Varlığımızı inkar edenler, kutsallarımızı kabul ederler mi?
Çocukluğum, uyandın madem ki haykır diyor! Şöyle bir geçmişe dönüp baktığımda çocukluğumdan hatırladığım yaşam tarzımızdan, yani Kürtlerin yaşamından kesitler geliyor gözlerimin önüne. Kürtlerin şimdiki yaşam biçimleri ile karşılaştırıyorum da vay be diyesim geliyor.
Doksanlı yıllar köylerimizin zorla boşaltılarak göç etmemiz sağlandığı zamanlardı. Sürgün, göç, trajedi, ölüm iç içeydi. Bir çocuğun çocukluğundan kalan hatıraları. Unutturulmak istense de gün gelir hepsi tek tek yeniden canlanıverir. Bunca travma yaşamış bir halk, benliğini korumuşsa elinden alınsa da çocukluğu; hayallerini kendisinde yaşatmaya devam eder ve asla vazgeçmez. Ne beyaz tülbentli annelerini, ne de babalarının üzerindeki yerel kıyafetleri; ne inançlarını ne kutsallarını gittikleri yere taşıyamasalar da hiç unutmazlar ve hep anılarında yaşatmaya devam ederler. Anne – babalar, konuşmazlar o zamanları, unutulsun isterler, kendi kaderlerini çocukları yaşasın istemezler. En azından gittikleri yerde çocukları rahat yaşasın isterler. Ama hafızaları silmek öyle kolay olmuyor işte.
(90’lı yılların artan politik şiddet ortamının muhataplarından biri de göçmen durumuna düşen Kürtlerdi. Çatışmalardan en çok etkilenen ve kent çeperlerine sığınmak zorunda kalanlar zamanla politik, etnik ve kültürel örgütlenmelerini de kentlerde kurmayı başardılar-editör)
Dönemin başbakanı Ecevit, bir konuşmasında “Biz bunları köylerinden göç ettirdik, istedik ki buralara geldiklerinde kürtlüklerine dair her şeyi geride bıraksınlar, büyük şehirlerde ekmek derdine düşüp hiçbir şeyle ilgilenmesinler ve buralara uyum sağlasınlar istemiştik. Ama onlar gelirken kara çarşafları ve beyaz tülbentleri ile birlikte geldiler. Buralara uyum sağlamak yerine buraları kendilerine uydurdular” diyordu.
Yine Kürt halkını kadınları üzerinden fotoğraflıyordu. Farkındaydı, eğer değişecekse bir toplum, kadınlarından başlar değişim. Kadın değişirse nesiller değişir. Devlet bu halka ikinci bir yol haritası daha çizmişti. Buralarda da Kürtleri kontrol etmesi gerekirdi. Habersiz kuş uçmamalıydı. Bir anda her kafaya hitap edebilecek ve devletin emniyet sübabı görevini görecek yüzlerce cemaat türedi. Ne de olsa Kürtler inançlarına bağlı bir halktı ve ancak onları inançları sayesinde kontrol edebileceğini biliyordu.
Kürtler, sürüldükleri büyük şehirlerde bu cemaatlerin, dolayısıyla devletin kontrolünde olmalıydılar. Bundan sonrasını cemaatler hal edeceklerdi. başlarda cemaatler ve tarikatlar öylesine desteklendiler ve palazlandırıldılar ki; onlardan referanslı olmayanlar ekmek bulmakta bile zorlandılar. Bu yapıların asıl işleri, Kürtlere, Kürt olduklarını unutturmaktı; bunu da ancak din ile yapabilirlerdi. Onun için inançlarından başladılar. Türbanı ve çarşafı islami; diğer örtü biçimlerini gayri islami olduğuna inandırdılar. Daha rahat ulaşacaklardı. Hiç zorlanmadılar. Çünkü ellerindeki çok güçlü bir silahtı. Marks’ın deyimi ile afyondu. İlk olarak iş dış görünüşlerini değiştirip kendilerine benzettiler. Çarşaflı Emine Şenlikoğlu ve türbanlı Şule Yüksel Şenler. Rol model oldular bütün Kürt çocuklarına. Bu ikilinin kitaplarını okuyarak onların tedrisatından daha küçücükken geçirildiler. Bütün bunları sorgulama fikri olmasın diye. Küçük çocuklar için bu afyonu kullandılar. İstinasız her Kürt çocuğu onların kitaplarından okumuş.
(Bir soğuk savaş islamcısı olarak Şule Yüksel Şenler’in soğuk savaşta türban misyoneri Alman Maria ile birlikte emperyalizm adına üstlendiği rol, soğuk savaşın en önemli ideolojik aygıtlarından biri olan siyasal islamcılığın sembollerinden biri olan türbanı yerleştirmekti-editör)
Çarşaf ve türbanın rolü
Çarşaf ve türban Kürtlerin milli ya da dini kıyafeti değildi. Hele türban hiç yoktu. Çarşaf yine az çok Kendi memleketlerinde Şex (Şeyh) eşleri, imam eşleri gibi kadınların giydiği bir giysiydi o yıllarda. O da öyle çokça tercih edilen bir örtü değildi. Türbanın ve çarşafın 50 60 yıllık bir tarihçeleri var ötesi yok. Ama beyaz tülbent çok eski tarihlerden beri kadınlarımızın kırmızı çizgisiydi. Çünkü inançlarının gereği olan örtüyü beyaz tülbent olarak seçmişlerdi ve bu örtünün önemli bir işlevi daha vardı. Örflerinde kavgaların son bulması için kullanılan en etkili araçtı. Örtü ve din ilişkisini kullanarak beyaz tülbendi inanç yolu ile Kürtlerin elinden alabilirlerdi. Belli ki bu yüzden bunca cemaat, tarikat kurdular ve b bu görevi verdiler. Bunların elinden Kürtlüklerini en küçük zerresine kadar alın diye, cemaatleri Kürtler için kullandılar. O yıllarda büyük şehirlerdeki ve sonradan tülbentleri türbanla değişen kadınların büyük bir çoğunluğu Kürtlerden oluşuyordu. Sayıları çok olmasa da samimi insanlardı. Herkes birbirini tanıyordu. Tanımasalar da karşılaştıkların da selamlaşıyorlardı. En azından Kürtlerin selamları çıkar amaçlı değildi. O büyük şehirlere, samimiyetlerini beraberlerinde götürmüşlerdi. Ama zamanla büyük çoğunluğun beyaz tülbentlerinin yerini ya kara çarşaflar ya da türbanlar aldı. Samimiyet gitti menfaat geldi.
Annelerin canları pahasına korudukları çocuklarının ellerinden Kürtlüklerini alıp, kendi uyduruk inançlarını verdiler. O güne kadar beyaz tülbentleri ile yaşayan Kürt kadınlarına, hiçbir alim ve şexleri bunu örtmeyin dememişti. Ama bu yeni tanıştıkları hoca efendiler, gaws hazretleri beyaz tülbentlerin ve yerel kıyafetlerin islami olmadığını söyleyerek Kürtleri inançlarından ve Kürtlüklerinden uzaklaştırmak için ciddi çabalar sarf ettiler. Tabi örtünmekten vazgeçmek isteyenlere moda ve medeniyet diyerek yaklaştılar. Tıpkı Batılıların Afrikalı siyahlara yaptıklarını yaparak; bütün zenginliklerini alıp siyahların ellerine incili vermeleri gibi. Kürtlerin de Kürtlüklerini alıp; yeni bir inanç, yeni bir yaşam biçimi, yeni bir dil ve kendini inkar eden nesillerin yetişmesini sağlamaktı. Yani kart kurt Türklerini yani Kürt kökenli nesiller yetiştirmekti. Uyutulmuş, kandırılmış toplumlara sevinenler bilsinler ki “bütün uyuyanları uyandırmak için bir uyanık yeter” der Ali Şeriati.
Sonra devletin cemaatlerle işleri bitti. Onlar, devletten ödül beklerken hepsini deşifre etmekle de yetinmeyip en utanç verici durumlarla aşağlayıp çöp gibi kenara attı.
Cemaatlerin ağlarında ömür tüketenler, şöyle bir baksalar ellerinde ne kalmış acaba? Ben söyleyeyim, ramazanda ve kabir başlarında, anlamadan okuyacakları hatimler, uydurulmuş birkaç tane hadis ve hiçte kutsal olmayan ama kutsal olanlara yamayıp, kutsallaştırarak kutladıkları birkaç tane kandilden başka hiçbir şey yok.
Bir de dini ve ibadet sandığımız şu kandiller; kutlamasan dinden çıkacakmışsın gibi algılananlar var ya işte onlar da eskiden yoktu, kutladığımızı hiç hatırlamıyorum. Kutlansaydı mutlaka hatırlardım. Ortamım onu gerektiriyordu.
Eskiden kandil kutlamak pek bilinmezdi tıpkı diğer uydurmalar gibi, Kürtlerde, bunlarda yoktu. İnsanları meşkul etmek için uyduruldular. Hele ibadetmiş gibi servis ederlerse, tadından yenilmez. Tıpkı türban, çarşaf, sakal ve şalvar giyerek daha dindar olacağını sanan insanlar misali kandilleri kutlayanlar da kendilerini daha dindar sansınlar ve düşünmeye, sorgulamaya vakit bulamasınlar diye islamı böyle şeylere hapsetmeye çalışıyorlar. İslamı alıp yerine bu uydurmaları koydular. Samimi insanları tenzih ederek söylemek lazım; hiçbir günahı işlemekten geri durmayanlar kandillerde dindar oluveriyorlar. Evet kutlasınlar ama islammış gibi, kutsalmış gibi yapmasınlar. Hatırlıyorum çocukluğumdan, Kürt toplumunda topluca kutlanan iki şey vardı. Biri ocak ayının 13’ünde kutlanan yılbaşı (sernewa) diğeri 21 Martta kutlanan Newrozdu. Kutladığımız için de kimse bize gavur ya da din düşmanı demiyordu. Eğlencelerimize şexlerimiz ve seydalarımız da iştirak ederdi. Onun için bizim kutsallarımız ve sizin kutsallarınız aynı değildir. Varlığımızı inkar edenler kutsallarımızı mı kabul ederler? Hakikat sizin istediğiniz ve yaptığınız değildir. Kürde olan kininiz sizi ahlaktan yoksun bırakmıştır.
SİZ ey iman edenler! Allah için, hakkı ayağa kaldırarak adâletin timsali olun ve birilerine olan nefretiniz sizi adâletten sapmaya sevk etmesin! Âdil olun, bu Allah’a karşı sorumluluk bilinci olan takvaya daha yakındır: Artık Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! Şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Maide 8