BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE KÜRTLER !

Mert Yıldırım / 30.07.2022

Orta Doğu, Orta Asya ve Kuzey Afrikayı “dönüştürmeyi” hedefleyen “Büyük Orta Doğu Projesi”, 2004 yılında Beyaz Saray’ın odalarında planlanmıştı.

Bu plan dahilinde, özellikle Orta Doğu kapsamında gündeme gelen konuların başında Kürtlerin pozisyonu geliyor.

Söz konusu proje kapsamında Kürtlere bir statü çıkacağına dair güçlü bir inanç bulunuyor. Buna inananların bir kısmının geçmişte sol-sosyalist cenahta bulunmuş olması ayrıca üzerinde durmayı gerektiriyor.

Eskinin solcuları şimdinin liberallerine göre, ABD Kürtlere bir statü kazandırmak istiyor, ancak Kürt siyasi hareketi bir bütün olarak buna uygun davranmıyor!

Bu neo liberallere göre Kürt siyasi hareketi bölgenin demokratikleşmesi ve bunun için lazım gelen birleşik mücadeleyi kendisine dert ederek gereksiz enerji sarf etmektedir. Bunlara göre klasik ulusal çizgiyi, yani kendilerinin deyimi ile “Kürdi” siyaseti esas alırsa, ABD’nin desteği daha aktif bir hal alacak. Evet, tamda böyle demekteler.

Bunlara göre ABD’nin emperyalist bir güç olması, silahlanmanın, savaşların ve askeri cuntaların baş sorumlusu olması çok önemli değil. Önemli olan Kürtlerin kazanımlarıdır!

Peki emperyalist sistemin başı olan ABD’nin hedefleri ile Kürtlerin hedefleri her vakit örtüşüyor mu?

Sahiden, yoksa ABD Kürtlerin kara kaşına kara gözüne sevdalı mı? Bütün ilişkilerinin, “dost” mesajlarının temel amacı bölgesel çıkarları değil mi? Bunun yanıtı açık, tarih okuyanlar ve ders çıkaranlar açısından çok nettir.

İlişkilerde çıkar söz konusu olunca destek her an kesilebilir. Bunun örnekleri çok yaşandı ve en yakın pratiğini Afrin’e ve Gre Spiye yapılan operasyonda gördük.

ABD, o günlerde masaya otururken bir tarafta Kürtler, diğer tarafta Türkiye bulunuyordu. Çıkarlarını gözeterek tercihini haklıdan yana değil güçlüden yana yaptı ve operasyona yol verdi.

Bu ve benzer pratik örneklerden anlaşılacağı gibi ABD ve uluslararası güçler için dostluk değil, çıkarlar önemlidir.

“Soğuk savaş” döneminde değiliz!

Artık çok kutuplu bir dünyadayız ve ilişkiler alabildiğine grift bir hal almıştır.
Türkiye bunu fırsat bilerek çoklu bir ilişki sürdürüyor. Bulunduğu coğrafya, tarihsel geçmişi, kültürel ve siyasal potansiyeli, askeri alanda son yıllarda artan ateş gücü kendisine manevra imkanı veriyor.

Türkiye stratejik alanlarda bağımlılığı olsa da, yukarıda altını çizdiğimiz parametrelere sahip olması onu “eksen ülke” durumuna getiriyor. Eksen ülkeler ile merkez güç ülkeler arasındaki ilişkiler direk değil, dolaylıdır.

ABD, AB, Rusya ve bölge ülkeleri bu manzarayı dikkate alarak Türkiye ile ilişki kuruyor.

Kürtler ise parçalanmış ve her bir parçası bir başka gücün egemenliği altındadır. Egemen ülkeler söz konusu Kürt meselesi olunca kendi aralarındaki çelişkileri rafa kaldırarak ortak tavır almaktadırlar. Kürtlerin sömürgeci olmayan komşusu yoktur. Bu manzaranın örneği dünya da yoktur.

Bu nedenle iç dinamiklerin belirleyiciliği Kürtler için daha fazla geçerlidir. Kendi öz gücü üzerinde yükseldikçe uluslararası ilişkileri ve fiili desteği devreye girer. Buna Rojava pratiğinde tanık olduk. Cihatist çeteler karşısında son derece saygı değer bir direniş gösterince uluslararası ilgi ve sempati arttı. Bu ilgi ve sempati sonucu ABD ve Batı devreye girdi. Tıpkı ikinci paylaşım savaşının sonlarında yaşanan Normandiya çıkarması gibi…

Aslında mevcut Kürt siyasal hareketi daha ilk ortaya çıktığı günlerden beri özgüç anlayışına vurgu yapıyor. Ama aynı zamanda sahip olduğu devrimci-demokratik ve seküler programın gereği birleşik mücadeleye stratejik bir rol biçmişti. Bunu “Zorun Rolü” adlı temel belgede ortaya koymuş, son sözün birleşik mücadele ile mümkün olabileceğinin altını çizmişti.

Ama işler umulduğu gibi gitmedi. Berlin duvarları yıkılınca tüm dünyada olduğu gibi bölge ülkelerin sosyal mücadeleleri dibe vurdu. Paradigma yıkılması yaşandı.

Böyle olunca Kürt direniş hareketi başka arayışlara girmeye başladı. Kimi zaman seksiyon yapılar kurarak bizzat müdahale ederek, kimi zaman dayanışma platformları kurarak kuşatmayı yarmaya çalıştı. Yada devleti görüşmeye ve reformlara zorlayarak zaman kazanmaya ve manevra imkanı sağlamaya çalıştı. Aynı çalışma ve taktik anlayış halen devam ediyor.

Kürtlerin önünde iki temel strateji bulunuyor.

Birincisi, sahip olduğu demokratik ve seküler programdan ve bu programın gereği olarak birleşik mücadele statejisinde ısrar etmek. İkincisi, ulus-devlet parolası ile devam etmek.

Aslında bu iki çizgide Kürtlerin topraklarında cereyan ediyor. Biri Kuzey merkezli, bir diğeri de Güney merkezli yaşanıyor.

Güney çizgisi ve pratiği daha eski olmasına karşın, Güney parçasında bile ulusal bir hüviyet kazanamadığı gibi diğer parçalarda da pozitif bir etkisi yoktur. Kuzey merkezli hareket ise hem kesintisiz bir direnişi tarihe geçirmiş hem de diğer parçaları ve diasporadaki nüfusu etkilemiş ve politize etmiştir.

Ancak gelinen aşamada Güney çizgisi tamamen dejenere olmuştur. Kuzey çizgisi ise Rojava da tutulan güçlü pozisyona rağmen uzun bir süredir yaşadığı pata hali devam ediyor.

Bunun için hem demokratik siyaset alanında hem de direniş alanında yenileme gerekiyor.

Önümüzdeki yazılarda bu alanları tartışmaya devam edeceğiz.

Diğer Yazılar

BUGÜN NE YAPMALI ?

Yazarımız Zeki Tombak’ın bu yazısı Ne Yapmalı dergisinin 3. sayısı için kaleme alındı. Sitemizde de …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir