DİNDAR NESİL

@haticekavranhdp

     2000’li yılların başlarına kadar kendilerini dindar olarak tanımlayan ve inançlarına uygun olarak yaşamak isteğinde olanlar, peyderpey kamusal alanın dışına itildiler. Bu zulmün son basamağı özgür düşüncenin ve özgürlüklere öncülük etmesi gereken üniversiteler oldu. Özellikle de bu zulüm kadınlar üzerinden inanılmaz boyutlara ulaştı. Sırf inançları doğrultusunda yaşama isteklerinden dolayı cezaevi süreçleri, idamla yargılanmaya ve ruh sağlığı bozukluklarına ve intiharlara varıncaya kadar envai çeşit zulüm reva görüldü. Kiminin eğitim hayatı yarım kaldı, kimi toplumun dışına itildi. Kimisi kutsal bildiği değerlerinden vazgeçmek zorunda bırakıldı.

     Eğitim hayatına ara vermek ya da yurt dışında okumak zorunda bırakılmış, İnançları uğruna bedeller ödeyenlerin belki de en şanslılarından ve bütün bunlara birebir şahitlik etmiş biri olarak yazıyorum. En kötüsü de o günlerde bütün bunları yaşatanlar, biraz da ellerinde gücü bulundurmalarının verdiği güvenle, kendilerini çağdaş, medeni olarak tanımlarken; hedef haline getirdikleri, büyük çoğunluğu kadınlardan oluşan ve “çünkü erkeklerin hangi düşünceye sahip oldukları dış görünüşlerinden anlaşılmadığı, için cesaret edip kendini açık edenlerin dışındakilerin hepsi kadınlardı.” İnançlarının gerektirdiği gibi bir yaşamı seçmek isteğinde olan, yani başörtüsü takmak, tesettürlü giyim gibi istekleri olan, ekseriyeti samimi ve dürüst olan bu gençlere karşı; kendini çağdaş medeni gören kesim, sahip oldukları düşüncelerini ve inançlarını dayatarak, bu insanları gerici, yobaz çağdaşlaşmanın önündeki engel olarak gördüler.

     Direnenleri terörize edip bir şekilde cezalandırdılar. İkna odaları, okuldan uzaklaştırma, derse alınmama, dersten atılma, kütüphane yasağı, hatta okul servislerine bile alınmama ve üniversitenin hiçbir avantajından yararlanmama olarak gerçekleşti. YÖK kanalıyla üniversite sınavlarına dahi başörtüsü ile girmeyi yasakladılar. Olur da vicdanlı bir görevli çıkar da örtülü genç kadının sınavını iptal etmez ise, o görevli hakkında soruşturmalar açılıyordu. Bütün bu adaletsizlikler o gençlerin bünyelerinde travmalar yarattı. Ve bu travmalar güçsüzlüğün sonucu değil, direnişin kaynağı oldu. Bu insanlar tercih yapmaya zorlandılar. Ya, bu taklitçi medenilerin isteklerini kabul edeceklerdi, ya da direneceklerdi. Bu gençler, verdikleri direniş mücadelesi ile yapılan zalimlikleri gözler önüne serdiler.

     O dönemlerde bazı vicdan sahibi, özgür düşünceden yana olan şahıslar kimsenin eğitim hakkının engellenemeyeceğini söyleyerek, gençlerin direnişlerine destek verdiler. Slogan şuydu. Herkese adalet, başörtüsüne özgürlük. Ama her kesimde olduğu gibi bunların arasında da gerçekten samimi olmayanlar vardı. Gençlerin bu mücadelelerini kendileri için basamak yaptılar. Mücadeleyi gençler verdi, bedelleri gençler ödedi; bunlar da bu bedellerin üzerinden iktidar devşirdiler. Uğruna bunca mücadele verilen barış demek olan islam inancı, bu hırslı, sinsi, asıl amaçları başkaca olanlar; kendi inançlarına muhafazakarlık bindallısı giydirerek ırkçı, milliyetçi kimlikli inançlarını süslediler ve islâm diye sundular. Zaten yeterince dövülmüş, kovulmuş samimi insanlar, belki yorgunluktan belki de seslerini birileri duydu zannı ile bu insanların art niyetlerini göremediler.

Kendilerinin mazlumiyetleri üzerinden yapılan planları anlayamadılar. Ya da orası ile hiç ilgilenmediler. Yeter ki tek istekleri birilerinin onları bu zulümden kurtarmasıydı. Öncelikle mazlum olarak tanınan bir karakter gerekiyordu. Çünkü insanlar kendilerine benzeyen insanlara daha rahat güven duyarlar ve inanırlar. Ve işte Biz zalimleri, işledikleri yüzünden birbirinin başına böyle sararız. (Enam 129)

     Allah’ın sopası dedikleri bu olsa gerek. Giderek ülkede ekonomi bozuldu, uluslararası ilişkiler bozuldu, iç huzursuzluklar artı. İktidarın el değiştirmesi kaçınılmaz oldu. Bunun için hazırda bekleyen derin güçler harekete geçtiler; bunca yaşanan haksızlık karşısında tepki duyan insanları kontrol etmek gerekiyordu. En kolay yöntem ise bu kitlenin kendilerini temsil edebilecek, kendi mazlumunu seçmeleriydi. Ancak böyle bir şey bu derin güçlerin işine gelmezdi. Onun için onlar bir mazlum yaratarak onu halkın önüne çıkarıp kabul etmelerini sağlamalıydılar.

     Nihayetinde aranan kan bulunur. Önce elinden alınan bir belediye başkanlığı oyununu sahnelediler. Ardından krallar gibi ağırladıkları bir 8 aylık hapishane süreci ki ‘bu süreç eğitimi için gerekliydi’ tezgahladılar. Çünkü liseyi zor bela okumuş birinin eğitime ihtiyacı vardı. Gömlek değiştirecekti ne de olsa. Her kesime el uzatan, Hz. Ömer’in adaleti gibi adaletli davranacağım diyerek yola çıkan biri. Epey aramışlar gibi görünüyor. Çünkü o cenahtan pek çok kişinin ifadeleri bunu gösteriyor: “İlk önce bize teklif ettiler ama biz kabul etmedik, ondan sonra mevcut kişiye teklif ettiler” 

     Öte yandan böylesi zulümlere imza atanlar ve bütün bunlara zemin hazırlayanlar zafer sarhoşluğu içerisinde aklıselim düşünecek durumda değillerdi. Biz ne yaptık, ne yapıyoruz? Sorusunu lügatlerinden çıkarmışlardı. Ülkeyi kendi çöplükleri sandılar. Nasıl olsa karşılarındakiler bir avuç güçsüzdü ne yapabilirlerdi ki!

     Oyun tuttu. Alkışlarla ülkenin yönetimi el değiştirdi. İlk dönemleri için acemilik dönemi, derken ustalık dönemi şimdilerde ise zorbalık dönemine geçiş yaptılar. Adım adım istediklerini halkın gözü önünde yaptıkları halde toplum sesi çıkmaz bir duruma gelmişti. Ülkede sağlık bitti, eğitim bitti, hukuk bitti, ehliyet yok, şahsiyet yok, sadece muktedirler ve yandaşları var.

                      (Sınavı kazandığı halde atanamadığı için intihar eden öğretmen Merve Çavdar)

     Dindarlığı gericilik olarak gören sözde çağdaşların yaptıklarına karşılık; dindar nesiller yetiştireceğiz iddiasıyla bütün eğitim kurumlarının içini boşalttılar. 2002 – 2012 yılları arasında sıra önceki muktedirlerin uyguladıkları katsayı zulmünün rövanşının alınmasına gelmişti. Sular tersinden akıtılmaya başlandı. Bugün imam hatip lisesi sayısı diğer meslek liselerin tamamından fazladır. Eğitim sistemi ile öylesine oynadılar ki öğrenciler zorunlu olarak imam hatip liselerine gitmek zorunda bırakıldılar. Eğer son on yılın imam hatip lisesi mezunları ciddi bir sınava tabi tutulursa % 10’nun bu sınavı geçeceği bile şüphelidir. Ve bugün ilahiyat fakültesi sayısı birçok bölümden daha fazladır. İlahiyat bölümüne yerleşmek için barajın biraz üstünde puan almak yeterli iken, diğer bölümler için ciddi puanlar isteniyor. Ayrıca ilahiyat dışındaki diğer bölümlerden mezun olanlar atanmak için 80 – 90 puanla ancak atanabiliyorken, ilahiyat mezunları için 60 – 70 puan almak yeterlidir. Bunun mülakatı da kendilerinden olanlar için konulmuş bir bariyerdir. İşin diğer ve en önemli kısmı ise ilahiyatların müfredatıdır. Orta çağda bile teoloji eğitimi almak için bir çok disiplin gerekiyorken bugünkü ilahiyatlardan sadece milliyetçi, devletçi ve kendilerini mütedeyyin muhafazakar olarak tanımlayan insanlar yetiştirmeleri isteniyor. Dindarlık gömleğini çıkarıp dinci gömleklerini giyenler. Dindar nesiller deyip tıpkı kendileri gibi kindar nesiller yetiştirdiler. Dinci ve kinci oldular. Tanrı bilimi bile bunların tanrılarının bilimi olmuş durumdadır. Öyle ki bu kurumlar bilinçsiz ateist ve deist yetiştirme merkezlerinden daha fazla ateist ve deist yetişmelerini sağlamaya devam ediyorlar. Tabi ki herkesin inancı kendisinedir. Ama bu insanların çoğu teşbihte hata olmaz “gavura kızıp oruç bozmak” deyimi misali bunlara kızıp ateist veya deist olmayı seçiyorlar. Allah’ın dini islam ile Türk islam sentezi dedikleri aynı din ile değildir. Anlayana!

Diğer Yazılar

DOKTOR GARİPAŞK: BİR NÜKLEER SAVAŞ PARODİSİ

Ümit ÖZDEMİR / 02.12.2024 Stanley Kubrick’in soğuk savaşın tam orta yerinde yaptığı film, pek çokları …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir