Mert Yıldırım / 03.05.2022
Rejimin yıllardır kullandığı “terörle mücadele” lafzı milliyetçiliği geliştirdiği için her daim kendisine can suyu olmuştur. Nisan ayının ortasından sonra başlayan Güney operasyonun bir yanı bu olmakla birlikte, hedefler bunun ötesinde ve stratejiktir. Bu anlamda bildik rutin bir operasyon değildir. Dolayısıyla operasyonu sadece içe dönük olarak görmek, sorunların üstünü örtme ve gündem saptırma olarak okumak eksik kalır.
Adı geçen operasyon 2015 yılından beri gündemde olan “çökertme planının” bir parçasıdır. Aslında sözkonusu plan 2021 yılının sonunda tamamlanması hesaplanıyordu. Hatta bunun için sonbaharda “müjde” verilecekti. Ne var ki plan Gare’nin eteklerinde bozguna uğradığı için beklenen müjde verilemedi. Ancak yine de hedefledikleri plandan vazgeçmediler. Zira vazgeçmeleri kendileri için çok kolay değil. Çünkü vazgeçtikleri an saray rejiminin sonunun başlayacağını, Sarayın başı ve şürekası çok iyi biliyor. Zaten devletin bir bütün olarak tek adam sistemini onaylaması, masada duran Neo Osmanlı projesinin sonucudur. Çökertme planı da neo Osmanlı projesinin bir parçasıdır. Çünkü çökertme planı ile Kürt direniş hareketi nötralize edilmeden neo Osmanlı projesinin nesnellik kazanması çok zor görünüyor.
(Kürt meselesini her bahar askeri operasyonlarla “bitirme” stratejisi, sadece militarizmin Türkiye siyasetine egemen olmasına neden olmadı. Halkın eğitim ve sağlığa ayrılması gereken kaynaklarının yutulmasına ve Kürt meselesinin başka bir çözümü olmadığı biçiminde yanlış bir anlayışın kökleşmesine neden oldu-editör)
Kürt direniş hareketini etkisiz hale getirebilirlerse Neo-Osmanlıcılığın, yani alt emperyalizmin yolu önemli ölçüde düze çıkacak. Ama başarısız olurlarsa kendileri için yolun sonu görünür. Devlet tek adam rejimine olan desteğini tamamen çeker. Hatta bu süreç bugünün aktörlerini yargılamaya kadar götürür. Saray ve şürekası bunu bildiği için son hamlesini yapmaya, kredi sürelerini uzatmaya çalışıyor. Bu aynı zamanda 2023 seçimlerine de bir yatırım anlamına geliyor.
Neo Osmanlı projesinin önemli hedeflerinden biri de Musul ve Kerkük vilayetlerini Misak-ı Milli sınırlarına dahil etmektir. Bunun için uzun zamandır yapılan girişim ve çalışmalar bulunuyor. Kırka yakın askeri üs ve noktalar yanında, ileri derecede istihbarat alt yapı çalışmaları yapıldı.
Bir yandan böyle lojistik alt yapı inşa edilirken, öte yandan hedeflerinin önünde en büyük engel teşkil eden Kürt direniş hareketini nötralize etmeyi hedeflemektedir. Kürt direniş hareketi tasfiye etmeyi başarırlar ise Güneyin tamamen işgali daha kolay olacağını hesaplıyorlar. Bu kapsamda KDP epey bir zamandır yedeklenmiş durumdadır. Türkiye devleti ile girdikleri siyasi ve ekonomik ilişkiler geri dönüşünü epey güçlendirmiştir. Aynı ilişkileri YNK ile yapılmak isteniyor. Eğer YNK işbirliğine gelmez ise içten parçalamaya çalışacaklar. Bu yönde bir çok cepheden çalışmalar içindeler. Kürt direniş hateketini istedikleri noktaya geriletirlerse sıra Güney’in statüsünün tamamen tasfiyesine gelecek. Bu zihniyete sahip olduklarını Kerkük referandumunda tanık olmuştuk. Bu anlamda aslında Güney’in sahip olduğu statüyü esas olarak direniş hareketine borçludur. Bir çevrenin unuttuğu hususlardan biri de budur.
Dolayısıyla son Güney operasyonu her kesim açısından büyük stratejik önem taşımaktadır.
Saray rejimi hedeflerine varmak için her yolu deniyor. Her türlü tavizkar ve kirli ilişkileri geliştiriyor. Başta İngiltere olmak üzere AB ve ABD’den büyük ölçüde onay ve destek almış gibi görünüyor. Bunun için Rusya-Ukrayna savaşı fırsat olarak değerlendiriliyor.
Emperyalist güçler her daim çıkarlarının yanındadır!
Ortaya çıkan gelişmeler bir kez daha gösteriyor ki, ABD Kürt hamisi değildir. Böyle bir beklenti içinde olanlar büyük bir yanılgı içindedir.
Birincisi, ABD emperyalist bir güçtür ve onun için çıkarlar önemlidir. Çıkarlar ise güçler dengesinde şekillenir. Ortadoğunun yeniden yapılanmasında Kürtler önemli bir dinamiktir. Ama güçler dengesi aleyhte olduğu vakit Kürtler yüz üstü bırakılır. Bugüne değin bunun bir çok örneği yaşandı.
İkincisi, Kuzey eksenli direniş hareketinin toplumcu paradigması hem bölge güçlerinin hem de AB ve ABD’nin tepkisine neden olmaktadır. Öte yandan toplumcu olmayan bir paradigmanın bölgede başarılı olma şansı yoktur. Bugüne değin sağlanan başarı zaten sahip olunan toplumcu paradigmanın sonucudur.
Sonuç olarak;
Osman Kavala ve Mücella Yapıcı şahsında Gezi direnişine karşı gösterilen reaksiyon, HDP’yi kapatma girişimleri, artan siyasal baskılar, hapishanelere reva görülen zulümler ile Güney’e yapılan operasyon bir bütündür. Neo Osmanlıcılık ve tek adam sisteminin gereğidir. Bütün bunlar görülmeden, bunun için birleşik mücadele hedeflemeden tek adam rejiminin tasfiyesi mümkün gözükmüyor. Bir yandan Operasyonlara onay verip, Musul ve Kerkük’ün misaki milli sınırlarına dahil etmeye destek vermek, öte yandan tek adam rejimine hayır demek tutarsızlıktır. Dolaylı olarak tek adam rejimine evet demektir. Tek adam rejimine hayır demenin yolu, işgal ve operasyonlara karşı çıkmaktan geçiyor.