Taner Renda / 29.09.2022
Birkaç hafta önce yazdığım bir yazıda: Ahmet Davutoğlu’nun, Ali Babacan ve Temel Karamollaoğlu ile üçlü ittifak yapmak için hamlesi olduğunu şimdilik bir gelişme gösteremediğini ama ilerleyen süreçte, yeni hamlelerin Altılı Masa içinden geleceğini söylemiştim. Bu bir kehanet değildi elbette. Birbirine benzemez altı siyası yapının büyük bir tehlike altında belki birlikte hareket edebileceği ama tehlike geçtiğinde ve/veya tehlikenin geçeceğine ilişkin belirtiler baş gösterdiğinde; herkes kendi bildiği şarkıyı söylemesini çok olağan karşılamamız gerekir. Sanırım ekonominin tepetaklak olduğu, yoksulluğun geniş kesimlere yayıldığı, hoşnutsuzlukların arttığı ve yirmi yıllık iktidarın yorgunluğunun da eklendiği dönemde yapılan anketlerin bize söylediği iktidarın gidici olduğunu da eklersek: ana muhalefetinden, dana muhalefetine ve de yavru muhalefetlere kadar hepsini bir iktidar olabilme tutkusu sarar. Artık herkes kendini dev aynasında görür, alanlara gelen hoşnutsuz kitlelerin şikayetlerini dillendirmelerini de, kendilerine yontarlar. Ama işin içine insan unsurunun girdiği her şey: sizin kafanızdaki beklentilerinizi karşılamayabileceğini de içerdiğini düşünmelisiniz.
Kılıçdaroğlu, kendisinin siyasi misyonunu şerefli bir son ile bitirmeye karar verdiğinde; Geçici Cumhurbaşkanı olmaya karar vermişti. Oysa Altılı Masa’daki liderlerin en azından bir kaçının da bu düşüncede olacağını da düşünmesi gerekirdi. Ahmet Davutoğlu, bu konuda kendisini en uygun aday olarak görmekte. Ne de olsa başbakanlık yapmış ve partisinin(AKP) aldığı en yüksek oy oranını (%49) kendisi zamanında Başbakan olduğunda almıştı. Cumhurbaşkanı olmak içinse % 2’lik bir eksiği kaldığını düşünüyordu! Ali Babacan ise Dışişleri Bakanlığı ve ekonominin tepesinde geçirdiği “kendince başarılı” yıllara bakarak, ülkenin bozulan ekonomik dengelerini sadece kendisinin düzeltebileceğine olan inancıyla o da aynı derecede bu “geçici cumhurbaşkanlığına” kendisinin layık olduğunu ister istemez düşünüyordu. Ayrıca, uluslararası finans piyasasında da kendisinin kredisinin çok yüksek olduğunu bilecek kadarda deneyimliydi. Temel Karamollaoğlu ve Gültekin Akın ise ağa bolluğu içinde kendilerine sıranın gelmeyeceğini ama sebat gösterirlerse; olası bir hükümette iyi bir bakanlık kapmayı şimdilik yeterli görenlerden.
Meral Akşener ise başlı başına değerlendirilmeyi hak ediyor. 90’larda DYP’li Çiller’in Başbakanlığı döneminde Mehmet Ağar’dan boşaltılan İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturmuş ve Ağar’ın talimat ve gölgesinde Devlet’in karanlık isteklerini bir bir yerine getirmiştir. Sonra görev yeri değiştirilmiş ve MHP’de işe başlatılmıştı. Burada zamanı gelmeden yaptığı genel başkanlık çıkışı ile tasfiye oldu. Asena Akşener’in adını nice zaman sonra duyduğumuzda; İyi Parti’yi kurmuş ve MHP’den atılanlarla yeni bir oluşum ile Merkez’de, muhafazakar, milliyetçi ve anaç bir lider olarak karşımıza çıkmıştı. Devlet’in bir diğer kesiminin de ricasıyla CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Akşener’in İyi Partisi’ne grup kurması için, partiden 20 adet milletvekilini ödünç olarak verdi. O zamanlar politika ile ilgilenenler olarak hepimiz bir hayli şaşırmıştık bu olgunluğa. Artık bugün ne anlama geldiğini daha iyi anlıyoruz. CHP ve İyi Parti arasından su sızmayacak derecede sıkı fıkı olunması için İyi Parti pek de bir şey yapmasına gerek kalmadı (çünkü, tabanının olası bir Sol lafına asla tahammülü olamazdı) ama CHP’nin sağa dönmesinde pek bir sorun yaratılmadan gerçekleşmişti (Kılıçdaroğlu’nun otobüsten yol kenarında karşılamaya gelenleri bozkurt işareti ile selamlaması).
Anaç ve yumuşak başlı havasını Altılı Masa’da pek bozmayan Akşener, sanki Kılıçdaroğlu’nun geçici cumhurbaşkanlığına razı olmuş ve günü geldiğinde de Başbakanlığı kendine ayırmıştı. Ne zamanki CHP içinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı alternatifler çıkmaya başlayınca; İmamoğlu ve Yavaş’ın adını öne çıkarmaya ve Kılıçdaroğlu’nun adı söylenince de “kazanacak aday” olması lazım söylemi ile Kılıçdaroğlu’nun adaylığından vazgeçmesi gerektiğini dillendirmeye başladı. Ancak, İmamoğlu ve Yavaş Kılıçdaroğlu’nun “yanımda mısınız?” çıkışına tweetter’dan olumlu cevap verdiler.
Şimdiiik, her şey birbirine karıştı. Uzakdoğu’nun GO oyunu gibi her bir oyuncu, siyah taşa karşılık beyazı, beyaz taşa karşı da rakibi siyahı koydu. Oyun kilitlendi. Bir de buna Erdoğan’ın “CHP, bir Milli Güvenlik sorunudur ”çıkışını ekleyin. Üstüne Altılı Masa’nın gizli ortakları söylemi olarak HDP/PKK ve FETÖ’yü de ekleyin. Üstüne üstlük İyi Parti’nin “HDP ile bir arada olmayız” dayatmasını da koyun. Bu “Meksika Açmazından” en nihayetinde ayakta kalan kim olur? Böyle muhalefete, böyle iktidar olunur diyecek olan Erdoğan (zorla aday yapacaklar Reizi).
Tüm bunlar gösteriyor ki: Devletin bir kesimi, 2015’de uyguladığı kanlı planı hiç değiştirme gereği bile duymadan yine sahneye koymak istiyor. Makbul Muhalefet de, elindeki bir kuşu bile koruyamazken; daldaki iki kuşu avlamaya kalkıyor.
İş yine Emek ve Özgürlük İttifakı’na düşüyor. HDP, ülkemiz tarihinde bugüne kadar hiç olmamış bir şeyi Kürt hareketini ve yine en geniş yelpazedeki Sol/Sosyalistleri, Kadın ve Yeşil Hareketi, Demokratik Kitle Örgütlerini bir şemsiye altında, birlikte hareket etme alışkanlığını kazandırdı. Doğuştan/İsimden gelen öncülük iddialarını da, mücadele içinde olup, birlikte ve doğru çalışma tarzıyla kazanılabileceğini ortaya koydu. Ve bu mücadelede en sivri uç olarak, tüm saldırıları ilk elden karşılayacak olanlar da yine birlikte hareket eden Emek ve Özgürlük İttifakı olacaktır.