Mert Yıldırım / 19.11.2022
İran ve Rojhılat’ta “Jin-Jiyan-Azadi” ile başlayan isyan dalgası devam ediyor.
Bu isyan dalgası nereye varır? “Kürt baharı” adı verilen isyan dalgasının sonu “Arap Baharı” gibi mi olur? Yoksa gerici mollalar rejiminin çöküşüyle mi sonuçlanır? Bütün bu sorular umut ve kaygı içinde yanıtını bekliyor.
2011 yılının başında Tunus’ta başlayan ve kısa sürede tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yayılan isyan günlerinde büyük umutlar yeşermişti. Öyle ki, “hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” deniliyordu. Ancak gelişmeler beklenildiği gibi olmadı. Tunus’ta tek adam rejiminin devrilmesi ile sonuçlanan nisbi gelişme, Suriye’de çıkan iç savaş sırasında Rojava’da ortaya çıkan statü dışında, genel olarak sadece kargaşa ve kaos yarattı. Böylece kendiliğindenci kitle hareketlerinin önemli ama her şey olmadığı bir kez daha ortaya çıkmış oldu.
Eğer kitle hareketine pusula olacak program ve politik önderlik yok ise kitle hareketinin geriye düşmesi ve yerine derin bir pasifikasyonunun çıkması büyük bir olasılıktır.
Kendiliğindenci kitle hareketlerinde zaman zaman kimi kazanımlar ortaya çıksa da, kazanımlar kalıcı olmuyor. Örneğin Kürt hareketinin bölgede daha önce başlamış olan çalışma ve örgütlenmeleri olmasaydı ne cihatist çetelere karşı bir başarı hikayesi ortaya çıkardı, ne özerk yönetimler ortaya çıkardı ve ne de bütün bunların bir sonucu olarak uluslararası güçlerin desteği olurdu.
Şimdi bir başka hikayede Rojhılat’ta yazılıyor.
İki ay önce bir polis karakolunda katledilen Mahsa Amini adlı Kürt Kadını, “Jin, Jiyan, Azadi” sloganı ile isyana dönüşmüş durumda. İsyan dalgası kısa sürede tüm İran’a yayılmış olmakla birlikte, direnişin esas yaygınlığı ve sürekliliği Kürt bölgesinde cereyan ediyor olması tesadüf değildir. Bunun tarihsel, sosyal ve politik nedenleri bulunmaktadır. Çünkü Kürt coğrafyası -tüm yetersizliklere karşın-Orta Doğunun en örgütlü ve en politik coğrafyası durumundadır.
İran ve Rojhılat’ta Kadın özgürlükçü eksende başlayan kitle hareketi tüm Orta Doğu’ya aydınlık ve özgürlük ışığı saçıyor.
Orta Doğu coğrafyası daha çok dinsel fanatizme ve otoriter rejimlerin cenderesine sıkışmış iken; Kürt topraklarında tersi bir rüzgar esmektedir. Çünkü Kürt direnişinin aydınlanmacı, özgürlükçü ve seküler olması tüm bölge için büyük imkanlar sunuyor.
Mevcut koşullarda, bölge halkları arasındaki ilişkiler ve birbirini etkileme gücü her zamankinden daha fazladır.
Bölgenin en temel çelişkilerinin başında Kürt sorunu gelmektedir. Bu sorun çözülmeden bölge halklarını afyonlayan militarizm ve milliyetçilik illetinden kurtulamaz. Bu durumda Kürt halkının özgürlük mücadelesi aynı zamanda Orta Doğu halklarının devrimci kurtuluş mücadelesi anlamına geliyor.
Kürt halkı ve Kürt direniş hareketi sahip olduğu özgürlükçü ve seküler paradigma ile Orta Doğu Devrimci Çemberinin dinamiklerini besliyor.
Orta Doğu Devrimci Çemberi!
Orta Doğu Devrimci Çemberi perspektifi, 70’li yıllarda dolaşımdaydı. Che Guevara’nın “kıtasal devrim” perspektifinin Orta Doğu’ya yansımasıydı. Aynı zamanda “Kesintisiz devrimin” bölgesel şiarıydi. Çünkü Guevara geleneğinin devrim anlayışı bir yerde başlarken, başka bir yerde de başlamayı ve giderek kıtaya yayılmasını hedefliyordu.
Tabi şimdi o günlerin çok gerisindeyiz. Ancak yine de o perspektife sahip olmak önemini koruyor. Zira bu enternasyonalizm prensiplerinin ve kültürünün bir gereğidir.
Birleşik mücadele ve Orta Doğu Devrimci Çemberi perspektifi Orta Doğu ve Kürtler için hem bir tercih hem de bir zorunluluktur.
Tercihtir, çünkü toplumcu ve özgürlükçü paradigma bölgesel bakmayı gerektirir. Zorunludur, çünkü dörde bölünmüş bir coğrafyada ve iç içe geçen demografik şartlarda birleşik mücadele elzemdir.
Tam da bu nedenlerden dolayı Karadenizli Kemal Pir, “Türkiye devrimi Kürt coğrafyasından geçiyor” diyerek birleşik mücadelenin sembolü olmuştur. Kemal Pir’in bu anlayışı sağlam bir Marksist bakışı ve ‘Orta Doğu Devrimci Çemberi’ perspektifini ifade ediyor. Buna benzer bir ifadeyi 80’li yılların başında FHKC lideri George Habaş ileri sürmüştü. Daha önce Orta Doğu devriminin kalbi Filistin de atıyor diyen George Habaş, rotayı Kürt coğrafyasına çevirmişti.
(George Habaş)
Elbette bunun birden çok nedenlerinin olduğunu yukarıda altını çizmiştik. Örneğin ülkenin dörde bölünmüş halî Kürt ulusu için büyük bir talihsizlik iken; bu sorunun yol açtığı ezen ulus milliyetçiliği ve toplumsal gericilik ezen ulus devrimcileri için de handikaplar oluşturur. Ancak bu manzara aynı zamanda içinde değişim dinamiklerini de barındırır. İkincisi, Orta Doğu da uzun zamandır toplumcu siyaset yerine cihatist reaksiyonlara sahne olmaktadır. Fakat tam bu olup bitenlerin ortasında olan Kürtler adeta akıntıya karşı kürek çekmekte ve başka bir yolun mümkün olduğunu göstermektedir. Bir yandan ulus olma, ulus kalma ve özgür olma mücadelesini verirken, öte yandan birleşik mücadelenin yollarını inşa etmeye büyük önem vermektedir.
Bunun epey handikapları olduğu biliniyor.
Bunun önündeki handikaplar;
Birincisi, içeride var olan direnç, dar ulusal bakış ve bunun neden olduğu iç milliyetçilik…
İkincisi, egemen ulus kompleksi ve bunun neden olduğu sosyal şovenizm…
Üçüncüsü, birleşik mücadelenin hem egemen iktidarın hem de uluslararası güçlerin tepkisini çekmesidir.
Çünkü; hem egemen ulusal güçler hem de uluslararası güçler sorunu bölge ve kimlik boyutuna indirgemek istiyor.
Egemen ulusal iktidar, meselenin bölgesel ve kimlik boyutuna indirgemesinin, bir kısır döngü olacağını ve toplumsal gericiliği besleyeceğini, bunun da kendisinin yararına olacağını düşünüyor.
Uluslararası güçler ise sürekli bölgesel çatışma ve istikrarsızlık halînin kendisine bağımlılık yaratacaginıı bildiği için sorunun bölgesel ve kimlik boyutunda kalmasını tercih ediyor.
Bu nedenle halkların çıkarı birleşik mücadele ve Orta Doğu Devrimci Çemberi perspektifinden geçiyor.