KRİZ SADECE KAPİTALİZMİN KRİZİ DEĞİLDİR !

Mert Yıldırım / 18.03.2022

Son süreçle birlikte kriz sözcüğü insanların dilinden düşmüyor. Ama kast edilen kriz ekonomik mi, sosyal mi, siyasal mı, yoksa hepsi mi? burası çok belli değil.

Sosyal kriz ekonomik krizin bir devamı ve öteki yüzüdür. Ama aynı şeyi siyasal kriz için söyleyemeyiz. Gündelik hayatta ve pratik politika da sık sık “siyasal kriz var” denilmesi çoğu zaman ajitatif bir söylevdir. Mesela onca kriz ve yitirilen meşruiyete karşın mevcut iktidar ( AKP-MHP) bloğunun %35-40 civarında oy desteğinin devam ettiğini gösteren saha çalışmalarının olması ve en önemlisi de sokak hareketinin olmaması ekonomik ve sosyal krizin otomatik olarak siyasal krize yol açmadığını gösteriyor.

Bir başka yanılgı da siyasal krizin otomatik olarak alt üst oluş ile sonuçlanacağına dair beklentidir. Alt üst oluş için her şeyden önce siyasal krizin olgunluğu gerekir. Hatta buda yetmez, ideolojik ve politik örgütlülük gerekir.

Karşı Hegemonya!

Dünya halinin içinde bulunduğu krizin esas nedeni anti-kapitalist karşı hegemonyanın olmamasıdır.

Zaten kapitalist dünyanın berbat vaziyetine karşın ayakta kalmasının esas neden de budur. Çünkü mevcut sistemin nasıl değiştirileceği bilinmediği gibi, nasıl bir toplumsal sistemin tasavvur edileceği de netleşmiş değildir. Bu nedenle kapitalizm her kriz sonrası kendisini yeniden tahkim edebiliyor.

Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı”. (İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci’nin tariflediği kapitalizm sonrası çağ yaşanıyor-editör)

Tabi hal bu iken “bizim yeni tarife ve paradigmaya ihtiyacımız yok, sorun uygulamada” diyenler olabilir. Bunu diyenler kendisine referans gördükleri metinlere adeta kutsallık atfediyor. Zaten en büyük sorunlardan biri de budur. Ama hayatı değiştirme hayali olanlar hiç bir metne kutsallık affetmez ve diyalektik metodu esas alır. Diyalektik metodu esas alanlar en “mükemmel” paradigmanın bile eksik, hatta kimi yanlışları içerebileceğini düşünür ve sürekli yeni şeyleri söylemeyi önüne koyar. Bu metodun özeti sürekli değişim, sürekli dönüşümdür.

Dünyayı değiştirmek isteyenler sürekli kendisini yenileyenlerdir.

Dünyayı anlamaya ve değiştirmeye çalışmanın bir yolu da yeni dönemi açıklayan yeni
kavramsal disiplinler oluşturmaktır.

Örneğin toplumlar tarihinin kategorileştirilmesi yer yer mekanikliğe düşme tehlikesi olsa bile hep bir şeylerin anlaşılmasına hizmet etmiştir.

Kapitalizmin ilkel, rekabetçi ve tekelci aşama gibi kategorilere ayrılması bir zincirin ayrı ayrı halkalarını ifade eder. Ama her bir halka kendisine özgü yeni bir fotoğrafı gösterir.

Buna benzer kategorilere bizzat burjuva aydınların kendisi de baş vurmuştur. Örneğin kapitalizmi birinci, ikinci ve üçüncü sanayi devrimi olarak adlandırmaları sebepsiz değildir. Buna birde, son yıllarda “endüstri 4-0” adı verilen dördüncü sanayi devrimi tanımı eklenmiştir. Devrimci Marksistler ise bu süreci emperyalizmin birinci, ikinci ve üçüncü bunalım dönemleri olarak tarif ederler.

(Dördüncü sanayi devriminin belirgin ve öne çıkan özelliği robotik üretim. Bu üretim tarzı canlı emek sömürüsüne dayanan kapitalizmin, sermayenin realizasyonu gibi yeni bir problemle karşı karşıya kalmasına neden oldu fotoğrafta tamamen robot teknolojileriyle üretim yapılan bir “karanlık fabrika”-editör)

Teoriyi kutsal metin olarak gören kimi Ortodoks Marksistler çevreler, Lenin’in “emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşamasıdır” tespitinden hareketle emperyalizmi aşamalandırılmasını anti Marksist olarak görmüştür.

Oysa bu aşamalar kendi içinde bir bütün olup, kopuş ve sürekliliği ifade eder. Ve her kopuş bir dönemin kapısını aralar.

Her dönemin kendisine özgü ilişki, çelişki ve sömürü metodları bulunur.
Devrimci program ve strateji bu ilişki, çelişki ve sömürü metodları üzerinden bina edilir.

Yeni dönem için
Yeni kavramlara ihtiyaç var!

Kapitalizm geçen elli yıl içinde üretim ve istismar metodlarında ciddi değişimler geçirerek yeni sonuçları ortaya çıkarmıştır. Örneğin fordist üretim modeli, bant sistemi ve büyük ölçekli fabrikasyon olduğu için ağırlıklı olarak kitlesel üretime dayanıyordu. Bu durum sınıfın/sınıfların reflekslerinin paralel ve kollektif olmasına ortam hazırlıyordu. Bugün var olan sendika ve sınıf partileri bu dönemin örgütlenme modelidir. Ama şimdi bambaşka bir zaman ve dönemdeyiz.1970’lı yıllar da pilot bölge ve ülkelerde uygulamaya konulan Toyotaizm denilen esnek üretim modeli 1990 sonrasında tüm dünyada uygulanır hale geldi. Bu yepyeni bir durumdur. Bu yeni durum sınıfın/ sınıfların pozisyonunu ve bileşenlerini önemli ölçüde değiştirmiştir. Kitlesel ve büyük ölçekli üretim birimleri yerini esnek üretime, parçalı ve küçük birimlere bırakmıştır. Bu nedenle eski örgütlenme modelleri işlevsiz kalmaya başlamıştır. Karşı hegemonyanın olmamasının bir nedeni de budur.

Ancak bu arada Kapitalist sistemin hegemonya alanı artmıştır.

Bilgisayar, yapay zeka ve bir bütün olarak artan dijitalleşme sadece üretimin esnekliğine ve çeşitliliğine olanak sağlamıyor. Dijitalleşme hem esnekliği, çeşitliliği ve tüketimin sürekliliğini geliştiriyor, hemde ideolojik ve kültürel etki alanını büyütüyor. Böylece her an yığınların nabzını elinde tutabiliyor. Bunun için an an insanların algoritmaları ölçülüyor. Ve ihtiyaçlar doğrultusunda sürekli yeni algoritmalar yaratılıyor.

Ama Kapitalizmin tam karşıtı olan kuvvetler, yani sol-sosyalistler yeni dönem tarifini yapıp, bunun üzerinde kendisini bina edemediği için ya sistem içi arayışlara sürükleniyor yada eskiyi tekrarlıyor.

Örneğin şu meşhur Z kuşağı nedir, nasıl bir şeydir, nasıl ilişki kurmak gerekiyor, buna henüz yanıt verilmiş değildir.

Ekonomizm ve sınıf indirgemeciliği nedeniyle ortaya çıkan yeni dinamikler küçümseniyor. Bunların başında ekoloji ve kadın sorunu gelmektedir.
Ekoloji ve Kadın özgürlük talebi elli yıl öncesine göre bambaşka bir yerdedir. Bu kapitalizmin tabi sonucudur demek durumu tam olarak açıklamaya yetmiyor. Yaşanan sosyalizmin iyi sınav vermediği bu alanlar için, sosyal temelde birleşik mücadeleyi zorunlu kılıyor. Kestirmeci ve indirgemeci yaklaşımlar iflas etmiştir. Toplumsal özgürlükçü siyaset, var olan sorunları bugün den yarına çözmeyi hedeflemeli.

Diğer Yazılar

HAMAS’IN İSRAİL’E FÜZE ATMASIYLA MI BAŞLADI HER ŞEY?

Taner Renda / 03.12.2024 2001 yılının 11 Eylül’üne gelindiğinde; dünya o gün yeni bir aşamaya …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir