PUSULASIZLIK!

Mert Yıldırım / 24.01.2022

Bu günlerde ölüm yıl dönümü nedeniyle Uğur Mumcu ve Gaffar Okkan’ın anmaları yapılmaktadır.

Anmalara katılan ve methiyeler içeren paylaşımlar yapanlar arasında kendisine yurtsever, alevi ve solcu olarak  tanımlayanların olması, yaşanan ideolojik omurgasızlığı ve pusulasızlığı bir kez daha ortaya serdi.

Uğur Mumcu ve Gaffar Okkan kimdir?

Uğur Mumcu kendisini Kemalist ve solcu olarak tanımlıyordu. Kemalistliğine lafımız yok, ama bunun yanında kendisini solcu olarak tanımlamasına öteden beri itirazımız oldu.

Uğur mumcu, devlet laikliğini savunuyordu. Ama devlet laikçiliği onu solcu yapmaya yetmez.

Sosyalist olmayan solculuk aldatmacadan ve manipülasyondan ibarettir. Çünkü sol kavramından anladığımız temel kriter sosyalizm ile olan ilişkidir.

Sosyalist solun tarihsel çıkışı emekten ve ezilenlerden yana olmakla başlar.

Sömürü ilişkilerini muhafaza eden iktidara/devlete ve militarizme karşı olmayan solcu olamaz.

Ezilen ulusların, etnik ve kültürel grupların eşitlik ve özgürlük mücadelesini desteklemeyen değil solcu, demokrat dahi olamaz.

Bu kriterlere göre, Uğur Mumcu’nun solculuğundan eser kalmaz.

Uğur Mumcu, tüm yaşamını Kürt siyasi  hareketine ve sosyalist-sol güçlere karşı düşmanlık yaparak geçirmiştir.

Yaşamının son yıllarında ise bütün enerjisini Kürt hareketini karalamak için harcadı. Her defasında “karanlık güçler” tarafından organize edildiğini iddia etti. Bu komplo teorilerini Mahir Çayan’ın başında bulunduğu hareket ve tüm radikal sol-sosyalist hareketler için de yapmıştı. Çünkü Uğur Mumcu ve benzerlerine göre sistemi cepheden hedefleyenler mutlaka karanlık güçler tarafından organize ediliyor. Bunlara göre, tüm volontarist (iradeci) hareketler ve dünyadaki alt üst oluşlar kapalı kapılar arkasında tezgahlanıyor. Böylece tarih aslında sosyal mücadele tarihî değil, komplolar tarihi oluyor.

Uğur Mumcu iktidarın geleneksel kanadının organik aydınıdır. Dört başı mamur Kemalistliğini solculuk sosuna batırarak piyasaya sürüyordu.

Peki Kemalizm solcu olabilir mi?

Geçmişte,1960’lı ve 70’li yıllarda Kemalizmi solda okumak isteyen Doğan Avcıoğlu gibi çevreler vardı. Ama bu çevrelerin sol kavrayışları zaten Marksist sol değildi. Bunlar Marksizmden etkilenmiş, ama esas olarak Baas ve Nasır tarzı bir model ile “Kemalist devrimi tamamlamak” istiyorlardı. Çünkü bunlara göre Kemalist devrim 1950’li yıllarda, demokrat parti tarafından kesintiye uğratılmış ve sonra karşı devrim inşa edilmiştir. Oysa ortada tarihsel diyalektik bir ilişki vardı. 1923 ile 1930’lu yıllar,  1930 ile 1950’lı yıllar zincirin birer halkasıdır.

1920’li yıllarda, Osmanlının yıkılışı ve enkazı üzerinden ulus devlet inşaa etmek isteyen Kemalist hareket,  iç ve dış siyasi dinamikleri doğru değerlendirerek başarıya ulaşmıştı. Ama bu başarının anti-emperyalist ve demokratik niteliği sorunludur.

1.paylaşım savaşında yara alan emperyalizmin, Anadolu işgalini sürdürme takatının olmaması ve en önemlisi de Sovyet devriminin gerçekliği, Kemalist hareket için önemli fırsatlar yarattı. İçerde ise komünist hareketin yetersiz  kalması, Kürt ulusal hareketinin bütünlükten yoksun olması, Anadolu işgaline karşı etkin rol oynayan Çerkez Ethem hareketinin politik liderlik kapasitesinin zayıf olması, Kemalist hareketin elini güçlendirmişti.

Sovyet devriminin etkisi ile yer yer takındığı anti- emperyalist yanı sanıldığının aksine son derece güdüktür.

Anti feodal yani ise latin alfabesine geçiş, batı tipi kılık kıyafet değişikliği ve eğitimde başlayan laik sistemle sınırlıdır.

Ekonomi programı bakımından anti feodal olmadığı gibi siyaseten pre- kapitalist sınıflarla  uzlaşmıştır. İzmir İktisat  Kongresi’nde tartışılan ve karar altına alınan ekonomi programı bunun somut örneğidir. İzmir İktisat Kongresi egemen sınıflar ittifakı ve liberal ekonomi modelinin fotoğrafıdır. Ancak sermaye birikimi  ve sınıf ayrışması zayıf olduğu için, İzmir İktisat Kongresi’nin programı başarıya ulaşamamıştır. Buna birde 1929 dünya ekonomik bunalımı eklenince, yeni arayışlar gündeme gelmiştir.

Dünya kapitalist sistemi 1929 bunalımını Keynesçilikle, yani devletçi siyasetle atlatmaya çalışmıştır. Türkiye’de bu modelin İtalyan versiyonundan feyz alarak devlet korumacılığına yöneldi. Üretimin temel alanlarında Sümerbank, Et-Balık Kurumu vb. devletçi  kurumlar inşa edildi. Buna kısaca KİT deniliyordu. ĶİT’ler aracılığıyla sermaye sınıfı yaratmaya çalıştılar.

İzmir İktisat Kongesi’nin serbest piyasa programının mimarları ile 1930’larda başlayan devletçi programın mimarları aynıdır.1950 yıllarında iktidara gelen Demokrat Parti’de 1930’lu yılların ürünüdür.

Bu olguları  görmeyenler Kemalizm’de solculuk aramıştır. Solculuk eşittir devletçilik ise bu M.Kemal’den çok İsmet inönü’de aranmalıdır. Çünkü Kemalist hareket içinde en devletçi olan İsmet inönü’dür. Liberal kanadın temsilcisi ise Rauf Orbay’ dır. M. Kemal ikisinin sentezidir.

Sonuç olarak, Kemalist hareket güdük bir anti-emperyalizm, sınırlı bir anti feodalizm içerir.  Pratik siyasetiyle yukardan aşağıya doğru indirgemeci metodla burjuva sınıfını yaratmaya çalışmıştır.

Komplolarla komünistleri Karadeniz’de boğdurmuştur. Yerine sahte komünist partisini kurmuştur. İlk dönemlerde Kürtlere “ortak devlet kuracağız” denilmiş, daha sonra dengeler istedikleri kıvama gelince inkara yönelmiştir. İtiraz edenleri dağların kuytuluklarında katlederek, şehirlerde idam sehpalarını  kurarak ezmiş ve coğrafyayı yeniden işgal etmiştir.

Asıl anti işgalci, anti-emperyalist kuvvet olan Çerkez Ethem hareketini oyun ve entrikalarla tasfiye etmiştir.

Durum bu iken Uğur Mumcu vb.’lerinin gerçekleri atlayarak Kemalizme solculuk atfetmeleri suyu bulundurmaktan öte bir şey değildir.

Gaffar Okkan’a gelince!

İşkencehaneye düşenler bilir, kişiler   sorgulanırken “kötü polis” “iyi polis” yöntemi kulanılır. Kötü polis işkenceyi esas alırken, iyi polis ” diyaloğu” esas alır. Her ikisininde amacı aynı, kişiyi/ kişileri teslim almaktır.

Bölgede,1990’lardan 2000’lı yıllara kadar yürütülen kirli savaşta Hizbullah paramiliter bir güç olarak kullanılmıştı. Ama artık rejim için  kulanım süresi biten Hizbullah çetesini tasfiye etme kararı alınıyor. Hizbullah’in lideri Hüseyin Velioğlu, Beykoz’da yapılan operasyon sonucu öldürülüyor. 3000 bine yakın Hizbullahçı tutuklanıyor. Bütün bu operasyonların başında olan ve yöneten Gaffar Okkan’dır.

Gaffar Okkan bununla sınırlı kalmıyor. Bölgenin siyasi nabzının atıldığı Diyarbakır’a Emniyet Müdürü olarak tayin ediliyor. Yeni vizyon olduğunu göstermek için, ilk icraatı Trafik polisliği için kadınları görevlendirerek işe  başlıyor. Bizzatihi kendisi evleri ve esnafları ziyaret ediyor. Daha önceki Emniyet müdürlerine benzemeyen “yumuşak”  bir görüntü veriyor. Her alanda diyalog dilini  kullanıyor. Herkese kadife el uzatıyor. Kısacası “iyi polisi” iyi oynuyor. Ama amaç ve Diyarbakır’ın statüsü değişmiyor. Sömürgecilik devam ediyor. Aradaki fark amaca varmak için başvurduğu araçtır.

Diğer Yazılar

DARBELERİN DARBESİ, KRİZLERİN KRİZİ

Yazarımız Zeki Tombak’ın bu yazısı Ne Yapmalı dergisinin 3. sayısı için kaleme alındı. Sitemizde de …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir