Salih Zeki Tombak
06.12.2021
-
Darbe Ürünü TÜİK
TÜİK rezaletini biliyorsunuz.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan, bir devlet kurumunun başındaki “memur”un, “Ana Muhalefet Partisi” liderinin randevu talebini geri çevirmesi ve kurumun kapılarını kapatıp, güvenlik görevlileriyle, ziyaretçilerin girişini engellemesi, iki değişim sürecinin kuvvetli alametlerindendir.
Birisi, iktidarın öz güvenini tamamen kaybettiğine, çöküş, çözülme, dağılma süreci içine girdiğine dair bir alamettir. Bunun iyi bir işaret olduğunda sizinle hemfikirim.
İkincisi ise, bir zamanların, devlet kurumları için, üniversiteler, siyasi partiler, araştırmacılar için veri üreten ve bu verilerin analizini yapan Devlet İstatistik Enstitüsü formunun, 12 Eylül darbesi sonrasında devlet bütün kurumlarıyla yeniden inşa edilirken, sıra kendisine geldiğinde “kurum”a dönüştürülmüş olmasıyla ilgilidir.
Darbeden sonra sözüm ona “sivil” iktidar olan Özal hükümetleri, TUİK’i, özellikle kamu çalışanlarının maaşlarının ve asgari ücretin belirlenmesinde, emekçilerinin gelirlerini aşağı çekmenin aracı olarak kullandılar. TÜİK bu rolü her iktidar döneminde oynadı. Şu anda hizmet ettiği amaç da budur: Kurum Enflasyonu olduğundan düşük çıkarır; hükümet de bu oranı esas alarak ücret artışlarını belirler. Böylece işgücü reel olarak sürekli ucuzlar.
Şu anda yapılacak olan da budur. Kurum ENAG’a göre %58.65 olan enflasyonu %21 olarak ölçtüğünü ilan etti ve hükümet de bu günlerde karara bağlanacak olan ücret zamlarını gerçeğin üçte birine göre belirleyecek.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun, TÜİK Başkanlığından randevu talep etmesi, verilmeyince kurumun kapısına gitmesi, her zaman yapılagelen ve bu defa da yapılacak olan kepazeliğin görünürlüğünü arttırdığı için önemlidir, değerlidir.
2.Bir Zamanlar DİE
1980’lerin ilk yıllarında TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), henüz Devlet İstatistik Enstitüsü iken, o zamanlar Karaköy’de bulunan Bölge Başkanlığında çok çalışmışlığım vardır.
Yanlış anlaşılmasın, Enstitünün çalışanı değildim, arşivinde araştırma amacıyla çalışıyordum. Ana muhalefet partisi genel başkanları gelmezdi ama, benim gibi günlerini orada geçiren yüksek lisans, doktora öğrencileri de hiç eksik olmazdı.
Kimse kimseye, sen kimsin, randevun var mı, diye sormazdı. Henüz Özel Güvenlik diye bir iş kolu icad edilmemişti.
En sevdiğim yer ise, Kabataşta şimdi adı Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olan, o zamanlardaki adıyla DGSA’nın (Devlet Güzel Sanatlar Akademisi) karşı sırasındaki Sınai Kalkınma Bankasının kütüphanesi idi. Kütüphanelerden kitap çalan sorumsuzlar henüz orayı keşfetmemişti. İstatistik Enstitüsünde bulamadığım araştırmaları orada bulurdum. Üstelik o zamanlar bulunması zor bir nimet olan fotokopi makinası da araştırmacıların hizmetindeydi.
Oraya girmek için de, önceden randevu veya izin gerekmiyordu.
Beyazıt Kütüphanesi, Boğaziçi Üniversitesi kütüphanesi de okumaya gittiğim yerlerdendi. İstanbul Üniversitesi’nde de, enstitülerin müthiş kütüphaneleri vardı, ama uzak duruyordum. İÜ, İktisat Fakültesi öğrencisiydim, fena halde aranıyordum ve okulun faşistleri, sivilleri, resmileri tarafından bilinen bir yüz’düm. O dönemde yakalanıp ağır işkenceli uzun gözaltılardan sonra yıllarını cezaevlerinde geçiren sınıf arkadaşlarım az değildir. Buradan kendilerine sadece Mehmet Doğan’ın ve Hayri kardeşimin adlarını anarak, sevgilerimi, selamlarımı yolluyorum.