Harun KARADENİZ
Biz köyün yoksul çocuklarıydık
Yatılı da olmasa bir gün bile okuyamazdık
Ve birden değişti yazgımız
…
Saklananı arıyorduk, onlar adına
Yasak olanı da yapacaktık elbette
Bilinçli, bilenmiş omuz omuza
Eğri dirgen, bağ makası, mor balta
…
İçimizden kimileri
İnandılar yalanına, kandılar masalına
Titreyip saf değiştirip
Girdiler faşizmin kanlı kışlasına
…
Bir bir sattılar, satıldılar
Ve onlar artık kütükte
“Köyün hain çocukları “na katıldılar.
Rüştü APAYDIN
Köy Enstitüsü: Yazarlar ve Ozanlar Mehmet BAYRAK
İsmail Tekin 03.04.2021
Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri egemenler bu efsaneyi kapatmak zorundaydılar.
Dünyayı sarsan 1929 ekonomik krizi en gelişmiş devletleri bile yerlerde süründürüyordu.(Bugünlerde olduğu gibi.) Almanya’da Hitler, İtalya’da Musollini… Faşizmin ayak sesleri geliyordu 1930 yılları süresince. Japonya’da askeri militarizm de Uzak Asya’da hazırlıklar yapıyordu. Hitler’in 1939 2.Paylaşım Savaşı’nın başlaması yeni bir dünya düzeninin de habercisiydi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliğine açılan savaşta Hitler yenilince, Sovyetlerin yenilmemesinin ötesinde “SOSYALİST BLOK “ oluştu. Balkan ülkeleri bu bloğa dahil oldular. Savaş süresince pusuda bekleyen ABD, savaş bitimine yakın müdahale ederek galip taraftan oldu. 2. Paylaşım Savaşı’nın sonunda dünya emperyalist düzenin jandarmalığını yapan Büyük Britanya Krallığı “ BÜYÜK BİRADER “ rolünü 1947 yılında, ABD’ye bıraktı, ABD Devlet Başkanı olan HARRY TRUMAN da aynı yıl bu görevi kabul ediyor. TRUMAN DOKTRİNİ adıyla YENİ SÖMÜRGECİ sistemi açıklıyordu. Savaşta yenilmiş ülkelere yardım, bu doktrinin savunma bakanı General George Marshall yardım planıyla destekleniyordu. Artık emperyalist devletler eski işgal yöntemleriyle Az Gelişmiş ve Gelişmekte olan ülkeleri yönetemezlerdi.
Yardım adı altında ekonomik /politik/ kültürel sömürü yöntemi bulundu. Özellikle TÜRKİYE kendileri için önemli idi. Çok cömert davranacaklar, ayrıcalıklı bir ülke durumuna getireceklerdi. Ancak koşulları vardı:1- Sovyetler Birliğine mesafeli olunacak, 2- Milli Şef sisteminden, çok partili “demokrasiye” geçilecek, 3-Beş yıllık kalkınma planı uygulanacak, 4- KÖY ENSTİTÜLERİ KALDIRILACAKTI. Bunlar olursa 100 milyon dolarlık yardım verilecekti. Bu planın ne anlama geldiğini IMF şartlarını ve dayatmalarını bilen bizler, daha gerçekçi değerlendirebiliriz.
Türkiye 2. Dünya Savaşı’na girmemiş, girecekmiş gibi hazırlıklar yapmış, AŞAR VERGİSİNİ de kaldırdığı için gelir azalınca halkın gelirlerine el konulmuş, halk yoksullaştırılmıştı. Savaş süresince ülkede de Alman Faşizmiyle işbirliği yapan yeni burjuvazi, yüksek bürokrasinin bir kısmı, hatta bakanlar bile vardı. Türkiye tarafsız kalmasına rağmen bu çevreler hem ekonomik hem de siyasal alanda boş durmazlar.1923 yılında başlatılan “DEVLETÇİLİK” politikası 1937 yılından itibaren terk edilmeye başlanır. İŞ BANKASI’nın kurulmasıyla özel sektörün önü açılır. CELAL BAYAR 1932 yılında maliye bakanı, 1937’de de başbakan olur. Devletçiliği savunan bürokrasi yenilir. Burjuvazi, büyük çiftlik sahipleri ve feodal ağalar bu mücadeleyi kazanır. Savaş sonrasına hazırlık yapmışlardır, devletçiliğin sonu görülmüştür. Cumhuriyet kurulmuş, kurum ve kurallarının temelleri atılmış; fabrikalardan, yollardan, ticaretten, eğitime kadar tam bir seferberlik yaşanmaktadır. Çok kısa sürede başarıların elde edildiği 10.Yıl Marşı’nda da söylenmektedir. Ama can yakıcı bir sorun hala çözülememiştir. Nüfusun %83’ü kırsal kesimde yaşamakta yine %80’i okuma yazma bilmemektedir. Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü birlikte bir plan geliştirirler; okuma yazma bilen, askerliğini ONBAŞI VE ÇAVUŞ OLARAK yapan kişileri köylere gönderip okuma yazma seferberliğini başlatmadır. Bu çalışma 1938 yılına kadar devam eder, daha sonra bakan HASAN ALİ YÜCEL ve ilköğretim genel müdürü İSMAİL HAKKI TONGUÇ ‘un çabalarıyla 17 Nisan 1947 yılında yasal olarak KÖY ENSTİTÜTÜLERİ kurulur.
(İsmail Hakkı Tonguç)
Burjuvazinin gerici, bağnaz, sığ temsilcileri mecliste oy verirler ama bir yere de not alırlar. Çünkü zaman ve dönem karşı çıkma dönemi değildir. İsmail Hakkı TONGUÇ Köy Enstitülerinin amacını ve hedefini en iyi kavrayan, belirleyen, ifade eden biridir.” KÖYÜ CANLANDIRMA HAREKETİ” için “ köylü öyle bilinçlendirilmeli ki, onu hiçbir güç sömürmesin, köy sakinlerine köle muamelesi yapılmasın, köylüler bilinçsizce çalıştırılan birer hayvan muamelesi görmesin hatta eğitim problemini de çözsün.” görüşündedir. Daha da ilerici bir düşünce adamıdır. ”Sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir topluluğuz” ideolojisiyle çelişki yaşar. Ona göre “ Bir tarafta sömüren, ezen diğer tarafta sömürülen, ezilen sınıflar vardır. Köylü sınıfı Türkiye‘nin toplumsal yapısı gereği sömürülen, ezilen en büyük sınıftır.” Böylece önce 14 sonra 21 olmak üzere okul açılmıştır.” Eğitim üretim içindir.” anlayışıyla köy çocukları okullara alınmış, hayatın içinde eğitimlerini üreterek tamamlamış, öğretmen olarak okullarını bitirmişlerdir. Ben de CILAVUZ KÖY ENSTİTÜSÜ (SUSUZ) mezunu üç öğretmeni tanıma ve ikisinden eğitim alma onurunu yaşadım. İki öğretmenim hem köylümüz hem de akrabalarımdı, EMİRHAN SARIPOLAT halamın oğlu, AHMET BOZKURT anne tarafımdan akrabam olurdu. (KARS /GÖLE/TAHTAKIRANKÖYÜ/) Köyde biz Ahmet Bozkurt Hocamı, HAMİT HOCA olarak bilir; tanırız, HAMİT HOCA; 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde ESENYURT BELEDİYE BAŞKANLIĞINA seçilen, BELEDİYE BAŞKANI KEMAL DENİZ BOZKUT’un babasıdır. İlkokul öğretmenimdir, yine “ KARS/ GÖLE/ TÜRKEŞEN KÖYÜ”nden ENVER AVCI HOCAM da ilkokul öğretmenimdir. NEW YORK ÜNİVERSİTESİ öğretim üyesi SELÇUK ŞİRİN‘nin amcasıdır. (Özrümü kabulünüzü rica ediyorum. Konudan uzaklaştım.) Toprak Reformu 1938 yılında gündeme gelir,” köy birlikleri”,”kooperatifler”ve “tarım işletmeleri “ kurulur; bu kurumlarla işbirliği yapılarak Köy Enstitüleriyle tarımda verimlilik öngörülmüştür. Eğitime katkı sağlanırken köy ekonomisine de katkı sağlanır. Hedeflenen başka bir konu savaş yıllarında bir yandan silah altında olan askerler, diğer yandan savaşa girme ihtimaline karşı tarım ürünleri ihtiyaçlarını karşılamaktır.
(Kıt kaynakların tamamının düşünsel ve maddi üretime ayrılması, Köy Enstitülerinin belirgin niteliğidir. Enstitülerde yaparak-yaşayarak eğitim modelinin içinden öğretmen-aydın kuşakların yetiştirilmesi amaçlanıyordu. Kırdan başlayan kalkınma ütopyası, nüfusunun önemli bir kısmı köylerde yaşayan Türkiye için gayet makul bir çözümdü. Fotoğrafta bir müzik dersi sırasında öğretmenleriyle bir grup Köy Enstitülü. editör)
Oysa burjuvazi, büyük çiftlik sahipleri, feodal ağalar yedeklerine aldıkları tüccar ve eşraf kesimiyle öyle düşünmezler, yalnız onlar mı? 2. Milli Eğitim Şurası Köy Enstitülerini “ilkel bir dönüşüm “ olarak tanımlar. Öğretmenlere 1947 yılında toprak verilmesi güçleştirilmiş, kitaplar, aletler, hayvanlar ve malzemeler geri alınmıştır. Yine köylünün okul yapımı yükümlülüğüne son verilir. Okulun üst kurumu Yüksek Köy Enstitüsü kaldırılır. Artık öğretmenler okul yönetimine etkin katılamazlar, ders dışı çalışmalarda öğrencilere sınırlandırma getirilir, öğrencilerin serbest okuma saatleri kısıtlanır, seviyelerine göre kitap okumaları kararlaştırılır, Milli Eğitim Bakanlığı’nın çevirisi olan yüzlerce dünya klasikleri kütüphanelerden kaldırılır. İş eğitim ilkeleri okullarda yaptırılmaz, klasik okullar haline getirilerek “demokratik eğitim kurumu” önce CHP döneminde işlevsiz hale getirilir, DP iktidarında bu okullar kapatılır,1954 yılıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında iki kez milli eğitim bakanlığı yapan ,HAMDULLAH SUPHİ korku başkadır der.” halkın okumasından korkan midesini ve kesesini düşünenler halkın cahil ve gafleti sayesinde ceplerini dolduran kimselerdir”, yine 1967 yılında İsmet İnönü’nün Köy Enstitülerine neden devam edilmediğini soran gazeteciye verdiği cevap ilginçtir, zamanın özetidir,” Devam ettirmek mümkün olmadı, bunlar demokrasiyle yürütülmesi güç olan şeylerdir. “ der. Çünkü klasik eserlere uygulanan sansüre karşı eleştiri yazısı yazan CUMHURİYET GAZETESİNİN kapatılmasını isteyen bir CHP milletvekilidir. İstanbul’da Anadolu’da basın, bu okullara verilen desteğin vergilerden yapıldığını yazarak kampanyaya katılırlar. Neden mi? Çünkü bu okuldan mezun olup köylere dağılan öğretmenler aydınlanmanın ışığını oralara yayıyorlardı. Sömürü düzenine bilinçli bir duvar örüyorlardı. Yeni sömürgeci/ yayılmacı sistem halktan yana hiçbir muhalefete hiçbir şekilde izin vermek istemiyordu. Bu sistemin temsilcisi Truman Doktrini ve Marshall Yardım Planını ülkemizde tam olarak anlamak, KÖY ENSTİTÜLERİNİN devamının da olamayacağını anlamakla eşdeğerdir. Yakın zamanda IMF’nin kredi verirken nasıl belli şartlar, harcama kalemleri, yatırımlar karşılığı verdiğini, kalem kalem dikte ettiğini bizler hatırlarız. Marshall Yardımı da savaşa girmemiş olsak bile yoksullaşmış ülkemizin yöneticilerinde; önce CHP’de, sonra CHP içinden çıkmış DP yöneticilerince nimet olarak karşılanmıştır. 7 Eylül 1946 yılında ülke tarihinin en büyük devalüasyonu olur. Bir dolar 1 lira 26 krş.tan 2.80 krş.a çıkar , TL büyük değer kaybetmiştir.
Marshall Planı kabul edilmeden 100 milyon dolar yardım almak mümkün değildir. Ülkede devletçilik bırakılacak ,özel sektöre destek verilecek, geliştirilecek, ağır sanayi yatırımları değil, tarıma dayalı yatırım olacak, ithalata öncelik tanınacak, TÜRKİYE Batının” TAHIL AMBARLIĞI” görevini üstlenecek. Verilen krediler tarım makinelerinin ithalatında ve onların yedek parçaları için harcanacak. Patoz, traktör, pulluk… tarım araç ve gereçlerinde bolluk yaşanacak. 1949 yılında ilk traktör ithal edilir. Milyonlarca köylü çarığıyla kara sabanın arkasından çift sürmekten kurtulur ama sömürünün ezen çarkına da kendisini de teslim etmiş olur.
(Altyapısı olmayan Marshall yardımı ile emperyalizm tarafından “buğday ambarı” olarak görülen ülkemizde, geniş ölçekte tarımsal arazi tarıma açıldı. Traktörlü tarım atıl iş gücü kapasitesi doğurdu ve köyden kente göçü hızlandırdı. Bu göç dalgası, kentlerin kapasitesinin çok üzerinde bir nüfus sorunuyla karşılaşmasını beraberinde getirdi. Sonunda yedek parçası üretilmediği için arızalanan pek çok traktör tarımsal arazilerde çürümeye terk edildi. Fotoğraf, 1949 yılında Amerikalı bir uzmanın Ankara Ziraat Okulu’nda Türk çiftçilere verdiği eğitimden- editör)
(Bereketli Topraklar Üzerinde Orhan Kemal, Kayseri’nin Ç. Köyünden Adana’ya ırgat olarak gelen üç aynı köylünün trendeki sohbetlerine katılan diğer iki biraz tecrübeli ırgatlar patoz ve traktör hakkında bilgi verirler. Ç. Köyünün Pehlivan Alisi patoza bacağını kaptırır. Çiftlik ağası arabasına kan bulaşmasın diye doktora götürmez. Pehlivan Ali kan kaybından hayatını kaybeder.) Bunun için ithalat yasası çıkartılacak. Hatta Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nde yabancı uzmanlar bulunacak, beş yıllık kalkınma planlamasına onlar da katkı sunacak.
Artık “ dolar, daha fazla dolar, daha fazla ithalat olacak “ ve her mahallede bir milyoner yaratılacak.” Böylece 1923’ten beri uygulanan devletçilik sonlandırılacak, doğal ki devletin elini çektiği bu durumda KÖY ENSTİTÜLERİ ‘nin de kapatılması eşyanın tabiatına uygun düşecek. Bir dönem kapanmış olur, çünkü öğretmenler sömürücü ve emperyalistler için tehlikeli düşünceler taşırlar, onlara göre, bilinçli muhalefet bertaraf olmuştur. Zaten işçi sınıfı henüz zayıf, örgütsüz ve sendikasız, kendisi için sınıf olmaktan uzak bir konumdadır. “ Köy Enstitüleri hareketiyle köyden gelen, orada okuyan, yaşayan, yetişen bir edebiyatçılar kuşağı oluşmuştur, edebiyat halkla buluşmuş,” köylünün kendisi edebiyata girmiştir. ”HASAN ALİ YÜCEL “in görüşü budur.
Köy Enstitülerinde yetişen öğretmenlerin, eğitimde, edebiyatta ve sanatta özel yerleri vardır. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ,Türkiye Öğretmenler Birliği’nin ( TÖB-DER) temelinde bu öğretmenlerin kardığı harç vardır.”
Köy Enstitüleri Marşı’nı dinlemek için.