Prof. Dr. Mutlu Parkan’ın saygın anısına…
Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak. (Kızılderili Atasözü)

Belgesel Lazca türküler ve eşsiz Karadeniz manzaralarıyla açılır. Endemik bitkileri ve birbirlerinden ilginç balık türlerini barındıran coğrafya, neoliberal rant ekonomisinin taaruzu altındadır…
Kotoflar Yaylası’nda küçükbaş hayvancılık yapan Meryem Demiray, doğasına hayran olduğu Karadeniz’i neden tercih ettiğini ve İstanbul’dan niçin yaylaya göç ettiğini anlatır. Demiray’ın bu tercihini fazlasıyla haklı çıkaran kamera görüntüleri ve doğal yaşam, eşsiz güzelliğiyle gözler önüne serilir. Karadeniz’deki ırmakların, tek bir parça toprağının satılık olmadığını dile getiren Meryem, hemen her şeyin metalaştığı doğanın da bundan payını aldığı neoliberal çağın mecburi doğa savunucusunun zihin dünyasını yansıtır.
Karadeniz dağlarının taş ocaklarıyla yerle bir edilmeye çalışıldığı planlarla devam eden belgesel, dağları vahşice yağmalayan dozer ve iş makineleri görüntüleriyle gerçekleşen doğa katliamını haber verir. Senoz deresi sakini Hakkı Başkapan, ilk HES inşaatları başladığında, köy halkına ve kamuoyuna hakim olan “memlekete faydalı iş” algısının kısa zamanda ters yüz olduğunu söyler. Derelerin akış yatağına yapılan müdahalelerle Senoz Vadisi’nin yüksek kesimlerindeki su kaynakları sermayenin denetimine geçer. Başkapan, Senoz’un bir kısmını kaybettiklerini kalan kısmını kurtarmanın derdinde olduklarını söyler.
Senoz sakini Hilmiye Akçal, dedelerinden miras bir evde 60 yıldır yaşamakta olduğunu, köydeki evinin tapusunun bile olmadığını söyler. Doğal yaşamla iç içe geçirilmiş bir ömrün son demlerinde, vadiye yönelen sermaye taaruzu herkes gibi onu da endişelendirmiştir. Akçal, bir cahillik sonucu imzaladığı belgelerle Atabey adlı inşaat şirketine inşaat izni verdiklerini söyler. Kız kardeşi Behiye Akçal, inşaat şirketine verdikleri onayın, deyim yerindeyse başlarına ördüğü çorabı anlatır. Doğayı para karşılığı yağmalamaya çalışan şirket aldığı vekaletle bu işe girişirken, Karadeniz coğrafyasının bu eşsiz parçasında bir ömür geçiren sakinlerinin durumu umurlarında bile değildir. Pişmanlıklarını dile getiren Akçal kardeşler yine de mahkemede haklarını aramaya çalıştıklarını söylerler.
(Doğa savunucusu çift Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu 9 Mayıs 2017’de yaşadıkları Finike’de evlerinde katledildiler. Çift, bölgedeki taş ocaklarına karşı bir çevre mücadelesi veriyordu.)
Senoz Vadisi’ndeki HES santralinin güvenlik görevlisi Muhammet Yıldız, “ekmek kapısı” olarak gördüğü Senoz HES’ini savunur. Yıldız’ın milliyetçi referanslarla yaptığı bu savunu, doğa katliamının ileride yaratabileceği büyük sorunları kavrayamayan insanların açmazıyla malüldür. Kalkınma için doğa katliamını onaylayan Yıldız, bazı “kendini bilmez” kişilerin yani aslında doğa savunucularının direnişi yüzünden işinden ekmeğinden olacağı suçlamasını yöneltir. İşsizliğin yarattığı büyük baskıyı aşmanın tek yolu olarak “kalkınma”yı kabul eden bu zihniyet, doğa yıkımının ve ekolojik çöküşün eninde sonunda daha fazla işsizlik ve yoksulluk olduğunu kavramaktan uzaktır.
(Artvin Hopa’da HES karşıtı eylemci öğretmen Metin Lokumcu polisin protestoculara karşı kullandığı biber gazı sonucunda hayatını kaybetmişti-editör)
Senoz Birliği’nden Mahmut Akyıldız, bölgede faaliyete geçirilmesi planlanan 30 HES projesiyle, derelerin boruların içinden akıtılacağını söyler. Akyıldız, bir bakıma bütün canlıların müştereği olduğu suyun kar amacıyla sermaye sınıfına aktarılmasının yaratabileceği olası ekolojik yıkımın farkına vardığında buna yasal yollardan karşı çıktığını bildirir. Söz konusu sermayenin karı olduğunda, bölge idare mahkemlerince alınan yürütmeyi durdurma kararlarının askıya alınabilceğini sözlerine ekler.
Kırmızı Benekli Alabalık’ların, can çekişmesi görüntüleriyle devam eden belgesel, ekolojik yıkımın ilk kurbanlarını yansıtır. Türlerin birbirlerine bağlı besin zincirinin yok olmasıyla büyüyen tehdit, bütün canlı yaşamına doğru genişler. Sıradaki kurbanların arılar, çiçekler ve bunların sebep olduğu biyolojik çeşitliliktir.
Taşeron şirketlerle başlayan doğaya yönelik HES saldırısı, emperyalist mantığa uyumlu bir biçimde büyük su ve enerji tekellerine Senoz’un su mülkiyetinin devredilmesiyle devam etmesi muhtemeldir. Senoz Vadisi’ne yönelik saldırı, Fındıklı halkında ekolojik rönesansı ve direnişi tetikler.
Meryem Demircan, HES projelerini yürüten firmalar tarafından kendilerine sunulan teklifleri anlatır. Bu tekliflerin arasında suyu, elektriği bedava kullanmak gibi ahlaksız tekliflerin de olduğunu sözlerine ekler.
Rüzgalı’da başlatılan ilk HES karşıtı protesto yürüyüşüne katılım düşüktür. Bölge halkı henüz olan bitenin farkında değildir. Meryem, kahveyi dolaşarak kahvehanedeki erkekleri yürüyüşe katılmak için ikna etmeye çalışır. Bazılarıyla kavga eden Meryem’e ve eylemcilere yönelen itirazlardan başta geleni, barajların yapılması devletin “para kazanmasını” isteyen devletçi, yani aslında sermaye sınıfının bakış açısıdır. Tehlikenin büyüklüğünü idrakten aciz bu bakış, aynı zamanda hayatı ve olguları sermaye sınıfı ve devletin gözlükleriyle görmektedir.
Enerjiyi ihtiyaç olarak gören bu zihniyet enerji üretimi bahanesiyle en temel yaşamsal ihtiyaç olan suya el konulacağını, HES’lerle yapılacak enerji üretiminin toplam enerji üretimi içinde önemsiz bir oran olan %2 olduğundan habersizdir. Eylemcilerin belirlediği “HES’lere Hayır, Turizme Evet” sloganlarıyla yürüyüşe geçen kitleye çevre evlerin balkonlarından destek alkışları gelir.
HES karşıtlarının avukatı Yakup Okumuşoğlu kendisiyle yapılan röportajda vicdanın tek ölçüsü olduğunu söyler. Vicdanını rahatsız eden doğa talanı ve yağması karşısında dikilen bir avuç cesur insanın avukatlığını yapan Okumuşoğlu, direnişçilere sunduğu hukuksal desteğin kendisi için insanlığa hizmet olduğunu söyler.
İyidere Köyü’nden Neyan Muratoğlu, köyünü ziyarete geldiğinde karşılaştığı manzara karşısında yaşadığı hüznü dile getirir. Doğa savunucularnın kararlılığı doğayla insan bütünleşmesinin ifadesi gibidir. Dere sesine alışkın insanların tamamı bir habitus olarak doğayla hemhal olmuşlardır. Bu bütünleşme aynı zamanda doğal yaşamı savunmanın ana fikridir.
Direnişin hukuksal boyutu giderek daha fazla protestocunun şirket toplantılarını engelleme eylemleriyle derinlik kazanır. Direnenler mevcut hukuk sisteminin çalışmaması ve ihtiyaçlara cevap vermemesi karşısında kendi hukuklarını yaratmaktadır. Dereler Özgür Akacak Platformu’nun eyleminin amacı suyu satın almak ve metalaştırmak isteyen şirket ve onun yerli işbirlikçilerinin toplantısını bloke etmektir.
Derelerin Kardeşliği Platformu üyesi Avni Ertaş, “enerji lazım” “ülkenin “enerji bağımlılığının” önceleri kulağa hoş gelen, ancak gerçekte suyun metalaştırılmasından başka bir şeye hizmet etmeyen HES saldırısına karşı yaptıkları yerinde incelemelerden edindiği izlenimleri aktarır. Ertaş, izlenimlerini aktarırken kullandığı “orada yapılanları size aktarmak için kelime bulamıyorum” sözleri aslında her şeyin özeti gibidir. HES inşaatlarıyla başlayan saldırının su, doğa ve doğasından kopartılacağı için ucuz iş gücü olması kuvvetle muhtemel insan emeğinin peşkeş çekileceğini söyleyen Ertaş, HES saldırısının olası politik sonuçlarını da öngörür.
Sermaye sınıfının doğaya yönelik saldırısı, bölgede arıcılık yapan köylülerin geçim kapısını yok etme riskini taşır. Sertifikalı bal üreticisi Yüksel İncegümüş, bu üreticilerden biridir. Yerleşim yerlerinden uzakta yapılan tamamen organik bal üretimi, bölgeden geçirilmesi planlanan yüksek gerilim hatları nedeniyle sekteye uğrayacaktır. Tozlaşmayı sağlayan arı ekosistemi, aynı zamanda biyoçeşitliliğin devamının garantisidir.
Senoz sakini Memnune İmamoğlu, bütün canlı yaşamının ve bu arada insan yaşamının müştereği olan suyun önemini anlatırken, insanın gelecek kuşaklara bırakabileceği yegane doğal mirasın yaşanabilir bir çevre olduğunun altını çizer.
Ayen Enerji Şirketinin yöneticisi Fahrettin Arman, bölge halkını “çapulculuk”la suçlayarak enerji yatırımının gerekliliğini vurgular. Gerçekte önü alınamaz bir doğa yağmasının boyutlarını ve tahribatını önemsemeyen bu söylem açısı, halka ve doğasına nesne muamelesi yapan patetik (hastalıklı) bakışı gizleyemez. “Kalkınma” için doğanın ve insanın feda edilebileceğini öne süren bu görüş, kapitalist sistem mantığını yeniden üretir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bürokratı Fevzi İşbilir de benzer görüşleri bu kez çevre için mücadele eden sivil toplum örgütlerini, dernekleri ve platformları kriminalize ederek tekrarlar.
Doğa savunucusu Kazım Delal, çevreyi korumak için verdiği mücadele esnasında yaşadıklarını anlatır. Delal dere yataklarına yapılan müdahaleler sonucu yaşanan kent sellerini ve ekonomik yıkımı anlatır.
Şükrü Aksoy, kar elde edebilmek için doğaya ve sonunda insana yönelik azgın kapitalist saldırının ve HES yatırımlarının karları kişiselleştiren, buna karşın çevreye verilen tahribatın ve ekolojik yıkımı toplumsallaştıran mantığını anlatır. İnsanların yaşamlarını derinden etkileyecek ve bütünüyle yok edecek HES projeleriyle elde edilecek karların bilançolara, borsalara yansımasıyla ilgilenen bunun dışında hiçbir şeyle ilgilenmeyen neoliberal kapitalizme karşı derelerin savunulmasının çok değerli bir şey olduğunun altını çizer.
Çay tarımıyla uğraşan bölge halkının tamamının her şeyi yeniden üretebilmesi için suya olan ihtiyacı olduğunu belirten Aksoy, bu ihtiyacın aslında yaşamın ta kendisi olduğunu aynı derede yüzen erkek ve kadınların derenin kendisinden ortak yaşamı öğrendiğini sözlerine ekler.
Arslandere’de yapılan toplantı ve sonrasında yapılan yürüyüş, halka halka büyüyen HES karşıtı protestoların en geniş katılıma ulaştığını gösterir.
Küresel iklim değişikliğinin yadsınamaz sonuçlarının kuraklık, salgınlar, iklim göçleri ve tarımsal arazi kayıpları olarak yaşadığımız bugünlerde Bir Avuç Cesur İnsan, doğaya yönelik sermaye sınıfı saldırısına karşı direnişini objektif bir dille gözler önüne seriyor. Dramatik yapıyı yöre halkının umutsuzluk, pişmanlık, deneyim ve kararlılık üzerine kuran Yönetmen Rüya Arzu Köksal, doğaya ve onu oluşturan canlı yaşamlarına saygıya dayalı bir bilgelikle kuşanmış direnişçilerin mücadelesini anlatırken; aynı izlekte yani ekolojik mücadeleleri anlatan başka filmlere de imza attı. Köksal, filmi çekmesinin nedenini “Yaşam alanlarına yapılan her saldırıda daha da radikal hale gelmelerinin sebeplerini anlamak ve anlatmak için yola düştük. Çığlıklarını duymazdan gelenlere duyurmak, kadim ormanlara, akarsulara bekçilik eden, Karadeniz’in sert mizaçlı ve bir o kadar da samimi, kalp taşıyan cesur insanlara vicdan borcumuzdur” sözleriyle açıklıyor. Katıldığı pek çok festivalde seyircilerin geniş ilgisine mazhar olan Bir Avuç Cesur İnsan, ödüllere de layık görüldü.
Bir Avuç Cesur İnsan, doğaya yönelik sermaye sınıfının saldırısına karşı direnenlere güç ve umut veriyor. Yazım filmi tanıtmanın ötesinde, merak uyandırıp izletmeyi başardıysa “çapulcu” olarak nitelenen binlerce doğa savunucusunun, temiz ve yaşanabilir bir çevre isteğine katkıda bulunmuş olacaktır.
(Rize İkizdere’de doğa talanına karşı direnişin sembol fotoğrafı)
Yönetmen Rüya Arzu Köksal’ın biyografisi ve filmografisi için