HAFIZA-İ BEŞER: 28 – 29 NİSAN 1960 OLUR MU BÖYLE OLUR MU ? DESPOTİZME KARŞI DİRENİŞİN ÖYKÜSÜ.

Ümit ÖZDEMİR / 03.05.2022

@masumlevrek

İyi Parti lideri Meral Akşener, parti grup toplantısında sarf ettiği, “Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet” sloganı ile cisimleşen baskı ve korku rejimlerinin tarihine gönderme yapmıştı. Akşener’in üzerinden atladığı, belki de bilerek söylemediği 28-29 Nisan 1960 İstanbul ve Ankara Üniversiteleri direnişlerini anlatmak bu sebepten bir ihtiyaç haline geldi. Karl Marks’dan alıntıyla “insan tarihin öznesidir, değişir değiştirir” sözleri, tarihi belirleyen ana faktörün insan topluluklarının siyasal eylemi olduğunu gösterir. Resmi tarih anlatısının hangi tarihsel olayın resmi tarihe dahil edilip, hangilerinin dışarıda bırakılacağına karar veren otoriter yaklaşımına ezilenlerin mücadelesini konu alan sol tarihçilik, tarihin sınıflar mücadelesi tarihi olduğu teziyle verilen cevaplardan biridir.

Sağın bütün varyantlarının sahip çıktığı DP ve Menderes kökenli liberalizm, ekonomik açmazla karşılaştığında sağ iktidarların yüzündeki maskeyi atarak nasıl bir faşizan yönelişe girdiği hepimizin malumu. Bugün kurulan baskı rejiminin benzer bir modelini kuran Bayar-Menderes istibdatı, soğuk savaşta Türkiye iç siyasetini, Amerika’nın yarı sömürgesi olması için ellerinden geleni yaptı. Siyasi programını küçük Amerika olmak üzerine kurgulayan bu yaklaşım, 1950’li yılların ortalarından başlayan rejim bunalımını yönetemeyince istibdata yöneldi ve kendisine itiraz eden burjuva muhalefeti bile susturmayı denedi.

Kırılma yılı 1954’tü DP bir seçimden daha zaferle ayrılmasına ve kapsamlı bir yumuşama ve reform paketi sunmasına karşın, ekonomik göstergelerin giderek kötüleşmesiyle kitle desteğini yitirmeye başladı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın “artık ince demokrasi devri bitti” sözleri, yaklaşmakta olan despotik rejimin habercisiydi. İlk rövanşist uygulama CHP’ye oy veren Malatya’nın ikiye bölünmesiyle başladı. Malatya ikiye bölündü ve Adıyaman adıyla yeni bir kent oluşturuldu. Millet Partisi lideri Osman Bölükbaşı’nı destekleyen Kırşehir, çıkarılan yasayla il statüsünü kaybetti ve ilçeye dönüştürüldü. Memurların siyasete katılması 6 ay önce görevlerinden istifa etmeleri şartına bağlandı. Böylece memurların siyasete katılımı engellendi. Dönemin en önemli kitle iletişim aracı radyo siyasi partilere kapatıldı, basın üzerindeki baskı bununla sınırlı kalmadı. Anti komünist ve muhafazakar olmalarına rağmen gazeteciler Bedii Faik ve Hüseyin Cahit Yalçın tutuklandılar. Gazeteciler için para ve hapis cezaları gündelik olaylar haline dönüştürülürken, CHP’nin kurduğu önemli bir kültürel örgütlenme olan Halkevleri kapatıldı ve mal varlığına el kondu.

DP istibdatının baskıyı arttırmasının nedeni, yönetici kadrolarının basit çoğunluk sistemine dayanan seçim sisteminde, seçimi kazananın her şeyi alarak keyfi idareye yürüyebilir anlayışıydı. Soğuk savaşta özellikle Amerikan emperyalizminin yörüngesine giren pek çok ülkede ortaya çıkan müstebit devlet tiplerinin bir benzeri inşa eden DP, ilhamını buradan alıyordu. Demokrasi için halkın eğitimi, kurumsal yapıların inşası gibi uzun süren; emek ve uzmanlık gerektiren bir politikayı gözetmek yerine, istibdata yönelmenin sosyolojik alt yapısı da mevcuttu. Emperyalizmin dayattığı tarım yoluyla kalkınma modeli 1954’te önce tıkandı ve sonra çöktü. Bu çöküş, tarımsal ihracatın giderleri karşılayamaması ve buna ilaveten kötü hava koşulları sonucu oluşan rekolte kaybı, köyden kente göçü daha da hızlandırdı. Tarımın makinalaşmasıyla birlikte tek üretim aracı olan topraklarını yitirerek kentlere göçen yığınlar bir tür kültür şoku yaşıyordu. Küçük köylülüğün mülksüzleştirilmesiyle göç ettikleri büyük şehirlerde azınlıkların ticaret hayatını kontrol etmesine karşı duyduğu tepki, düzenin sahipleri tarafından ustaca yönlendirildi. DP’nin oy tabanını oluşturan bu toplum kesimlerini bir arada tutan ideolojik formasyon dincilik ve milliyetçilikti. Şovenizmin yükselişinin bir başka nedeni, özellikle 1950’lerin ortalarından itibaren Türkiye kamuoyunu giderek daha fazla meşgul eden Kıbrıs meselesidir.

(Karikatür: Akşam / 25 Şubat 1954)

Köyden kente göç eden milyonların soğuk savaşta anti komünist, milliyetçi ve muhafazakar söylemle yönlendirilmesi, kapitalist sisteme entegrasyonda ciddi sorunlar yaşayan egemen sınıflar için vazgeçilemez bir görevdi. Böylece hem ekonomik başarısızlık gizlenecek, hem de siyasal söylem yoluyla kurulan hegemonya geniş yığınlar üzerinde test edilecekti. Milliyetçi histerinin etkisiyle yönlendirilen lumpenler ileride Türkiye sağının vurucu gücü olacaktı.

                                                                 (6-7 Eylül pogromuna katılan faşist güruhlar)

DP’nin geniş yığınların üzerinde kurduğu bu faşizan hegemonyanın sonucu korkunç oldu. 6-7 Eylül işte bu hegemonya ve provokasyonun ürünüdür. Ekonomideki buhranın, kıtlığın ve yokluğun negatif etkisiyle bunalan ve bir yalan haberin kışkırtmasıyla yönlendirilen güruhların şiddeti iki gün boyunca İstanbul’da azınlıkların ev ve iş yerlerine yönelik bir pogroma dönüştü. Vahşete dönüşen iki gün boyunca kültürel birikim tahrip edilmekle kalmadı, bu saldırıyı kışkırtanları bile hayrete düşüren bir vandalizm bugün yaşadığımız yozlaşmanın temellerini attı. 6-7 Eylül’ün siyasi sonucu DP’nin bölünmesi oldu. DP’den ayrılanların kurduğu Hür Parti’nin etkisi zayıftı. DP’nin otoriterlikten beslenen ve milliyetçi ve siyasal islamcı reaksiyona dayalı siyasal söylemi, genel başkanı Adnan Menderes’in 6-7 Eylül sonrası meclis konuşmasındaki şu sözleriyle somutlanıyordu: “Siz isterseniz hilafet bile geri gelir”

1956 DP’nin baskıcı-otoriter yönelişinin iyiden iyiye belirginleştiği bir yıl oldu. Özellikle Kemalist entelijansiyanın kontrolündeki Yargıtay’dan 23 hakimin emekli edilmesi, basın üzerine baskıların yoğunlaştırılması bu politikanın ürünüydü. Siyasi partilerin seçim dönemleri dışında miting yapması yasaklandı. Böylece siyasi partilerin kitleleri mobilize etme imkanı ellerinden alındı. DP’nin siyasal stratejisi, burjuva siyasal muhalefete aman vermemek ve otoriter tek parti istibdatına karşı koyabilecek tüm olası seçenekleri yok etmek üzerine kuruluydu. CHP’nin ve diğer muhalefet partilerinin DP ile diyaloğa girerek gerilimi azaltma denemeleri başarısızlıkla sonuçlandı.

DP’nin “sosyal refahı” temel alan siyasal söyleminin çöküşü, baskıcı otoriter yönelişini hızlandırmakla birlikte muarızlarını yaratmaya başlamıştı. Hızlı kentleşme, sanayileşmenin etkisiyle ortaya çıkan yeni orta sınıf, özellikle üniversite gençliğinde somutlanan entelektüel bir kitleyi yarattı. Bu kitlenin temel derdi, özgürlükler ve eşitliklerden daha fazla yararlanmaktı. Her ne kadar soğuk savaş milliyetçiliğinin ve sağcılığının hakim etkisi devam etse de gençlik kitleleri kendilerine vaaz edilenlerle yaşadıkları sosyal gerçeklik arasındaki çatışmayla yeni bir kimlik arıyordu. Dönemin öne çıkan siyasi dergileri arasındaki Akis ve Forum özgürlük ve anayasal eşitliğin, hukuk devleti arayışlarının karşı hegemonya kurma denemeleriydi. Forum, liberalizme sadık ancak bunun uygulanması konusunda kafası karışık entellektüellerin dergisiyken, Akis CHP çizgisindeki muhalefetin sözcüsü konumundaydı. Mizah dergilerinden Dolmuş, İlhan Selçuk, Turhan Selçuk ve Oğuz Aral gibi üç kaliteli yazar ve çizerin çıkardığı bunlara daha sonra politik karikatürün öncü isimlerinden Mim Uykusuz ve Aziz Nesin gibi isimlerin de katıldığı bir mizah-muhalefet odağıydı. Kökenini bir başka mizah ve muhalefet odağı olan Marko Paşa’dan alan bu entelektüel birikim, DP’nin siyasal alandaki hakimiyetine itirazların odağını oluşturmakla kalmadı, aynı zamanda 1960’ların ortalarından itibaren sola-sosyalizme yönelen muhalif odakların embriyo halindeki ilk çekirdeğini oluşturdu. Forum’da makaleler yayınlayan bir grup aydının 1960’dan sonra Forum’dan ayrılarak Türkiye siyasal hayatına damgasını vuran Yön dergisini çıkarması, bunun kanıtıdır.

Hegemonya bunalımı ve parçalanma

1957, DP’nin içindeki parçalanmanın bütün yönleriyle açığa çıktığı yıl oldu. DP’yi kuran muhafazakar kanadın düşünürü Fuat Köprülü’nün 1956’da önce Dışişleri Bakanlığı’ndan sonra parti üyeliğinden istifa ederken sarf ettiği sözler yaklaşan fırtınanın habercisiydi: “Programından ayrılmış, eski hüvviyetini (kimliğini) tamamen değiştirmiş olan bugünkü DP zihniyeti ile uyuşmak benim için imkansız olduğu cihetle (yönle) DP’den çekiliyorum. Demokrasi nizamına iman etmiş bütün Türk vatandaşlarının, aralarındaki her türlü ihtilafları bir tarafa atarak bu gaye (Menderes’i devirmek) uğrunda işbirliği yapmaları bir vatan borcudur”1 Hegemonya krizi giderek büyük burjuvaziyi bile rahatsız edebilecek bir otoriter çizgiye yönelmekle kalmadı, aynı zamanda DP için içine girdiği krizi ertelemenin bir başka yöntemi kalmadığından 1957 seçimleri yapıldı. Ancak bundan önce DP’nin anti demokratik seçim kanunu, her partinin bütün seçim listelerinde tam aday sunmasını zorunlu kılan bir yasayla ilan edildi. DP’nin siyasi muarızları arasındaki anlaşmazlığı daha da derinleştiren bu yasa, pratik sonuçlarını muhalefetin bölünmesiyle gösterdi. 1957 seçimleri tarihe hileli seçimler olarak geçti. Hilenin sebebi seçmen kütükleriyle oynanmasıydı. Bağımsız seçim kurullarının oluşmadığı, seçimlerin hukuksal inceleme konusu yapılamadığı o günlerde bu durum Kütük Partisi fıkrasıyla şu şekilde anlatılır:

“Evet, milli irade Kütük Partisi’nin sözde zaferi karşısında asil bir galeyan halindedir. Bunu görmezden gelmeğe imkân yok. Fakat bu galeyanın sebebini teşhis bakımından, iktidarın düştüğü gaflet çok acıdır.(Kütük Partisi)dedim; evet, Kütük Partisi… Fakat 1957 seçimlerinde, iktidar, kütüklere pervasızca oynamıştır. Her vilayette on binlerce vatandaş anasının hem vazife hem hak olarak kaydettiği seçime iştirak (katılım) şerefinden mahrum bırakılmış, onların yerine başkaları iki üç sandıkta birden oy kullanmışlardır. DP, sözde zaferini, kütüklerde yaptığı tahrifata borçludur. Bununla iftihar edip etmemek, mensuplarına kalmış bir cihet. Bugün, Mecliste, temsil etmek zehabında (yönünde) bulundukları büyük Milletin manevi huzurunda büyük yeminlerini yapacak olan nice Demokrat Partililerin, bunu vicdanlarında hissederek hiç olmazsa dillerinin biraz dolaşması en son ümit ve temennimizdir.” 2

Henüz oylar sayılırken radyodan DP’nin seçimleri kazandığının ilan edilmesi, Gaziantep’te sayılan oyların depolandığı il seçim merkezinin şüpheli bir yangınla yok edilmesi siyasi gerginliği zirvesine ulaştırdı.

1957 seçimleri ve DP’nin Pirus zaferi

DP Genel Başkanı Adnan Menderes’in 27 Ekim 1957 seçimlerini değerlendirirken sarf ettiği, “Allah bir daha o gecenin tekrarını göstermesin”3 sözleri, seçimlerde DP’nin ne kadar zorlandığının kanıtıydı. Ekonomik bunalımın hegemonya bunalımına dönüşmesi, siyasi iktidar bloğunda çatlamaya dönüşmüş ve basit çoğunluğa dayalı adaletsiz seçim sistemine rağmen seçim sonuçları CHP ile DP’nin bir siyasal dengeye (DP’nin %47.88 oy oranıyla çıkardığı 424 vekil ve CHP’nin % 41.9 oy oranıyla çıkardığı 178 vekil) oturduğunu göstermişti. CHP’ye yönelen ilginin kökeninde DP’nin kör baskı rejiminin yarattığı yeni arayışların aydınlar içindeki etkisi ve ekonomik bunalımın varlığı inkar edilemez bir katkısı vardı. Yaşar Kemal’in Tunceli’de bir köylüyle yaptığı röportajda “niçin halk partilisin ? Sorusuna köylünün hiddetle verdiği “tuz çok pahalı, cigara çok pahalı, nal, mıh, ok çok pahalı”4 cevabı oldukça öğreticidir.

DP, 1957 seçimleri sonrasında parlamento içi muhalefeti cendereye alacak yeni uygulamaları meclisteki çoğunluğuna dayanarak hızla hayata geçirdi. Milletvekillerinin hükümete ve bakanlara soru yöneltme hakları kısıtlanırken, Meclis başkanının milletvekillerini meclisten çıkarma yetkisi arttırıldı. Meclis içi tartışmaları ve siyaseti de yasaklayan bu siyasal yönelişiyle DP, istibdat rejiminde bir yeni aşamaya geçtiğini ilan etti.

SSCB’nin Sputnik’i Baykonur hava üssünden uzaya fırlatmasıyla başlattığı uzay yarışı, soğuk savaştaki en büyük rakibi ABD’nin paniğe sürüklenmesine neden oldu. ABD, soğuk savaşta ekonomik ve siyasi rakibi SSCB’nin bu hamlesine yanıt verebilmek amacıyla bağımlılık yaratan dış yardımları kısma yoluna gitti. Bu durum, kredi bulabilmek için sık sık ABD’den destek alan DP’yi zor duruma düşürerek yeni arayışlarla itti.

İşçi sınıfına saldırı: Sendikaların kapatılması

DP’nin emekçi hareketine karşı takındığı baskıcı politika kendisinden yana olmayan sendikaları kapatmasıyla biçimlendi. 20 Nisan 1957’de Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş değil) merkezi mühürlenerek tabelası indirildi. Aynı zaman diliminde 15 binden fazla işçiyi temsil eden Sakarya Bölgesi İşçi Sendikaları Federasyonu kapatıldı. Bursa İşçi Sendikaları Birliği, Marmara Bölgesi İşçi Sendikaları Federasyonu, Çukurova İşçi Sendikaları Federasyonu, Ankara İşçi Sendikaları Birliği ve Kocaeli İşçi Sendikaları Birliği’nin peş peşe kapatılmasıyla kilit vurulan işçi örgütü sayısı yediye ulaştı. DP kendinden yana olan İzmir ve İstanbul işçi birliklerine dokunmayarak kapatmaların hukuki değil, siyasi olduğunu göstermişti.5 DP ve lideri Adnan Menderes önce sendikalaşma sözünü verdiği işçi sınıfına “bırakın şu palavraları, Türkiye’de grev mi olurmuş… Biraz kalkınalım, bu işi sonra düşünürüz”  sözleriyle caydığını ilan etti. DP kendisini iktidara taşıyan emekçi sınıfların uyanışına engel olabilmek için despotizmini derinleştirirken, aynı anlama gelmek üzere emekçi kitlelerin siyasete katılımının meşru araçlarından biri olan sendikal hareketi burjuvazi adına boğmaktan çekinmiyordu.

 Kırılma yılı 1958 Matruşkanın en çirkini: Moratoryum

Kapitalist sistemin 2.Dünya savaşından sonra Uluslar arası restorasyonunu tamamlaması borç ve dış kaynak bağımlısı liberal ekonominin fanatik savunucusu olan DP’yi zor durumda bıraktı. 1958 Haziranında birçok temel tüketim malına (Sümerbank ürünleri, kömür, tekel maddeleri, ulaştırma hizmetleri) demire ve kağıda yapılan yüzde yüze varan zamlarla bunalım aşılmaya çalışıldı. Fakat bu yeterli olmadı.6 Moratoryumun görünür bir başka nedeni, Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde benimsenen, devletçi-plancı ve korporatist bir ekonomiden tamamen liberal ve dış borçlanmaya dayalı bir tüketim ekonomisine geçmesiydi. Tüketim için sürekli borçlanma siyaseti, ticaret burjuvazisinin büyümesine neden oldu. Bu durum, sürekli artan nüfusun acil ihtiyaçları yerine israfı ve tüketimciliği özendiren bir yola girilmesiyle moratoryuma neden oldu. Bu dönem Anadolu’nun binlerce yıla dayalı Zeytinyağı tüketim kültürü yerine, Amerikan malı sağlıksız margarin ve süt tozunun memleket diyetine dahil edildiği yıllardı. Muzaffer Sarısözen’e besteletilen “Zeytinyağlı Yiyemem Aman” türküsü bu liberalizasyonun kültürel hegemonya aracıydı. Anadolu’da birçok tarlada yedek parça bulunamadığı arıza yapan Amerikan malı traktörler mezarlığına dönüştüğü de tanıkların gözlemlerinden aktarılan anekdotlardır.

1958 Moratoryumu DP dikta rejimine giden yolun kilometre taşlarından biriydi. İlk dış borcu aldığımız yıl olan 1854’ten tam 100 yıl ve dört kuşak sonra son taksidini ödediğimiz yıl olan 1954’ten 1958’e kadar o kadar borçlanıldı ki ki sonunda devlet iflas etti. DP o kadar hesapsız borçlanmıştı ki hangi ülkeden ne kadar borç alındığı bile bilinmiyordu. Yani devletin mali kayıtları da tutulmamıştı. Borçlanılan ülkelerle yapılan yazışmalar sonucu Türkiye’nin ne kadar borçlandığı öğrenilebildi! Borçlanmada bir kural olarak Hazineden izin alınması 1958 Moratoryumunun bir diğer sonucudur. Bundan önce her kurum izin almaksızın borçlanabiliyordu. 4 Ağustos 1958’de ilan edilen moratoryum sonucu taksitleri 1971’e kadar sürecek olan bir yeniden yapılandırmaya gidildi.7 Küçük Amerika olmak için tüketimin kışkırtılması, tüketimi karşılayacak kadar üretimin yapılamaması, tarıma dayalı ekonomi politikasının sanayileşmeye dönüştürülememesi, moratoryumu hazırlayan başlıca nedenlerdendi.

1958 Moratoryumu ile döviz kaçakçılığına kapılar sonuna kadar açıldı. Bu yeni ve türedi bir burjuva fraksiyonunun doğmasına neden oldu. Moratoryum, burjuva despotu Bayar-Menderes ikilisinin tarım-ticaret burjuvazisi ile sanayi kapitalistleri arasında sıkışmasına neden oldu. Bu sıkışma, DP’nin devlet terörünü en üst düzeyde uygulamasının görünür nedenlerinden biridir. Başbakan Adnan Menderes’in 1959’da borç bulma ümidiyle çıktığı ABD ziyaretinden eli boş dönmesi, DP’nin hiç istemediği halde yüzünü doğuya ve SSCB ye dönmesine neden oldu. Dış politikada ABD emperyalizminin ileri karakolu pozisyonundan borç bulabilmek için SSCB ile ilişkiler geliştirmek zorunda kalınan bir pozisyona savrulması soğuk savaşta eşine ender rastlanan bir durumdu.

DP “yeter artık söz milletin” popülizmi ve “küçük Amerika olacağız” hamasetiyle başladığı ve kendisine emperyalizm tarafından empoze edilen liberal ekonomi politikaları kararlılıkla uygulaması sonucu memleketi moratoryum felaketiyle tanıştırdı. Bu felaket, elbette yolsuzlukların dolaysız bir sonucuydu. Siyasi nüfuzunu kullanıp DP’nin içinde bir mevki elde eden her mideci bürokrat yağmadan payını aldı.

Saldırgan bağımlılıkta yeni aşama: Irak’ta 14 Temmuz Devrimi

1958’deki bir başka kırılma, Irak’ta Kral I.Faysal’ın ve temsilcisi olduğu Haşimi monarşisinin askeri bir darbeyle iktidardan indirilmesi oldu. Emperyalizmin bölgedeki politikalarını uygulama heveslisi DP’nin 1955’te imzaladığı Bağdat Paktı böylece tarihe karıştı. Irak’ta iktidara gelen askerler, milliyetçilikle karışık bir kalkınmacılığı savunuyor ve rol model olarak Mısır lideri Cemal Abdülnasır’ı örnek alıyordu. Üçüncü dünyacılığın emperyalizme yönelik bu meydan okuması, bölgenin yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömüren emperyalizmi yeni tedbirler almasını beraberinde getirdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan dış politikadaki dengeli ve ihtiyatlı tutum, DP ile birlikte yerini saldırgan bağımlılığa geçilmesine neden oldu. Dış politikadaki bu yeni yöneliş, içerideki eleştirilerin kısılmasını zorunlu kılmakla kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’yi bağımsızlık mücadelesi veren Arap ülkeleriyle karşı karşıya getiriyordu.

Türkiye’nin siyonizmin devletleşmiş hali olan İsrail’i ilk tanıyan ülke olması, Arap dünyasıyla arasının açılmasına neden oldu. Prof. Dr. Haluk Gerger’in yerinde tanımlamasıyla ABD’nin Ortadoğu’daki fedailiğini üstlenmesi ve Adnan Menderes’in Suriye büyükelçisinin Türkiye ile yaptığı bir görüşmede sarf ettiği “Sus!… Efendilerine söyle, iki tümenle Suriye’ye girer altınızı üstünüze getiririm”8 sözleri, fedailiğin geldiği boyutu göstermesi bakımından açıklayıcıydı. DP’nin saldırgan dış politikasının bir başka sebebi ekonomik yıkımı perdelemekti. 1957’de Suriye’nin SSCB ile teknik altyapı imzalaması üzerine Suriye’ye yönelik bir askeri operasyona için sınıra askeri birliklerin yığan DP, böylece askerleri de siyasi alana davet ediyordu. Saldırı için işaret bekleyen ancak soğuk savaşın dengeleri nedeniyle sıcak bir çatışmadan kaçınan emperyalizm için DP’nin bu saldırgan tutumu sorun yaratmaya başlamıştı.

Öte yandan liberalizmin ekonomik yıkımıyla birlikte maddi kayba uğrayan ve NATO’ya üye olunmasıyla ordu içine yerleşen Amerikalı subayların aşağılama ve hakaretlerine maruz kalan subaylar derin bir hoşnutsuzluğu yaşıyordu. Subayların gelir kaybı o denli büyümüştü ki halk arasında “subay dairesi” olarak adlandırılan apartmanların bodrum katlarını kiralayabilecek kadar kazanabiliyorlardı. Sınıf düşme olgusuyla yüzleşen ordunun bu grubunun yaşadığı derin hoşnutsuzluk, 27 Mayıs darbesine giden yolun görünür nedenlerinden biriydi.

Soğuk savaşta Irak’ın kaybı Amerikan emperyalizmi için Türkiye’nin önemini arttırdı. Yeni siyasal durum, Türkiye’ye biçilen ileri karakol rolüne yeni savunma rolleri verilmesiyle biçimlendi ve Ekim 1959 sonunda Türkiye bir ABD füze üssünün kurulacağına dair bir anlaşma imzaladı.

Hubris sendromu ve siyasal kutuplaşmanın son aşaması: Vatan Cephesi ve Tahkikat Komisyonu

1950’lerin sonunda Türkiye ekonomik açıdan iflas etmiş, ceberrut bir iktidar tarafından yönetilen, basın özgürlüğünün yok edildiği, ispat hakkının bile olmadığı emperyalizmle girdiği ilişkiler nedeniyle bağımsızlığını tümden kaybetmiş bir ülkeydi. Dış politikadaki gerilimin iç siyasete yansıması, artan yoksulluk kaçınılmaz olarak kutuplaşmayı da beraberinde getirdi. Muhalefet partilerini CHP’nin ilk hedefler beyannamesi ile bir araya getirmek mecburiyetinde bırakan DP, siyasi tansiyonu yükseltmek için sürekli el yükseltirken, DP’nin diktatörlüğüne gelen itirazlar burjuva muhalefet partileriyle sınırlı değildi. Yükselişe geçen ve tarım-ticaret sermaye sınıflarını açıktan destekleyen DP ile çıkarları ters düşen sanayi burjuvazisi de kendi ekonomik-siyasal programını uygulatabileceği yeni bir siyasi aktör arıyordu. Popülist-enflasyonist politika sarmalı içinde kırsal kesime aktarılan ekonomik kaynakların sanayileşmeye aktarılması gerektiğini savunan bu sermaye sınıfının öncüsü Koç ailesiydi. Kontolü giderek kaybeden DP ve lideri Menderes yakalandığı Hubris sendromuyla9, İstanbul Emniyet Müdürü aracılığıyla huzuruna davet ettiği Vehbi Koç’u DP’ye katılmaması durumunda bankalardaki kredilerin kesileceği, kotalardan istifade edemeyeceği ve birçok işinde zorluk çıkarılacağı yönünde tehdit etmişti. 10

                               (Karikatürist Ali Ulvi’nin hapis cezası almasına neden olan karikatürü-editör)

CHP, açıkladığı ilk hedefler beyannamesiyle, DP sonrası kurulacak restorasyon programını ilan ediyordu. İlan edilen programın embriyonik hali Forum dergisinde başlayan bir tartışmayla şekillendi. 1961 Anayasası’nın temellerinin atıldığı bu siyasi programda, güçler ayrılığı ilkesi gibi burjuva-liberal bir denge denetleme mekanizması ön görülüyordu. Beyannamede anayasa mahkemesi, ikinci bir meclis olarak senato, yüksek hakimler kurulunun kurulması, basın özgürlüğünün yasalarla güvence altına alınması, memurlara idari dava açma hakkı tanınması, üniversite özerkliği ve grev hakkının tanınması savunuluyordu.

Ancak ne CHP’nin ne de onunla birlikte hareket eden diğer siyasi aktörlerin bu burjuva reformizmini hayata geçirecek siyasal güçleri yoktu. Bu açmaz, DP’nin siyasi rakibini daha fazla hırpalamak için kara bir propagandaya yönelmesine vesile oldu. İlhamını bir soğuk savaş gazetecisi olan Hüseyin Cahit Yalçın’ın kaleme aldığı “Kalkın Ey Ehli Vatan” yazısında savunduğu “bir vatan cephesi lazımdır” cümlelerinden alan Vatan Cephesi bu kutuplaşmanın ürünüydü.

Vatan Cephesi ile DP, kutuplaşmayı mantık sınırına kadar taşıdı. Hamaset siyasetinin ayrımcılığa dayalı kutuplaştırıcı söylemiyle birleşen Vatan Cephesi ile DP, iş adamlarına ancak Vatan Cephesi’ne katılmaları halinde devletten iş ve ihale alabileceklerini üstü örtük bir tehdit diliyle bildiriyordu. Vatan Cephesi’ne katılanların isimleri radyodan duyurulurken propagandanın derinleşmesi için köylerine çeşme yaptırılması için dilekçe imzalayan Elazığlı köylülerden, 7.5 yaşındaki çocuğa, çoktan vefat etmiş olanlara uzanan bir propaganda mekanizması işliyordu. Vatan Cephesi DP’nin karaborsa ve kıtlığı geri getiren ekonomik başarısızlığının, dış politikada komşu ülkelerle yaşadığı çatışmalı saldırgan dış siyasasının unutturulması gibi işlevlere de sahipti. Türkiye siyasal yaşamında sağ siyasetlerin yaratacağı kutuplaşmanın izleyen yıllada temelini atan Vatan Cephesi ile DP ve idari kadrosu otoriter yönetimini açıkça ilan ediyordu.

Vatan Cephesi ile başlayan kutuplaşma ve fanatizm, yani memleketin ahvali Çetin Altan’ın kaleme aldığı yazıda şöyle tasvir edilir: “Çeşmelerden mezarlıklara kadar bütün sosyal ortaklıklar parti rozetine göre ikiye bölünmüştür. Kasabaların içi karşılıklı düşman karargahlarına benzetilmiştir. Bu ayrılık günden güne körüklenmektedir. Hürriyet ve demokrasi aşkına, dostluklar, arkadaşlıklar ve kardeşlikler çiğnenmektedir.” 11

Demokrat İzmir Gazetesi: Eski dostun düşmanlaşması

DP’nin kuruluş yıllarında DP’nin liberal-reformist çizgisini savunan Demokrat İzmir gazetesi, 1950’lerin ortalarından sonra DP’nin siyasi nüfuz ticareti ve yolsuzluklarından sonra çizgi değiştirdi ve muhalefetteki Hür Parti’nin sözcüsü oldu. Ancak gazetenin kesin olarak DP karşıtı bir tutum alması için 1958 yılını beklemek gerekiyordu. Gazetede yayınlanan haber ve köşe yazılarında, basın aleyhine anti demokratik kanunlar çıkaran, basına ispat hakkı tanımayan, muhalif yayın organlarının kağıt ve ilanlarını kesen iktidarın artık basının desteğini kaybettiğinin altı çiziliyordu. Ayrıca grev hakkı vermediği emekçiyi, siyasi baskı kurduğu üniversiteyi, teminat hakları elinde alınan adliye kadrosunu, gün geçtikçe artan hayat pahalılığına bir çözüm bulamadığı için de yoksul vatandaşı iktidarın kaybettiğini açıklamıştı.12 Muhalif bir yayın politikası izleyen Demokrat İzmir gazetesinin başına gelenler dönemin özeti gibidir. Demokrat İzmir’in DP’ye karşı sert muhalefeti resmi ilan kesintisi, kapatılma, cezalandırma ve kağıt haklarının kısıtlanması gibi tedbirlerle durdurulmaya çalışıldı. Gazetede bu durumu eleştiren yazar Ziya Hanhan “Taklabazlığın en ziyade rağbet gördüğü bu zamanlarda biz, dağ sporunu seçtik. Tırmandığımız yolun muhatarasını (korkutuculuğunu) bilmiyor değiliz. Ama başka çıkar yol yok. Cennete kavuşmak için sırat köprüsünü geçmemiz lazım. Ve bu köprüyü kimseye “Dayı” demeden geçeceğiz”13 1945 Tan Gazetesi matbaasının basılıp, matbaanın tahrip edilmesine benzer bir tertip, bu kez iktidarı eleştiren Demokrat İzmir gazetesini hedef aldı. İsmet İnönü ve CHP’nin yeni siyasal kampanyası ile büyük taaruz rotasını izleyerek, Ege bölgesinde düzenledikleri mitinglerin sonuncusu İzmir’de yapılacaktı. Demokrat Partililer, İzmir’de parti binasında toplandığı sırada gelen patlama haberiyle Demokrat İzmir gazetesi binasına doğru yürüyüşe geçtiler. Saldırganları kışkırtan DP İzmir Belediye Başkanı Faruk Tunca’nın “Serbestsiniz arkadaşlar, bütün mesuliyet (sorumluluk) bana aittir. Yakın, yıkın burası komünist gazete ve matbaadır” sözleriyle tahrik ettiği grup, Demokrat İzmir gazetesi sayfalarına sarılı taşlarla, gazete binasını ve çalışma ofisleri taş yağmuruna tuttu. Saldırıyı Demokrat İzmir’in satırlarından okuyalım:

“…Gazete, gece kadrosuyla çalışmaktaydı. Yirmi kişi miydik, kırk kişi miydik bilmiyorum. Bir olsa ne çıkar, bin olsa ne çıkar… Henüz cezaevi yıkılmamış, içeride bir alay masum var. Dışarda ise hırsızın, katilin, ırz düşmanlarının, soyguncunun daniskası… Güruh, sarhoş edilmiş, ceplerine beşer, onar lira konmuş ağzı salyalı bir sarhoş sürüsü, gazetenin üzerine yürüyor. Cezaevinin kenarından, içerdeki kaza kurbanları hapiste, dışardaki vurguncular, soyguncular başıboş, serbest… Kahrolsun diye bağırıyorlar. Kim kahrolacak? Biz! Kahrolduğumuz kadar kahrolmuşuz zaten… Ve bir taş yağmuru. Savcılık? Ölü… Vilayet? Vefat etmiş… Emniyet? Hak getire… İtfaiye? Namevcut… İzmir’de, Mithat Paşa caddesinde 25 numaralı binada ‘hak!’ diye, ‘hürriyet!’ diye hakkı ve hürriyeti taşlıyorlar. Aşağıdan kâğıtlar tutuşturulmuş, yukarısı duman dolu… Çocuklar boğulacak… Kapılar, pencereler açılıyor. Aspiratörler çalıştırılıyor. Ah, biraz temiz hava Hürriyetin havası, Dokuz yıl hasretini çektiğimiz hürriyet havası… Macera, bir Demokrat İzmir gazetesinin macerası değildir. Asıl mesele, bu gazetenin hüviyetinde hür ve müstakil basını, hür ve müstakil düşünceyi ateşe vermek, yakmak, külleri üzerinde tepinmektir.” 14

Saldırıdan 18 gün sonra yeniden yayınlanmaya başlayan Demokrat İzmir gazetesinin sesi Tahkikat Komisyonu’nun aldığı bir kapatma kararıyla 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasına kadar kısılacaktı.

Tahkikat Komisyonu’nun Kurulması

Siyasetini kitleler ile birlikte yapmaktan imtina eden bunun yerine yüksek bürokrasideki seçkinler arasındaki uzlaşma ve pazarlık üzerinden şekillendiren bir parti olarak CHP, bu tarzın bir despotizm karşısında çalışmadığını gördü.

CHP lideri İsmet İnönü, büyük taaruzda kullandığı yönde başlattığı miting ve siyasi kampanya serisi ile DP’ye meydan okudu. Bu meydan okumanın siyasal sonucu, gerilim ve çatışmayı son noktasına vardırdı. CHP heyeti ziyaret ettiği her ilde fanatik DP’lilerin hücumlarına maruz kaldı. Bunlardan Topkapı’da yaşanan sıcak çatışma, askerin müdahalesiyle engellendi. Kurtuluş Savaşının ikinci adamı İsmet İnönü’nün kafasına isabet eden bir taşla yaralandığı olaylar, siyasi gerilimin sokağa da sirayet edebileceğinin ispatıydı.

Tahkikat komisyonu ile ilk defa açık bir despotik rejime geçildiğini ilan eden DP, komisyona bütün siyasi faaliyetleri soruşturma bitene kadar durdurma yetkisi tanıyarak kendi hukuk normlarını çiğneyerek darbeyi örgütledi. Tahkikat komisyonu, burjuva liberal parlamentarizmin ekonomik-siyasi krize girdiğinde ve meşruiyet zeminini kaybedince nasıl bir baskı aygıtına dönüşebileceğini göstermesi bakımından ibretliktir.

28-29 Nisan ayaklanması: Hürriyet İsteriz !

28 Nisan 1960’da İstanbul Üniversitesi öğrencileri, “Anayasa dersinde Anayasa konuşmanın yasaklandığı için ders işlemeyeceğini, öğrencilere serbestsiniz” diyen bir profesörün ardından anfileri terk ederek Atatürk heykelinin önünde toplanmaya ve slogan atmaya başladılar. “Kahrolsun diktatörler” ve “Hürriyet isteriz” sloganlarıyla bir araya gelen kitleye polisin saldırısı çok sert oldu.

Polis arabalarla öğrencilerin üzerine saldırırken ilk defa bir öğrenci eylemine ateş açıldı. Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz açılan ateşte hayatını kaybetti. Daha sonra ismi hürriyet şehidi olarak anılan ve ismi bir vapura verilen Turan Emeksiz’in katli, protestonun daha da büyümesine neden oldu. Protestoya katılan İstanbul Erkek Lisesi öğrencisi Nedim Özpulat bir tankın altında can verirken, DP’nin faşist terörü, üniversitede özgürlük isteyen öğrencilere yönelik gaddarlığın ulaşabileceği son noktayı gösteriyordu. Şair Enver Gökçe, hürriyet şehidi Turan Emeksiz şahsında kaleme aldığı şiirde Bir oğul çıktı Malatya’dan / Anası Yılmaz çağırırdı / Haram süt emmemişti anadan / Ve Beyazıt derler büyük bir alan 15dizeleriyle anar.

                             (Turan Emeksiz için İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği’nin bastırdığı afiş-editör)

Ayaklanma esnasında Rektör Profesör Sıddık Sami Onar polis tarafından tartaklandı, hakarete uğradı ve emniyete götürüldü. DP lideri Adnan Menderes’in Sıddık Sami Onar için kullandığı “Bunlar bedavadan kahraman kesilen soytarılardan ibarettir”16 sözleri Menderes ve DP’nin sağ siyasal söylemine yansıyan entelektüel düşmanlığının bir özetiydi. Bu düşmanlaştırma siyaseti ve söylemi, hukuka dönülmesini tavsiye eden, gidişatın kötüleşmesi üzerine sorumluluk alarak iktidarı uyaran bütün kesimleri hedef alan bir kin kampanyasına dönüştü. Bu kin kampanyası, önce parlamentoyu, sonra üniversiteleri kapatmayı, başka kentlere taşımaya kadar varan bir zorbalığın ta kendisiydi. Seçimlerde kendisine yeteri kadar oy vermeyen kentleri ilçeye dönüştüren sağcı DP zihniyeti, hızını alamayarak üniversiteye ve öğrencilerine de bir nesne muamelesini reva gördü ve memleketi uçurumun eşiğine getirdi.

(28 Nisan 1960 İstanbul Üniversitesi ayaklanması sırasında korkunç sahneler yaşandı. Birinde bir polis cipiyle sürüklenen öğrenci-editör)

İstanbul’daki ayaklanmayı Ankara Üniversitesi öğrencilerinin ayaklanması izledi. Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültesi öğrencileri ilan edilen sıkıyönetime rağmen protesto gösterilerine devam etti. Öğrenciler, hiç kimseden beklemeden kendi eylemleriyle diktatörlüğü sallıyor, DP’nin devlet terörüne rağmen can pahasına bir var oluş kavgası veriyordu. Ayaklanma esnasında eyleme katılan Alparslan Işıklı’nın ilginç bir anekdotuyla aktaralım:

SBF’nin ünlü bir İnek Bayramı vardır. İnek Bayramı, her yılın sonunda öğrencilerin mizah ustalığının sergilendiği birkaç günlük bir eğlence ve özeleştiri ortamı oluşturur. O yılki İnek Bayramı için alınan kırmızı boyalar, bambaşka ve hiç tahmin edilemeyecek bir işlev gördüler. Fakültenin etrafı atlı birlikler tarafından kuşatılınca, bu boyaları kullanarak geniş karton kâğıtlara “ya hürriyet, ya ölüm!” yazarak fakülte binasının caddeden görünen duvarlarına astık. Aceleyle ve özentisiz yazıldığı için, boyalar, yer yer akıp damlamış, uzaktan bakıldığında kanla yazılmış görüntüsü veriyordu. Bu yazının, bizim maksadımızı çok aşan sonuçları oldu. “17

DP’nin despot iktidarında üniversiteye ilan ettiği iç savaşın kökeninde 5 Şubat 1960’ta SBF’nin tasfiye edilerek, okula dönüştürülmesi için yapılacak olan yasal düzenlemenin de payı vardı. Artan huzursuzluk protesto yürüyüşlerine, neden olduysa da bardağı taşıran damla polisin İstanbul Üniversitesi öğrencilerine reva gördüğü zulümdü. Halkın da katılımıyla büyük bir yürüyüş kolu Ankara’da DP’nin üniversiteye yönelik devlet terörünü protesto eden “Kara Cuma” yürüyüşünü düzenledi. Ağır baskı ve sansür yüzünden düzenlenen protesto gösterilerini, hayatını kaybeden insanların isimlerini gazetelerde yayınlamak yasaktı. Çetin Altan’ın aşağıda görselini göreceğiniz köşe yazısı zaten her şeyi anlatır gibiydi.. 

555 K yani ayın 5’inde saat 5’te Kızılay’da çok daha büyük bir eylemin parolasıydı. 555 K ile üniversite duvarlarını aşan bir anti-otoriter halk isyanı Ankara sokaklarını kapladı. 555 K şiirinde Cemal Süreya’nın Uykumuzun bir ucunda bombalar / Bir ucunda hürriyet inancı sabaha kadar / İngiliz usulü piyade tüfekleriyle/ İnsanca yaşamanın onuru arasında / Milletcek bir gidip bir geliyoruz / Şimdi saat sekizdir başlar gecemiz dizeleriyle 555 K’nın yazıldığı dönemdeki politik-psikolojik atmosferin unutulmaz bir tasvirini yapar.

555K Şiiri

Cumhurbaşkanı Bayar’ın CHP’nin “karınca gibi ezilmesini” tavsiye etmesiyle başlayan saldırı kampanyası, devlet terörüyle zirvesine ulaşıyordu… Dizginsiz baskı ve terör rejiminin inşasında rol oynayanların hemen tamamı, halkın yoksulluğu ve sefaleti karşısında kendi düzenlerinin devamını istediler. Burada özellike altını çizmemiz gereken bir diğer olgu, DP döneminde baskıyı örgütleyen teşkilat yapısının hemen tamamının tarikatların kontrolüne girmesiydi. Sosyal hayatın dinselleşmesinin görünür etkilerini Mehmet Ali Aybar arkadaşı Zekeriya Sertel’e yazdığı bir mektupta şu cümlelerle dile getirir. “Dini duyguların istismarı partiler arasında bir yarışma halini aldı. Taassup (bağnazlık) memlekette aldı yürüdü. Dışarıdan tahmin edemezsiniz. Sana ufak bir misal vereyim: Galata’da arkadaşlarla arada uğradığımız küçük bir meyhane vardır; Melih Cevdet (Anday) söyledi, Ramazan münasebetiyle kapanmış. Geçen gün bakkaldan, bizim Kuzguncuk’taki bakkaldan şarap aldım. Adam cebinize koyun malum Ramazan görmesinler demez mi ? Hani Vala Nurettin anlatırdı. Bolu’da muallimliği (öğretmenlik) ettiği tarihte, yani bundan otuz beş kırk sene evvel, namaz vakti eli sopalı bir herif, caminin bilmem nesi, çarşıyı dolaşır, dükkan kepenklerine sopası ile vurarak: Vakti salat ! Vakti salat diye bağırırmış… Nerede ise o günlere döneceğiz. Belki Bolu’da mesela, aynı vazifeyi milleti namaza zorlamak işini üzerine almış olanlar, yeniden peydahlanmıştır bile. İstanbul böyle olursa, Anadolu’nun içi kim bilir nasıldır ?”18

Türkiye hakim sınıflarının tarım ve ticaret yoluyla zenginleşen burjuvazisinin komprador niteliği, en çok DP iktidarı döneminde ortaya çıktı. Yönetme erkinin tek kişinin ve partinin elinde toplandığı, buna yönelik itirazların her türden baskı ve yönlendirme aracıyla sakatlandığı bu dönemin kapanışı; anti-demokratik DP iktidarının öğrenci hareketleriyle başlayan protestolarla yıkılmasını zorunlu kıldı.

Soğuk savaşta ABD emperyalizmiyle girilen eşitsiz ilişki, borçlandırma siyasetiyle biçimlenirken, Amerikan hayat tarzının bayraktarlığını yapan DP kültürel sahada üniversiteleri kendi despotizmine tabi kılmak için cezalandırma ve görevden alma gibi yöntemleri sıkça kullandı. Bunda elbette üniversitenin bağımsız, özerk bilim üreten kurumlar niteliğini yitirmesinin arzu edilmesi baş rolü oynuyordu. Türkiye sağının patetik (hastalıklı) düzeydeki entelektüel düşmanlığının ilk muhatabı olan üniversite gençliği, komünist hareketin tutuklamalarla etkisizleştirilmesi, sendikal hareketin yasaklanması ve yönlendirilmesi gibi nedenlerle dolayı bütün yükü sırtlanmak zorunda kaldı. Bu durum aynı zamanda 1960 sonrası filizlenecek olan sol-sosyalist hareketlerin de insan kaynağının neden üniversite gençliği olduğunu açıklar. “Keyfi idare zulüm getirir” sözleriyle somutlanan DP dönemi trajik bir sonla kapandı. O sonda militarizm sahne aldı. DP ve Adnan Menderes kendi eylemlerinin kurbanı olan Shakespearyen trajedilerin oyun karakterleri türünden Yassıada’ya gönderildi ve üçü Fatih Rüştü Zorlu, Adnan Menderes ve Hasan Polatkan idam edildi.

28-29 Nisan ayaklanmacıları 1908’de Sultan 2.Abdülhamit’e karşı ayaklanan tıbbiyeli öğrencilerin kurduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi kalıcı bir örgütlenme kuramadıysa da, DP’yi deviren öğrenci hareketleri olarak tarihe geçtiler. Bu durum aynı zamanda gençliğe durmaksızın nesne muamelesi yapan rejimin sahiplerine de büyük bir meydan okumaydı….

28-29 Nisan ayaklanması DP’nin kör baskı rejimine meydan okumaydı. Türkiye sağı, resmi tarih anlatısında bu meydan okumayı unutturmaya çalışsa da öğrenci ve entelejensiyanın varlığından her zaman rahatsızlık duydu. 28-29 Nisan ayaklanması, kendi örgütlülüğü olmadan spontane gelişmiş olsa da öğrenci kitlelerin özgüvenini yükseltti. Yeni bir kimlik arayışına sebep olan bu özgüven, ileride Fikir Kulüpleri Federasyonu, Dev-Genç gibi kalıcı örgütlenmelere dönüşerek kendi siyasetini o siyasetle biçimlenen sol -sosyalist kültürü örgütlemeyi başardı.

Tarih sadece sınıf mücadelelerin tarihi değil, aynı zamanda ders vermek isteyen bir büyük öğretmendir. Bir öğrencisi olarak yazdığım bu yazının amacı, onurlu bir direniş olarak 28-29 Nisan 1960 ayaklanmasının unutulmasına, hafızalardan silinmesine engel olmaktı. Bunu bir nebze de olsa başardıysam emeğim boşa gitmemiş demektir.

1Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi Demokrat Parti Dönemi Fasikülü., İstanbul, İletişim Yayınları, 1989, s.1954

2Han’ın Yerine, “Kütük Partisi”, Demokrat İzmir, 1 Kasım 1957.

3Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, Cilt III, İstanbul: Remzi 1999) s.287-290

4Cumhuriyet, “Tunceli’de Halk Partisi’nin Kazanma Şansı Çok Fazla”, 04.10.1957, s.4

5 Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat, İstanbul, Yordam Yayınları, 2015, s.492

6Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi Demokrat Parti Dönemi Fasikülü., İstanbul, İletişim Yayınları, 1989, s.1954

7https://www.mahfiegilmez.com/2021/10/devletler-batar-m.html

8Cihat Baban, Politika Galerisi, İstanbul, Remzi Kitapevi, 1970, s.173

9https://www.kimpsikoloji.com/hubris-kibir-sendromu-nedir/

10Can Dündar, Özel Arşivinden Belgelerle ve Anılarıyla Vehbi Koç, İstanbul: Doğan Kitap 2006 189-191, 240-241

11Çetin Altan, “Utanmak” 02.04.1960, Milliyet s.2

12Aktaran Aslı Şener Çolak-Fevzi Çakmak, Türk Basın Tarihinde Muhalif Bir Gazete: Demokrat İzmir: Belgi Dergisi, Sayı 20 (Yaz 2020), s.2490

13Ziya Hanhan, “Dağ Sporu”, Demokrat İzmir, 5 Nisan 1958

14“Bir Barbarlığın Yıldönümü”, Demokrat İzmir, 2 Mayıs 1961.

15Şiirin tamamı için: https://www.siir.gen.tr/siir/e/enver_gokce/turan_emeksiz.htm

16Kılçık, Menderes’in Konuşmaları, C.IX, 271

17Şahinkaya S. 29 Nisan 1960’da Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Adım Adım 27 Mayıs. Mülkiye Dergisi. 2014; 34(267): 97-121.

18Mehmet Ali Aybar, Mehmet Ali Aybar’ın Müdafaa ve Mektupları (1946-1961) yay. Haz. Barış Ünlü (İstanbul: İletişim Yayınları)

Yazarımızın daha önce yayımladığımız yazıları

12 MART: UYANIŞLARIN BÜYÜK ETKİSİ, UYANIŞ, DİRENİŞ VE DARBE./02.04.2022

Kitap Tanıtım: 1902 Doğumlular / 07.03.2022

Kitap Tanıtım: Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!/28.02.2022

Yeni başlayanlar için Kürt Meselesi: Büyük Adam Küçük Aşk /01.10.2021

Sinemada 12 Eylül: Tank Paletiyle Gelen Neoliberalizmin Beyazperdeye Yansıması / 12.09.2021

Kentin Hüzünlü Şairi: Turgut Berkes / 10.07.2021

Menekşe’den Önce Bir Kıyımın İzinde Kardeşinin İzini Aramak / 02.07.2021

Körlük: Hakikat Neye Yarar Göz Yalansa ? / 18.06.2021

Tozkoparan’da Kentsel Dönüşüm / Rantsal Bölüşüm ve Direniş / 25.06.2021

*Propontis’in ölümü: Elveda Güzel Marmara / 31.05.2021

Bir Avuç Cesur İnsan: Derelerin özgür akması için verilen mücadelenin öyküsü /08.05.2021

Kitap Kritiği : Alnında Mavi Kuşlar / Aysel Özakın / 01.05.2021

Cinsiyet, savaş, milliyetçilik ve zehir: Yaşamak için çalışmak ve çalışırken ölmek: Bir Peri Masalı Radyum Kızları / 27.03.2021

16 Mart Katliamı: Darbeye ayarlı bir faşist saldırı / 16.03.2021

Kitap Kritiği Zaniyeler / Selahattin Enis / 24.02.2021

Necmettin Erbakan : Soğuk Savaş islamcılığından 28 Şubat bir islamcının yükselişi ve düşüşü. / 28.02.2021

Çin Sendromu: Neoliberal çağın ilk büyük çevre sorunu / 15.02.2021

Pasteur: “Uzun Yüzyılın” Dahisi / 14.02.2021

Futbol ve Sinema: Son anda harekete geçen vicdan duygusu: Kaledeki Yalnızlık. / 01.02.2021

Atları da Vururlar: Çılgın yarışa eşlik eden bir çöküşün tasviri / 31.01.2021

Mississippi Yanıyor, Soğuk Savaş’ın ortasında ırkçılığın can yakan atmosferi… / 31.01.2021

Müzik Kutusu: Geçmişin gölgeleri içinden yürüyen insanlık suçuna bakış. / 31.01.2021

Toz Bezi: Başkalarının kirinden güvencesizliğe bir bakış. / 31.01.2021

Babamın Kanatları ya da türkü söylenmeden inşa edilen yapıdan güvencesizlerin öyküsü / 31.01.2021

Hotel Ruanda ya da Irkçılığın Afrika’daki zehirli etkisi / 31.01.2021

Hypatia: Bilimin çağlar ötesinden parıldayan çılgın elması / 31.01.2021

Takva ya da bir örümcek ağının anatomisi / 31.01.2021

Gecelerin Ötesi ya da her mahallede bir milyoner yaratmanın hazin öyküsü. / 31.01.2021

Cenneti Beklerken ya da sanatçının hayatta kalmak derdindeki bir portresi. / 31.01.2021

Press ya da Özgür Gündem’in yaşadıkları: Kan var bütün kelimelerin altında ! / 31.01.2021

Futbol ve Sinema: Cehennemde İki Devre Faşizmle ölümüne bir maçın kahramanları.. / 31.01.2021

Özel Bir Gün : Faşizmin Gölgesinde İki İnsanın Öyküsü / 31.01.2021

Ahh Güzel İstanbul : Şöhret arzusunun peşinden modern zamanlara İstanbul’dan bir bakış. / 30.01.2021

Kitap Tanıtım: 1902 Doğumlular / 07.03.2022

Kitap Tanıtım: Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!/28.02.2022

Yeni başlayanlar için Kürt Meselesi: Büyük Adam Küçük Aşk /01.10.2021

Kentin Hüzünlü Şairi: Turgut Berkes / 10.07.2021

Menekşe’den Önce Bir Kıyımın İzinde Kardeşinin İzini Aramak / 02.07.2021

Körlük: Hakikat Neye Yarar Göz Yalansa ? / 18.06.2021

Tozkoparan’da Kentsel Dönüşüm / Rantsal Bölüşüm ve Direniş / 25.06.2021

*Propontis’in ölümü: Elveda Güzel Marmara / 31.05.2021

Bir Avuç Cesur İnsan: Derelerin özgür akması için verilen mücadelenin öyküsü /08.05.2021

Kitap Kritiği : Alnında Mavi Kuşlar / Aysel Özakın / 01.05.2021

Cinsiyet, savaş, milliyetçilik ve zehir: Yaşamak için çalışmak ve çalışırken ölmek: Bir Peri Masalı Radyum Kızları / 27.03.2021

16 Mart Katliamı: Darbeye ayarlı bir faşist saldırı / 16.03.2021

Kitap Kritiği Zaniyeler / Selahattin Enis / 24.02.2021

Necmettin Erbakan : Soğuk Savaş islamcılığından 28 Şubat bir islamcının yükselişi ve düşüşü. / 28.02.2021

Çin Sendromu: Neoliberal çağın ilk büyük çevre sorunu / 15.02.2021

Pasteur: “Uzun Yüzyılın” Dahisi / 14.02.2021

Futbol ve Sinema: Son anda harekete geçen vicdan duygusu: Kaledeki Yalnızlık. / 01.02.2021

Atları da Vururlar: Çılgın yarışa eşlik eden bir çöküşün tasviri / 31.01.2021

Mississippi Yanıyor, Soğuk Savaş’ın ortasında ırkçılığın can yakan atmosferi… / 31.01.2021

Müzik Kutusu: Geçmişin gölgeleri içinden yürüyen insanlık suçuna bakış. / 31.01.2021

Toz Bezi: Başkalarının kirinden güvencesizliğe bir bakış. / 31.01.2021

Babamın Kanatları ya da türkü söylenmeden inşa edilen yapıdan güvencesizlerin öyküsü / 31.01.2021

Hotel Ruanda ya da Irkçılığın Afrika’daki zehirli etkisi / 31.01.2021

Hypatia: Bilimin çağlar ötesinden parıldayan çılgın elması / 31.01.2021

Takva ya da bir örümcek ağının anatomisi / 31.01.2021

Gecelerin Ötesi ya da her mahallede bir milyoner yaratmanın hazin öyküsü. / 31.01.2021

Cenneti Beklerken ya da sanatçının hayatta kalmak derdindeki bir portresi. / 31.01.2021

Press ya da Özgür Gündem’in yaşadıkları: Kan var bütün kelimelerin altında ! / 31.01.2021

Futbol ve Sinema: Cehennemde İki Devre Faşizmle ölümüne bir maçın kahramanları.. / 31.01.2021

Özel Bir Gün : Faşizmin Gölgesinde İki İnsanın Öyküsü / 31.01.2021

Ahh Güzel İstanbul : Şöhret arzusunun peşinden modern zamanlara İstanbul’dan bir bakış. / 30.01.2021

Diğer Yazılar

DİJİTAL TEKNO-NEOLİBERALİZM YAPAY ZEKANIN EKONOMİ-POLİTİĞİ.

Ümit ÖZDEMİR / 09.02.2025 Düşünebilen makineler fikri yeni bir fikir değil, ortaya çıktığı ilk haliyle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir