ANTİ EMPERYALİZM Mİ SOSYAL ŞOVENİZM Mİ ?

Mert Yıldırım / 04.09.2022

Emperyalizm ve anti emperyalizm kavramları kimi sol çevreler için sosyal şovenizmin üstünü örtme işlevini görüyor. Ayrıca anti-Amerikancılığı eşittir anti emperyalizm olarak görenler var.

Önce emperyalizmin tanımına ilişkin bir kaç söz etmek gerekiyor.

Emperyalizm iktisadi ve siyasi bir kavram olup kapitalizmin tekelci aşamasında ortaya çıkmıştır. Tekelci kapitalizme denk düşen emperyalizm, aynı zamanda siyasal olarak da tekelcidir. Yönetemez hale geldiğinde kapitalist sistemin en gerici yönetim biçimi olan faşizme baş vurur. Faşizm ise kapitalist- emperyalist aşamanın en tekelci ve en geri yönetim biçimidir.

ABD, ikinci paylaşım savaşından beri emperyalist sistemin tartışmasız lideridir. Ancak emperyalist ülkeler her koşulda yekpare bir davranış içinde değildir. Kapitalist hiyerarşi içinde olan ama ABD’ye mesafeli kapitalist ve emperyalist ülkeler bulunur. Fakat bu söz konusu ülkelerin anti-emperyalist olduğu anlamına gelmiyor. Bunun en somut örneği İran’dır. Mollalar önderliğinde 1979 yılında gerçekleşen “İran İslam devrimi”, ABD işbirlikçisi Şah rejimini devirerek anti Amerikancı bir çizgi izledi. Ama bunun anti-emperyalist bir çizgi olmadığını geçen zaman gösterdi.

Fransa’da karargah kuran Mollalar başından beri Batılı emperyalistler ile dirsek temas halinde idi. Ayrıca, İran Mollalar devrimi aynı zamanda bir karşı devrimdir. Çünkü kendisi iktidara gelirken devrimin öncü gücü olan sosyalist hareketi kanlı bir biçimde ezmiştir.

İran tarzı anti Amerikancılık Türkiye’de de yoğundur. Vatan Partisi gibi öteden beri manipülatör ve provokatör çevreler bir yana, bunların iflah olmaz niteliklerini artık kör sultanlar bile görmüştür. Bizim asıl derdimiz halen sosyalist zeminde görülen ama özellikle Kürt meselesi karşısında bariz bir biçimde milliyetçi zemine düşen çevrelerdir.


Kemal Okuyan’nın TKP’si bu çevrelerden biridir.

Legal bir Parti olan TKP, onca “radikal ” söylemlerine karşın oldum olası Kürt hareketinden uzak duruyor. Ve bunu aşağıdaki gerekçelere dayandırıyor.

TKP’li Kemal Okuyan, “HDP’nin domine ettiği bir şeyin parçası olmayız. HDP Amerikancı ve piyasacı, laiklik bakımından geri bir çizgide” diyerek HDP ile yan yana durmaktan kaçınarak başka ittifak ilişkilerini aramakla kalmadı, farklı sol-sosyalist çevreleri yanına çekmeye çalıştı. Türkiye Komünist Hareketi ve Sol Parti ile bir araya gelerek daha “radikal”, daha “anti emperyalist” ve daha “Sosyalist” bir blok ilan ettiler.

Oysa Marksizmin abc sidir, ulusal sorunun kendisi politik önderliğinden bağımsız olarak bir tutum gerektirir. Her gün operasyonlar yapılıyorken, dağ taş bombalanıyorken, ormanlar yakılıyorken, hapishanelerde yoğun tecrit ve baskılar yaşanıyorken, buna ses çıkarılmıyor ve dayanışma gösterilmiyorsa, bu bal gibi sistemin kırmızı çizgisine biat etmek anlamına geliyor. Amerikancılık, piyasacılık, yeterince laik olmamak vb. beylik laflar ise aslında kendi niteliğini gizlemeye ve hedef saptırmaya hizmet ediyor.

Ulusal Çelişkinin başatı her koşulda emperyalist çelişki olmayabilir!

Daha açık ifadeyle Kürt ulusu için baş çelişki emperyalizm değil, bölgesel sömürgeci güçlerdir. Emperyalizm ile olan çelişkileri ise dolaylıdır. Bu ilişki ve çelişkiler mevzusu çoğu zaman ezen ulusların ve onun devrimci kuvvetlerinin öncelikleri ile örtüşmüyor. Zaten tam da bu nedenle ayrı örgütlenme, ortak mücadele gereksinimi ortaya çıkıyor.

Kürt meselesi ulusal demokratik bir meseledir. Ama aynı zamanda Türkiye’nin temel demokrasi meselesidir. Bu öyle başat bir mesele ki demokratik, ekonomik ve akademik meselelerle iç içedir.

Kürt meselesinin çözümünü önüne koymadan verilecek demokratik mücadelenin temel alanı eksik kalır.

Devrimci mücadele karşı devrimin gelişimi pahasına gelişir!

Sözkonusu mücadele ezilen ulusun özgürlük mücadelesi olunca karşı devrimin gelişim olasılığı daha da yüksektir.

Kürtlerin ulusal demokratik haklarının inkarı ve tasfiyesi sömürgeci bir siyaset eşliğinde gerçekleşiyor.

Sömürgeci siyaset aynı zamanda karşı devrimci bir siyasettir. Karşı devrimci siyasetin can simidi milliyetçiliktir. Milliyetçilik ile toplum zehirlenir ve böylece gericilik beslenir. Tabi bu durum sosyal ve politik mücadelenin zeminini parçalar. Bunun en yakın örneğini Gezi sürecinde çok net olarak gördük. O dönemde var olan çatışmasızlık süreci Türkiye halklarının rejim ile olan sosyal ve politik çelişkilerini açığa çıkardı. Gezi bunun ürünüdür.

Süren çatışmalar ve bunun neden olduğu toplumsal gericiliğin müsebbibi Kürtler değil, Kürtlerin ulusal demokratik haklarını gasp edenlerdir. Ve aksiyonlarını gasp edenlere değil, ezilen ulusa karşı gerçekleştirenler sömürgecilik sistemine su taşımış olurlar.

Emperyalist ilişki ve çelişkiler değişmiştir!

Ancak sol çevrelerin bir kısmı 1950’li yıllarda kurulan ilişki ve çelişkilere göre cümleler kuruyor.
Artık çok kutuplu bir dönemin içinde bulunuyoruz. Birden çok güç merkezleri oluşmaya başlamıştır. ABD artık emperyalist hiyerarşinin tartışmasız lideri değildir. Almanya’nın ve Fransa’nın başını çektiği Avrupa ve Japonya artık bağımsız davranabiliyor. Bunu Çin ile kurduğu ilişkilerde görebiliyoruz. Ayrıca otuz yıl öncesine kadar kapitalizm dışı (sosyalizm) sistemin içinde olan Rusya ve Çin yeni dönemin güç merkezlerine dönüştüler. ABD’nden yüz çevirip Rusya ve Çin’e yönelmek anti emperyalizm değil, anti Amerikancılıktır. Çünkü Rusya ve Çin neo emperyalist ülkelerdir.

Ayrıca, çok kutuplu dünya da yeni sömürgeci ilişkilerde kabuk değiştirmiştir. Bölgesel olarak oluşan merkez güç ülkeler “alt emperyalist” olma hevesindedir. Konjonktür buna imkan sağlıyor.

Türkiye bu ülkelerden biridir. Bunu görmeyen sol-sosyalist çevreler sosyal milliyetçi zemine düşmekten kurtulamazlar.

Diğer Yazılar

12 EYLÜL DARBESİNDEN SİYASAL İSLAMCI REJİME DOĞRU 44 YIL

Mustafa Durmuş /12 Eylül 2024 Geçen yüzyılı belirleyen olgulardan birisinin askeri darbeler ya da darbe …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir