Mert Yıldırım / 24.02.2022
Gerçekten bu defa her şey çok karışık görünüyor. “Kapitalizm ve savaş”, “bölgesel savaşlar”, “üçüncü dünya savaşı” filan hepsi tamam. Ama yinede taşlar tam olarak yerine oturmuyor. Tamam, olup bitenlerin kapitalizmin doğası ile kaçınılmaz bağı var, fakat bu bağ, bu bağın bölgesel ve küresel ilişkisi filan adı konulmadığı için insanlar tam olarak ne diyeceğini bilmiyor. Aslında bazen, bazı topraklarda iyi şeylerde oluyor. Mesela Rojava için heyecanlandık. Kobani bir avuç insanla barikat olurken Stalingrad günlerini hatırlayarak gururlandık. Güney/Latin Amerika’da hiç bitmeyen sol rüzgar epey umut vericidir. Ancak baskın gelen dünyanın berbat halidir.
Tabi her şeyin öyle sanıldığı gibi karışık olmadığını, bütün olup bitenlerin nedeninin emperyalizm olduğunu söyleyenler olabilir. Aslında özünde bu doğrudur da, ancak yine epey bir karışıklık var. Örneğin bu emperyalizm altmış yıl önceki gibi midir? Diyelim ki sömürü ve istismar metotlarında değişen bir şey yok, peki o zaman yığınların bu hali niye böyle? Mesela sosyalizm filan deyince niye yığınlar teveccüh etmiyor? Demek ki bir sorun, daha doğrusu sorunlar var.
Sosyalizm demek yetmiyor?
Bunu dediğimizi farz edelim, geçmişin muhasebesini yaptığımızı, neyi yapmamız neyi yapmamamız gerektiğini bildiğimizi ve yanıtladığımızı düşünelim. Peki ama bunun hangi biçim ve tarzla yapacağımızı biliyormuyuz? Örneğin siyasetin biçimi ve tarzı içinde savaş filan olacak mı? Yoksa daha iyi bir dünya için “barışçıl geçiş”, “barış içinde bir arada yaşama” siyasetiyle mi yol alınacak?
Görüldüğü gibi işler sanıldığından daha fazla karışık.
Mesela hiç düşünmeden “savaşa hayır” diyenler epey kalabalık. Fakat bu kalabalık her zaman ve her yerde savaşa hayır demiyor. Örneğin bu sıralarda koro halinde savaşa hayır diyenler, başka bir zaman, başka bir yere yapılan işgal girişimlerine çiçek oluyorlar, adını tanka-topa yazdırıyorlar. Yani bir de böyle tiksindirici anılar var. Bunları sadece öyle çifte standart davranışlar olarak açıklamak mevcut insan kalitesini, daha doğrusu kalitesizliğini tam olarak açıklamaya yetmiyor.
Mesela otuz yıl önce dünya tek kutuplu görüntüsünü verirken bunu “liberalizmin zaferi” ilan edenler olmuştu. Fakat çok geçmeden dünyanın imparatorluğunun şımarık davranışları gına getirmeye başladı. Sonra oligarkların ülkesine dönüşen Putin’nin memleketi, ardından Asya’nın büyük Han sülalesi devreye girmeye ve “bizde varız” demeye başladılar. Buna Hegel’in memleketinin sessiz büyümesi eklendi. Böylece tek kutuplu dünya yerini çok kutuplu dünyaya bırakmaya başladı. Bunun dengesizliğin dengesi olabileceği ve bu durumun belki daha iyi olabileceği düşünüldü. Ancak yok, bu da olmadı. Aksine gücü yeten yetene bir denklem oluşmaya başladı. Deyim uygunsa yeni bir barbarizm çağı başladı. Böylesi bir dünyada “barış içinde yaşamak”, “barışçıl geçiş” vb. demek çok ütopik değil mi? Peki ne mi demek gerekiyor? İşte bunun yanıtı tam olarak verilemediğı için karışık bir vaziyet ortaya çıkıyor.
Ama her şeye rağmen biz yinede “güzel günler göreceğiz” şiirini söylemeye ve sol memenin altında ki cevahiri karartmamaya çalışacağız.