Faika ve Hilmi Artan ile son söyleşi
Röportaj, t24 internet sitesinde yayınlandı. Ümit Aslanbay’ın izniyle sitemizde yayınlıyoruz.
Faika Artun’u geçtiğimiz cuma bir avuç insan toprağa verdi, İstanbulda. Sessizce. Ağlayıcıları yoktu. Eşi Hilmi Artan da bundan iki yıl önce sessizce gitmişti, Çeşme’de. Dönemin TKP’sinden kalanlardan. Son bir iki üç ama, yaşadıklarıyla bıraktıklarıyla daha bitmedi.
Hilmi Artan, 12 Kasım 1952 tarihinde tutuklandı; “gizli komünist (cemiyete) partisine girmek ve hücre sekreterliği yapmak” gerekçesiyle. Ankara Garnizon Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesi’nin Esas 1953/17 Karar 1954/33 “Esbabı mücibeli” kararında, Ankara’da Şevki Akşit’in önerisi ile girdiği komünist hücrenin (3-5 kişiden oluşan, üyelerinin diğer partilileri tanımadığı, sadece hücredekileri tanıdığı örgütlenme biçimi) ardından kendisinin de oluşturduğu hücrelerde Enver Gökçe, Nejat Özön, Kamuran Bastuji gibi isimler de geçer. Hükmü verenlere göre, daha sonra TKP’nin başına gelecek olan Zeki Baştımar’ın oluşturduğu Ankara TKP’si, kültür sanat edebiyat etkinlikleri yürütmekle ve gençlik içinde faaliyet göstermekle kalmamış, söz konusu hücre “Maoçetunk’u da okuyup, diyalektik materyalizmi tetkik etmişlerdir.” Ancak üzerinde anlaşamamışlardır!
Bugün dahi bir ünlüler geçidi olan geniş ve güçlü Ankara TKP’sinin hücrelerinden birindeki Hilmi Artan için netice şuydu: “…takdiren ve teşdiden ÜÇ SENE müddetle ağır hapis, BİR SENE Biga’da Emniyet’i Umumiye Nezareti altında” sürgün.
Esbabı Mücibeli Hüküm’de ve Aclan Sayılgan’ın tartışmalı kitabında Faika Artan’ın da adı, önceki soyadlarıyla geçer. O, İzmir’den İstanbul’a Tıp okumaya gitmiş. Komünist olarak gittiği bu kentte “mucibeli” karardaki deyimle “partilenmiş” yani TKP’ye girmişti. 1951 tevkifatından ilk aşamada yakayı sıyırmış, doktor olarak mezun olmayı başarmış, ancak sonrasında Harbiye’deki cezaevinin misafiri olmaktan kurtulamamıştı. Bu gecikmeden kazancı ise işkenceleriyle ünlü Sansaryan Han’a düşmemek olmuştu.
Söyleşi, 13 Şubat 2019’da, İstanbul Levent’teki evlerinde yapıldı. 90’ını devirmiş Faika Artan, bazı harflerin üzerine basarak gürül gürül konuşuyordu.
Asla her şey bitmiş, yenildik yapacak hiçbir şey kalmadı demiyordu. İleri Gençler Marşı’ni isteğimiz üzerine ezberden okurken tek bir yerde teklemedi. Vazgeçmemişti, okudukları okumadıkları, sevdikleri sevmedikleri hala vardı, yaşıyordu, inanıyordu.
Vedat Türkali’nin dediği gibi, “Bitti bitti bitmedi…”
Hilmi Artan’ın ise kulakları artık hiç duymuyordu. Faika anlatırken, o kahvesini yudumladı, sabırla bekledi. Soruları yazarak önüne koyunca yüksek bir sesle tane tane sakınmadan, duralamadan anlattı.
Anlatılan Türkiye solu’nun hikayesi. İlk ayrılık, ilk parçalanma, ilk günah… Onları da hareketsiz kıldı. Zeki Baştımar-Mihri Belli ayrılığı, Baştımar’ın yurt dışına çıkışının ardından TİP’in kurulması, ardından diğer parti ve hareketler, örgütler ve parçalanan sol.
Ara vermiştik, hayattaki gibi. Devamı gelecekti, olmadı.
İşte, olduğu kadarıyla:
“İzmirlilik” ile başlayalım. İlhan Berktay’ın anılarında da özel olarak vurgulanan İzmirlilikle…
Faika Artan: Ben İzmirliyim, İzmir’de doğup büyüdüm. Üniversiteye geldim İstanbul’a. Sonra istanbul’da kaldım. Hilmi Adanalıdır. Anne babalara gelince, İlhan’ınkiler Giritlidir, benimkiler Selanikli. Ama, Cumhuriyet’te gelenlerden. Gerçi babam daha evvel Tıbbıye okumak için İstanbul’a gelmiş ama annemle evlenmesi İzmir’de. Babam da doktor ama annem doktor değildi.
(Faika Sanul/ Zeynep Boratav Arşivi)
Tetimmeler sokakta’taki ev Boratavlar’ın evi değil mi?
Evet o ev. Bizim Yüksek Tahsil Gençlik Derneği diye bir derneğimiz vardı. Bir broşürü vardı, bilir misiniz? Berktaylar, Halil Berktay’ın amcası, İzmir’den tanırım. Aslan Berktay bir gün “bir dernek var, ona gidelim” dedi, İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği, ondan sonra o grupla tanışmamız oldu. Biz 151 kişilik bir aileyiz derim ben hep, öyle oldu.
Üç doktor. Can ve Müeyyet Boratav kardeşler, ortada Faika Sanul Artan (Zeynep Boratav Arşivi)
Aslan Berktay ile tanışıklık nereden?
Benim İzmir’de, ilkokuldan beri çok sevdiğim bir arkadaşım vardı, Nermin. Onun yeğeniydi Erdoğan Berktay, onun vasıtasıyla tanıdım.
Peki sol düşünceyle onlarla, Berktay ailesi ile mi tanıştınız?
Hayır hayır. Onlar hep komünistti. Nermin de, Erdoğan da. Aslına bakarsanız benim yatkınlığım şöyle. Bizim, ben küçükken oturduğumuz evin karşısına yeni evli bir karı koca taşınmışlar ve babamla çok ahbab olmuşlar. Bunlar levanten. İzmir’de levanten denir. Paul Mikalef esas Malta asıllı, İngiliz uyruklu. Biz ona Paul amca derdik. Babamla çok arkadaş olmuşlar. O sol fikirli bir insandı. Partili değilse de komünist sayılırdı. Gençliğinde Sovyetler Birliği’ne giderek orada yaşamak istemiş karısıyla beraber. Önce bir fikir edinmek üzere kendisi gitmiş fakat aradıklarını bulamamış. Sukut-u hayale uğramış. Şimdi hep vardır ya, “Ah keşke bunları sorsaydım” diye. O zaman çok çekinirdi tabii. En ufak bir şey çıkarsa hemen sınır dışı edilirsiniz. Hayalindeki Sovyetler değilmiş. Öyle olunca da İzmir’e dönmüş. Onun babamla çok yakın arkadaşlığı, benim fikirlerle tanışmamla oldu.
-Babanız size ve bu görüşlere karşı çıkmadı o zaman?
Hayır. Babam hümanist bir insandı. Aslında kendini komünist sayardı ama değildi. Mekanik materyalist derdik biz, öyle bir insandı.
-Peki partiden, TKP’den haberiniz var mıydı o zaman? Partili misiniz, yoksa İstanbul’a geldiğinizde mi partili oldunuz?
İstanbul’a geldiğimde partili değildim ama İstanbul’daki dernekte partili olanlar vardı. Tanıştım ve gizli komünist partisine alınmam o zaman, öyle oldu.
Kendinize o zaman “komünistiz” diyebiliyor muydunuz, bu sözcüğü kullanıyor muydunuz?
Evet yakın arkadaşlar arasında kullanıyor ve birbirimize diyorduk. Tarık Ekinci‘yi bilirsiniz. Tarık Fransa’daydı, geldi Türkiye’ye. Sorardık ona, “Tarık sen komünist misin?” diye “Hayır değilim, ben kaf kafım, yani kürt komünistiyim” derdi.
O zaman Yüksek Tahsil Cemiyeti tek galiba, başka dernekler yok…
Evet, tekti. Ankara’da da Hilmiler’in olduğu Türkiye Gençler Derneği vardı.
Sonrasında İlhan Berktay’ın başkanlığına geçtiği İstanul’daki dernek. Faaliyetini hangi alanlarda gösteriyordu, öğrenci sorunlarıyla mı sınırlıydı, örneğin harçlar?
İlk kampanyamız harçlardı. Legal faaliyet olarak yaptığımız ama daha çok eğitim çalışmalarıydı.
(İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği 50. yıldönümü broşüründen. Ankara’da Hilmi Artan’ın da içinde olduğu Türkiye Gençlik Derneği’ni ziyaret ediyorlar. Broşür Nihat Sargın, Şaban Ormanlar ve İlhan Berktay imzasını taşıyor. Ocak 1997)
O zaman Mustafa Kemal’e bakışınız nasıldı? İrtica ile mücadele anladığım kadarıyla sizin de başlıca hedefiniz. Örneğin Hür Gençlik diye bir derginiz var. Siz de öyle mi düşünüyordunuz?
Hür Gençlik Kemalist bir dergiydi. Benim görüşlerim biraz daha ilerdeydi tabii.
Ama bir rahatsızlık vermiyordu?
Evet. İrtica gençlik sorunuydu. Ama çok partili rejime geçildiğinde biliyorsunuz Emekçi Partisi kuruldu.
Şefik Hüsnü’nün…
Evet, Emekçi Partisi ile birlikte sendikalar kuruldu, grev hakkı gibi mücadeleler oldu o zaman biraz daha ileri gidildi tabii.
Sonra 51 tevkifatı geliyor?
Ben 51 tevkifatında daha mezun olmamıştım. Hatta alınan arkadaşlar, bizde bir noktalama usulü vardı, gazetede harflerin altını noktalayarak haberleşme. Hep bana mesaj gönderirlerdi. Hala ne çalışıyorsun alınacaksın diye. Ama ben sonuna kadar direttim ve tutuklanmadan önce mezun oldum.
Siz de daha sonra tutuklandıktan sonra Sansaryan’da mı kaldınız, öncekiler gibi?
Hayır ben Sansaryan‘da hiç kalmadım. Ben son gruba kalmıştım. O sırada Harbiye’de hücreler hazırlamışlardı, koğuşa almadan önce o hücrelere götürdüler, sonra koğuşlara alındık.
Derneğinizin, İleri Gençler Marşı ve müziği aklınızda mı bugün, söyleyebilir misiniz?
Evet, (müziği ile söyleyerek) Biz bayrağıyız ilerinin/ Dünyada barıştan haktan yanayız/ Düşmanıyız karanlığın gerinin/ Dünyada barıştan haktan yanayız/ Halk için gerçekten hürriyet için/ İleri ferah bir memleket için/ Çelik imanla yürüyelim biz. Su katılmamış yurtseverleriz.
Bunu besteleyen kimdi?
Sözlerini sanıyorum Nazım yazmıştı. Ama besteleyen kimdi unuttum şimdi.
1951’de tutuklamalarda artık partilisiniz. Partinin başında Baştımar var. Herkes içerde. İlk kopuşlar da orada mı başlıyor?
Evet, Zeki Baştımar. Ayrılıklar o zaman başlıyor. Zeki Baştımar bir ifade veriyor, etraflı bir ifade. O ifade ile tevkifat genişliyor. O zaman da Mihri Belli karşı çıkıyor. Ayrılık başlıyor.
Yani Baştımar’ın ifadesi olumlu değil mi, bulunmuyor mu?
Hayır değil.
Ayrılık keskinleşiyor, ama Sevim Belli de yine ifadesi nedeniyle eleştiriliyor
Sevim Belli değil de o Fransa’da okuyor. Fransa’ya giderken ona etraflı durumu anlatan bir rapor vermişler ve üstünde yakalandı. Baştımar’ın verdiği rapor.
İYTGD broşüründen. Sultanahmet Cezaevi (Şimdiki Four Seasons Otel). Soldan sağa oturanlar: ?, Yıldız Baştımar (Sargın), Şehnaz Akıncı, Ayaktakiler Sevinç Tanık, Faika Sanul, Solmaz Görkmen(Berktay). Derneğin başına geçecek olan İlhan Berktay ile evlenecek ve “Solmaz Hanım’la Bir Ömür” kitabına da adına verecektir)
Mihri ve Sevim Belli’nin birliktelikleri o zaman belli miydi?
-Hayır tevkifatta onlar evlendiler. Tanışıklıkları var mıydı önceden bilmiyorum.
Siz ne yaptınız, Zeki Baştımar ile yollarınız ayrıldı mı?
Ayrıldı ama şöyle oldu. Benim çok yakın arkadaşım Yıldız Baştımar, onun yeğeni. Zeki onların evinde oturuyordu. Benim hayatta yatıya gittiğim tek evdir, Yıldızlara gider kalırdım. Zeki’yi görürdüm. Kuzguncuk’ta..
-Ünlü yalı…
Evet, sonra Nihat Sargın ile evlendi Yıldız. İlişkiler koptu ama dostluklar devam etti.
Zeki Baştımar dışarı çıktı, Mihri Belli yurt içinde devam etti, ayrılıklar belirginleşti, siz nasıl faaliyetler gösterdiniz bu arada? Nasıl devam etti. Örneğin Hikmet Kıvılcımlı ile herhangi bir temas oldu mu o dönemler
Hayır devam etmedi. Faaliyet göstermedik ki, zaten örgüt dağıldı. Artık kişisel ilişkilerle gitti.
Doktorluğa devam ettiniz
Evet Etfal hastanesinde ihtisas yaptım, çocuk ihtisası. Sonra Levent’te bir poliklinik vardı, şimdi yerinde banka var, orada 20 sene çalıştım. Kıvılcımlı’yı ismen biliyorduk elbet. Cerrahpaşa’da bizim terzi bir arkadaşımız vardı.
Terzi Ahmet?
Evet Terzi Ahmet. Can Boratav Tokat’ta, Terzi Ahmet’i tanımış. Sonra hepimiz tanıdık. Terzi Ahmet, Kıvılcımlı’yı iyi tanırdı. Tokat’ta bulunmuş Kıvılcımlı. Sonra ben de bir defa gördüm onu. Pek onunla ilişkimiz olmadı. İzmir’deki Ahmet’i ise Sucu Ahmet diye bilirdik.
Mehmet Ali Aybar ile tanıştınız mı, onunla nasıldınız?
Aybar ile elbette tanıştık ama bizim esas yakınlığımız Behice Boran’laydı. Onunla yakın olduk.
1951-68 arası mı bu ilişkiler?
Onlar o zaman Dil Tarih’teydi. Niyazi Berkes de oraydaydı, Yurt ve Dünya diye dergi çıkardılar. Ortaklar caddesinde o da otururdu, Nevzat Hakko kocası, Behice Hanım’ın. Bizim eve uğramadan geçmezdi Behice Boran…
-Hilmi Artan’ın hikayesi nedir, nasıl başladı.
Hilmi Artan: (Hatırıyla başlayayım) Bizim bir bağımız vardı. Sabahın erken saatinde, güneş henüz doğmamış. Annem beni uyandırmaya çalışıyor, bayram namazına gitmem için. Yorulmuşum, uyku bastırıyor, gündüz çalışmışım çünkü. Iııı-ı yapıyorum. Babam, “bırak yatsın, bir bayram namazı kılmakla bu iş zaten olmaz” dedi. Yıllar sonra bir telefon geldi Adana’dan “Acele gel, baban beyin kanaması geçirdi” diye. Hemen uçağa atladım, hayatımda ilk defa uçağa biniyorum. Gittim, babamın yarı tarafı felç, konuşamıyor. A-uu falan sesler çıkarıyor. Tabi çok üzüldüm. Ertesi gün de bayram. Bir kaç saat sonra beni çağırdı. “Ben yarın namaza gidemem, sen seccadeyi alıp, benim yerime bayram namazını kılar mısın” dedi. “A tabii, kılmaz olur muyum” dedim. Ertesi sabah erkenden uyandım, herkesten evvel. Abdest alırken selavat getirilir, eşhedüenlailaheillah ve eşhedüenne muhameddin resulullah, yüksek sesle de söyledim ki, duysun diye. Gittim namazımı kıldım, geldim, çok sevindi. O kadar sevindi ki, yani daha evvel bana “bırak bırak” diyen insan benden namaz kılmamı istedi. Benim çocukluğum çok renksiz geçti, olabildiğine. Evimizde çatal, kaşık, masa, sandalye yoktu. Yer sofrası kurulurdu. Her seferinde babam sorardı, “Besmele getirdin mi?”
-Getirdim, getirdim içimden getirdim.
Bana her gün bir kaç ayet, süre getirirdi, işte bunları ezberleyeceksin. Yani Fatiha suresinden sonra okunan kısa parçalar. Beni pohpahlardı o zaman “aferin sana” diye. Sonra arkadaşlarla konuşurken, hiç birinin evinde böyle şeyler yokmuş. Mesela o zamanlar Yavru Türk diye bir dergi çıkardı. O dergiyi almaya başladım. Fakat babamın buna itiraz edeceği aklıma gelmedi. Görür görmez aldı elimden. 1,2,3,4 sayıyı yırttı.
Faika Artan: Babasının elbisesi duvardan kireç olmasın diye gazete koymuş, ona bile çok kızmış.
Hilmi Artan: Gençlik yılları deyince, ilk ve ortaokul. Ben mesela para biriktirdim, futbol topu aldım. Adana’da orada boş alanlarda oynuyoruz. Bir gün, topu da aldım, gittim, kan ter içinde döndüm eve. Baktım babam beni bekliyor. Cebinden bıçağı çıkardı, batırdı parça parça etti. Ben öyle bir yaştayım ki, küçüğüm onunla tartışmak için yeterli bir donanımım yok. Bir de, büyükler en iyisi bilir diye geleneksel bir yaşam tarzımız var, onlar en iyisini bilir.
Faika Artan: Ben hep Hilmi karşısında komplekse kapılmışımdır. Ben her şeyi bedavadan buldum. Hilmi ise kendi bileğinin kuvvetiyle. Benim babaannem bile “ben ruhen komünistim” derdi.
Tekrar Selanik’i gördünüz mü?
Biz gittik de, annemin sağlığında gittik. Babam ölmüştü. Anneme “Biz Selanik’e gittik” dedim. Ama, bu onu hiç heyecanlandırmadı.
Faika Artan: Galiba Hilmi’nin hayatında en çok rol oynayan Abidin ve Güzin Dino…
Hilmi Artan: Bizim evimize hiç gazete girmezdi, yani ilk ve ortaokuldaydım. Hatta lise. Ne aldıysam ben aldım, ben okudum, babama hiç göstermedim. Babam hiç gazete okumazdı. Evde bir kaç kitabı vardı, ya Kara Davut ya Kuran ya da dini içerikli hikayeler. Sonra ben yavaş yavaş, roman okumaya başladım. İlk okuduğum roman Yaban’dır. Sonuna kadar okuyamadım. Özetini çıkar dediler, çıkaramadım. Kolay mı benim için. Sonra Remzi kitabevi yayınları vardı o yıllarda. Maksim Gorki, Panait İstradi gibi onları okumaya başladım. Çok hoşuma gitti. Daha dergi falan yok o yıllarda. Varsa da benim haberim yok. Çünkü bazı dergiler çıkıyordu, meğer neler varmış diyordum kendi kendime. Sonra bizim bir hocamız vardı, liseye gelmiştim Enver Bey. Edebiyat öğretmeni. Dedi ki, bir tanzimat şairi ile bir divan şairini kıyaslayın. Ben de tuttum Abdülhakhamid ile Nedim’i kıyasladım ve yazdım. Ertesi gün, şen şakrak geldi. İşte böyle yazılır bunlar dedi. Arkadaşınız eğer bu işi ciddiye alırsa iyi bir yazar olabilir. Tabii ben o güne kadar bir çok kitap okudum. Sonra Orhan Kemal ile tanıştım. Orhan Kemal’i çok sevdik biz. Oraya gelmeden önce Yürüyüş, Yurt ve Dünya dergisinde hikayesini okumuştuk.
(Hilmi Artan)
Orhan Kemal ile nasıl tanıştınız?
O gün Halkevi’nin bahçesinde oturuyoruz. Şair arkadaşımız Şükrü Enisegür(!) gülerek bize yaklaştı. Her zaman gülerdi ama o gün daha çok gülüyordu. “Bilin bakalım çocuklar” dedi ben bugün kiminle tanıştım. Daha bizim cevap vermemize zaman kalmadan, “Orhan Kemal’le” der demez, “Ne!” dedik. Şaşırdık. Yanında arkadaşım var, Necati, onun yanında da Arif Dino var o habire resim yapıyor.
Abidin Dino’nun kardeşi.
Ertesi gün bizi tanıştırdı Orhan Kemal’le. Orhan Kemal çok suspus bir adamdı. Yabancıların yanında. Sonra çenesi açıldı, bir açıldı, ooo tam bize göre. Eserlerinin çoğunu yayınlanmadan önce bize okurdu. Yani okuyucu üzerinde nasıl bir etki bırakır, bizim tavrımızdan anlardı?
Faika Artan: (gülerek ve Hilmi’yle dalga geçerek) Yaşar Kemal de okurmuş yazılarını, onunla dalga geçerlermiş.
Hilmi Artan: Orhan Kemal okurken orada düzeltmeler yapardı.
-Komünistlik konuşulur muydu hiç yoksa konuşmalar hep öyle mi devam ederdi?
Faika Artan: Yaşar kendini komünist sayardı ama partiyle ilgisi ne kadar vardı, bilemem.
Hilmi Artan: Orhan Kemal’in çocukluğu da mutsuz bir çocukluk. Babası Ali Kemali bey, Suriye’de bakanlık yapmış, parti kurmuş, milletvekili. Fakat zalim ve acımasız o eserlerinde vardır. Babası Beyrut’a kaçmış, hakkında takibat varmış. Burada babaanne ile kalıyor. Sonra geri dönmüş, fabrikada çalışmış. Evlendiği kızla, Nuriye ile orada tanışmış. Pek çok şiirler yazmıştı, o şiirleri 7 Gün mecmuasında yayınladı. Yaşar Kemal’in, Görüşler, Adana Halkevi dergisinde benim gibi şiirleri yayınlandı. Bir gün Orhan Kemal dedi ki, “kararınızı verin, hikayeci mi olacaksınız, şair mi, romancı mı?” Aaa iyi dedik, şairlik kolay iş. Meğer en zoru oymuş.
Faika Artan: Nazım ona söylemiş derler.
Hilmi Artan: Evet, herkes biliyor. Şiirlerini göstermiş Nazım’a. Dudak bükmüş Nazım. Bir gün Orhan Kemal’in mektubu postaya verilmeden eline geçmiş. Ona “şiiri bırak sen hikaye yaz” demiş. Ne kadar güzel. Onu alıp hikaye ile tanıştıran Nazım Hikmet’tir. Ben yaramaz bir öğrenciydim. 10. sınıfta İstanbul’da Hayriye Lisesi’nde yeni yeni dergilerle tanıştım. Yürüyüş, Yurt ve Dünya… Yoksa ben Çınaraltı’nı, Orhan Seyfi’nin mecmuasını okurdum hep. Sonra, dönüşümde. Oktay Akbal, Cavit Yamaç Gagavuz türklerinden. Onun bir de abisi vardı. İlhan Berk, onları da görürdüm. Beni yolcu ettiler hatta, (bir gün) Haydarpaşa Garı’na kadar. Bana Adana’da adres verdiler. Gidince görürüm dedim. Gittim, bir gün kapıyı çaldım, bir kız çıktı. Şöyle bir baktı. “Kimi arıyorsunuz” dedi, Cavit Yamaç’ı dedim. O da bana “o dün İstanbul’a gitti” dedi, sonra arkaya seslendi, “Abidin, burada bir arkadaş var” dedi beni içeri aldı. İçeri girdim tanıştım. O kadın Güzin Dino’ydu, öbürü de Abidin Dino’ydu. Onlarla tanışıklığım, bağlantım yıllarca sürdü. Sonra günün birinde Abidin, “bizim bir şeye ihtiyacımız var, sen geceleri gün aşırı çalışabilir misin?” dedi. Evet dedim. Musahhihlik, düzeltmenlik. İngilizce öğretmenimle ben yapıyorduk. Bir gün ben, bir gün o. Savaşın son yıllarına giriyorduk. Arkasında harita vardı (savaşı haritadan takip ediyor). Abidin orada sürgün, işşiz. Bir gün duyduk ki, Türk Sözü gazetesinin gece sekreteri olmuş. Yani gazeteyi hazırlıyor, mizanpajını yapıyor. “Türk Sözü” ve “Adana” iki gazete çıkıyor. Üç dil bilirdi. İngilizce, Fransızca ve Rusça. Savaş haberlerini üç dilden sonuna kadar dinlerdi. Gazeteye koyardı. Onu oraya koyan, gazetenin patronu, Nevzat Güven’in abisi Ferit Güven. O hem Ankara Halkevi Başkanı ve milletvekili. Ben bundan (Abidin Dino) daha iyi gece sekreteri bulamam demiş, herkes bulabilir mi tabii. Ben işte orada çalıştım biraz.
Yaşar Kemal?
Yaşar Kemal’e gelince, o da şiir yazıyor ama yakın tanışmıyoruz. Dikmen diye bir dergi çıkıyordu. Şiir yarışması açtı. Kazananları o sayıda göreceksiniz dedi. Ben koştum dergiyi kapmak için erken geldim, baktım Yaşar Kemal benden evvel gelmiş. Baktım bayide, koliyi yırtıp yırtıp bir an evvel bulmak için yardım ediyor. Sonra dergiyi buldu ve “Hilmi, sen de kazanmışsın ben de kazanmışım” dedi. Çok sevindik. Taşralı bir genç için Ankara’da bir dergiden yarışmayı kazanmak! (büyük olaydı). (Yarışmalarda) Genellikle, birinci ikinci üçüncü olurdu ama burada yirmi kişi kazandı, hepsi aynı seviyede. Sonra onunla İstanbul’da da beraber olduk.
Faika Artan: Yaşar Kemal’i ve eşini çok severdik. Tilda’yı, öldü sonra yeniden evlendi. Ayşe Baban ile…
-Semiha Baban
Faika Artan: Evet evet Semiha Baban ile. Tilda’nın Yaşar’ın yetişmesine çok faydası oldu.
-Sol ile komünizm ile ne zaman nasıl bir tanışıklık oldu?
Hilmi Artan: Vallahi zor anlatmak. Adım adım oldu. Adım adım gidiyorsun yani. Mesela Vedat Türkali’nin romanında partiyi ararlar, TKP’yi ararlar. Ben hiç aramadım ama onlar beni buldu. Ondan evvel Yağmur Toprak diye bir dergi vardı. Halil Aytekin çıkarırdı, patron yazı işleri müdürü arıyordu kendine. Yazı işleri müdürü olmak için lise mezunu olmak lazım. O kendisi eğitmen. Bana teklif etti, “tamam” dedim. Arkadaşlarıma danışarak. İki sayı çıktı. (Daha) İkinci sayıda beni tutukladılar. Yazılarda propaganda var diye. Başyazının konusu şuydu:
Solculuk Soysuzluk Değildir
O zaman milli eğitim bakanı Tevfik İleri, Allahın belası bir adam. Gençliğinde Nazım’ı severmiş güya. Bütün solcular soysuzdur dedi. Vay bunu der misin, biz de tam tersini söyledik, solcular vatanseverdir, yurtseverdir dedik. Ben bu iddiayı çürütmek için, bilirkişi raporu aldım. hep profesörler, bu yazılarda komünizm propagandasının kokusu sezilebilir diyorlar. Sayın yargıç, “koku diye bir şey var mı hukukta” dedim. Sonra yazının sonunda kesin bir kararı varamadıklarını söylüyor bilirkişiler. Derginin diğer yazılarını da okumak lazım, bir karara varmak lazım dedim. Ağır ceza reisi, Dazıroğlu, o gün öyle yargıçlar varmış bizi akladı.