ÇOCUKLA ÇOCUK OLMAK

Ferahi Mengeş ilk öyküsüyle yazıportal’a katkı sundu, devamını bekleriz.

@ferahinaz

Yaşadıkları bekçi evinin kapısında gördüğüm, en büyükleri on iki, on, yedi ve üç buçuk yaşlarında dört kardeşten biri olan Esma’ya en güzel çiçekli elbiselerinizi giyinin, saçlarınıza renkli tokalar, taçlar takın, size kırlarda fotoğraf çekeceğim dedim. Yola çıkmak üzere buluştuğumuzda, kardeşlerden iki kızın çiçekli elbise, diğerinin düz mavi renkte uzun bir elbise giydiğini fark ettiğimde çabucak açıklaması geldi ardından: çiçekli elbisesi yokmuş ama gördüm ki bahçelerindeki taze çiçekleri özenle ipek saçlarının arasına yerleştirmiş, olmuş size çiçek perisi Flora. Bazen çocukların ne kadar yaratıcı olduklarını unutup önlerine hazır yemekler koyar gibi hazır, hayali, büyükler tarafından kurulmuş ve satılığa çıkarılmış oyunlar koyuyoruz.

Onların gözlerindeki sevinç ve heyecan bana çocukluğumdaki, senede bir yapılan fotoğraf günlerinin heyecanını anımsattı, o eski siyah-beyaz zamanlarda kalan, tüm ailenin toplanıp fotoğraf çektirdiği anları hatırlıyorum da…

En güzel giysiler giyilir, saçlar taranıp örülür, bahçenin veya evin en güzel köşesi seçilir, çocuklar kollarını iki yana, bedenlerine yapıştırmış asker duruşu, anne ve büyük ablaların tereddütlü utangaç bakışları, babanın heybetli duruşuyla o anın sonsuzluğu kaydedilirdi.

Hep beraber iki yanı, çakal eriği (yaban eriği), genç çınar fidanları, daima en ufak hava akımına fısıldayıp, şarkı söyleyerek eşlik eden kavak ağaçları, değişik yaban meyveleri veren ağaççıklarla çevrili toprak yolda ilerlemeye başladık. Eymen; o küçücük adımlarıyla nasılda hepimizin önüne geçti, elleri cebinde hiç durmadan ve bir yandan telaşlı telaşlı bir şeyler anlatırken içimden sordum, üç yıllık yaşamına nasıl sığdırdın bu kadar hikâyeyi diye? Her ne kadar Arapça bilmesem de ablalarıyla beraber sahiplendikleri kediden bahsettiğini anladım. Eymen mutluydu, o an’ı hep hafızasında taşıyacaktı, kendimden biliyordum bunu, onun yaşlarındayken, genç yaşta yitirdiğimiz dayımızın bizimle geçirdiği neşeli ve mutlu anlardan biliyordum.

Mutlu çocuğun yürüyüşü bile değişiktir, erkekler; Eller cepte, ayak uçlarına hafifçe basarlar, topuklar havada, yaylanır gibi sanki bıraksan kanatlanıp uçacak, kızlar; Saçlar yanlara savrulur, çene yukarıda, ait oldukları gerçek dünya onlara kollarını açmış, huzurlu…Çocuklar büyükler gibi değildir, mutsuzsa ağlar, mutluysa güler, zıplar, çığlık atar, ikisinin arası durumlarda hayal kurar, hayalinde mutsuz edecek şeylerle karşılaştığında onları ana babasına sorar, o yüzden ana babasız çocuk mutsuzdur ya da sorularına cevap alamayan ana babalı çocuklar…

Karşıdan sürüsü ve beş- altı tane köpekle birlikte gelen köyün çobanıyla karşılaştık, köpeklerin hepsi senin mi diye sorduk, sokak köpekleri bunlar dedi ve ekmeğini onlarla paylaştığını söyledi, tek kulağını kapatarak, öğrendim ki işitemiyormuş. Çoban da mutluydu, çünkü o dünyanın en güzel mesleğine sahipti, güneşin doğumunu-batımını, mevsimlerin renklerini, kokusunu, rüzgarların öfkesini, neşesini, otların, havanın bile bırakın mevsimlere, günün her saatine göre değişen kokularını bilir çoban, zamanı gösteren hiçbir makine yoktur elinde kolunda, zamansızdır o sonsuz düşleriyle.

Bir zamanlar çay olduğu yatağından belli derenin üzerindeki köprüde molamızı verdik, derecik ne kadar da cömert ve bereketli yaşam sunuyor çevredeki canlılara, zaman içinde maruz kaldığı zorbalıklar sonucu iyice fakirleşmiş sularına rağmen. Biz su kaplumbağası ailesini selamlamak için verdik molamızı, ortalama ömrü yüz yıl olan kaplumbağa yatağının, yuvasının ömrünün bitmek üzere olması ne acı. Yavaşlığın bilgisine ve tüm becerisine sahip kaplumbağalar bakalım hızla yok olan yuvalarında yaşamayı becerebilecek mi?

Yolumuza şarkılar, sohbetler eşliğinde devam ederken bize eşlik eden minik bulutlarda bol bol nasibini aldı çocukların hayal gücünden, kimi ördeğe benzetti kimi file, kimi de zıplayan tavşana… Tabi bulutların hızına yetişmek ne mümkün, dünyada birkaç saniye önceki halini korumayan tek varlık bulut… Bulutlar, sürekli değişim halindeler, rüzgar bile saatlerce yaprağı bile kıpırdatmadan durabiliyorken bulutlar sürekli hareket halinde, sanki bize sürekli yeni manzara oluşturmak için gece gündüz çalışan işçi gibiler.

Kurumuş dal parçası tutuşturdum çocukların her birinin eline, bir de çocukluğumu, minik su birikintileri bol olur ilkbaharda yollarda, onlara minik dal parçasını hiç kaldırmadan suları yara yara yürümeyi öğrettim, en çok da, bizim minik yaramaz bulutları ikiye bölmek hoşlarına gitti, ellerindeki asalarıyla. Köpeğimiz cesur da çocukla çocuk oldu bu arada, sularda zıplamalar, çamura bulanmalar, çimenlerde yuvarlanmalar keyfine diyecek yok.

Köprüyü geçtikten sonra fotoğraf çekimi için hedefimiz olan asırlık çınara doğru yürümeye başladık dere boyunca, göçmeyi bırakıp kalmayı seçen leyleğimizi görmeyi umarak. Bir yerde okumuştum leylekler konakladıkları yeri beğenirlerse oraya yerleşmeye karar verirlermiş. Besin kaynakları açısından zengin ve kolay ulaşılabilir alanlar, özellikle kentin çöp alanları son yıllarda leylekler için ziyafet alanı haline gelmiş.…Ve o an düşündüm ki yanı başımda göçmen çocuklar, gökyüzünde, tepemizde, süzülerek daireler çizen, göçmen kuş, hep ekmek kavgası hep yaşama çabası. Çocuklara unutturabilirim belki bugün için, o küçücük bedenleriyle, sınır ötesinden bu yana, umudun peşinde geçen amansız yolculuklarını, ama doğadaki diğer canlılara nasıl unutturabilirim ki bunu?

Büyük kavak ve meşe ağaçlarının yanından geçerken bülbül şakımaları ve çocuk cıvıltıları birbirine karışır, cesur, beyaz kelebeğin peşine takılırken, yemyeşil ekin denizinin içinde kaybolur dururdu.

Sonunda; o meşhur çınar ağacının yanına geldiğimizde, dalları tüm gökyüzünü kaplayan ağaç, rüzgârın etkisiyle kendine bir ritm tutturmuş, şarkısını fısıldıyordu. Asırlardır kim bilir kaç yıldırım, kaç sel, kaç savaş gördü ve hatta kaç sevdalıyı buluşturdu gölgesinde, yaşından küçük gösteriyordu dimdik gövdesi ve ışıltılı yapraklarıyla.

Çocuklar, yaşlı çınarın geniş gövdesinin önünde ilk pozlarını verdiler, çınar da kollarıyla çocukları göğsüne yaslayıp tatlı sesiyle ninnisini onların kulaklarına fısıldadı.

Diğer Yazılar

DİKTATÖRLERİN DÖNÜŞÜMÜ: NEDEN DİKTATÖRLER ZAMANLA DAHA DA KÖTÜLEŞİYOR?

(Editörden: Kaushik Bashu’nun bu ilginç makalesini Oxford Open Economics’den alıntıladık. Makaleyi çeviren Erdem Tolga’nın değerli …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir