Menekşe’den Önce (2013)
Yönetmen: Soner Yalçın
Müzik: Fazıl Say.
Ben tanırım
Bu bulut bizim oranın bulutu
Hemşeriyiz ne de olsa
Benim için kalkmış ta Sıvas’tan gelmiş
Yurdumun bulutu
Başımın üstünde yeri var
Ben bilirim
Bu rüzgâr bizim oranın rüzgârı
Hemşerimiz ne de olsa
Benim için kopup gelmiş yayladan
Yurdumun rüzgârı
Kurutsun diye akan kanlarımı
Ben anlarım
Bu acı bizim ora işi hançer acısı
Bir ülkedeniz ne de olsa
Aynı dili konuşsak da
Anlamayız birbirimizi
Hançerin nakışı
Tanıdım acısından Sıvas işi
Ben duyarım duyumsarım
Bizim oranın sızısı bu
Binip kara bir buluta Sıvas ilinden
Sıvas rüzgârında uçup gelmiş
Helallik dilemeye
Ey yüreğimin onmaz acıları
Ey beynimin dinmez sancıları
Suç ne bende ne de sende
Suç seni karanlıklara gömenlerde
Ne de olsa yurttaşımsın
Kapalı olsa da bütün vicdan kapıları yüzüne
Bilmelisin bir yerin var canevimde
Aziz Nesin.
Yönetmen Soner Yalçın’ın yapımı Menekşe’den Önce, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta gerçekleşen katliamda kardeşi Koray Kaya ile birlikte can veren Menekşe’nin öyküsünü merak eden Menekşe Kaya’nın merkezinde yer aldığı bir öykü. Kardeşlerini kaybetmenin travmasıyla büyüyen Menekşe, bu travmayı atlatmanın bilinen en iyi yolunun kardeşlerini tanıma olduğu farkındalığıyla 1993 Sivas’ına doğru bir yolculuğa çıkar…
Sivas Katliamı görüntüleriyle açılan belgesel, cehennemi bir günün tanıklığıyla “kafirler için ölüm” sloganları atan kara kalabalıkların Madımak Oteli’ni yağmalamaları ve ardından ateşe vermeleriyle devam eder. Katliamda ölen Menekşe’nin kardeşi Koray Kaya, bir semah grubunun dansçısıdır. Şehre Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri kapsamında davetli olarak giden Koray Kaya ve kız kardeşi Menekşe Kaya’nın öyküsüne odaklanan belgesel, kayıp sonrası ortaya çıkan yas duygusunun ve buna eşlik eden hatırlama isteğinin peşinden yürüyerek izleyicileri öykünün içine davet eder.
Anne Hüsne Kaya’nın seslendirmesiyle ilerleyen belgesel anlatı, Koray’ın odasından görüntüler, çocukluğundan kalma fotoğraflarla geçmişin anılarını çağırır. Yazar Lütfiye Aydın’ı odasında Gri Gül eserini yazarken izleten yönetmen Soner Yalçın, paralel kurguyla Menekşe’yi öykü kitabını okurken gösterir. Yazar ve okuru buluşturan bu paralel anlatı, aynı zamanda Menekşe’nin öğrenme isteğinin biçimlendiren kültürel süreçlerin yansımasıdır.
Pir Sultan Abdal Kültür Merkezi Derneği kurucusu Murtaza Demir, asimile olmamak ve Alevi kültürünü unutmamak için kurdukları derneğin faaliyetlerini anlatır. Böylece aslında kültürel hayatın, Alevi ritüellerinin kendi kültürlerini bir arada tutmak için ne denli önemli olduğunu altını çizer. 2 Temmuz Sivas sağ kurtulmayı başaran tanığı Ali Balkız’ın önce Banaz köyünde başladıkları Pir Sultan Abdal Kültür Şenliği’nin kitleselleşmesi, köyün olanaklarının kısıtlılığı ve çevresel faktörler nedeniyle kent merkezine taşımak zorunda kaldıklarını anlatır. Böylece 1993’te Sivas kent merkezine taşınan etkinliklerin bir geçmişinin olduğunu öğreniriz.
(Sivas Katliamı’nda hayatını kaybeden şelpe saz tekniğinin ustası Hasret Gültekin’in 1992’de Banaz’daki Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ndeki konseri)
Menekşe Kaya’nın yaşananları öğrenme isteği onu yazar Lütfiye Aydın’a götürür. Kendisi de Sivas Katliamı’nın tanığı, muhatabı olan ve aslında kente bir belgesel çekmek için giden yazar Lütfiye Aydın-Menekşe diyaloğunda bu kez Lütfiye Aydın’ın dilinden yaşananları izleriz. İmza günü için Buruciye Medresesi’nde bir araya gelen aydın ve yazarların yaşadıkları ilk tacizi “toplayın bu kitapları buradan” sözleriyle aktaran Lütfiye Aydın, gerilimin yavaş yavaş yükseleceğinin haberini verir. Aziz Nesin’in Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri adlı kitabının yayıncısı olması dolayısı ile bir gazeteciyle girdiği tartışma, Sivas katliamı öncesinde Aziz Nesin’e diş bileyenlerin gerilimi arttıracağını gösterir. Aziz Nesin’in düşünce özgürlüğü-laiklik ekseninde yaptığı açıklamalar ve Bizim Sivas gazetesinin “Müslüman Mahallesi’nde Salyangoz Sattılar” manşeti görüntüleri eşliğinde PSAKD’li Murtaza Demir’in kişisel tanıklığına geri döneriz. Sivas katliamından hemen önce dağıtılan gazete, kente kültür sanat etkinlikleri çerçevesinde gelen yazarları ve aydınları hedef gösterir. Murtaza Aydın, Sivas’a 6 ay kadar önce bir konferans için gelen Aziz Nesin’in hiçbir sorun yaşamadığını bildirir.
Öğrenme merakı Menekşe’yi Simurg tiyatro oyununun dramaturgu Serdar Doğan ile buluşturur. Serdar Doğan, oyun yazarı olarak Sivas’ta yaşananları aktarır. Ali Balkız’ın kişisel tanıklığına geri döndüğümüz sahnede Sivas’ta gerilimi ayyuka çıkaran “Müslümanlara” imzalı tam sayfa bildiriyle cihat çağrısının artık kıyıma davet eden şiddetle birleşerek kentte çığrından çıkmakta olan atmosferi video görüntülerden izleriz. Otel sahibinin misafirlere dışarıda yaşananları anlatmasıyla gerilim zirve noktasına ulaşır. Şenliklere katılmak için kente gelenlerin dışarıda can güvenliği kalmaması nedeniyle otele sığınmasının ardından, otel ve çevresi kara kalabalıklarca kuşatılır. Taşlanmaya başlanan otel içindeki sığınmacılar üst katlara çıkmak zorunda kalır. Yaşananların otel içindeki şahitlerinden Neval Ogan Balkız, dışarıda büyüyen büyük gareze rağmen iyimserliğini korumak zorunda kalanların ruh hallerini anlatır. Oteldeki kadınlar, her şeye rağmen birilerinin gelip kendilerini kurtaracağına dair iyimser inançlarını yitirmemişlerdir. Oysa dışarıda bambaşka bir atmosfer vardır. Oteli kuşatan kara kalabalıkları dağıtmak için yapılan “Saygıdeğer Sivas halkı, etkinlikler iptal ettirilmiştir. Aziz Nesin ve yandaşları kenti terk edeceklerdir” anonsu, histeri içindeki gözü dönmüş kalabalığı yatıştırmak yerine büsbütün çileden çıkarmaya yetmiştir. Belgesel anlatının bu bölümünde Soner Yalçın, tanıkların anlatımlarıyla olay anının görüntülerini harmanlar.
Belgeselin belki de en duygulu anı, katliamda yaşamını yitirenlerden karikatürist Asaf Koçak’ın çantasından çıkardığı mızıkasıyla çaldığı Goran Bregoviç imzalı, Çingeneler Zamanı (Times of Gypsies) müzikleri ile içeride kalanların en kötü anda bile sanat yapabileceğini gösterdiği sahnedir. Ölüm korkusunun karanlığına karşı, baharın gelişini bütün coşkusuyla yansıtan Çingeneler Zamanı müziği, ironik bir biçimde yaşama arzusunun ta kendisi haline gelmiştir.
Cumhur Gazioğlu’nun Sivas Katliamı karikatürü.
Otelin ateşe verilmesiyle birlikte neredeyse hiçbir kurtuluş ümidinin kalmaması, yükselen çığlıklara eşlik eden canhıraş kurtulma çabaları, göz göre göre işlenen katliamın içerideki tanıklarının dilinden aktarılır. Tanıkların hemen hepsinin yaşadıklarını anlatırken çok zorlandıkları bu sahneler, belgeselin travmatik aktarım diliyle uyumludur.
Lütfiye Aydın’ın dilinden yanıp kavrulan otelden sağ kurtulanların öyküleriyle, tiyatrocu Serdar Doğan’ın öldü diye morga kaldırılmasının ve tesadüfen nabzının atışının duyulmasıyla yeniden hastaneye kaldırılmasının öyküsünü dinleriz. Yaşamla ölüm arasında gidip gelen bir sanatçının öyküsü belgeselin dramatik derinliğini arttırır. Serdar Doğan birçok insanın sağ kurtulamadığı vahşetten son anda bir hastane personelinin dikkatiyle kurtulmayı başarmıştır.
(Yazar Lütfiye Aydın’ın belgesel anlatıya konu olan Sivas Katliamı’nı merkezine alan öykülerinin yer aldığı Gri Gül adlı kitabı)
Menekşe’nin katliamda hayatlarını kaybeden Yasemin ve Asuman kardeşlerin odasını ziyareti görüntüleriyle devam eden belgesel, hafızanın derinliklerine yolculuğunu sürdürür. Anne Yeter Sivri’nin anlatımıyla yapılan bu yolculukta, iki kardeşten geriye kalan eşyalar, fotoğraflar, kitaplarla artık bir müzeyi andıran odanın masumiyetine tanık oluruz. Yeter Sivri ve Ahmet Sivri’ye evlatlarından kalan bu masumiyetin mirasıdır…
Katliamın şokuyla okuma yazmayı unutan Lütfiye Aydın, yakın çevresindekilerin özellikle eşinin desteğiyle travma sonrasını nasıl atlattığını anlattığı sahneyle, Yönetmen Soner Yalçın izleyiciyi katliamın hem muhatabı hem de kurtulanlarının tanıklığına çağırır. Lütfiye Aydın, şok sonucu kaybettiği hafızasını her şeye yeniden başlayarak adeta bir ilkokul çocuğunun alfabeyi öğrenmesi gibi çabalamasıyla geri getirebilmiştir. Lütfiye Aydın’ın yazar kimliğinin bu geri dönüşte motive edici bir faktör olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Bu vahşetin bir kurbanı ve kurtulanı olarak içindeki acıyı yine sanat yoluyla, yazarak sağaltması sanatın insanı dönüştürmekteki gücünün adeta bir ispatıdır.
Sivas katliamının anma görüntüleri ile devam eden belgesel, Menekşe’yi hafızanın peşinde bu kez Pir Sultan Abdal Kültür Merkezi’nin Ankara Şubesi’nde Sivas katliamında yaşamını yitirenlerden geriye kalanlarla açılan müzeye götürür. Olgun Şensoy’un anlatımıyla Sivas katliamının acı hatıraları geriye kalan eşyalardan sızan masumiyet ve saflıkla yaşayanlara miras derin sızıyı hissettirir…
Tiyatrocu Serdar Savaş da yazar tıpkı Lütfiye Aydın gibi katliamdan sağ kurtulanların gidenlere sorumluluğunu sanatla gerçekleştirir. Bir bakıma bu iki insanın öyküsünün ortak noktası sanattır. Yaşanan bu büyük dehşetin sağaltılmasının ve Sivas’ta yaşananları Simurg adlı tiyatro oyunuyla genç kuşaklara anlatılması, işte bu ihtiyacın ürünüdür.
Anne Hüsne Kaya’nın kızı Menekşe Kaya’nın saçlarını taradığı sahnede dile getirdikleriyle içindeki yarayı olanca samimiyetiyle ortaya koyması, insanların bu büyük acıyla nasıl başa çıkmaya çalıştıklarını izleriz. Bu insanları, bir Anadolu deyişini dile getiren anne Hüsne Kaya’nın söylediği üzere “Taş olsaydık erirdik, toprak olduk dayandık” sözü, her şartta ayakta kalmaları ve adalet talep etmeleri ortaklaştırmıştır.
Menekşe’den Önce büyümekte olan genç bir kızın hafıza yolculuğunda, Sivas’ta yaşanan ve belki de bir seferde en büyük aydın-sanatçı kitlesinin katledilmesine sebep olan Sivas katliamının sıradan insanların hayatlarını nasıl değiştirdiğini ustalıkla anlatıyor. Belgeselin dışında kalan olayların (Gazeteci Uğur Mumcu suikasti, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın şüpheli ölümleri, Sivas katliamı ve ardından izne giden silahsız 33 askerin şehit edilmesi ve Başbağlar katliamı) etkileri birlikte düşünüldüğünde Sivas katliamının sadece alevilere, ilericilere ve aydınlara yönelik bir katliam olmadığı kavranıyor. Bütün bu olayları bir arada düşündüğümüzde halkı uyarmak ve doğruyu göstermekle sorumlu aydın ve sanatçıların hunharca katledilmesinin politik anlamı yerli yerine oturuyor. Bu yol göstericiliğin yokluğunda 2.neoliberal karanlığın kapıları sonuna kadar açılmış oldu.