Murat UTKUCU
9 Ocak 2021
1.Bölüm
On yıl kadar önceydi. Borges’in hikâyelerinden derlenmiş tek kişilik bir oyuna kızım ve eşim ile birlikte gitmiştik. Oyun çok kısa sürdü ve neredeyse başladığı gibi bitiverdi. Oyuncu gergindi. Bir yerinde oyunun, fondaki müziği ayarlayan sesçiye hakarete varan bir tonla bağırmış ve müziği kapattırmıştı. Anlaşılan iyi hazırlanmamıştı metne ve nihayetinde metnin yarısını es geçerek otuz dakikayı bulmayan performansını bir anda noktaladı. Fakat yaşananlar burada kalmadı. Kırık dökük alkışlardan sonra sahnenin kenarına geldi ve seyircilere öfkeyle “Kitap okuyun. Çok okuyun. Aklınızı kullanın!” dedi. Tuhaf bir andı. Tiyatro eseri izlemeye geldiğimizi sanırken kendimizi bir anda, okulda, sabah içtimaında müdürden fırça yerken bulmuştuk. Oysa bir vodvil değildi izlenen. Ya da vakit geçirmek için üretilmiş hafif komedi. Öyle olsa da sanatçının işlevi orada hazır yakalamışken seyircisine ayar çekmek herhalde değildi. Bu bir alışkanlıktır: Artık soyu tükenmekte olan bir kısım seküler aydının yapmayı çok sevdiği; halkı, aydınlatılacak, akıl fikir verilecek bir nesne olarak görme temayülü. Eh, halk dediğin sana gelmiyorsa önüne gelen seyirciye bilinç taşınacak mustazaflar muamelesi çekmek de kendini tatmin için bir yol olabilir. Siyaset yapmak böyle anlaşılıyor bu ülkede. Sonra bu algı, misyona dönüşüyor. Misyon ise kendini değerli ve özel, diğerlerini sürü olarak görmeye misyonerin gözünde. Tam da bu bilinç götürme olayının teorisini yapan Lenin’e bakalım: O kadar basit ve anlaşılır taleplerle temas ediyor ki kitleye Rusya gibi bir ülkede Komünist Parti’yi iktidara taşıyabiliyor. Lenin işçilere dönüp kitap okuyun akıllı olun demedi hiç. “Ülkenin derdi bu! Ve çözüm de bu. Ne dersiniz?” diye yola çıktı. Lenin’i yüceltmek değil amaç. Ki sonrasında sosyalist demokrasiden sapan da Lenin olacaktı.
O akşam o tiyatro sahnesinde kaybetmiş bir ideolojinin sesi yankılanıyordu. Bugün ise Siyasal İslam’ın kaybetmeye mahkûm sesi, devletin bütün kurumlarından halkın ruhuna sızmaya çalışıyor. O ses, mütemadiyen bir caminin minberinden vaaz vererek, insanlara kendi hayatlarına dair doğruyu dikte ediyor. Dikte ederken hiçbir meselesini çözmediği gibi insanların, aksine daha da ağırlaştırıyor. Kendi ideolojisini dayatırken kitlesinin dahi şahsi hayatını yaşamasına izin vermeyeceğini beyan ediyor. Tek doğrunun ve ilahi bilginin sesi olduğunu iddia ediyor. İlahî bilginin merkezi olduğunu iddia ederken halka şikâyet etmeyi yasaklıyor. İmanı kendi siyasetinin doğruluğuna endeksliyor. O sahnede, akıllı olun diye ayar veren sanatçı ile mukayese edilemeyecek bir güçle minarelerden televizyonlardan kürsülerden istatistiklerden karakollardan okullardan, vergi dairelerinden, müsteşar odalarından, milyonlarca insanın aklına ruhuna içkisine sigarasına gülmesine ağlamasına oturmasına kalkmasına ve hatta yatak odasına ayar vermeye, aslında hükmetmeye çalışıyor. İlahiyatın da ekonomi ve sınıf savaşı ile ilişkisini bir kez daha kanıtlayarak.
Siyasal İslam kaybedecek. Bu kesin. Ülke neyi kaybedecek? İşte orası muamma.
Yine de kararmasın sol memenin altındaki cevahir.
Milyonlar nefes aldıkça…