Yönetmen: Handan İpekçi
Oyuncular: Şükran Güngör, Dilan Erçetin, Yıldız Kenter, Füsun Demirel, İsmail Hakkı Şen, Devrim Zeynep Ateşer.
Yapım Yılı: 2001

Hejar (Dilan Erçetin) dedesi Evdo (İsmail Hakkı Şen) tarafından bakımını üstlenemediği için İstanbul’daki akrabalarının yanına götürülür. Filmin bu açılış sahnesi, küçük bir kız çocuğunun çevresinden dramatik olay örgüsünün yürüyeceğini bildirir.
Emekli yargıç Rıfat (Şükran Güngör) yardımcısı Sakine (Füsun Demirel) ile yaşamaktadır. Eşini kaybeden, yalnız yaşamaktan ötürü oldukça gergin biridir. Huzurevine yatmayı düşünen Rıfat beyin gerginliğini derinleştiren, yaşlılık psikolojisine eşlik eden 1990’ların işlerin ve genel atmosferin hızla bozulmasıdır.
Aynı apartmanda yaşamakta olan Hejar’ın amcasının evi siyasi polis tarafından basılır. Çıkan çatışmada evde yaşayanlar öldürülür. 1990’lı yıllara damgasını vuran yargısız infazlar olgusu, filmin dramatik akışının yönünün haberini verir.
Emeklilik günlerini huzurevinde geçirmeyi düşünen Rıfat Bey, evinin içine kadar giren polisler ve silah sesleriyle istemeden de olsa çatışmanın tarafı haline gelir. Dramatik çatışmanın ana ekseni, devlet terörü ile şekillenir. Her yeri saran, telsiz, silah ve ambulans sesleri şiddet ve huzursuzluğun zirve yaptığı 1990’ların simgeleri gibidir.
Katliamın görgü tanığı Hejar, evi didik didik arayan polisi uzaktan izler. Tanığı olduğu şiddet, yeni evine uyum sorunu yaşayan Hejar’ın hayatını derinden etkiler. Ev halkının yani amcasının ve eşi ve avukat arkadaşının katledilmesiyle Hejar, kimsesiz kalmıştır. Evi dolaşan ve katledilenlerden geriye kalanları inceleyen polis tipolojisi, devletin şiddet tekelinin filmdeki simgesidir. Hejar, Cumhuriyetin 75. yılı kutlanırken oynanmakta olan Galatasaray-Beşiktaş derbisinin radyodan duyulan anonsu ile evden çıkar. Gidecek bir yeri olmayan Hejar, Rıfat Bey’in evine sığınır. Yaşananlar yüzünden oldukça şaşkın ve üzgün olan Rıfat Bey, evine sığınan Hejar’ın kana bulanmış vücudunu temizlemeye koyulur.
Rıfat Bey tanığı olduğu şiddet yüzünden sarsılmıştır. Evine sığınan çocuğun Kürtçe konuşması, yaşadığı travma ve duygusal stres yüzünden konuşmakta bile zorlanmasıyla güvenli dünyası alt üst olmuştur. Dramatik olay örgüsünü hızlandıracak ve olay örgüsüne yeni çelişkiler ekleyecek bu durum, adalet dağıtan bir yargıç olarak Rıfat Bey’in anksiyetesini zirveye taşır. Kalp rahatsızlığı da olan Rıfat Bey’in mesleki formasyonu gereği hukuka, hukukun “üstünlüğüne” olan itimadı, değerler çatışmasına dönüşür. Değer bunalımı, kapı komşusunun evinin yok edilmesine cevap vermekte yetersiz kalır.
Filmin ana dramatik çatışmasını oluşturan bu durum, aynı zamanda yeni bir deneyimin kapısını aralar. Kendi derdiyle hemhal olmanın dışında mecburen soyunulan dedelik rolü…
Bu deneyim, yani Rıfat Bey’in Hejar ile aynı evi -makro ölçekte ülkeyi olarak anlayabilirsiniz- paylaşmak zorunda olan iki milletin mikro ölçekte sembolize edilmesidir. Yönetmen Handan İpekçi’nin bu anlatı tarzı, hayatı sanat yoluyla kavramaya çalışan izleyiciye yardımcı olur.
Müzeyyen Hanım (Yıldız Kenter), Rıfat Bey’e olan ilgisini mektuptaki satırlara döker. Müzeyyen hanım kalbini ve duygularını açtığı mektubuyla Rıfat Bey’den bir cevap beklemektedir. Yaşlılığın ve yalnızlığın etkisiyle Müzeyyen Hanım, ömrünün son demlerinde duygularını ifade etmekte zorlanmaktadır. Bunda Rıfat Bey’in oldukça sert tutumunun etkisi de vardır.
Rıfat Bey, Hejar’ın kafasındaki bitleri temizlemek için onu banyoda yıkar. Banyodayken söylediği “Bu ülkede Türkçe konuşulur.” sözleriyle bir bakıma, Cumhuriyet geleneğinden gelen ortodoks bir hukukçunun, yaşadığı bu yeni durum karşısında yaşadığı ikilemle dramatik çatışma derinlik kazanır. Birbirlerine dillerine yabancı ama aynı evi paylaşmak zorunda kalan insanların durumunu anlatan bu sahneleriyle yönetmen Handan İpekçi, filmi gerçekçi bir eksene oturtur. Uzun zamandır yalnız yaşayan ve bir çocuğun bakımı hakkında pek de bir şey bilmeyen Rıfat bey, bocalamaktadır. Sürekli ders verir gibi evdeki eşyaların Türkçe isimlerini Hejar’a öğretmeye çabalaması Hejar tarafından tepkiyle karşılanır.
Hejar ve Rıfat Bey arasında devam eden uyumsuzluk ve çatışma, zamanla Rıfat Bey için bir sınava dönüşür. Rıfat Bey Hejar’ın cebinden çıkan bir kağıtta onu apartmana getiren Evdo’nun evini bulmaya çalışır. Kahramanın sonsuz yolculuğu başlarken, insanlar ve içinde yaşadığı toplum hakkındaki bigileri sınırılı olan Rıfat Bey’in ayakları yeni yollarla tanışır.
Rıfat Bey’in Hejar’ın ailesini bulma girişimi, hiç bilmediği bir dünyanın kapısını aralar ve İstanbul’un yoksul varoşlarına doğru bir yolculuğa dönüşür. Hayatı hukuka uygun kararlar, mahkemeler zabıtlar ve bunların içinde geçen bir karakter olarak Rıfat Bey’in yolu, kentin yoksul ve madunlarıyla dolu banliyö treninde çocuğunu dilendirmek zorunda kalan yoksullarıyla kesişir. Bildiği, ezberine aldığı kanıksadığı dünyanın ötesinde hayata tutunmaya çalışan bu insanlara “neden çocuğunu dilendiriyorsun ayıp değil mi ?” sözleriyle çıkışır. Bindiği minibüste çalan arabesk müzik, ön koltukta oturan çarşaflı kadın ve çarpık kentleşmenin ta kendisi olan varoşlarla Cumhuriyet değerlerine inanmış Rıfat Bey, bambaşka bir İstanbul’un farkına varır. Gecekondularıyla, çeşme başında çamaşır yıkayan kadınlarıyla çamurlu yollarıyla kentin varoşu karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Rıfat Bey, Evdo’yu bulur.
Evdo’nun kalabalık evi, Diyarbakır’dan İstanbul varoşlarına göçmek zorunda kalan bir Kürt ailesinin hallerini yansıtır. Evdo’nun “biz arada kalmışız beyim, devletle gerilla arasında” sözleri sayısı milyonlara varan Kürt göçmenlerin neden göç etmek zorunda kaldığının özetidir. Neredeyse bütün çocuklarını ve gelinlerini çatışmalarda kaybeden Evdo, Hejar’ı amcasına götürdüğünü söyler. Rıfat Bey’in Evdo’nun evinde tanık olduğu yoksulluk ve çaresizlik idrak yollarını açar. Dramatik dönüşümü idrak, empati ve yüzleşme üzerine kuran yönetmen Handan İpekçi, Rıfat Bey’in katı ve sert karakterindeki dönüşümün evrileceği yeni biçimi bu sahnelerle haber verir.
Önceleri evde Kürtçe konuşulmasına karşı çıkan Rıfat Bey, Sakine ile Hejar’ın Kürtçe konuşmasına izin verir. Rıfat Bey Hejar’ın bir gece anne özlemi ve isyanı ile ağlaması karşısında yaşadığı çaresizlik, dramatik anlatıya yeni bir derinlik kazandırır. Çocuğun ağlamasını durdurmaya çalışan Rıfat Bey’in dilinden dökülen negri (ağlama) lütfen sözleriyle dramatik çatışma çözülmeye doğru genişler.
Rıfat Bey Hejar’la iletişim kurmak için Kürtçe bazı kelimeler öğrenir. Anlamak için öğrenme çabası ile filmdeki dramatik çatışma ve karakterler arasındaki uyumsuzluk sorunu, yerini karşılıklı diyaloğa ve sevgiye bırakır.
Rıfat Bey’in Hejar’a sahip çıkması ona karşı bir sevgi ümidi besleyen ancak ilerlemiş yaşının çocuk bakımına engel olacağını düşünen Müzeyyen hanımda üzüntüye ve kırgınlığa neden olur. Rıfat Bey’in Hejar’ı kendi nüfusuna geçirmek üzere nüfus müdürlüğünde yaptığı araştırma, acı gerçeği öğrenmesine neden olur. Hejar aslında annesini ve babasını kaybetmiş bir yetimdir.
Büyük Adam Küçük Aşk, her şeyin hızla kirlendiği ve maalesef birinciliğin beyaza verildiği bir dönemde Kürt meselesinin bir boyutunu tartışmaya açma imkanını yaratıyor. Hayattan ümidini kesmiş, huzurevine gitmek isteyen Rıfat Bey’in sarf ettiği insanlar bozuldu / biz bozduk / dengeyi bozduk / her şeyi bozduk repliğiyle işaret ettiği karamsarlığa rağmen, hayata yeniden tutunmasını sağlayan Hejar’a duyduğu sevgi ve ihtimam onun başka bir kişiliğe bürünmesine neden oluyor.
(Yönetmen Handan İpekçi, Dilan Erçetin ile film setinde)
Filmin hümanist bildirisi, Rıfat Bey’i kuşatan değerlerin yerini yenilerine bırakabileceği ve feci şeyler yaşayan, bu yüzden travma geçiren Hejar’la birlikte dönüşebileceği fikrinde açığa çıkıyor. Ön yargıları parçalamanın atomu parçalamaktan daha zor zannedildiği günümüz Türkiye’sinde, Büyük Adam Küçük Aşk, bu işin o kadar da zor olmadığını başarıyla aktarırken, seyirciye bu anlamlı meseleyi tartışmasını tavsiye ediyor. Birbirimizi anlamamız için bir yerden başlamamızı ve mavi gökyüzü altında her sorunun çözülebileceğine karşı duyulan samimi inanç ve iyimserlik sinema sanatının imkanlarıyla seyirciye geçiyor. Hem sinema dediğiniz nedir ki zaten ? Duyguların ve anlamın seyirciye geçmesi için verilen kolektif emeğin tamamı değil mi ?
Yazarımızın daha önce yayımladığımız yazıları
SİNEMADA 12 EYLÜL: TANK PALETİYLE GELEN NEOLİBERALİZMİN BEYAZPERDEYE YANSIMASI.
SOĞUK SAVAŞTA GERİCİ BİR POGROM: 6-7 EYLÜL
12 Öfkeli Adam: Gerçek Orada Bir Yerde !
Kentin Hüzünlü Şairi: Turgut Berkes / 10.07.2021
Menekşe’den Önce Bir Kıyımın İzinde Kardeşinin İzini Aramak / 02.07.2021
Körlük: Hakikat Neye Yarar Göz Yalansa ? / 18.06.2021
Tozkoparan’da Kentsel Dönüşüm / Rantsal Bölüşüm ve Direniş / 25.06.2021
*Propontis’in ölümü: Elveda Güzel Marmara / 31.05.2021
Bir Avuç Cesur İnsan: Derelerin özgür akması için verilen mücadelenin öyküsü /08.05.2021
Kitap Kritiği : Alnında Mavi Kuşlar / Aysel Özakın / 01.05.2021
16 Mart Katliamı: Darbeye ayarlı bir faşist saldırı / 16.03.2021
Kitap Kritiği Zaniyeler / Selahattin Enis / 24.02.2021
Çin Sendromu: Neoliberal çağın ilk büyük çevre sorunu / 15.02.2021
Pasteur: “Uzun Yüzyılın” Dahisi / 14.02.2021
Futbol ve Sinema: Son anda harekete geçen vicdan duygusu: Kaledeki Yalnızlık. / 01.02.2021
Atları da Vururlar: Çılgın yarışa eşlik eden bir çöküşün tasviri / 31.01.2021
Mississippi Yanıyor, Soğuk Savaş’ın ortasında ırkçılığın can yakan atmosferi… / 31.01.2021
Müzik Kutusu: Geçmişin gölgeleri içinden yürüyen insanlık suçuna bakış. / 31.01.2021
Toz Bezi: Başkalarının kirinden güvencesizliğe bir bakış. / 31.01.2021
Babamın Kanatları ya da türkü söylenmeden inşa edilen yapıdan güvencesizlerin öyküsü / 31.01.2021
Hotel Ruanda ya da Irkçılığın Afrika’daki zehirli etkisi / 31.01.2021
Hypatia: Bilimin çağlar ötesinden parıldayan çılgın elması / 31.01.2021
Takva ya da bir örümcek ağının anatomisi / 31.01.2021
Gecelerin Ötesi ya da her mahallede bir milyoner yaratmanın hazin öyküsü. / 31.01.2021
Cenneti Beklerken ya da sanatçının hayatta kalmak derdindeki bir portresi. / 31.01.2021
Press ya da Özgür Gündem’in yaşadıkları: Kan var bütün kelimelerin altında ! / 31.01.2021
Futbol ve Sinema: Cehennemde İki Devre Faşizmle ölümüne bir maçın kahramanları.. / 31.01.2021
Özel Bir Gün : Faşizmin Gölgesinde İki İnsanın Öyküsü / 31.01.2021
Ahh Güzel İstanbul : Şöhret arzusunun peşinden modern zamanlara İstanbul’dan bir bakış. / 30.01.2021