Taner Renda / 04.12.2021
Aralık ayı, olması gerektiği gibi soğuk, karanlık ve sürekli yağmur altında ruhumuzu ve bedenimizi sanki kıskaç altına almak istercesine geçmeye başladı. Memleketin hali için de aşağı yukarı aynı kelimeleri kullansam yeridir. Bile isteye TL’nin dolar karşısındaki değerini ellerinden geldiğince düşürmeye çalışan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Bilinçli, kararlı ve inatçı bir yoksullaştırma programı uygulanmaya başladı bu iktidar. Uygulamaya soktukları bu yoksullaştırma programı, sadece baskıcı ve diktatörlükle yönetilen ülkelerde “başarıya” ulaşabilir. Büyük ve iktidarın yandaş sermayedarları dışında bu programa destek verecek, hiçbir sınıf ve katman olamaz. Toplumun neredeyse bütün kesimleri uygulanan ekonomi politikadan zarar görüyor. Aklı başında hiçbir iktidar, böylesine “aptalca” bir programın, kendisini iktidarda tutmayacağını bilir.
Erdoğan ve onun gizli açık iktidar yandaşları bunun getireceği sonuçlardan bihaber midir?
Hiç sanmam. Bizzat Erdoğan, kendi ağzından bu ekonomi programını bilinçli bir tercih olarak açıkladı. Bence bunun olası üç cevabı var. İlki: bu yaz başında baskın erken seçim yaparak, bu programla biriktirdiği dövizlerle ülkenin kısa vadeli döviz ihtiyacını karşılayıp, matbaa makinasını gece gündüz mesai yaptırarak para basmak. Ve basılan paralardan da oy almayı düşündüğü kesimlere ( işçi, emekli, esnaf vb) kendince yüksek zam vererek, gerekse de her zaman yaptığı gibi uygun kredi vererek seçime gitmek. İkincisi: muhalefete yaptığı baskıyı, her geçen gün arttırarak, HDP’yi de kapatarak, geniş halk kesimlerine “boşuna onlara bel bağlamayın, sorunu çözecek olan sadece biziz” mesajını vermek. Üçüncüsü: 2023 Haziran’ına kadar dayanabildiği kadar dayanıp; bu sürede yukarıda saydığım her iki şıkkı da olabildiğince kullanarak seçime gitmek.
İlk şıkkı uygulaması daha akıllıca ve en olası tercih olarak görünüyor
Erdoğan’ın ne vücut sağlığı, ne akıl sağlığı ve manevra alanının daraltılması ile 2023’e kadar iktidarını sürdüremeyeceği ortada. Uluslararası politika yapıcıları, artık Erdoğan ile aralarına mesafe koyarak; iktidarının olası manevra alanlarını daralttılar. AİHM de Demirtaş ve Kavala davaları nedeniyle ülkemize yaptırım uygulama pozisyonuna geldiler. Rusya ile Ukrayna’ya sattığımız SİHA nedeniyle de aramız çok limoni. Suriye’ye girmemize sadece Rusya değil, ABD de izin vermediği için içerde Kürt karşıtlığını kaşıyacak ve savaş ortamı ilanı edilecek koşulları sağlayamıyorlar. Para zaten bitti. Yoksulluk artık idare edilecek koşulları çoktan aştı ve Derin Yoksulluk hali ülkenin dört yanını sarmış durumda.
İkinci şıkkı 2015 seçimlerinde uyguladılar ve o günkü ekonomik koşullar bugünden daha iyiceydi. Ayrıca, “terörist Kürt” kartını bir kez uygulamak sonuç verirdi. Artık, sadece kimlik üzerinden oynanacak bir oyunun şartları pek yok. Derin Yoksulluk sonucunda, sınıfsal bir çelişki ortaya çıkmaya başladı. Bu durum; oyunun kurallarını tümden olmasa da, pek çok açıdan değiştirilmesini gerektiriyor. Yazılı ve özellikle de görsel medyada pazardaki fiyatlardan şikâyet eden vatandaşların feryatları, ülkenin hangi kimliğinden olursa olsun; aynı duygu ile karşılık buluyor. Yoksulluktan şikayet edenlerin başı açık veya kapalı olması pek bir şeyi değiştirmiyor. Hepsi de aç olduklarını artık korkmadan söyleyebiliyorlar.
Ancak tüm bunlara karşın Erdoğan, tek başına ülkeyi yönetmiyor. Bir taraftan MHP’nin temsil ettiği klik, bir taraftan da mafyavari devletin göz yumduğu her türden pis işleri yapan klik, AKP iktidarı süresince servetleri inanılmaz derecede artan sermayenin temsilcileri ve de en önemlisi yıllarca devletin derin yapılarında bulunup, kendilerine bir makam, güç ve servet edinen devletin gediklileri/değişmezleri. Tüm bunlar Erdoğan’ın varlığını, kendi varlıklarının sebebi olarak görüp, sonuna kadar gidilmekten yana politikaların uygulanması için çalışıyorlar.
Ne Erdoğan tek başına kendine uygun yolu belirleyebilir ne de bu derin yapılar kendi çıkarlarına uygun hamleleri Erdoğan’a dayatabilirler. Bu nedenle: AKP+MHP iktidarı birbirini dışlayan kararlar alabiliyor. Bazen de Erdoğan’ın söylediğine, yine kendi partisinden daha alt kademelerden itirazlar yükselebiliyor. Bu kakofoninin en komik yanını ise bizzat Erdoğan da görülüyor. Belki hastalığından, belki de eskiden olduğu gibi tek başına karar vermenin alışkanlığından, bu uğursuz koalisyonun sözcüsü ve yürütücüsünün yaptıkları ve söylediklerinin bazen dile getireni, bazen de itham edileni bizzat kendisi olmasının açıklaması bu nedenledir.
Tüm bu durumda ülkenin iktidarı alabilmeye en yakın olan muhalefetine de kısaca göz atmakta yarar var. 6’lı muhalefetin en temel özelliği: AKP+MHP’nin giydiği elbisesinin kumaşı aynı, terzisi aynı, ama yeni modaya göre dikilmiş ve eskinin pislenmiş yerleri için kuru temizlemeciden gelmiş hali gibi. Eh bu memleketin sol, sosyalist ve de komünistleri olarak ne yaparız? Son elli yıldır neden bir araya gelemeyiz şarkısını hala söylemeye devam ederiz. Ama pek güzel söyleriz. Hatta söylemek ne kelime, bülbüller gibi şakırız.