HAFIZA-İ BEŞER: FATSA VE BURJUVAZİNİN YOK EDİCİ MELEĞİ* 1

Ümit ÖZDEMİR / 01.08.2022

@masumlevrek

Erdoğan’ın Terzi Fikri’yi hedef alan sözleri, yazıportal’da yeni bir bölümün açılmasına vesile oldu. “Unutmaya karşı verilen mücadele iktidarlara karşı verilir” diyen Milan Kundera’nın sözlerine atıfla, tarihi hangi sınıfın temsilcilerinin yazdığını da akılda tutarak, Fatsa deneyimi, burjuvazinin büyük korkusu ve bu deneyimin günümüz toplumsal yapısına etkilerini tartışmaya çalışacağım.

Fatsa deneyimi Devrimci-Yol siyasetinin Karadeniz’de örgütlediği direniş komitelerine yaslanan, bu komitelerin eliyle doğrudan demokrasi esprisine dayanan halkın en geniş katılımını gözeten, bunu teşvik eden özgün tarihsel bir deneyimdi. Terzi Fikri’nin belediye başkanı seçilmesiyle hızlanan süreçte direniş komiteleri o güne kadar görülmemiş bir belediyecilik anlayışını hayata geçirdiler. Stokçuların sakladığı mallara el koyan ve bunu rayici üzerinden halka satan komiteler, çamura son kampanyası düzenleyerek Fatsa sokaklarını çamurdan arındırıyor, bunu da imece usulüyle yapıyordu. Terzi Fikri Karadeniz’de yükselen sol sosyalist dalganın iktidara taşıdığı bir figür olmanın ötesinde gelecekte kurulması gereken sosyalist siyasal toplumun nüvesini kurguladı ve siyasete katılımı devrimci espriyle örgütlemeyi başardı.

Neydi bu katılımın ana ekseni ? Halk komitelerinde belediyenin aldığı kararlar tartışılıyor, belirli aralıklarla düzenlenen komite toplantılarında belediyenin aldığı kararlar eleştiriliyor, bazı komiteler doğrudan demokrasi ilkesi çerçevesinde görevden alınıyor ve demokratik olmadığı düşünülen kimi kararlar fiilen deliniyordu. Bu yönetim tarzı egemen sınıfların büyük korkusu olan halkı siyasetin işlerine karıştırmama, onlara oy kullanan birer nesne muamelesi yapma mantığının ters yüz edilmesiydi. Bu yönetim anlayışı siyasallaşmayı ve siyasallaşmayla birlikte alınan her kararın sonuna kadar tartışılmasını zorunlu kılıyordu. Fatsa deneyiminin nokta operasyonu ile bastırılması esnasında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in sarf ettiği “Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın” sözleri, egemen sınıfların bu büyük korkusunun dile gelmiş haliydi. Fatsa’dan önce Devrimci-Yol ve muadili siyasetlerin hemen tamamının sömürüye son mitingleri düzenlemesi ve kitle mobilizasyonunu devrimci temelde örgütlemeleri sosyal uyanışa büyük katkı sağlayan politik adımlardı.

 

12 Eylül darbesi esasen Fatsa ve Tariş (bir başka yazının konusu olsun) deneyimlerine burjuvazinin verdiği cevaptı. Fatsa ile ilk defa teori, teori olmaktan çıkıyor, pratiğe yani hayata geçiyordu. Hangi partiden olduğuna bakılmaksızın komitelere katılan halkın her sınıfından temsilcileri görüş ve önerilerini dile getirmesi, söz hakkının olması oylamaya katılması ile siyasallaşmanın önündeki baraj fiilen yıkılıyordu. Komite toplantılarına katılan Adalet Partili Hikmet Altıntaş’ın şu sözleri yeni siyaset yapma biçiminin ideolojik hegemonyayı nasıl başarılı bir biçimde örgütlediğinin ispatı gibidir “AP’li olarak konuşmam gerekirse uygulamayı protesto etmem gerekir. Ancak iyiyi partizanlık adına nasıl dışlayabiliriz ki ? Biz hiçbir zaman halkla bu kadar bütünleşemedik. Bugün belediye bir şey yapacağı zaman halka danışalım diyor. Ama biz, halk bizi seçti zaten bir daha danışmaya ne gerek var ? Diye düşünürdük şimdi mahalledeki halk komitelerine danışılmadan bir şey yapılamıyor.” sözleriyle halk komitelerinin başarısını teslim eder.

Bütün bunların yanı sıra Fatsa’daki devrimci ortam, halkın bilinç düzeyinde de belli sorunların aşılmasına yardımcı oldu. Koca dayağı, fuhuş ve kumar bağımlılığı gibi toplumsal sorunlar eleştiri-özeleştiri içinde aşılmaya başlanıyor, kurucu kolektif irade sadece siyasal alana değil, toplumun bağrındaki diğer sorunların çözümünde de öncü rol oynuyordu.

Fatsa Halk Komiteleri deneyimi, özgün politik bir miras olmanın yanı sıra çok sonra ortaya çıkacak olan devrimci belediyecilik örneklerine de ilham kaynağı olmayı başardı. Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in halkçı belediyecilik anlayışıyla belediye hizmetlerinden bazılarını örneğin suyun 10 metreküpe kadar ücretsiz olması, ekoloji alanında yürüttüğü çalışmalar ile başarılı bir profil ortaya koydu. Özgüven’in bu başarılı çalışmaları devletin rantiye belediyecilik anlayışına ters olsa gerek Özgüven hapis cezasıyla yargılandı, devlet siyasi yoldan başa çıkamadığı ve icraatlerinden rahatsız olduğu Özgüven’i hukuk yoluyla tasfiye etti. Aldığı hapis cezası nedeniyle belediye başkanlığı düşürülen Özgüven, neoliberalizme itiraz ederek başka bir belediyeciliğin mümkün olduğunu gösterdi.

Bir diğer örnek Fatih Mehmet Maçoğlu’nun Dersim belediye başkanlığı sırasında gösterdiği halkçı-sosyalist belediyeciliğin başarısıdır. Maçoğlu da ardılı Fikri Sönmez’in yolundan gitti. Üretim ve adil bölüşüm odaklı bir belediyecilik anlayışıyla örgütlemeyi başardığı kooperatifler ağından gelir kapısı elde etmesi, Dersim belediyesinin borçlarını kapatmasına neden oldu. Okuma yazma seferberliğini teşvik için kütüphane kurulmasından, ücretsiz minibüs hizmetine suyun adil ve ücretsiz paylaşımından, bisiklet kullanımını özendirmeye ve burs desteğine uzanan bir dizi başarılı çalışmayla Maçoğlu ve yoldaşları başka bir belediyeciliğin mümkün ve hatta gerekli olduğunu ispatladılar.

Gelelim Fikri Sönmez’in yarattığı devrimci kültür ve dayanışma pratiğinin egemen sınıflarda yarattığı korkuya. Bu korkunun sebebi yukarıda da kısaca bahsettiğimiz gibi halkın kendi iradesinin aracı kurumlar olmaksızın (parlamento vb) gerçekleştirmesiydi. Bu deneyim, bütün işlevleriyle burjuvazinin ve onun kırsaldaki temsilcisi toprak ağalığının ve çıkarları onunla bütünleşik ticaret burjuvazisinin ilgası anlamına gelebilecek bir siyasal-sosyal dönüşümün kapısını açabilirdi. Burjuvazi, yazının başında da gösterdiğim üzere kendi mezar kazıcısının karşısına dikilmemesi için ortaya çıkan meşru, devrimci ve seçilmiş bir belediyeyi askeri operasyonla yok etmeyi deneyecek kadar kendi hukukunu çiğneyebildi.

1990’lar depresyonu: SSCB’nin dağılışı, Kürt savaşı etkisi ve direniş

90’lı yıllar boyunca çözülen SSCB’nin çöküşünün yarattığı göç dalgası ve mafyozo ilişkiler ağının çürüttüğü siyaset zemini, en büyük zararı Karadeniz üzerinde gösterdi. Mafyalaşmaya eşlik eden fuhuş SSCB’nin çöküşüyle birlikte bölgedeki bilinen bütün ilişkiler ağını ve kültürel yapıyı derinden sarstı. Buna ilk itirazın Kazım Koyuncu ve yoldaşlarının kurduğu Zuğaşi Berepe’den geldiğini biliyoruz. Asimile olan Lazca dilini yok olmaktan kurtaran bu çaba, aynı zamanda modern rock armonisi ile pek ala lazca, hemşince gürcü dilinde şarkılar söylenebileceğini göstermesi bakımından da ilginç bir deneyimdi.

Uzayıp giden Kürt savaşı ve bölgeye gelen şehit cenazelerinin yarattığı reaksiyoner etki ve SSCB’deki yıkımının bölgede yarattığı muhafazakar tepki ile birleşince Karadeniz halkının kahir ekseriyetinin sağa kayması kaçınılmazdı. İşte AKP’yi bölgede neredeyse tek parti haline getiren ve kadrolarının önemli bir kısmının bu bölgeden olmasını sağlayan olgu buydu. AKP bu durumu başarıyla sömürdü ve kendi kitle tabanını mobilize etmeyi başardı.

Bu gidişata ilk ve en kapsamlı direniş Artvin Hopa’dan geldi, 2011 seçim mitingleri sırasında Hopa’ya giden Erdoğan’ı halk protesto etti. Halka karşı biber gazı ve tazyikli su ile saldırılması esnasında devrimci öğretmen Metin Lokumcu, maruz kaldığı biber gazından dolayı kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Lokumcu’nun ölümünün yarattığı infial, AKP’nin kurduğu hegemonyada açılan ilk gedikti. AKP’nin koçbaşı olarak kullandığı 5 li çetenin Karadeniz doğasına art arda düzenlediği saldırılar ve buna karşı direnişlerin boy vermesi, beklendiği üzere saray istibdatının baskıcı-otoriter sermaye birikimine karşı doğayı ve onunla bütünleşmiş kırsal yaşamın savunusuna dönüştü. Burada özellikle HES projelerinin yarattığı tahribat, baş rolü oynadı. HES direnişlerini konu alan “Bir Avuç Cesur İnsan” belgeselini konu alan yazımı dipnotlarda göreMetin Lokumcu

Bütün doğası tahrip edilmiş, Karadeniz otoyolu ile kıyı ekonomisi kurutulmuş, işsizlik ve ürününün para etmemesi ile büyük kentlere göç etmek zorunda bırakılmış Karadeniz halklarına yeni bir yön tayin edilmesi zorunluluğu ortaya çıktı. Bu zorunluluk ve memlekete sol bir seçenek yaratma arzusu Sol Parti’nin kendi saflarından sol liberalizmi tasfiyesi ve kendi devrimci kökenlerine yönelmesiyle birleşince olumlu etkisini gösterdi. Siyasal ve sosyal mücadeleler tarihinin en önemli bölgelerinden biri olan Karadeniz’de sosyal uyanışın başlaması, bu tarihsel momentin ürünüdür.

Erdoğan’ın kendi ardılı Süleyman Demirel’den aldığı sağ miras ile Terzi Fikri’yi hatırlatması aslında korkunun ne kadar derin ve köklü olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. Başarılı kitle çalışması ile önce Trabzon ve sonra Fatsa’da sömürüye son sloganı ile örgütlenen mitingde mikrofonun üreticilere verilmesi endişenin diğer kaynağıdır. Unutulan ve sol siyasal söylemden liberalizmin tahribatı nedeniyle çıkarılan sömürü anahtar kavramdır. Sömürü onunla eş anlama gelebilecek olan güvencesizlik ve fındık üreticilerinin emeğinin gasp edilmesi, kurumsal tarım yapılarının çökertilmesiyle örgütlendi. Özelleştirme dalgasının Karadeniz’deki ilk kurbanlarından biri olan Fiskobirlik ve çalıştırdığı uzmanlarıyla belli ölçülerde de olsa Türkiye’nin en önemli tarımsal ihraç ürünlerinden biri olan fındığı sübvanse edebiliyordu. Fiskobirliğin özelleştirme yoluyla tasfiyesi, fındık üreticilerinin önce AKP destekli Oltan Gıda’ya sonra Nutella, Kinder gibi Uluslar arası markalara sahip Ferrero’nun Oltan Gıda’yı satın almasıyla hakim tekel pozisyonuna geldi ve fındıkta sömürünün kapıları sonuna kadar açıldı.

Özelleştirme, fındıkçının “erkek ayları”3 olarak nitelenen Ağustos ayında açıklanan fındığın kilogram fiyatının bilerek ve isteyerek düşük tutulmasının yolunu sonuna kadar açtı. Sömürü, fındık üreticilerinin devletin açıkladığı taban fiyatından da düşük bir fiyata aracı-sömürücü baskısına maruz ve mecbur bırakıldı. Üretim maliyetlerini bile karşılamaktan uzak bir fiyata fındığını satmak zorunda bırakılan fındık üreticilerinin çoğu zarar ettiği için mesleklerini terk ederek büyük şehirlerin yolunu tuttu.

AKP’nin fındık üreticilerine karşı başlattığı sınıf mücadelesi aynı anlama gelmek üzere komprador burjuvaziyi yedeğine alarak Türkiye’nin en önemli tarımsal ihraç ürünlerinden biri olan fındığın yağma edilmesini, elde edilen artığın Uluslar arası tekellere aktarılması sonucunu doğurdu. Saldırı kampanyasına karşı kitlelerin mobilize olması ve sömürüye son başlıklı bir kampanya ile siyaseti başka bir eksene taşımalarının yarattığı tedirginliğin başka alanlarda büyütülmesi zorunlu. Siyasal islamcı istibdat rejimini ana kaynağına yapılacak her saldırı özünde sömürü (insan ve doğa) konu edinir ve bunu geniş yığınların anlayabileceği bir dile tercüme edebilirse, yığınların sosyal uyanışına katkı sunması kuvvetle muhtemeldir. Tarihte sosyal mücadelelerin coğrafi alanlarından biri olan Fatsa’nın bugün madencilik yoluyla yağmaya açılması ve çok değerli fındık tarımı arazisinin ulusötesi sermayenin yağmasına terk edilmesi altı çizilmesi gereken bir başka önemli konudur.

                                   ( Maden yağması sonucu doğası tahrip edilen Fatsa’dan bir kare)

Terzi Fikri (Fikri Sönmez) ve yoldaşlarının burjuva saflarda yarattığı tedirginliğin bugün bile devam ediyor olmasının sebebi budur. “Terörist” olarak yaftalanmaları da aynı nedenledir. Devrimciliğin özünde bozulan insan ve doğa dengesine yapılan siyasal, sosyal müdahaleler olduğunun bilince çıkarılması bir başka zorunluluktur. Bu bir kere başarıldığında yol açılmış demektir. Bunun işaretlerinin çoğalması aynı zamanda memleketin sömürüden, baskıdan, yolsuzluktan kurtulmasının önünü açacaktır. Bu kazanım ne kadar erken olursa o kadar iyi..

Sol Kültür desteği ile Nurşen Bakır tarafından hazırlanan Terzi Fikri ve yoldaşlarının mücadelesini anlatan “Şu Fatsa’nın Yolları” adlı belgesel. Belgeselin Youtube kaydını izlemek için.

1Sinemanın büyük ustası Luis Bunuel’in Burjuvazinin açmazlarını sergilediği Yok Edici Melek

El Ángel Externinador filmine atıfla. Film hakkında daha fazla bilgi için: https://tr.wikipedia.org/wiki/El_%C3%81ngel_Exterminador_(film,_1962)

3Erkek Ayları: Fındık üreticilerinin borçlarını ödediği oğlunu veya kızını evlendirdiği, ya da üniversiteye okumaya gönderdiği dönemi anlatan bir halk deyimi.

Diğer Yazılar

HAVUÇ BİTTİ SADECE SOPA VAR

Taner Renda / 06.11.2024 Vay be, ne günlerden geçiyoruz. Gündem artık ışık hızı ile değişiyor. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir