Hatice Kavran / 11.09.2021
Batı toplumlarında milliyetçiliğin henüz olmadığı tarihlerde, bu toplumları en fazla etkileyen ve birbirine bağlı kılan unsurların başında dil-sanat, bilim ve din gelmektedir. Bilim ve sanatın yeterince önemsenmediği, genelde tartışılan konulara dinden açıklamalarla cevaplar verilirdi. Bu açıklamalar da papazların istekleri ve düşüncelerinden oluşurdu.
Hz. İsa’ya gönderilen İncilin yazılı olarak olmayışını fırsat görenler bir kutsal kitaba olan ihtiyacı; İsa’dan sonra havariler tarafından yazılan mektuplar ile giderdiler. Hz. İsa’nın Orta Doğu’da ve Yahudi bir toplumda dünyaya gelmesine karşın; Hristiyanlığın din dili Yunanca oldu. Çünkü mevcut metinler (mektuplar) Yunanca konuşanlar tarafından yazılmıştı. Böylece bu öğretiler Yahudiler arasında değil de batılı halklardan oluşan Romalılar arasında kabul gördü ve yaygınlaşarak Hristiyanlığın batı toplumlarında yaygınlık kazanmasını sağladı. Halk arasında bu kabulün olumsuz yönleri de zaman içerisinde görülmeye başlanır. Roma’da yaşayan halkaların hepsinin ana dillerinin Yunanca olmaması halkın dinden bihaber kalmasına neden oldu. Hristiyanlık ruhban sınıfının tahakkümüne girdi. Asırlarca incilin başka dillere çevrilmesini yasaklayan ruhban sınıfı iktidarı da baskı altına alarak kendi imparatorluklarını inşa ettiler. Mafyalaşan ruhbanlar kendilerine muhalif olanlara asırlarca kan kusturdular. Yunanca konuşamayan ve anlamayan diğer milletler dini konudaki yetersizlikleri nedeni ile zamanla ruhban sınıfına bağımlı hale geldiler. Ta ki kendi anadillerinin yanı sıra Yunanca’yı da öğrenen aydınların yetişmesi ve bu aydınların yürüttükleri çalışmaları, milliyetçilik fikrinin de yaygınlaşması, başka dilleri konuşan toplumların incili kendi anadillerine çevirmeleri; o katı din tahakkümünün azalmasına ve romanın parçalanmasına neden oldu.
Benzer bir durumun Osmanlı’da da yaşanması, din ve bilim dilinin Arapça olması, edebiyat ve sanat dilinin de Farsça olması; Osmanlı halkının din-bilim ve bu yeni kültür ile bağlarının zayıflamasına ve aralarına mesafenin girmesine neden oldu. Bu nedenle Osmanlı’da ulema denilen bir ruhban sınıfının varlığı ve iktidar ile ilişkiler, din-bilim alanında yozlaşmalara yol açar. Bu iki dil dışında Osmanlıda konuşulan dillerin yönetici ve aydınlar arasında değer görmemesi halkın, yöneticilerden ve aydınlardan uzaklaşmalarına neden oldu.
(Harf devrimi sonrası Osmanlıca eğitimin imkansız olduğunu anlatan bir pankart.-editör)
Osmanlının son dönemlerinde bazı Türk aydınların batıdaki milliyetçilik akımları ve fikir hareketleri ile tanışmaları sonucunda hayatın her alanına Türkçeyi taşımak istemeleri başlarda dirençle karşılansa da bazı adımlar atılmasını sağlamıştır. Tanzimat dönemini takip eden süreçler hep bu çalkantılarla geçer. Mustafa Kemal’in inkılap ve ilkelerinin temellerini bu mücadeleler oluşturuyor. Ne var ki Osmanlıdaki farklı milliyetteki halklar, Kürtler dışında tamamı milliyetçilik fikri ile bağımsızlıklarını kazanırken Kürtleri ümmet bağı ve ülkenin asli ortaklarısınız sözleşmeleri, anlaşmaları ile bağımsızlıklarına engel olundu. Daha sonraki dönemlerde ise o sözleşmelerin tamamı unutuldu, inkar edildi ve Kürdün ismi bile yasaklandı. Bir halkın varlığının yok edilmesinin en kolay yolu dilinin unutturulmasıdır. Kürt dili yasaklanarak, kürdün varlığı yok edilmek istendi ve isteniyor.
Asırlardır yaşanan sorunların nedenleri iyi anlaşılmaz ise, çözülmeleri ve iyileştirilmeleri de mümkün olmayacaktır. Onun için var olan bir sorunun çözümüne yönelik; hangi alan sorunsal ise, o alan uzmanları bilimsel incelemelerinin sonucunda koyacakları teşhis ve uygulayacakları tedaviler doğrultusunda adımlar atılmalıdır ki sorun çözülsün ve iyileşme mümkün olsun. Bir problemin çözümü için takip edilecek metot en az hasarlı ve en etkili metot olmalıdır. Ayrıca bu süreçte ortaya çıkma ihtimali olan komplikasyonları da göze almak gerekiyor. Aksi taktirde sorun çözme konusunda sürekli başarısızlıklar yaşanır, geri dönüşü mümkün olmayan çok ağır yaralar açılır ve bedeller ödenir.
Toplumumuzun önemli bir kısmının gittikçe ağırlaşan sorunlarından biri de yasaklar ve tahakkümdür. Hakim olanların kendilerine karşı muhalif seslerden hazzetmedikleri; koydukları hükümleri her seferinde biraz daha ağırlaştırma ile yol almaya çalışarak sonuçlanmaktadır. Böylelikle normal hayat, bir kesim için zindana dönüşmektedir. Normal hayat dediğimiz şey sadece yemek, içmek ve suya sabuna dokunmadan yaşamak değildir tabi ki. Bir insanın kendini gerçekleştirebilmesidir. Bu da ancak bütün ihtiyaçlarının karşılanması ile mümkündür. Toplumların da kendilerini gerçekleştirmeleri için, bütün ihtiyaçlarının karşılanması gerekmektedir. Aksi taktirde ya bu etnisitelerin ölmelerine yani yok olmalarına, ya da intiharlarına sebep olunur. Bunları yaşayan halkaların yok oluşları; hakim unsur için de huzurlu bir dünyanın yok olma ile sonuçlanması demektir.
(“Anlıyorum Ama Konuşamıyorum” Alev Karaduman imzalı İstanbul’da yaşayan kendi anadilini konuşma güçlüğü çeken Kürtlerle ilgili bir saha araştırması-editör)
Bugün yaşadığımız toplumda bütün farklı kültürler A dan Z ye yasaklanmak isteniyor. Özellikle Kürtlerin kültürlerine, inançlarına ve dillerine yönelik bu son asırda ciddi baskılar, saldırılar ve yasaklar söz konusudur. İster kendini dindar, ister liberal, ister sosyal demokrat olarak tanımlasınlar hangi ideoloji, inanç iktidar olursa olsun, Kürtler söz konusu olunca hepsi aynı noktada birleşiyor.
Kürtlerin Ana Dil Talebi
Her şeyden önce Kürtlerin kendi dilleri ile yaşamaları Türk dilinden bir şey eksiltmeyecektir. Eğer gerçekten Türk diline güveniyorlarsa korkmalarını gerektirecek bir durum da söz konusu olmamalıdır. Çünkü Kürtlerin talebi kendilerine ait olanı istemektir. Bir başkasına ait bir şeyi talep etmiyorlar.
(Dramatik yapısını, anadilde eğitimin bir öğretmene etkileri üzerine kuran Orhan Eskiköy imzalı “İki Dil Bir Bavul” adlı filmden bir sahne-editör)
Son 20 yılın iktidarı kendini dindar olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle eğer bu din islam dini ise, mevcut soruna kurandan çözümler aranmalıdır. Kuranın böylesi bir duruma getireceği çözüm, Kürtlerin kabulü olacaktır. Yok eğer kuranın hükümlerini kabul etmeyeceklerse de bunu açıkça ifade etsinler hangi dinden olduklarını herkes anlasın. Bir şeyin inkarı iki şekilde yapılır. 1) onu yasaklamak 2) onu açıkça inkar etmek. Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır. Rum 22
Deki ey kitap ehli Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kuran’ı)uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen (şu ayetler), onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o inkarcılar toplumu için üzülme. Maide 68 iktidarın kendisi için kale duvarı gibi gördüğü diyanetin mealleridir. Bir halkın dilini yasaklamak bu ayetin açıkça inkarı demektir.
NHKM Sinema Topluluğu tarafından gerçek bir olaya dayandırılan kısa film: Kamber Ateş Nasılsın ?