YENİ ZIRVA DÜDÜĞÜ: ALTILI MASANIN ANAYASA TASLAĞI

Ümit ÖZDEMİR

08.12.2022

@masumlevrek

Altılı Masanın “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” sloganıyla hazırladığı anayasa taslağı ortaya çıktı. Taslak, birçok sorun taşımakla birlikte burjuvazinin kadim yönetememe krizine çare bulması amacıyla ortaya serilen bu anayasa taslağına yakından bakmak ve eleştirel bir süzgeçten geçirmekte fayda var. Türkiye tarihinin en sorunlu evreleri her yeni rejime geçiş denemesinde gündeme gelen Anayasa önerileri olsa gerek.

Anayasa taslağının emekçiler ve halk açısından en sorunlu bölümü, emekçilerin haklarını gözetecek hiçbir önerinin bulunmaması. 6’lı Masanın Anayasa değişikliği teklifinde Anayasanın 49. ve 56. maddeleri arasında hiçbir düzenleme ön görülmemiş. Bu maddeler çalışma ve sosyal güvenlik ile ilgili anayasa maddeleri olup, aralarında 12 Eylül faşist Anayasasınin grevi imkansız hale getiren, Yüksek Hakem Kurulu gibi yapıların yer aldığı maddeler de var. Anayasayı sınıfsal bakış açısıyla değerlendirdiğimizde burjuva liberal Anayasa taslağının, 1961 Anayasasınin bile gerisinde bir metin olduğunu görürüz. Bu maddelerin varlığı, sendikalaşmanın önündeki kalıcı engellerden biridir. Bir diğer engel emek süreçlerini parçalayan iş kolu barajları ve sendikaların yasal yetki alabilmek için barajı geçme zorunluluğudur. Memurlara ve kamu emekçilerine yine sendika hakkı yok. Memurların ve kamu emekçilerinin sendikal haklarının tanınmaması, aynı anlama gelmek üzere milli gelirden aldıkları payın giderek azalmasına ve bölüşüm şokuna neden olan başlıca etkenlerden biri.

Bir diğer sorunlu bölüm yine 12 Eylül Anayasası’nda özgürlükleri genişçe dağıttıktan sonra kaleme alınan engelleme koşullarının tarif edildiği bölüm. 12 Eylül Anayasası’nda 25.maddede “herkes istediğini düşünmekte özgürdür. Düşüncelerini açıklamaya zorlanamaz” maddesini takip eden 26. maddede ifade özgürlüğünün “milli güvenlik, devlet sırrı ve kamu düzeni” gibi kerameti kendinden menkul ve tamamen keyfi gerekçelerle sınırlandırılabileceği belirtiliyordu. Altılı Masanın önerdiği Anayasa taslağında da benzer bir tutum mevcut. İfade özgürlüğünü sınırlayan mevcut 26. madde kaldırılırken bu maddedeki sınırlandırmalar bu kez 25. maddeye taşınıyor. Böylece düşünceyi çeşitli iletişim araçları üzerinden yayma, kamu oyu oluşturma ve karar alma mekanizmalarına yönelik demokratik baskı gruplarını örgütleme gibi en temel demokratik normlar, bu maddeyle sınırlandırılıyor. Sansür gibi kadim bir meseleyi ortadan kaldırmak gibi bir derdi olmayan Anayasa taslağının neresi demokratik olabilir ?

1961 Anayasası’nda temel hak ve hürriyetlerin ancak “kanun yoluyla sınırlandırılabileceği” ön görülürken bu çok önemli demokratik norm, yeni Anayasa taslağında mevcut değil. Devletin işleyişi ile ilgili görünen en önemli sorun Anayasa taslağının Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi değil bir tür Yarı Başkanlık Sistemine benzeyen bir mekanizmayı önermesi. Cumhurbaşkanının halk tarafından 7 yıl süreyle seçiliyor olması, Cumhurbaşkanı ile meclis arasındaki olası sürtüşme ve siyasi çekişmelerin ana kaynaklarından biri olabilir. Seçilmiş Cumhurbaşkanı meclisle çatışmalı duruma düştüğünde popülizm siyaseti güdebilir ve bu da sistemik yeni krizlerin kaynağı olabilir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde karşılaşılan bu sorun, krizi derinleştirmekle kalmadı meclisi de etkisizleştirerek kaosa neden oldu. Temel bir prensip olarak parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı, parlamento üyeleri arasından Cumhurbaşkanı seçilme yeterliliğe sahip kimseler arasından seçilir. Siyasi tarihimizde 1980 Cumhurbaşkanlığı seçim krizi olarak geçen ve 12 Eylül faşist darbesinin taşlarını döşeyen seçim krizi, parlamentarizmin iflası olarak tarihe geçmişti. 12 Eylül darbecilerinin anıları dikkatle incelendiğinde görülür ki Cumhurbaşkanını seçebilmiş bir parlamentoya darbe yapmak, darbecilerin göze alabileceği bir şey değildi.

(1961 Anayasası’nın “demokratik” olmasının görünür nedeni, sokakta Bayar-Menderes istibdatına karşı verilen gençlik mücadelelerinin ivmelenerek düzeni tehdit eder hale gelmesiydi. Sonunda bu çelişki askeri darbe ile yatıştırıldı. Fotoğrafta 28-29 Nisan 1960 Öğrenci isyanı sırasında İstanbul Üniversitesi öğrencileri-editör)

Bir diğer önemli konu otoriterizmin ana kaynaklarından biri olan Cumhurbaşkanının meclisi feshetme yetkisi. Bu yetkinin tanınması 2.Abdülhamit istibdat devrinden bu yana krizlerin ana kaynaklarından biri oldu. Bu yetkiyi kullanan 2.Abdülhamit, 1878 Rus savaşını bahane edip tam 30 yıl koyu bir istibdat rejimini kurmuş, reform ve anayasa teklifi hazırlayan Mithat Paşa gibi yurtsever bakanını uyduruk Yıldız Mahkemesi’nde yargılatıp sürgüne göndertip boğdurtmuştu.

Anayasal denetimi de zayıflatan bu madde ile Cumhurbaşkanı istediği bir anda parlamentoyu fesh edebilir. Hem halk tarafından seçilip hem de meclisi feshetme yetkisinin tanınması ile Cumhurbaşkanı Maurice Duverger’in kitabındaki çok güzel tanımıyla “seçimle gelen bir kral” haline dönüşür.

Kulağa oldukça hoş gelen Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun kurulması ve Adalet Bakanı ve yardımcısının bu kurullara üye olamaması maddesi, aslında kazın ayağı öyle değil deyimindeki gibi tuhaf bir soruna işaret ediyor. Anayasa taslağına göre bağımsız olması ve kendi heyetlerini, özlük haklarını ve atamalarını yürütmesi beklenen adalet kurumları, dolaylı yoldan meclisin vesayeti altına alınıyor. Böylelikle siyasal alanın hukuk üzerinde kalıcı ve normatif baskısı ve hukuku kendi siyasi emellerine göre yönlendirme imkanı vermesiyle taslağın oldukça sakıncalı olduğunu belirtelim. Bunun ne denli bir çürümeye ve yozlaşmaya neden olduğunu 2011 referandumundan sonra AKP’nin yargı alanını tam kontrol altına almasıyla görmedik mi ?

Bunların dışında liberallerin kutsadığı ve yere göğe sığdıramadığı Anayasa taslağı, ne 12 Eylül Anayasası ruhundan vazgeçiyor ne de seçimlerden sonra kurulması planlanan yeni rejimin ihtiyaçlarına yanıt verebiliyor. Anayasa dahil bütün hukuk metinlerinin eninde sonunda bir üst yapı kurumu olduğu ve bütün üst yapı kurumlarının son tahlilde sınıflar mücadelesi tarafından biçimlendirildiği gerçeğini akılda tutarak şu analizi yapabiliriz: Ortaya konulan Anayasa taslak metni bırakalım alternatif olma iddiasına sahip olmayı, konudan az çok anlayan insanları bile ikna etmekten uzaktır. Örneğin YÖK’ü kaldırmayı ama onun yerine yine kerameti kendinden menkul bir üniversiteler arası kurul getirmeyi ön görmesiyle de 12 Eylül mantığından uzaklaşamayan bir metin var karşımızda. Üniversitelerin tamamen özerk, demokratik, çoğulcu fikir ve bilgi üreten toplum hayatına bu nitelikleriyle katkıda bulunması isteniyorsa kendi karar alma ve örgütlenme mekanizmalarının teşvik edilmesi gerekirdi. Ana ilkemizdir: söz söyleme, örgütlenme, yönetime katılma özgürlüğü. Bu ilkelerin baskı ve kontrol mekanizmalarıyla hayata geçirilememesi üniversiteleri üniversite olmaktan çıkarmış, ticarileşmenin de yıkıcı etkisiyle tabela üniversitelerine çevirmiştir.

Yeni Anayasa taslağının ruhu, en az önceki otoriter örnekleri kadar kontrol mekanizmalarının otoriterizmin hizmetine sunulmuş olmasıdır. Anayasa taslağında metodolojik bir hata yapıldığı ortada. Marksistler siyaseti bütün sınıfların gözü önünde ve herkesi ilgilendiren şeyin herkes tarafından oylanması ilkesini göz önünde bulundurarak yaparlar. Bu ilkesel tutum, Anayasa ve diğer yasal metinler için de geçerlidir. Hak temsilcilerinin ve hukukçulardan tertiplenen bir kurucu meclis tasarlanmadan yapılacak bir anayasa taslağı, örneğin kadın haklarını ilgilendiren Anayasa maddelerinin yazımı sırasında bu alanda mücadele eden kadın örgütlenmelerinin fikirlerini almakla yükümlüdür. Burjuva liberal siyasetin doğası gereği 6’lı masacıların hazırladığı Anayasa taslağı, kapalı kapılar arkasında tasarlandığından bu neviden sakıncaları, açmazları ve çelişkileri içinde barındıracaktır. Nitekim yapılış yöntemi bir takım ölçüsüz övgülere mazhar olsa da Altılı Masa tarafından hazırlanan bu metin de tarif ettiğimiz açmazları taşıyor.

                                                                                                                                             (Sakallı Celal)

Büyük düşünürümüz Sakallı Celal, memleketin haline dertlenip şu sözleri söylemişti: “Cumhuriyeti ilan ettik yine olmadı, yarın ciddiyet ilan edelim” ciddiyetin olmadığı, AKP döneminde halkın canından bezdiren yasaklar, yolsuzluk ve yoksulluğa bir de yozlaşma eklenerek 3 Y’nin 4Y’ye yükseldiği, bu siyasal ortamda ortaya çıkan bu Anayasa taslak metni de aynı ciddiyetsizliğin bir ürünü olsa gerek. AKP’nin kurduğu istibdat rejimi kendi kendini yok ederken ortaya konan bu teklif, esasen AKP’siz AKP rejiminin yani aslında bir restorasyon projesinin bütün sakatlıklarını içinde barındırıyor. “Eleştiri krizden doğar ve krizi besler” demişti Bertolt Brecht, bu krizli dönemin Anayasası krize ve çöküşe engel olmak şöyle dursun, hak ve özgürlük temelli olmaktan özellikle imtina ederek yeni krizleri davet ediyor.

Diğer Yazılar

DOKTOR GARİPAŞK: BİR NÜKLEER SAVAŞ PARODİSİ

Ümit ÖZDEMİR / 02.12.2024 Stanley Kubrick’in soğuk savaşın tam orta yerinde yaptığı film, pek çokları …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir