Taner Renda / 06.06.2022
Yapılan tüm araştırmalar, anketler ve istatistiksel araştırmalar, ülkenin seçmen çoğunluğunun SAĞ görüşlü olduğunu söylüyor. SOL olarak adlandırılanlar ise hep azınlıkta kalmış. Ve bu bölünmede SAĞ için %65, SOL için ise %35’lik bir oran verilmiş. Ve ülkemizin tarihine bakarsak; SOL asla iktidar olmamış (şimdi Ecevit’in 70’li yıllarda %41 ile iktidar olduğumu unuttum zannedecekler için ayrıca yazınının ilerleyen bölümünde Ecevit’in SOL olmadığını açıklayacağım), ülkeyi hep SAĞ iktidarlar yönetmiş. Ve her SAĞ iktidar, SOL’u suçlayarak, yapılan her yanlışın sebebinin SOL olduğunu hiç bıkmadan anlata durmuş. Tahmin edileceği üzere de buradan epeyce ekmek yemiş SAĞ iktidarlar.
(Ecevit ve “sol” popülizmin açmazı, 70’lerin ikinci yarısında giderek belirginleşen sınıfsal saflaşmayı yatıştırabileceğine inanmasından gelir. Bu yatıştırma mümkün olmadığı için CHP ve onun peşindekiler egemen sınıf burjuvazi tarafından sahnenin dışına itildi-editör)
Peki, bu SAĞ ve SOL dediğimiz ne menem bir şey?
İşin aslı 1789 yılında Fransa’da yeni bir dönem (Krallığın sonu, Cumhuriyet’in başlangıcı) kurulur ve meclisin solunda oturanlara SOLCU, sağında oturanlara da SAĞCI denmiş. İşin içeriğine yani kavramına baktığımızda; temeldeki en belirgin fark: emekten yana olanlar SOL, sermayeden yana olanlar ise SAĞ olarak ayrışır. Bu SOL/SAĞ kavramı tamamen Fransızların yeni kurdukları düzenin meclisindeki farklı düşüncedekilerin oturdukları yerlere göre bu isimleri almışlar. Yoksa SOL’da kalp gibi çok önemli bir organımızın olması onu çok değerli kılmadığı gibi, SAĞ ayak ile tuvalete girmek onu kutsal kılmadığı kılmıyor. Yani bunların hepsi Müslümanların kutsal kitabında yazıp yazmamasının sadece Din Tüccarlarının işine yarıyor.
SOL’un içini doldurduğumuzda: Sosyal Demokratlar, Sosyalistler, Komünistler ve Yeşilleri görürüz. SAĞ’ın içini doldurduğumuzda da: Burjuvalar/Sermaye, Milliyetçiler/Irkçılar ile Muhafazakarlar/Dincileri sayabiliriz.
İyi de hayat böylesine basit şemalarla mı akıyor?
Tabii ki hayır. SAĞ yani sermaye yanlısı partilere küçük burjuvalar ile köylüler, en önemlisi de işçi sınıfı asıl destekçisi olarak hayata yansıyor. Bu durum bir açmaz olarak karşımıza çıkıyor. İşçi, kendisini sömüren sermaye ile aynı trene binmiş. Lafı fazla uzatmadan söyleyelim: işçi, kendisi için sınıf bilinci ile donanmadan, siyasi bir tercih yaparsa; yani Lümpen işçi olur. SAĞ’ın yani sermayenin kendisine refah getireceğini zannederek tercih yapar. Oysa sınıf bilinci ile donanan bir işçi, kendiliğinden bir işçi sınıfı olmaz, kendisi için sınıf olur.
Geçmişteki SAĞ iktidarlara baktığımızda; Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Doğru Yol Partisi ve AKP’nin oy tabanını ağırlıklı olarak işçi ve yoksul insanlar oluşturdu. Tamam, bunların sınıf bilinci eksikti, tamam onlara okumuş yazmış takım yeterince bilinç götürüp aydınlatamamıştı. Ya da götürülmüştü de, götürenler, Komünist vatan haini diye bizzat bu işçiler tarafından ispiyonlanmıştı. Bu bilinçsiz /Lümpen proletarya da böylece savrulmuştu.
Bu saptama bizi rahatlatmalı mı?
İşin kolayına kaçmak istersek sorun yok. SAĞ iktidarların da SOL üzerindeki baskısını hatırlarsak yine sorun yok. Bu açmazdan hiç mi çıkış yok mu? Bu kadar lafı bu soruyu cevaplamak için yazdık. Şimdi CHP’ye sorsak: kendini SOL’da sayacaktır. Ya da Sosyal Demokrat olduğundan dem vuracaktır. Hatta Sosyalist Enternasyonale üye olduğunu söyleyecektir. Buraya kadar amenna. Ama tüm bunlar seni SOL yapmaz kardeşim.
Ülkede uzuuun yıllardır, hadi tarih verelim 12 Eylül 1980’den beri çalışan işçi sınıfının hayat şartları asla bir önceki seneye göre iyileşmedi. 12 Eylül’den beri ülkedeki milli gelirden çalışanların aldığı pay, her geçen sene giderek azaldı. Buna karşın, sermayenin yani burjuvaların aldığı pay her geçen sene daha da artarak refahları katmerlendi. Peki, kendine SOL diyen CHP, DSP ve SHP tüm bunlara karşın işçilere, emekçilere, yoksul halk kesimlerine ne yaptı? Koskocaman bir hiç. Bütün dertleri Laikliği sıkı sıkıya korumak oldu. Hatta o kadar korudular ki; ceberrut bir devlet bürokrasisiyle işbirliği yapıp, AKP’ye iş başı yaptırdılar. Artı, kendi dışındaki SOL’un Devlet tarafından ezilip, yok edilmesine kimi zaman oy verdiler( Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamı için), kimi zaman 141 ve 142. Maddelerin koruyucusu kesildiler, gün geldi DSP’li adalet bakanının emriyle hapishanelerdeki devrimcileri canlı canlı yaktılar. Kısacası SOL olamayacak kadar SOL’a karşıydılar.
Gelelim bu güne. Baykal gibi bir Devletin yeddi emininden sonra iş başına geçirilen Kemal Kılıçdaroğlu ile başlayan süreç farklı bir noktaya doğru sanki evrilecekmiş gibi görünüyor. İlk başlarda onu oraya getirenlerin direktiflerinden çıkamayan Kılıçdaroğlu, zaman içerisinde CHP içinde kendince gerekli temizlikleri yaptıktan sonra, yavaş yavaş rotasını değişen konjoktüre uygun adımları atarak; iç ve dış politika yapıcılarının kabul edeceği müstakbel iktidar adayı haline getirdi kendini ve CHP’yi.
Gerçekten ülkem insanları SOL’a ve onun değerlerine karşı mıdır?
Aslında Batı’nın teknolojisini alıp, onu yaratan değerlerine karşı olduğunu düşünürdü ülkem insanları. Lakin zaman artık eskisi gibi yavaş, sakin ve sadece kendi mecrasında akmıyor. Eskiye ait ne varsa, birer ikişer değiştiriyor. Yaşı yetmişin hatta sekseninde olan dedeler ve ananelerimiz bile artık akıllı cep telefonlarını gayet de güzel kullanıyorlar. Tamam, nasıl işlediğine ilişkin ben bile hala çok yavan bilgilere sahibim. Ve onlar ise bundan bihaber olabilirler. Ama değişim işte böyle ucundan kıyısından, çaktırmadan yaşamımızın en gizli köşelerinden bize selam yolar.
SAĞ dediğimiz özellikle köyde yaşayanların düşüncelerindeki kimi kımıldanmalar çoktan harekete geçtiler. Sadece bunu biz ve onlar bunu henüz bilmiyoruz. Ama onların çocukları çoktan muhafaza edecekleri şeylerin çoğundan vazgeçtiler bile. Oysa artık yeni bir yaşam biçimi, kapımızdan girmek üzere. Bazılarımız kapılarımızı sıkı sıkıya kapatabiliriz bir müddet. Ne var ki değişimin önünde durabilecek hiç bir şey yok.
Büyük bir olasılıkla bu Sonbahar ’da erken seçim olacak. Seçime katılmaya hak kazanan partilerin çoğu SAĞ partiler. HDP ve bileşenleri, TİP, TKP, EMEP gibi partiler ise SOL değerleri savunuyorlar. HDP hariç hiç biri yüzde biri geçemiyorlar. Oysa yukarıda saydığım partilerin bir araya gelmeleri ile ülkede pek çok şey değişir. Hatta buna CHP’nin bile katılması sağlanabilir. Ama nedense bu bir araya geliş bir türlü sağlanamıyor. CHP/Kılıçdaroğlu iktidar olma yolunun SAĞ değerleri savunmaktan geçtiğini düşünüp; elleriyle kurt başı işareti yapıyor ve Alevi olduğu halde Sünni’ymiş gibi davranıyor. Altılı Muhalefet’in, kendisi dışındaki beşlinin değerleri ile davranıp; AKP/MHP’nin Kürtlere her saldırısına destek veriyor. Ve asla düzenin sınırlarını tartışmaya açmıyor.
CHP ve diğer beşli normal koşullarda iktidara gelebilirler. Yaşamın değişimine karşın hala değişmezliği savunanlar, bir müddet başarılı olarak görünebilirler. Ülkemizde yeni bir SAĞ bir iktidar pek çok kişi ve çevre için hoş karşılanabilir. Ama SAĞ bir bakış açısı, ülkemizin var olan sorunlarına iyi, doğru ve adil bir çözüm üretemez. Zaten bu sorunların oluşmasına da SAĞ bakış açıları sebep olmuştu. CHP’nin SOLUMSU sosu bu yemeğe bir fark katamaz. Eski yemekleri ısıtıp ısıtıp yeniymiş gibi ortaya koymanın da bir anlamı olamaz. BÜTÜN MESELE: YEMEĞİ HEP BİRLİKTE YENİ BİR ANLAYIŞLA YAPMALIYIZ.