Fikret Kızılok şarkılarında muhalif söylem.
Ümit ÖZDEMİR / 02.07.2021
Türk siyasi hayatının bir döneminden geçerken ortaya çıkan çelişkiler Kızılok’un sanatına nasıl yansıdı ? Nelerden etkilendi ? Sanatçının toplumsal koşulların etkisiyle aldığı formasyon ve eserlerine yansıması nelerdi. Bu yazı iddiasız ama bir o kadar da bugüne kadar üzerine kafa yorulmamış bir sanatçının, Fikret Kızılok’un eserlerini yeniden değerlendirmeyi amaçlıyor.
(Kültürel arayışları, Fikret Kızılok’u Sivas’ta Sivrialan köyüne kadar götürdü. Aşık Veysel’in ölümünden sonra sazını mezarı başında kıran, Kızılok, buradan aldığı Anadolu kültürüne dayalı yerel birikimi batı müziğiyle harmanlamayı başardı)
Lumpenleşme eleştirisi: Why High Why One (Vay Hayvan Vay)
12 Eylül askeri darbesinin ardından hızlı bir militarizm, ona eşlik eden dinselleşeme, arabesk furyası ve bu baskıcı ortamı tamamlayan siyasetin her biçiminin yasaklanmasıyla Türkiye toplumu deyim yerinde debelenmektedir. Basının sansürlenmesi, işçilerin haklarının yok edilmesi ve devlet terörüne eşlik eden dinselleşme ile süratle apolitikleşen yığınların sanatçıda yarattığı endişe, şarkının her satırında ortaya dökülür. Kızılok şarkısında lümpenleşmenin yarattığı atomize olma haline tepkilidir. Şarkı sözlerinden adidasla tekkelere gidersin / baklavayla viskilerl içersin / nescafe ile falımıza bakarsın / bu can sana kurban olsun / jogging yapıp nefesini açarsın / şapır şupur balgamını atarsın yansıyan çarpıklık, yeni zenginleşen asalak sınıfları imler. Kızılok bütün şarkı boyunca 12 Eylül faşizminin yarattığı yeni lümpeni hedef tahtasına oturtur. Süratle zenginleşen, zenginleştikçe yozlaşan yozlaştıkça özbenliğini yitiren bu yeni maganda tipine tepki, şarkının nakarat bölümünde tekrarlanan İngilizce Why High Why One (Vay Hayvan Vay) sinizmiyle alay edilir. Şiddet, lümpenleşme, görgüsüzlük ve bayağılık rejimi olan 12 Eylül ve sonrası siyasal iklimin yarattığı bu insan tipi esasen uzun neoliberal gecenin ürünüdür. Her şeyi kendine hak gören, şiddeti olağan bir insan davranışı sayan bu tipolojinin en gelişkin örneği cahilliğiyle övünen İbrahim Tatlıses’tir.
(Devletlü kabul ve destek gören İbrahim Tatlıses ve arabesk müzik, 12 Eylül neoliberalizminin kültürel yozlaşmasının kristalize olmuş örneklerinden biriydi)
Memleketin her tarafı dağ mıdır ? / Rock’n Roll’a mahpushane var mıdır ? / Ölen ölür kalan sağlar / Sağ mıdır / Bu can sana kurban olsun sözlerinde ortaya çıkan ironi, kültürel iklimin eleştisidir. Lumpenleşmenin yarattığı gerileme ve dejenerasyon devletlü ayinlerle kutsanan arabeskle birleştiğinde yarattığı yıkıcı etki aşikardır. Kızılok’un bu şarkısı ironik dili, Rock’n Roll tarzı sert ancak geçişlerde yerli bir enstrüman olarak kemençenin de kullanımıyla eleştirel ve muhalif bir tutumu yansıtır. Sanatçı, yapıtıyla dönemi yaşayan herkesin şahit olduğu üzere müziği yoluyla sunduğu eleştirlerde tutarlı ve haklıdır.
Snoblaşma eleştirisi: Şarkıdaki Maymun
Kızılok’un Bülent Ortaçgil ile Çekirdek Sanat Evi’nde kaydettiği albümdeki Şarkıdaki Maymun adlı şarkısı ile bu kez snoblaşan, özgün bir yapıt ya da eser üretmeyip yurt dışından ithal eden; sadece aranjmanla bir tür acentacılık yapan sanatçı grubunu hedef alır. Bu türdeki sanatçıların en gelişmiş örneği olan Ajda Pekkan’ı imlediği çok açık olan çalışmanın sözleri oldukça serttir.
Ne kadar da güzel güzel ve şuh tanıtılırsın / oysa gerçekte bir maskarasın / bir maymunsun şarkıların içinde / bir papağan süper renk ve biçimde / önemi yok erdemin mühim olan paradır / bir bilinse ki o ne tezgahtır aranjmanlarla başlayan ve giderek normalleşen çarpıklığa ve yurt dışından transfer yabancı müziklerin üzerine inşa edilmiş şarkılara duyulan tepki, şarkı sözlerine yansır. Para yani ticari kazanç maksadıyla üretilen, gerçekte kültürel bir değer taşımayan pek çoğuna telif de ödenmeyen şarkılar ve icracıları hedeftedir. Kızılok, şarkının devamındaki sözlerinde Bir günah gibi / günah gibi / her bilinçsiz kafada / günah gibi / geri kalmış genç kızda / aptalın cüzdanında / video kaset ve fotoromanda / bir şarkısın mutfakta / bir heves kokonada / ve bir sevda patronda… sözleriyle kültürel dünyanın ucuz ve popüler ürünlerine göndermelerde bulunur. Popüler kültürle yoğrulmuş, sevgiyi bir tanıma yükseltememiş bu yüzden yaşadığını günah gibi gören çıkışsız insana hitap eden pop müziğin eleştirisi, onu üreten ve tüketeni de içine alarak genişler. Bir natürmort olmuş artık sıfatın / surat ruhun aynasıdır derler ya / gerilmiş bir dümbelek / ıslanmış bir dudak / buluşmuş anlamsızlıkta şarkıları söyleyenlerin sürekli genç ve zinde görünmek için estetik ameliyat olmak zorunda kalmalarının yarattığı deformasyona göndermede bulunur. Biraz arden / birazcık da Revlon / Un peu de Rubinstein / On dirait que ces’t toi / La plus mauvaise imitation / On bien la femelle Frankenstein Fransızca şarkı sözlerinde Kızılok, şarkıcının kötü bir taklit olduğunu ve aslında bu üretimiyle bir kadın Frankenstein olduğunu söyler. İngiliz yazar Marry Shelley’in ölümsüz roman karakteri Frankenstein kadar ürkütücü olabilen bu kültürel montaj, aslında bir yabancılaşmanın ürünüdür. Kızılok’un anlatısının bu bölümü hem buna bir vurgu hem de şarkı içinde Fransızca şarkı sözleriyle aktarır.
Fikret Kızılok Hürriyet’ten Yener Süsoy’a verdiği bir röportajında “Meşhur olmak bir hastalıktır. Bir insan ne kadar değersizse meşhurluk ipine o kadar çok sarılır, bunun için her şeyi yapar… Ben niye meşhur olduğumu bilmeden meşhur oldum, çocuktum o zaman. Ondan sonra mekanizmanın nasıl çalıştığını 13. plağım “Yumma Gözün Kör Gibi”yle gördüm ve derhal kendimi yok ettim. Meşhur olmanın benim için bir şey ifade etmediğini anladım. Ondan sonra kendi yaşamımı şarkı yapmaya başladım ve daha mutlu oldum. Dünya halklarının yüzde 80’i bilinçisiz, sadece üretim için yaşıyor, Amerika’da dahil. Gerçek entelektüel %5’i bile bulmaz. Demek ki cahil olan yüzden 80 ile ilişki kurup meşhur oluyorsun. Böyle meşhur olmak aslında utanılacak bir şey, ben utanırım. Değerli olmak önemli. Müziğim, sesim şarkılarım tanınsın, ama ben tanınmayayım ”1 sözleriyle şöhret olmanın değil, yeteneğin ve liyakatin kalıcı olması gerektiğinin altını çizer.
Türkiye sağının ve lider mitinin eleştirisi: Demirbaş !
Şarkı Türkiye siyasi hayatının kronolojik bir özeti gibidir. Yalın ve ironik anlatısında burjuva demokrasisinin bile çok görüldüğü bir siyasi iklimin açık eleştirisi Sömürü düzeni bu sömürü ! sözleriyle yapılır. Türkiye kapitalizminin dışa bağımlılığını anlatan ve 1970’lerin döviz bunalımlarını yani aslında neoliberalizm öncesi derin buhranı özetleyen Türkiye’nin dövizi kalmadı sözlerini bütünleyen marş formu ile Kızılok, demokrasi ile askeri darbe arasında salınıp duran Türkiye siyasal rejimine göndermede bulunur.
(Bedri Koraman karikatürü)
27 Mayıs sonrasını anlatan küçücük bir çocuktuk / sebebini bilmeden / sokağa çıkamadık / ihtilal oldu sandık sözleriyle henüz çocukluk çağında karşılaşılan askeri darbe sonrası yaşanan şaşkınlık dile getirilir. 1960’ların tüketim toplumu kalıplarına oturmaya, hızla şehirleşmeye ve bu arada Cumhuriyetin ilk döneminden gelen sanayileşmeyi yanlış uygulayıp Türkiye’yi açık pazar konumuna sürükleyen montaj sanayisi kentlere yığılan emekçilerin de talepleriyle ekonomik krizin yadsınamaz etkilerini kültürel atmosferle birlikte yansıtır: Soğuk savaşta Sovyetler Birliği ile girdiği rekabette yumuşama emareleri göstermesi üzerine bir suikastle katledilen Amerikan Başkanı Kennedy ile tüketim toplumunu sembolize eden Migros’un aynı dizelerde yansıtılması tesadüf değildi. Kennedy öldürülmüş / Migros açılmamıştı ve devamında dünyayı saran bir Rock’n Roll histerisi haline gelen Beatles grubuna göndermeyle Beatles ortada yokken Türkiye’de vaziyetin pek de iç açıcı olmadığını gösteren ekonomi bomboktu sözleriyle ahval tamamlanır.
1960 ve 1970 arasındaki kültürel siyasi atmosfer, Zeki Müren ortada / Bülent Ersoy erkekti / Vietnam savaşını / kendisiyle başlattı sözlerinden yansır. Buradaki ironi ve hiciv, Vietnam savaşını / kendisiyle başlattı sözlerinde ifadesini bulur. Kızılok, Amerika için tam bir bataklığa dönüşecek olan Vietnam savaşı, aslında barbar istilacılara karşı elindeki sınırlı imkanları birleştirerek direnen ve önce Fransız sonra Amerikan ordularına ağır bir mağlubiyet yaşatan Vietnam halkının Güney ve Kuzey olarak fiilen ikiye bölünmesinden doğan acayip duruma göndermede bulunur.
Yine 1960’ların soğuk savaş ortamında yepyeni bir cephe açılmasına neden olan ve pratikte insanlığın hiçbir sorununa çözüm olmadığı gibi alarmist bir etki yaratan uzay yarışı sonra aya gidildi / evelallah dönüldü / suya yazı yazıldı / içimiz rahatladı sözleriyle alay seviyesinde eleştirilir. Suya yazılan yazının geçiciliğinde, uzay yarışının eşitsizlik nedeniyle yardım bekleyen milyonlarca yoksul insana hiçbir şey ifade etmediği ortaya konur. Mao henüz ölmemiş / ortaokul bitmemiş / yahya işe başlarken / bankalar hep bomboşmuş sözlerinde ise Kızılok, dönemi ve Türk siyasi hayatını her dönem etkilemiş Süleyman Demirel’in mobilya yolsuzluğundan yargılanacak olan yeğeni Yahya Demirel’i ince bir dokundurmayla hedefine oturtur. Buradaki kapalı ve ironik dil, Yahya işe başlarken dizelerinden yansır. Yahya’nın başladığı “iş”, Türkiye sağının nepotizmi ve kayırmacılığıyla sonraki kuşaklarına aktaracağı yolsuzlukla zenginleşme pratiğidir.
Kırat attan inerek / kemerini sıkmıştı / halk üstüne binince / başımıza çökmüştü sözleriyle 1969-1971 arasında Adalet Partisi ve temsilcisi olduğu sermaye sınıfının 1960 Anayasası’na muhalefeti bu kez deyimler ve açık tanımlamalarla yansıtılır. Halkın kendisini taşıyacağına inandığı için üzerine bindiği ve Adalet Partisi’ni sembolize eden kırat, bu yükü taşıyamayağını ilan edip Türkiye siyasi hayatını yeni bir bunalıma sürüklemişti. Taşıyacağı ümidiyle üzerine binilen ancak halkın başına çöken kıratın yarattığı traji-komik durum ile Türkiye demokrasisinin alanını daraltmaya çalışan Adalet Partisi, bunalımın ta kendisi olur. Kızılok’un bu kez daha açık bir dille sergilediği bu olgu, Adalet Partisi kurmaylarınca dile getirilen “bu anayasa Türkiye’ye bol” sözleriyle birllikte düşünüldüğünde anlamını bulur. Kemer sıkma politikalarıyla IMF ve DB’nin emirlerini uygulayan Adalet Partisi ile toplumun özgürlük ve hak talep eden kesimleri çatışma halindedir.
Hak hukuk düzen vardı / çüş demesi çok zordu / orta okul biterken / yine ihtilal oldu dörtlüğünde ise Kızılok 1971 askeri darbesine sürüklenen Türkiye’nin panoramasını çizer. Hak hukuk düzen ile sembolize edilen 1961 Anayasası’na karşı Türkiye sağının ve sermaye sınıfının muhalefeti galebe çalmış, 1970 devalüasyonu ile iyice kötüleşen ekonomik vaziyet, işçilerin binbir emekle kurduğu DİSK’i kapatmaya yönelik yasa değişikliğiyle 15-16 Haziran büyük işçi direnişine neden olmuştu. Sermaye sınıfının yaşadığı büyük korku, darbeci general Memduh Tağmaç’ın “Türkiye’de sosyal uyanış iktisadi gelişmeyi aştı” sözlerinden yansımıştı.
1971 darbesi sonrası Türkiye ve dünyayı anlatan bilgisayar bulunmuş / Deniz Gezmiş asılmış / papa yine değişmiş / Mandela hapisteymiş sözleriyle yansıtılır. Kızılok, içinden geçilen zamanın iki büyük insan hakkı ihlalini yani Deniz Gezmiş’in cunta tarafından idam edilmesi ile Güney Afrika Ulusal Kurtuluş Cephesi lideri Nelson Mandela’nın ırkçı ayrmıcı Apartheid rejimi tarafından yıllarca sürecek olan mahpusluğunu duyurur. Teknoloji yenilenip insanlık bilgisayarlı modern yeni bir çağa başlarken idam cezası vahşeti ve uzun süren mahpusluk gibi ilkellikler eşitsiz ve birleşik gelişim yasasının ta kendisidir.
Çevre kirlenmemişti / İbo evlenmemişti / Ajda tam boşanırken / dolar yine çıkmıştı sözlerinde ise Kızılok 1970 sonrasında etkileri daha fazla hissedilen magazinel-apolitik kültür ortamını hicveder. Kızılok, çevrenin henüz kirlenmediği ancak dolarizasyonun bütün ekonomiyi belirleyen bir olgu haline geldiği bir süreci yani aslında neoliberalizme doğru ilerleyen süreci betimler. Köyden kente göçün iyice hızlandığı, kentlerin iyice nüfuslandığı buna karşın altyapının yetersiz kalmasıyla gecekondu mahallelerinin pıtrak gibi çoğaldığı bu dönem, aynı zamanda sol siyasetlerin sokak sokak, mahalle mahalle çatışmak zorunda kaldığı bir dönemdi.
Kenan sopalısıydı / Turgut boyalısıydı / pek anlamazdı ama / Mesut hopalısıydı sözleriyle Kızılok yine kapalı ironik bir dil kullanarak neoliberal çağın belirginleşen üç siyasi aktörünün portresini çıkarır: Sopalı Kenan yani Kenan Evren 1980 askeri darbesini hazırlayan ve neoliberalizmi tank paletiyle getiren baş aktörlerden biriyken, boyalı Turgut yani Turgut Özal; neoliberalizmin ekonomik programının IMF / DB eliyle hazırlığını ve uygulamasını üstlenmişti.
Turgut Özal’a “boyalı” lakabının takılmasının nedeni, onun burjuva basın tarafından ekonominin “kurtarıcısı” olarak gösterilmesinden gelir. Kızılok’un kapalı-ironik dilinden 1980’li yıllardan sonra giderek tekelleşen ve haberin yerine magazini getiren boyalı Türk basını da nasibini alır. Hopalı Mesut, yani Mesut Yılmaz, 1990’lı yılların liberal ekonomik politikalarını uygulamakla yükümlü ağır alaya maruz kalan, silik bir burjuva politikacısı olarak resmedilir.
Naim kaldırıyordu / zalim bastırıyordu / dün dündür bugün bugün / gafil avlanıyordu sözlerinde ise halterci Naim Süleymanoğlu’nun halter başarılarına atıfla, bütün 1980’lere damga vuran Bulgaristan’ın ülkesinde yaşayan Türk azınlığa uyguladığı asimilasyon ve ayrımcı politikayı anlatan Kızılok, Türk siyasi tarihine oportünizmin ve ilkesizliğin sloganı olarak geçen Süleyman Demirel patentli, dün dündür bugün bugün sözü üzerinden 12 Eylül darbesinin müsebbiplerinden biri olan Süleyman Demirel’in yine bir askeri darbeyle indirilmesini gafil avlanıyordu sözleriyle duyurur. 12 Eylül darbecileri koşulların olgunlaşmasını bekledikten sonra Demirel’i darbeyle alaşağı edip, parlamentoyu ve siyasi partileri, dernekleri, sendikaları kapatıyordu.
Kısır döngü yine tekrarlanıp askeri darbe olduğunda Türkiye’nin makus talihi bu kez geri dönüşsüz bir biçimde değişiyordu… Şarkının önceki nakarat bölümünde Hak hukuk düzen vardı / çüş demesi çok zordu / orta okul biterken / yine ihtilal oldu işaret edilen 12 Eylül askeri darbesi, 1971’in deneyip gördüğü direniş yüzünden tamamını ilga etmeyi başaramadığı 1961 Anayasası’nı tümüyle ortadan kaldırdı. Otoriter 1982 Anayasası işte bu siyasi koşulların ürünüydü.
12 Eylül sonrası sanatın piyasalaşması ve darbeci Kenan Evren’in “netekim bunu ben de yaparım diyerek” ressamlığa soyunması da Kızılok’un eleştirel dilinin hedefidir. Kifayetsizlerin, çapsızların hızla zenginleştiği, yeteneksizliğin yüceltildiği, köşe dönmeciliğin kışkırtıldığı hatta darbecinin yaptığı sefilliğin parayla satın alındığı bir iklim olan Eylülizm ve kültürel atmosferi paşa resim yapardı / sabancıya satardı / netekim ben demezsek / anasını satardı sözleriyle yansıtılır. Hiçbir sanat değeri olmayan kazulet resimleri güce tapınmak ve devletten ihale almak için fahiş fiyattan satın alan tekelci sermayenin sanat sevicileri, yıllar sonra bunların aslında hiçbir sanat değeri olmadığını, birer çöp olduğunu itiraf etmek zorunda kalıyorlardı. 2
Tonton dayanamadı / hepimizi batırdı / efelerin efesi / muz ağacına tırmandı sözleriyle Kızılok, 1982’de askeri darbe sonrasında parlamentonun ve siyasi partilerin ve sendikaların tasfiyesiyle faşist cunta eliyle oluşturulan deyim yerindeyse “dikensiz gül bahçesi”ne rağmen patlayan banker skandalları ile zenginleşme hayalleri kuran küçük burjuvazinin ekonomik olarak nasıl çökertildiğini vurgular. 1982’de patlayan kriz, birçok bankerin ortadan kaybolmasına, alacaklarını tahsil edemeyen bankerzedelerin bazılarının intihara sürüklenmesine neden oldu. Banker soygunu mağdurlarını “kumar oynamakla” suçlayan dönemin Ekonomi Bakanı Ekrem Pakdemirli ve Turgut Özal istifa etmek zorunda kaldı. Kızılok, “efelerin efesi” yani ANAP dönemi asalaklarından bir başka burjuva Efe Özal’ı, annesi Semra Özal’ın “zavallı Efe bir dikili ağacı bile yok” sözlerine atıfla muz ağacına tırmandırarak dalgasını geçiyordu.
Ne padişah ne sultan / bir enişten bir ablan / yanında bir de baban / sefam olsun yaradan sözlerinde Türkiye kapitalizmine özgü nepotizm ve adam kayırmacılığın açık eleştirisini yapan Kızılok, günümüzde de etkilerini devam ettiren çürüme ve yozlaşmanın net bir tasvirini sunar.
Fikret Kızılok, müzik hayatında yerel ile moderni sentezleyen bir müzik dili kurdu. O’nu bu sanat arayışına iten şeyin görünür sebebi, 1960’yı yıllara damgasını vuran ve bütün dünyayı alt üst eden folk müziğin yadsınamaz etkisiydi. Çağdaşı pek çok sanatçı, toplumsal muhalefetin siyasal etkilerinin artan etkisinin yarattığı ve yeni kültürel geçişlere sebep olduğu 1960-70 arasında yeni şeyler söylemenin derdine düşmüştü. Kızılok’un da hem dert olduğu kesindir. Öte yandan Kızılok türkü formunu, deyişleri ve Ahmet Arif şiirlerini yerel sazların dışında, akustik gitar zaman zaman viyolonsel gibi çağdaş müzik aletleriyle yeniden yorumladı. O’nun şansı tam da yerel ile evrensel arasında müzikal arayışlara yönelen ve aranjman şarkılara tepki duyan dinler kitlenin bu ihtiyacına karşılık vermesiydi. Eleştirel müzik düşüncesini memleketin siyasi-ekonomik atmosferiyle sentezleyen bu yaklaşım, Türkiye’ye özgü meselelerin müzik yoluyla tartışılmasını dert edinir. Kendi özgün yorumunu ve müzik bilgisini ülkenin müzikal birikimiyle harmanlayan müzikal deneyim, Fikret Kızılok’un eselerini kalıcı kılmayı başardı.
1https://www.hurriyet.com.tr/gundem/meshur-olmak-hastaliktir-3007
2http://www.ilkerakgungor.com/o-resimler-cop-oldu/
Müzik yazarı Murat Meriç’in Fikret Kızılok plaklarını ve albümlerini tanıttığı Youtube videosu