşa düşürülebildi. Uzlaşmaya açık kapı bırakan her söylem, kendi koşullarını siyasi iktidar bloğuna kabul ettiremediği anda kolaylıkla yönlendirilebilecek bir riski kendi içinde taşır. EYT federasyonunun ağır siyasi hatası, uzlaşmaya açık kapı bırakan bir söylemi diline dolamasıdır. Ankara’da yapılan ve burjuva siyasi partilerin hemen tamamını ziyaretlerle şekillenen mekik diplomasisi de dahil olmak üzere pek çok girişim, özünde federasyonun uzlaşmacı politikasının sonucu. Başta EYT olmak üzere neoliberal dönemde gasp edilen pek çok ekonomik hakkın yeniden tartışma konusu olduğu günümüzde ısrarla aynı siyaset dili ve siyaset yönteminde ısrar etmek aynı sonuçlarla yüzleşmek anlamına gelmiyor mu ?
Her seçim öncesi sahnelenen bu oyun ve düzenin kendisine çizdiği alanda kalma isteği, sürekli görüşme ve randevu kovalanması; esasen ideolojik öncülerin zaaflı tutumunun bir sonucu. AKP bunu bildiğinden EYT’den beklentileri olan ve yaşanan ekonomik çöküşle ciddi zorluklar yaşayan kitleleri oyalamak için yeni yeni formüller icat ediyor. Pazarlıkçı tutumla biçimlenen ve “seçimlerde size oy yok” mesajlarıya AKP’nin oyalama ve EYT kitlelerini manüple etmekten başka hiçbir işe yaramayan bu siyaset tarzı, iktidarın değirmenine su taşıyor. Bir hak gaspının iadesini seçim kozu olarak kullanmanın bedelini asgari gelir güvencesinden mahrum geniş yığınlar ödüyorlar. Neyse ki EYT federasyonunun açık sağcı-pazarlıkçı bu tutumu “formül yok, tek formül 1999 öncesi yasal hakların aynen iade edilmesidir” ısrarında bulunan geniş yığınların baskısı, meseleyi irade savaşına çevirdi ve ideolojik öncülüğü bu fikrin üzerine kurmayı başarabildi. İlk defa taban baskısıyla oluşturulan söylem birliği, emeklilik hakkını gasp eden burjuva siyaset düzenini çıkmaza soktu. Çıkmazdan kurtulmak için saray medyası tarafından yapılan manüplasyonların taslak ortaya çıkmadan öne sürülen iddiaların, hangi amaçlarla yayıldığı böylece daha rahat anlaşılabilir. EYT kitlesinin kararlılığını yaş faktörü üzerinden bölmek ve çıkarılması düşünülen yasa ile daha fazla sayıda insanın emeklilik hakkına ulaşmasına engel olmak.
Bu sağ siyaset tarzını aşabilmek kendi gücünün farkında olmaktan geçiyor. Bir hakkın iadesini seçim kozu olarak kullanmak yerine emekliliğin bir hak olduğunu vurgulamaktan başka bir çözüm yolu görünmüyor. “Lütuf değil hak, yük değil ödenmiş kazanım” söylemi zihinlere yerleştirilmedikçe başarı şansı azalacaktır. Hakları gasp edilenlerin gasptan doğan alacaklarını iadesini durmaksızın talep eden bir siyasal dil kullanmak en doğru çözüm olabilir.
AKP’nin saldırısı ABO
AKP’nin DSP-MHP-ANAP koalisyonu çıkarılan EYT yasasına ek olarak 2008’de çıkardığı Aylık Bağlama Oranlarını kalıcı olarak düşüren yasası da EYT saldırısını tamamlayan bir başka neoliberal düzenlemeydi. Emeklileri açlık sınırının altına iten yasal düzenleme ile emekli olduğu halde çalışmak zorunda kalan bir kitle yaratıldı. Bunun sınıfsal anlamı, EYT ile başlayan hak gaspının ABO ile yeni bir boyut kazanarak, ücretlerin milli gelirden aldığı payın düşürülmesidir. Hal böyle olunca Korkut Boratav hocamızın altını çizdiği “bölüşüm şoku”1 yerli yerine oturur. Ücretlilerin ve aynı anlama gelmek üzere işçi sınıfının emekli olmuş kolu olan emekçilerinin daha düşük ücretler kazanması, sermaye sınıfına aktarılan kaynak transferiydi.
EYT sorununun uzunca bir süre daha gündemde kalacağının bir başka belirtisi 2023’te yapılması planlanan seçimlerde bir kere daha ısıtılıp servis edilmesiyle kendini yeniden üretiyor. Burada da özellikle konunun uzmanı olsun olmasın hemen herkesin yorumda bulunduğu, bol miktarda spekülatif haberlerin çokluğu göze çarpıyor. Bu haber bolluğunun ve spekülasyonun temel amacı aslında AKP-MHP’de simgelenen Türkiye sermaye sınıfının EYT kitlesini oyalama ve buna eşlik eden psikolojik savaş taktikleridir. Hiçbir şey söylemeyen, sürekli karnından konuşan Çalışma Bakanı Vedat Bilgin, esasen hizmetlisi olduğu sermaye sınıfının büyük konsensüsünün yani emekçi haklarının gasp edilmesinin bekçiliğini ve mihmandarlığını yapıyor. Nitekim emekli olmaları durumunda kıdem tazminatı ödemek zorunda kalacak sermaye sınıfının patronlarının bu hak gaspının devamı için “kıdem tazminatını ödeyemeyiz” feveranı ve EYT yasa taslağına taş koymaları yasal hak gaspının hangi sınıfın marifeti olduğun göstermiyor mu ?
(AKP döneminde emeklilerin sefaletini anlatan grafik. -Grafik Aziz Çelik twitter hesabından alınmıştır-)
Kendi kitle gücüne güvenmeyen bu kadar örgütlü olduğu halde bir siyasi parti kurmayı ve meydan okumayı en üst seviyeye çıkarmayı aklının ucundan bile geçirmeyen EYT konfederasyonunun işi zor. Yasanın çıkmaması sonucu barajda biriken mağdur sayısının sürekli yükselmesinin yarattığı baskı ve emekli olup işlerinden ayrılmak isteyenlerin iş için onlarca başvuru yapıp sonuç alamayan genç kitlelerin varlığı beraber düşünüldüğünde, meselenin sınıfsal özü ortaya çıkıyor. EYT’lilerin sorunu emekçi sınıfların sorunudur, çünkü eğer bu mücadele başarıya ulaşmazsa Türkiye’deki her çalışanın emeklilik hakkı fiilen gasp edilecektir. Bu yüzden mevcut sendikal yapıların daha çok rol oynaması gereken mücadele alanı olan EYT, sendikal yapıların bürokratizmi ve kırtasiyecilik yapmaktan başka bir işi olmayan öncüleri düşünüldüğünde burada da net bir açmazın varlığı görülebiliyor. Emek siyasetini başarıya ulaştıracak temel faktör dayanışmanın büyütülmesidir. Dayanışma, burjuva partilerin kongrelerinin kenar süsü olarak büyütülmez. Emekçilerin kendinde bir sınıf olması, bir bütün olarak çalışan-emekli-EYT’li yığınların ortak bir irade göstermesiyle ortak bir programa sahip olmasıyla hedefine ulaşabilir.
1Meraklı okurlarımız için Korkut Boratav hocamızın makalesi: https://haber.sol.org.tr/yazar/bolusum-soku-bilgileri-ve-tarimin-durumu-350144