HAFIZA-İ BEŞER: TÜRKİYE’NİN KIRMIZI PAZARTESİSİ 15 TEMMUZ DARBESİ, SONUÇLAR, OLASILIKLAR VE OTORİTERİZMDEN ÇIKIŞ ÜZERİNE BAZI FİKİRLER.

Ümit Özdemir / 22.07.2022

“Gerçek nadiren saftır ve asla basit değildir” / Oscar Wilde

@masumlevrek

Her şey gezi direnişinin polis zoruyla bastırılmasıyla başladı. Direniş sonlandırılmış olsa da AKP’nin kurmak istediği yeni rejim ağır bir yara aldı. Bu yara aynı zamanda gizli ortağı durumundaki Fetullah Gülen cemaatini de harekete geçirdi. Düzen siyasetini hegemonya bunalımına iten direniş, aynı zamanda düzeni ayakta tutan ve ona istediği biçimi vermeye muktedir iki siyasal islamcı grubun arasındaki çelişki ve çatışmaları da derinleştirdi. İlk hamle devlet arazisi üzerindeki parselasyon kavgasıyla başladı. Fetullah Gülen cemaati, 2011 referandumuyla elde ettiği mevzileri AKP aleyhine genişletmek ve Gezi direnişinin AKP’de yarattığı moral bozukluğundan istifade ederek, siyasi ortağını kendi gücüne tabi kılmak istiyordu. MİT müsteşarının görevden alınmaya çalışılması ile başlayan açık kavga, dershaneler krizine evrildi. Dershaneleri kapatarak Fetullah Gülen cemaatinin kitle desteğini kırmaya çalışan AKP, 17-25 Aralık operasyonuyla karşılaştı. 17-25 Aralık operasyonunun siyasi çıktısı hem çatışmanın daha derinleşmesi, hem de eğer operasyonu Fetullah Gülen’e bağlı emniyet ve adalet birimleri yürütmeseydi muhtemelen Türkiye tarihinin görüp görebileceği en büyük yolsuzluk ve nüfuz ticareti operasyonu olacağı gerçeğiydi. Operasyon AKP liderliğinin başarılı yönlendirmesiyle akamete uğratıldı. Vazodaki çatlağın büyümesi ve vazonun tamirinin imkansız hale geldiğinin ilanı olan 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, ortaya çıkan somut delillerle bugün de tartışma konusudur.

2015 Seçim yenilgisi ve AKP’ye hayat öpücüğü: istikşafi görüşmeler !

AKP bir yandan Kürt meselesinde açılım sürecini örgütleyip Kürt siyasi hareketini paralize etmeye çalışırken, öte yandan da Suriye’deki cihatçı çeteler üzerinden çatışmayı büyüterek bir tür emevi siyaseti yürütüyordu. Kobani’de somutlanan bu çatışmanın Türkiye’yi etkilememesi imkansızdı. Nitekim bugün HDP’nin kapatılma davasına konu olan çatışma, IŞİD’in kesin yenilgisiyle sonuçlandı. HDP ve Kürt siyasi hareketinin paralize edilmesi olgusu, Gezi direnişi esnasında ayaklanmadan uzak durmalarıyla tescillendi. Kobani ve Rojava’daki tarafgirliğini “Kobani düştü düşüyor” sözleriyle ilan eden Erdoğan’ı acı bir seçim yenilgisi bekliyordu. 7 Haziran 2015 seçimleri, AKP’nin meclis çoğunluğunu kaybettiği ilk seçim olarak tarihe geçti.

CHP ve düzen güçlerinin desteğiyle başlatılan istikşafi görüşmeler esnasında PKK’nin ateşkesi bozup saldırmasıyla AKP’nin ekmeğine yağ sürüldü. AKP’nin Suriyeli cihatçı çetelerden devşirdiği yeni tipteki derin devletle bu saldırıya cevabı oldukça sert oldu. 7 Haziran 1 Kasım 2015 tarihleri arasında Sur, Ankara Gar katliamı olmak üzere barış ve demokrasi güçlerine yönelen yoğun bir terör kampanyası, Türkiye’yi yeni bir korku girdabına sürükledi. Tarihte zor yeniden rolünü oynarken bugün altılı masanın “demokratı” Ahmet Davutoğlu sıkılmadan “Şimdi Ankara’da ki terör saldırısı sonrasında anket yaptık ve kamuoyunun nabzını tutuyoruz oylarımızda bir yükseliş trendi var.” diyebildi. Bu sözler şaşmaz bir biçimde saldırıların kimler tarafından örgütlendiğinin ilanıydı. İstikşafi görüşmelerden hiçbir siyasi çıktı elde edilememesi, saldırı kampanyasının koşullarını olgunlaştırırken AKP’nin Suriye’ye müdahalesinin Suriye meselesinin Türkiye siyasetini belirleyen bir iç mesele haline geldiğini de ortaya koyuyordu.

1 Kasım seçimleriyle elde edilen zafere rağmen, AKP yeni rejimini kurmakta zorlanıyordu. Sadece baskı ve teröre dayalı bir yeni rejimin inşasının imkansızlığı, aynı zamanda Fetullah Gülen cemaatiyle başlayan kavga ile birlikte düşünüldüğünde, rızanın nereden üretileceği sorunsalını gündeme taşıyordu. MHP ile kurulan siyasi ittifak, Türk-İslam sentezinin 2000’lerin ilk çeyreğinde güncellenmesiydi. Liberal maskenin indirilmesi, güvenlikçi-otoriter yeni bir rejimin inşasına yönelineceğinin ilk işaretiydi. Davutoğlu ve ekibinin tasfiyesi bir bakıma liberal bagajın boşaltılarak bu boşluğa ülkücü-faşist kadroların yerleştirilmesi operasyonuydu. AKP bu hamlesiyle kendinden ümit besleyen liberal entelejensiyayı da oyun dışına attı.

Darbe Yılı ve dehşet treninde panik: IŞID saldırıları

Türkiye 2016’ya işte bu koşullarda girdi. 2016 aynı zamanda Suriye’de Esad rejiminin İran ve Rusya’nın desteğiyle yıkılmayacağının tescillendiği yıl olarak tarihe geçti. IŞID kitle desteğini kaybetmemek ve AKP’den aldığı örtük-açık desteği sürdürmek için Türkiye’de saldırılar örgütledi. Saldırının ilk hedefi Sultanahmet’teki Alman turist kafilesiydi. 12 Ocak 2016’da düzenlenen saldırda 13 kişi hayatını kaybetti. İkinci saldırının hedefi İstiklal caddesiydi. 19 Mart 2016’da gerçekleşen bombalı saldırıyla IŞİD, İstanbul’un en kalabalık ve her halde en çok güvenlik biriminin bulunduğu bir caddesinde bombalı saldırı düzenleyebilecek imkana kavuştuğunu ilan etti. Bu terör saldırısını 28 Haziran 2016’da İstanbul Atatürk Havalimanı’na düzenlenen intihar saldırısı takip etti. Büyük bir çatışmanın yaşandığı saldırı 45 kişinin yaşamını yitirmesiyle aynı zamanda güvenlik ve istihbaratın zaafiyeti olarak tarihe geçti.

AKP Putin’in yerinde tesbitiyle “cebinde taşıdığı akrep” tarafından sokuluyordu. Siyasi islamcıları beslemenin, kol kanat germenin eğit-donat faaliyetleriyle silahlandırmanın çok ağır bedelleri olabileceğini ön gören bu politik akıl, terörü dış politikanın bir aracı haline getirmenin ne gibi vahim sonuçlar doğurabileceğine işaret ediyordu.

Terör saldırılarının derinleşmesi turistik hedeflere yönelmesi, AKP’nin siyasal islamcılığın selefi koluyla yüzleşmek zorunda kalmasına neden oldu. AKP’nin üçlü açmazı böylece şekillendi. Bir yandan eski ortağı Fetullah Gülen hareketinin devletin stratejik noktalarındaki örgütlenmelerini dağıtma zorunluluğu, öte yandan yeni düşman IŞİD’e karşı güvenlik operasyonlarını derinleştirme zorunluğuyla birleşti. Açmazın kalbi burasıydı. AKP bir yandan Suriye’deki cihadist grupları askeri ve mali yönden desteklerken öte yandan IŞID gibi her türlü istihbarat örgütünün içinde cirit attığı IŞID’e karşı nasıl savaşabilirdi ?

AKP yeni ortağı MHP’nin bu saldırı kampanyası esnasında devletin güvenlik aygıtı içine yerleşme talebini de karşılamak zorundaydı. AKP’nin zaten erimekte olan toplumsal rıza ve desteğinin miladı olabilecek bu yeni evre, siyasal islamın kanser gibi Türkiye’nin bütün dokularını nasıl çürüttüğünü göstermesi bakımından öğretici bir evreydi. Darbe girişimini aylar öncesinden haber veren köşe yazısında Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur,Uyarmak gerekir ki, Devlet onları izliyor. İstihbaratıyla, tüm silahlı kuvvetler hiyerarşisi olarak komuta kademesiyle, hükümetiyle, emniyetiyle, halkıyla, siyasetçisiyle, STK’larıyla bir bütün olarak devlet ‘suç’ işlemelerini bekliyor. Yani TAR üzerinde hizalanmalarını. Teker teker sayacaklar hepsini. Oysa önlerinde farklı bir seçenek var. Bu tehditlere pabuç bırakmayarak ve devletine, ülkesine ihanet etmemek. Silahlı kuvvetlerin emir komuta zincirine bağlı kalmak.” kelimeleriye yaklaşmakta olan Fetullahçı darbeyi köşesinden ilan ediyordu. Abdurrahman Dilipak’ın atmış olduğu tweet’de yer aldığı biçimiyle darbe hazırlıklarını önceden haber alan AKP ve güvenlik aygıtı darbecilerin bir kısmını paralize etti. İddia odur ki bu anlaşmada Ergenekon operasyonlarıyla etkisiz hale getirdiği militer kadroların rütbe alma ve yeniden eski mevkilerine getirilme vaadinin payı olduğu ortadadır. Ergenekon operasyonuyla rütbeleri sökülen cezaevlerini dolduran ya da emekli edilen eski militer kadrolar darbe sonrası kurulacak olan istibdat rejiminde yeniden eski mevkilerine yükseltildiler.  

Fetullah Gülen cemaatinin karşı saldırısı işte bu koşullarda şekillendi. Kendisine yönelecek tasfiye operasyonunu beklemeden bir karşı hamleyle ön almaya çalışan cemaat, polis ve istihbaratın içinde kaybettiği mevzileri yeniden kazanma telaşındaydı. Emperyalizme bağlı bu iç olgular, zamanın aleyhlerine işlediğinin farkındaydı. Türkiye’yi 15 Temmuz darbesine sürükleyen çatışmalı sürecin, Fetullah Gülen ve cemaatinin gizliden gizliye sürdürdüğü darbe faaliyetlerinin perdelenmesinde kolaylık sağladığını söyleyebiliriz. AKP stratejik bir hata yaparak hukuki yollardan Fetullah Gülen ve ona bağlı siyasi kadroları tasfiye edebileceği ve böylece yeni rejiminin inşasında önemli bir ayak bağından kurtulabileceği yanılgısına düştü. Soğuk savaştan beri devletin sola, sosyalizme ve daha sonrasında ABD’ye sorun çıkartabilecek olası bütün siyasal yapılara karşı kullandığı bir aparat olan Fetullah Gülen ve çetesi, tasfiyecilik, komplo ve kumpas gibi sağ siyaset yöntemlerinde önemli bir tecrübeye sahipti.

15 Temmuz darbesinin dış dinamiği, Suriye’de Esad rejiminin çökertilmesi “işindeki” başarısızlıkla şekillendi. ABD dış politikasında Türkiye’nin “sadık bir müttefik” olmaktan giderek uzaklaştığı yolundaki tespitler 15 Temmuz’u hazırlayan bir başka faktördü. Foreign Policy dergisinde yayınlanan bir makalede kullanılan şu sözcükler emperyalist sistem içinde AKP’nin alt-emperyalist güç olarak davranmasının, Avrasyacı eksene kaymasının yarattığı endişeleri özetler: Türkiye’nin Erdoğan sorunu, yıllardır inşa halinde. ABD yetkilileri, yıllardır sorunun korktukları kadar kötü olmadığını ya da meselenin kendi kendine hallolacağını ve böylelikle yeryüzündeki en önemli jeo-stratejik toprakların bir bölümü üzerine kurulu eski bir müttefik hakkında zor kararlar alma durumuyla karşı karşıya kalmaktan kurtulacaklarını umdular. Ancak ihtiyat galip gelmedi. Tersine, Erdoğan problemi giderek kötüleşiyor, metastaz yapıyor (yayılıyor), ve ABD çıkarları için büyük tehlikeler yaratmaya devam ediyor. Er ya da geç bir hesaplaşma günü yaşanması ihtimal dahilinde. ABD, zararlarını azaltma hazırlıklarına şimdiden başlamalı.” (2) 1

Cemaatin kamikaze saldırısı 15 Temmuz Darbesi ve siyasal sonuçları

Türkiye tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir süreç yaşanırken devletin savcıları hazırladıkları Çatı iddianamesinde yaklaşmakta olan darbe haber veriliyordu. Dönemin Anayasa Mahkemesi üyeleri Fetullah Gülen tarikatı üyeleri Alparslan Altan ve Erdal Tercan’ın tasfiyesinin istenmesiyle yargıda yürüyen Fetullah Gülen cemaatine yönelik tasfiye operasyonu, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’nın 18 maddenin öne çıktığı iddianame ile hukuksal çerçeveye oturuyordu. İddianamede Fetö ve paralel devlet yapılanmasının en önem verdiği kurumun TSK olduğu altı çizilirken, yargıda poliste ve adliyede binlerce kişiye dayanan örgütlenmesiyle Fetullah Gülen cemaatinin mevcut rejime karşı yarattığı tehdit işaret ediliyordu. İddianamenin en önemli bölümünde Ankara Cumhuriyet Başsavcıları cemaat için “darbe teşebbüsünde bulunma tehlikesi çok açık ve çok yakındır” cümleleriyle tedbir alınması çağrısında bulunuyorlardı.

Bu tehdit ve devletin resmi hukuk belgesi olan iddianamedeki cümlelere rağmen Fetullah Gülen çetesinin darbe hazırlıkları içinde olduğu Ankara’da bilinen bir gerçekti. Gabriel Garcia Marquez’in ölümsüz eseri Kırmızı Pazartesi romanındaki gibi işleneceği herkes tarafından bilinen bir cinayet işlenmek üzereydi !

Fetullah Gülen’e bağlı militerlerin sürekli sağlık raporu alarak toplantılar yapması darbe hazırlığının bir diğer işaretiydi. Bugünden geriye doğru bakıldığında Ankara’da sivil kıyafetlerle toplantı üzerine toplantı yapan Fetullah Gülen cemaatine bağlı askerlerin bu toplantıları ne amaçla yaptıklarını anlamak kolaylaşıyor. AKP, kendisine yönelik darbe girişimini çok önceden üstelik savcılığın uyarısına rağmen bildiği halde darbeye izin verdi. Darbe sırasında yürütülen kirli pazarlıkların ne olduğu asla aydınlatılamadı. Bu konuda yürütülen spekülasyonların kaynağı, darbe soruşturmasının eksik bırakılmasıyla biçimlendi. Bu amaçla darbe sonrası TBMM’de hazırlanan ve darbede AKP’nin rolüne işaret eden 15 Temmuz Darbe soruşturması raporu yok edildi. Gerçeğin ortaya çıkmaması için verilen mücadele, eninde sonunda bir siyasi irade ve burjuva siyasi partilerin birbirlerini Fetöcülükle suçlama mücadelesine dönüştü. Darbe gecesi başta Binali Yıldırım olmak üzere kilit mevkideki AKP’lilerin güvenli bölgelere sığınmaları, bazılarının Gülenci darbeciler ezildikten sonra araçlarıyla tünellerden çıkmaları, “darbecilerle çatıştığını” iddia eden bir kısmının arka kapıdan sıvıştığının görüntülerle tesbit edilmesi, trajedinin komediye dönüştüğü andı..

                                                                                         (Karikatür Ercan Akyol)

Darbe sırasında toplumsal hafızaya kazınan en vahşi görüntüler askerlerin silahsız halka ateş açması, can havliyle kaçışan insanlar ve darbe bastırıldıktan sonra teslim olmuş askerlerin linç edilmesi görüntüleriydi. Aman dileyene el kaldırılmamasını bildiren ortalama ahlak anlayışı terk edilmiş, yerini linç kültürüne bırakmıştı. AKP kendisine yönelen darbe tehdidini bastırdığında, yeni rejimin inşası için koları sıvadı. Burada kitlelerin darbe korkusuyla sokağa çıkaran AKP’nin önde gelenleri, kendisine bağlı kitleleri mobilize edebilmek ve darbe tehdidinin geçmediğini gösterebilmek adına demokrasi nöbetleri başlatıldı. Demokrasi nöbetlerine eşlik eden fotoğraf sergileri, durmaksızın okunan selalar, nöbetlere katılanlara gıda servisi ve yayın patlamasıyla AKP yanlısı yeni bir tarih anlatısıyla yeni bir otoriter rejimin ideolojik inşasına başladı. Kitleler bir korkuya teslim alınmış, darbe savuşturulduktan sonra ortaya çıkan histeri ve güvenlik talebiyle demokrasinin son kırıntıları da ortadan kaldırılarak tek adam rejime giden yolun taşları döşenmişti. Burada özellikle altını çizmemiz gereken konu 15 Temmuz sonrasında yaratılan histeriyle muhalefet partisi olan CHP’nin yeni rejimin inşasında AKP’ye sunduğu destekti. AKP, yeni otoriter rejimini inşa ederken geniş yığınları mobilize edebilmek adına Yenikapı mitingine CHP Genel Başkanını davet etti. Siyasi müktesebatı her zaman sorunlu olan CHP lideri de bu davete icabet ederek yeni otoriter rejime pasif bir destek sundu. Böylece yaratılan “milli birlik” havası aslında 20 Temmuz karşı darbesinin örgütlenmesini kolaylaştırdı.

Yeni otoriter rejime giden yol: Bu bize allahın bir lütfu !

Ordu ve polis teşkilatında başlayan tasfiyeler hukuk ve yargı alanında da devam etti. AKP o güne kadar Fetullah Gülen ve yandaşlarının örgütlenmesine izin verdiği yargıdaki tasfiye operasyonu, aynı zamanda kendine bağlı yeni bir adliyenin kurulmasını şart koşuyordu. Bu şart, hukuk düzeninde yükselmenin liyakat yerine AKP’ye üye olmayı şart koşan bir tür parti devletinin kurulmasıyla eş anlamlı olarak hukuk sisteminin tamamen çökmesine neden oldu.

Darbenin en ağır etkisi konuyla hiç ilgisi olmamasına rağmen akademik dünyaya oldu. Fetullah Gülen’e bağlı birkaç üniversitenin kapatılmasıyla başlayan akademisyenlerin tasfiye edilmesi süreci, KHK’larla giderek akademideki bütün sol, sosyalist ilerici unsurların tasfiyesine doğru genişledi. 12 Eylül’ün 1402’likler operasyonunun bir benzeri 12 Eylül çocuğu AKP tarafından yürütüldü. Bu tasfiye operasyonunun olası sonuçlarından biri de üniversitelerin AKP’ye bağlı birer medreseye dönüştürülmesiydi. Üniversite kimliğini hiç dert etmeyen ve zaten çoğu ticarethane durumunda olan özel/ vakıf üniversitelerinin bu duruma muhalefet etmesi düşünülemezdi. Ancak muhalefet ve direniş Boğaziçi Üniversitesi gibi kendi özgün öğrenci-akademisyen kimliğini yaratabilmiş, kendi eğitim sistemini örgütleyebilmiş kurumlara kayyum atanmasıyla başladı. AKP’nin kayyumlardan beklentisi, ülkenin iyi çalışan akademik özerkliğini kurabilmiş üniversitelerini tamamen bitirmek ve bu üniversitelerin kurulu olduğu arazileri yeni oluşturacağı yönetim kurullarıyla yağmaya açmaktı. Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayan direniş kayyum rejiminin sınırlarını göstermesi bakımından öğretici oldu. Üniversitenin bütün bileşenleriyle destek olduğu direniş boyunca kayyumların her hareketi protesto konusuydu.

AKP’nin muhalif medyaya karşı operasyonu da bu koşullarda gerçekleşti. Onlarca sol-sosyalist dergi KHK’lar eliyle kapatıldı. Medya TV, Evrensel Kültür ve IMC TV sol tandanslı birçok yayın kuruluşu darbe sonrası geçilen yeni otoriter düzenle yayın hayatına veda etti.

15 Temmuz darbesinin ekonomi-politiği: Feto borsası

20 Temmuz karşı darbesinin örgütlenmesi, OHAL rejimi ve kanun hükmünde kararnameler ile otoriter rejime geçiş, aynı zamanda yeni sermaye birikiminin islamcı sermayeye yeni kaynak transferleriyle gerçekleşti. El konulan şirketlerin tamamı AKP’ye yakın sermaye grupları arasında paylaşılırken, paylaşımın hukuki altyapısı 37 sayılı KHK ile şekilleniyordu. Bu KHK ile “darbeye karşı koyanların hukuki, idari ve mali soruşturmaya tabi tutulamayacağı” hükmü ile darbeye karşı direnen güvenlik güçleri koruma altına alınırken, hükmün TMSF eliyle yeni sermaye birikimine doğru genişleyeceğinin ilk işaretleri veriliyordu.

AKP, 1982 anayasasına eklenen geçici 15. Madde’nin bir benzerini -geçici 15. madde ile darbecileri hukuki yargılamalara karşı koruyordu- yeni sermaye birikiminin hukuki altyapısını örerken, ilhamını yine 12 Eylül rejiminden aldığını açıkça gösteriyordu. Feto borsalarının kurulması, tehdit ve şantaj yoluyla sermaye birikiminin altyapısının örülmesi, yargılama hakkının fiilen ortadan kaldırılması, mafyozo bir paylaşım savaşının başlaması anlamına geliyordu. Bu paylaşım savaşı, “kesintisiz Susurluk düzeni” adı verilen çürüme ve yozlaşmanın tıpkı 1990’ların sonunda karşılaşılan manzaraların yaşanmasına neden oluyordu. Hukukun yok edildiği, her türlü tehdit, şantaj ve yağmanın kapılarının sonuna kadar açıldığı, yolsuzluk, kara para aklama, rüşvet ve uyuşturucu ticaretinin serbestçe yapılabildiği bu ekonomik düzen çürümenin ta kendisiydi. Girilen bu yolun sonunda Türkiye gri listeye 2düştü. Uyuşturucu ticaretinin kapsamının genişlemesi Suriye’deki iç savaşta taraf olmanın kaçınılmaz bir sonucuydu. Çürüme ve yozlaşmanın derinleşmesiyle birlikte yasa dışı her türlü işin çevirilebildiği bir yer haline gelinmesi otoriter rejimin ekonomi politiğiydi.

                                                                                            (Karikatür Ercan Akyol)

Buraya nasıl geldik ?

Fetullah Gülen cemaatinin devletin militer karargahlarında rahatça örgütlenebilmesi özünde 12 Eylül darbesinden sonra uygulanan islamizasyon politikasıyla açıklanabilir. Darbeye selam duran Fetullah Gülen, “son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kez daha selam duruyoruz” sözleriyle aslında kendi önlerini açan 12 Eylül darbecilerine selam çakıyordu. Bu selamı alan 12 Eylül darbecileri, itaat üretmenin en kolay ve en ucuz yolu olan dinselleştirmeyi mantık sınırına kadar taşıyacaktı. Devletin geleneksel Kemalist kadrolarının bütün uyarılarına rağmen adım adım güvenlik, istihbarat ve polis teşkilatını ele geçiren Fetullah Gülen’e bu yolu Turgut Özal’ın açtığı bir gerçekti. Dönemin başbakanı ve partisi ANAP, 1983 yılında çıkardığı bir yasayla devletin güvenlik aygıtı olan polis teşkilatına imam hatip mezunlarının alınmasına izin verdi. Bu kararla Fetullah Gülen gibi bir çok tarikat mensubunun devletin resmi güvenlik teşkilatına sızmasının yolu açıldı. AKP 15 Temmuz darbesini yeni ve daha otoriter bir rejim için etkili bir kaldıraç olarak kullanırken, o çok bilinen ve 12 Eylül darbesi öncesinde sahnelenen oyunu yani korkutarak boyun eğdirme ve korku yoluyla pasifikasyon yöntemini kullandı. Bu yöntem, eleştirel düşüncenin yokluğunda korku karanlığına dün nasıl esir olunduysa yarın da esir olunabileceğini gösteriyor. Burjuvazi, sırf sol iktidara gelmesin diye sarıldığı en eski ve paslanmış aracı olan dinsel düşüncenin tarikatlar eliyle bütün Türkiye’yi kuşatmasına sessiz bir onay verdi. Bu sessiz onay, 15 Temmuz 2016 darbesinin ve 20 Temmuz 2016 karşı darbesinin altyapısını hazırladı.

Sonuç Yerine

Türkiye’de otoriter siyaset tarzının ana kaynaklarından birinin siyasal islam olduğu iddia edilir. Bu olgu doğru olmakla birlikte Türkiye’nin neden tarikat kuşatmasına mahkum edildiği gerçeğini açıklamaya yetmez. Neoliberal saldırı dalgaları karşısında bütün haklarını yitiren insan toplulukları, yaşayabilmek iş ve barınma sorununu giderebilmek için tarikatlara yönlendirildiler. Yaşamak için sürekli taviz vermek zorunda bırakılan emekçi sınıfların en derin korkusu ve sınıfın gizli yarası işsizlik tehdidi oldu. Kronikleşmiş yüksek enflasyon dalgaları altında deyim yerindeyse “sürünen” yoksullaşan, iş bulamayan ve yardıma muhtaç duruma düşürülen milyonlar başka bir çıkış bulamadığı için aslında bir çıkar örgütlenmesi olan tarikatlara katıldılar. Gündelik hayatın metalaşması, eğitim ve sağlığın özelleştirilmesi ve günlük gıdaya erişimin bile tarımsal yapıların neoliberal politikalarla çökertilmesiyle saldırı dalgalarının altyapısı örüldü. Bütün bu olgulara yakından bakıldığında tarikat sosyolojisinin kökeni kolaylıkla anlaşılabilir. Geniş yığınların örgütsüzlüğünü şart koşan neoliberal saldırı dalgasının emperyalist efendileri, böylelikle daha azına razı ucuz emek cenneti yaratılmasında dinsel faktörün kurucu bir hegemonya olduğunu gördüler ve bütün yatırımını bu sahaya yaptılar.

Bu yatırımın ana halkası, Türkiye’yi sıcak para bağımlısı yapacak kredi ve borç sarmalına düşürülmesiydi. 1990’lı yılların son dilimini emekçiler açısından bir kabusa çeviren ekonomik krizler silsilesinden çıkılmasında neoliberalizmin sıcak para transferleri etkin bir rol oynadı. Yaratılan sahte refah ve büyüme algısı, AKP’nin özelleştirmeler yoluyla devleti mülksüzleştirmesiyle geniş bir ekonomik imkan yarattı ve bu imkanın bir kısmını yeni orta sınıfa aktararak geniş yığınları liberal programına ikna etti. Ne var ki bu iknanın da bir sınırı vardı. O sınıra gelindiğinde kendini zenginleşmekte olan bir sınıf zanneden, ama aslında derin bir yanılsama yaşayan orta sınıfların fakirleştiği ve günden güne eridiği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalındı. Bu olgu Gezi isyanının hazırlayıcısı oldu ve AKP’nin kurmak istediği rejimin duvarında geniş ve kapatılması imkansız bir gedik açtı.

Emperyalist sistem içinde krizlerin Türkiye gibi bağımlı ülkelere kolaylıkla ihraç edilmesine katkı sunan bu katılım o kadar yoğunlaştı ve Türkiye’nin ekonomik ve siyasi altyapısını o denli belirler hale geldi ki; Fetullah Gülen cemaati de diğer siyasal islamcı örgütlenmeler, işte bu neoliberal güvencesizlik ikliminde taban bulabildi. Emperyalist borç ve kölelik zincirinin ana halkaları güvencesizliğin kural haline getirilmesiyle örülebildi. IMF ve DB tarafından dayatılan “yapısal reformların” ateşli savunucularının siyasal islam-liberal tandanslı olmaları liberallerin özellikle 2010 referandumu sırasında cemaate ve siyasal islama hizmet etmek için yarışmalarıyla karşı hegemonya kurulabildi. Siyasal anlamda hegemonyanın kurulması, yani yığınların kafalarından yakalanılarak yönlendirilmesi işi devletin ideolojik aygıtlarının liberallerin hizmetine sunulmasıyla sağlanabilirdi. Nitekim öyle de oldu. Liberal cephenin sunduğu bu eşsiz katkı, siyasal islamın neredeyse tek partisi konumundaki AKP’nin ve ona bağlı tarikatların daha da güçlenmesinden başka bir işe yaramadı.

Siyasal islam kanserdir, metastaz yaptığında yani bütün toplumu ve onun ekonomik siyasi ilişkilerini belirler hale geldiğinde derin bir çürümeye neden olur. Türkiye’nin son 20 yılında giderek süratlenen bu çürümenin muhtelif yönleri yeterince tartışılamadıysa da Gezi isyanı sonrasında gelişen toplumsal dinamiklerin etkisiyle genç kuşakların otoriterizmi sorgulamasının önünü açtı. 15 Temmuz’da ortaya çıkan korkunç gerçek, Türkiye’yi sola sosyalizme en azından bir halk demokrasisine teslim etmemek için egemen güçlerce sahaya sürülen siyasal islamcıların kapışmasının büyük bir toplumsal travmaya neden olduğu kesindir. Bu toplumsal travmanın sonucunda kurucu ilkelere geri dönülmesi, kurucu ideolojik formasyon olarak Kemalizmin yeniden popülerlik kazanması kaçınılmazdı. Geniş yığınlar geleceğin belirsizleştiği siyasal atmosferde, geçmişin anılarına sığınma ihtiyacı hissederler. 23 Nisan ve 29 Ekim ve 19 Mayıs kutlamalarının geniş ve yaygın halk katılımına mazhar olmasının kökeninde siyasal islama karşı duyulan tepkinin olduğu kesindir.

Çözümler üzerine kafa yoran her yurtseverin kaçınılmaz olarak cevap araması gereken soru şudur: Türkiye üzerine çöken bu karanlık nasıl dağıtılabilir ? Bu soruya yanıt ararken neoliberal kuşatmanın kırılmasında anahtar kavram “güvence” olacaktır. Çalışana iş, temel gelir güvencesi, eğitimin ücretsiz, bilimsel ve demokratik temelde yeniden örgütlenmesiyle bütün bunların yasal zeminini oluşturacak demokratik bir anayasal rejime geçilmesi elzemdir. Türkiye’de yaşayan her vatandaşın hakkını arayabileceği hukuki güvencelerin varlığı ve yasa yoluyla bu güvencelerin teminat altına alınması, siyasete ve sendikalara katılımın önündeki bütün barajların yıkılması bugün yaşadığımız çöküşün durdurulmasının temel bileşenleri olabilir. Osmanlıdan günümüze hayata geçirilmeye çalışılan bütün reformlarda, buna Cumhuriyet dönemi de dahil, halka nesne muamelesi yapılması, reformların neden başarısız olduğunu açıklayan bir olgudur. Demokrasinin yok edilmesinin beyin göçüyle başlayan bir momenti hızlandırması, yanı sıra sermaye çıkışlarının yaşanmasına neden oldu. Adalet kaybolunca “adalet halkın ekmeğidir” diyen Alman tiyatro düşünürü sosyalist Bertolt Brecht’in eşsiz saptamasına uygun olarak ekmek de küçüldü.

Kürt meselesinin askeri yollarla çözülmesi ısrarı, Türkiye’nin eğitim, sağlık ve insani gelişmeye ayırması gereken kaynakların heba edilmesini beraberinde getirdi. Türkiye’de geniş halk yığınları, demokrasiye ve özgürlüklere deyim yerindeyse susamıştır. Demokratik gelişimin önünü tıkayan her baraj yıkılmak zorundadır. Siyasete katılımı belli ilkeler etrafında ve bir ortak program çerçevesinde örgütleyebilen, söz söyleme, örgütlenme ve yönetime katılma özgürlüğü gibi temel demokratik argümanların güvencesini sağlayabilen bir yeni siyasal rejim, istibdat rejiminden kurtulmamızın yolunu tarif etmekle kalmayacak geleceğin Türkiye’sinde karşı hegemonyayı soldan kurabilecek yeni bir aktör olacaktır. Bu siyasal yöneliş aynı zamanda sivil ve askeri darbeleri siyasal sistemin ana bileşeni haline getiren, 12 Eylül rejimi ve onun tamamlayıcısı 20 Temmuz sivil darbesi ve kayyum rejiminden çıkışın temel siyasi yöntemi olabilir.

15 Temmuz darbesinin yıldönümünde AKP ve saray istibdatının hamaset fırtınasının ve bu hamaset fırtınasına eşlik eden tarih anlatısının her yerinden su aldığı ve etkisinin giderek kırıldığı görülüyor. 15 Temmuz’u hazırlayan ve olgunlaştıran parti olarak AKP’nin hem ekonomik hem de dış siyasette yaşadığı yenilgiler dolayısıyla gerilemesinin bu sonucu doğurması kaçınılmazdı. Bir Afrika atasözünün işaret ettiği üzere “aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız”. Kendi hikayemizi yazmanın ve bu hikayenin anlatıcısı olarak halkın özgür iradesini bütün sınıflar önünde siyaset yapmanın; siyasete halkın katılımını ve onu kendi özgür iradesinin efendisi haline getirmenin zamanı gelmedi mi ?

1https://abcgazetesi.com/yazarlar/merdan-yanardag/hesaplasma-ic-savas-ve-foreign-policy-analizi-207178

2https://www.dw.com/tr/gri-liste-türkiye-için-itibar-kaybı/a-59582602

Yazarımızın daha önce yayımladığımız yazıları

25. SANAT YILINDA MOR VE ÖTESİ: ALTERNATİF ROCK’UN YÜZAKI GRUBU

12 MART: UYANIŞLARIN BÜYÜK ETKİSİ, UYANIŞ, DİRENİŞ VE DARBE./02.04.2022

Kitap Tanıtım: 1902 Doğumlular / 07.03.2022

Kitap Tanıtım: Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!/28.02.2022

Yeni başlayanlar için Kürt Meselesi: Büyük Adam Küçük Aşk /01.10.2021

Sinemada 12 Eylül: Tank Paletiyle Gelen Neoliberalizmin Beyazperdeye Yansıması / 12.09.2021

Kentin Hüzünlü Şairi: Turgut Berkes / 10.07.2021

Menekşe’den Önce Bir Kıyımın İzinde Kardeşinin İzini Aramak / 02.07.2021

Körlük: Hakikat Neye Yarar Göz Yalansa ? / 18.06.2021

Tozkoparan’da Kentsel Dönüşüm / Rantsal Bölüşüm ve Direniş / 25.06.2021

*Propontis’in ölümü: Elveda Güzel Marmara / 31.05.2021

Bir Avuç Cesur İnsan: Derelerin özgür akması için verilen mücadelenin öyküsü /08.05.2021

Kitap Kritiği : Alnında Mavi Kuşlar / Aysel Özakın / 01.05.2021

Cinsiyet, savaş, milliyetçilik ve zehir: Yaşamak için çalışmak ve çalışırken ölmek: Bir Peri Masalı Radyum Kızları / 27.03.2021

16 Mart Katliamı: Darbeye ayarlı bir faşist saldırı / 16.03.2021

Kitap Kritiği Zaniyeler / Selahattin Enis / 24.02.2021

Necmettin Erbakan : Soğuk Savaş islamcılığından 28 Şubat bir islamcının yükselişi ve düşüşü. / 28.02.2021

Çin Sendromu: Neoliberal çağın ilk büyük çevre sorunu / 15.02.2021

Pasteur: “Uzun Yüzyılın” Dahisi / 14.02.2021

Futbol ve Sinema: Son anda harekete geçen vicdan duygusu: Kaledeki Yalnızlık. / 01.02.2021

Atları da Vururlar: Çılgın yarışa eşlik eden bir çöküşün tasviri / 31.01.2021

Mississippi Yanıyor, Soğuk Savaş’ın ortasında ırkçılığın can yakan atmosferi… / 31.01.2021

Müzik Kutusu: Geçmişin gölgeleri içinden yürüyen insanlık suçuna bakış. / 31.01.2021

Toz Bezi: Başkalarının kirinden güvencesizliğe bir bakış. / 31.01.2021

Babamın Kanatları ya da türkü söylenmeden inşa edilen yapıdan güvencesizlerin öyküsü / 31.01.2021

Hotel Ruanda ya da Irkçılığın Afrika’daki zehirli etkisi / 31.01.2021

Hypatia: Bilimin çağlar ötesinden parıldayan çılgın elması / 31.01.2021

Takva ya da bir örümcek ağının anatomisi / 31.01.2021

Gecelerin Ötesi ya da her mahallede bir milyoner yaratmanın hazin öyküsü. / 31.01.2021

Cenneti Beklerken ya da sanatçının hayatta kalmak derdindeki bir portresi. / 31.01.2021

Press ya da Özgür Gündem’in yaşadıkları: Kan var bütün kelimelerin altında ! / 31.01.2021

Futbol ve Sinema: Cehennemde İki Devre Faşizmle ölümüne bir maçın kahramanları.. / 31.01.2021

Özel Bir Gün : Faşizmin Gölgesinde İki İnsanın Öyküsü / 31.01.2021

Ahh Güzel İstanbul : Şöhret arzusunun peşinden modern zamanlara İstanbul’dan bir bakış. / 30.01.2021

Kitap Tanıtım: 1902 Doğumlular / 07.03.2022

Kitap Tanıtım: Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!/28.02.2022

Yeni başlayanlar için Kürt Meselesi: Büyük Adam Küçük Aşk /01.10.2021

Kentin Hüzünlü Şairi: Turgut Berkes / 10.07.2021

Menekşe’den Önce Bir Kıyımın İzinde Kardeşinin İzini Aramak / 02.07.2021

Körlük: Hakikat Neye Yarar Göz Yalansa ? / 18.06.2021

Tozkoparan’da Kentsel Dönüşüm / Rantsal Bölüşüm ve Direniş / 25.06.2021

*Propontis’in ölümü: Elveda Güzel Marmara / 31.05.2021

Bir Avuç Cesur İnsan: Derelerin özgür akması için verilen mücadelenin öyküsü /08.05.2021

Kitap Kritiği : Alnında Mavi Kuşlar / Aysel Özakın / 01.05.2021

Cinsiyet, savaş, milliyetçilik ve zehir: Yaşamak için çalışmak ve çalışırken ölmek: Bir Peri Masalı Radyum Kızları / 27.03.2021

16 Mart Katliamı: Darbeye ayarlı bir faşist saldırı / 16.03.2021

Kitap Kritiği Zaniyeler / Selahattin Enis / 24.02.2021

Necmettin Erbakan : Soğuk Savaş islamcılığından 28 Şubat bir islamcının yükselişi ve düşüşü. / 28.02.2021

Çin Sendromu: Neoliberal çağın ilk büyük çevre sorunu / 15.02.2021

Pasteur: “Uzun Yüzyılın” Dahisi / 14.02.2021

Futbol ve Sinema: Son anda harekete geçen vicdan duygusu: Kaledeki Yalnızlık. / 01.02.2021

Atları da Vururlar: Çılgın yarışa eşlik eden bir çöküşün tasviri / 31.01.2021

Mississippi Yanıyor, Soğuk Savaş’ın ortasında ırkçılığın can yakan atmosferi… / 31.01.2021

Müzik Kutusu: Geçmişin gölgeleri içinden yürüyen insanlık suçuna bakış. / 31.01.2021

Toz Bezi: Başkalarının kirinden güvencesizliğe bir bakış. / 31.01.2021

Babamın Kanatları ya da türkü söylenmeden inşa edilen yapıdan güvencesizlerin öyküsü / 31.01.2021

Hotel Ruanda ya da Irkçılığın Afrika’daki zehirli etkisi / 31.01.2021

Hypatia: Bilimin çağlar ötesinden parıldayan çılgın elması / 31.01.2021

Takva ya da bir örümcek ağının anatomisi / 31.01.2021

Gecelerin Ötesi ya da her mahallede bir milyoner yaratmanın hazin öyküsü. / 31.01.2021

Cenneti Beklerken ya da sanatçının hayatta kalmak derdindeki bir portresi. / 31.01.2021

Press ya da Özgür Gündem’in yaşadıkları: Kan var bütün kelimelerin altında ! / 31.01.2021

Futbol ve Sinema: Cehennemde İki Devre Faşizmle ölümüne bir maçın kahramanları.. / 31.01.2021

Özel Bir Gün : Faşizmin Gölgesinde İki İnsanın Öyküsü / 31.01.2021

Ahh Güzel İstanbul : Şöhret arzusunun peşinden modern zamanlara İstanbul’dan bir bakış. / 30.01.2021

Diğer Yazılar

İKTİDARA YAKIN BİR PATRON DAHA FAZLA VERGİ ÖDEDİĞİNDE DAHA MI DEĞERLİ OLUYOR ?

Mustafa Durmuş /31 Ağustos 2024   Gelir Vergisi rekortmenleri listesinin ilk iki ismi Saray’a çok …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir