İMANDA ÇELİŞKİ OLMAZ

 

@haticekavranhdp

Son zamanlarda Ölülerimize karşı görevlerimizi yerine getiremiyoruz, cenazelerimizi alamıyoruz, cenazelerimize zarar veriliyor veya mezarlıklarımız tahrip ediliyor. Bunun islamdaki hükmü nedir? İslam dini buna izin veriyor mu? defalarca bu sorularla karşılaşmışızdır. Aslında bu sorun yeni değildir. Özellikle kendisi için tehdit ya da düşman olarak gördüğü insanların ölülerine yönelik devlet eli ile ve ya bilgisi dahilinde yapılan muamelelerdir. Daha önceki süreçlerde mezarlıkları, mabedleri bu topraklarda bulunan Ermeni halkının kutsallarına ve Kürt, Alevi ve diğer muhalif kesimlerin ölülerine yönelik yapılanlar; mezarlıklarının bulunduğu alanlara tuvalet, genelev, şarap imalathaneleri yapmak ya da cenazelerini vermeyerek yaşayanlara acı çektirmek, intikam almak ve unutturmaktır. Bazen cenazeler ailelere teslim edilmeyip yok edilirken, bazen de ya morglarda ya da uzun süre öldürüldükleri yerde kalmalarını sağlayarak aileler için işkence aracı haline getiriliyorlar. Bir de bu ülkenin bir cumartesi anneleri gerçeği vardır ki onlarca yıldır kayıplarının peşindeler. Hiç bir zaman akıbetleri bilinmeyen insanların varlığı, hiç olmazsa yakınlarının kemiklerine ulaşmak isteği ile her hafta oturma eylemi yaparak seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Oysa islam inancında büyük olsun küçük olsun, ölen kimsenin öldüğü yere değil mezarlığa gömülmesi gerekir. Öldüğü yere gömülmenin sadece peygamberlere mahsus olduğu belirtildiği gibi (İbn Âbidîn, I, 600) mezarlığın ziyaretçiler için ibret vesilesi olacağı, ölüler için de hayır ve rahmetle anılmaya sebep teşkil edeceği ifade edilmiştir. Bu nedenle her ne şekilde ölmüş olursa olsun, kim olursa olsun mutlaka mezra (mezarlığa) gömülmesi gerekmektedir. Çünkü ölüden hüküm kalkmaktadır. Ölülere de yaşayanlar gibi saygı göstermek gerektiğini hz. Muhammedin uygulamalarından da öğreniyoruz. Hz. Peygamber (s.a.s.), yanından geçen bir cenaze için ayağa kalkmış, orada bulunanların kendisine bunun bir Yahûdî cenazesi olduğunu haber vermeleri üzerine, “O da bir insan değil miydi?” (Buhârî, Cenâiz, 49; Nesâî, Cenâiz, 45-47) buyurmuştur. Konu ile ilgili bir başka hadis ise şöyledir: “Cenaze gördüğünüzde, geçinceye kadar ayakta durunuz.” (Buhârî, Cenâiz, 47). Dolayısıyla cenaze geçerken mümkünse ayağa kalkılması sünnete uygun olur.


İnsanların yaratılış itibariyle eşit oldukları üstünlüğün sadece takvada olduğu yüce Allah tarafından onlarca ayette bildirilmektedir. Bu nedenle inanan bir toplum, ne ait olduğu milliyeti ne devlet gücünü ne dilini üstünlük özelliği olarak göremez. Ben güçlüyüm benim devletim güçlü ben ne dersem, ne istersem öyle olmak zorundadır düşüncesi Kibir ve kıskançlıktır. Bu da ancak şeytani ve aşağılık bir düşünce olabilir.


Kuran, başlangıçta yaratılışın sudan başladığını insanın ilk formu beşerlerin de aynı şekilde yaratıldığını insanlık mertebesine Hz. Adem’in ve eşinin topraktan yaratılışıyla geçildiğini bildirmektedir. “İNKÂRDA ısrar eden o kimseler görmezler mi ki; gökler ve yer başlangıçta bitişikken Biz onları ayırdık ve (hareket edebilen) her canlıyı sudan var ettik? Buna rağmen hâlâ inanmayacaklar mı?” Enbiya 30


“Yine her tür canlıyı sudan yaratan da Allah’tır: son tahlilde onlardan kimi karnı üzerinde sürünmektedir; kimi iki ayağı, kimi de dört ayağı üzerinde yürümektedir. Allah istediğini yaratır; şundan emin olun ki, Allah her şeye güç yetirendir.” Nur 45


Kuran-ı Kerim, insandan söz ederken, ademin yaratılışına kadarki süreçte insan türü için beşer ifadesini kullanmaktadır. Ne zaman ki Ademin yaratılışı anlatılmaya başlanıyor işte o vakit insan ifadesi kullanılıyor. Böylelikle Ademoğlunu üstün ve şerefli kılmıştır. Sonrasında ne olacağını insanın kendi amelleri belirler.


“Ama doğrusu Biz Âdemoğluna kat kat ikram ederek onu üstün ve şerefli kıldık. Karada ve denizde onlara ulaşım imkânı sağladık. Temiz ve helâl besinlerle onları rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün tuttuk.” İsra 70


Kuranın beni adem ifadesi ile ayırmaksızın bütün insanlara yönelik, bu ayetine karşılık insanoğlunun kendi menfaati için karşısındakini düşman ya da tehdit olarak görüp varlığına, cenazesine, mezarlığına tahammül etmeyişi islami olamayacağını; peygamber uygulamaları ve kur’an ayetleri bildirmektedir. En azından ölünün mutlaka toprağa gömülmesi gerekmektedir. Toprağa gömmenin nedeni ise topraktan geldiğini, tekrar toprağa döneceğini ve ikinci defa yine topraktan çıkarılarak haşr olunacağını hatırlamaktır.


Bu nedenle insan türü için Adem ve eşi ilk sorumlu insanlardır. Beşerliğe ait kötülük özellikleri ve insanlığa ait iyilik özellikleri bütün beni ademlere yüklenir. Sorumlular bu iki özelliği de yaratılışlarında taşırlar. Beşer olmayı da, insan olmayı da insanın kendisi seçer. Ademin oğulları kendi iradeleri ile biri insan olmayı seçerken, ötekisi beşer olmayı seçmiştir. Habil ve kabil şahsında insanoğlu beşer mi insan mı olacağına kendi karar vermektedir.


Yaşadığımız dünyada genel anlamda insanların çoğunluğunun ilahi kaynaklı bir dine mensubiyetleri söz konusudur. Müslümanı, Yahudisi, Hristiyanı, zedüştü… yaşamlarını mensup oldukları şeriatler doğrultusunda düzenlerler. Bir topluluğun hangi şeriate mensup olduğunu anlamanın en kolay yolu yerleşim yerlerindeki yapılarından geçmektedir. Kendileri için yaşam alanları inşa ederken inanç merkezlerini öncelerler. Müslüman olan topluluklar cami, Hristiyanlar kilise, Yahudiler sinagog, Zerdüştler ateşgede inşa edeler. İnsan toplulukları yaşam alanlarının inşası ile, yaşamın bir gerçeği olan ölümü de hiç hatırdan çıkarmazlar. Bu şeriatlerin tamamında ölüm durumunda ne yapmaları ve nasıl davranmaları gerektiğine dair her biri kendi kutsal kitaplarındaki mesajlara ya da peygamberlerinin eylem ve söylemlerine başvururlar.
Beşerilikten insanlığa geçişten sonra, insan neslinin ilk öldüren ve öldürüleni olarak bilinen Hz. Adem’in iki oğlu Habil ve Kabildirler. Kabil öldüren, Habil öldürülendir. Bu olay bütün kutsal kitaplarda bir şekli ile yer almaktadır.


KURANI KERIMDE PEYGAMBER KISSALARI


Habil ve kabil olayının dışında Kuranda ismi geçen 25 peygamberin yaşamlarından insanlığa yol göstermek amacıyla kesitler halinde mesajlar verilmektedir.
Anlatılan peygamber kısaları sanıldığı gibi salt o peygamberlerin başlarından geçenleri anlatmak için verilmiş değiller. inananlarına yönelik mesajlarla yüklü kısalardır. İlahi kaynaklı dinin bütün şeriatlarında aynı durum söz konusudur.


Habil ve Kabil kıssası da bunlardan biridir ve bütün kutsal kitaplarda bir şekilde yer almaktadır. Bu kısayı iki türlü anlamak mümkündür. Bu iki kardeş Adem’in iki oğlu olabileceği gibi, herhangi iki ademoğlu da olabilir. İslam inancında Kabil’e yönelik şöyle bir inanış mevcuttur. “Cinayet işleyen ilk insan olması nedeni ile kıyamete kadar işlenen bütün cinayetlerde sorumluluğu vardır. Çünkü Kabil bu cinayeti işleyerek kendisinden sonra yaşayacak olanlara cinayet işleme yolunu açmıştır.” Habil ve Kabil isimlerinin Kuran-ı Kerim’de geçmemesi de bunun iki ademoğlu olduğunu düşündürmektedir. Tevratta kendilerinden Habil ve Kabil olarak söz edilmektedir. Bu iki isimin anlamlarına bakıldığında da insanlığa verilmiş mesaj olduğu anlaşılır.
Habil: Süregelen, sürekli, Can, nefes gibi anlamlara gelirken
Kabil: gerçekleşebilir, olabilir, olanaklı anlamındadır.
Bu isimlerin rastgele konulmadığını anlamlarından öğreniyoruz. Yani bu iki kardeşin yaşadıkları bütün Ademoğullarının yaşama ihtimalinin olduğu bir durumdur.


ÖLÜYE SAYGI
Tevrat ve Kuranda anlatılan bu olayın ortak noktalarından biri kıskançlık ve kibir, İkincisi ise ölüye karşı sorumluluktur.


Bizim bu olaydan alacağımız mesajlar neler olabilirinin üzerinde biraz tefekkür etseydik eğer, verilen olayın ana mesajlarından birinin de bir ölüye nasıl davranılması ve ne yapmak gerektiği olacaktı. Velev ki bu insanı kendin öldürmüş olsan bile. Gerekirse sırtında taşımak dahil, öldürdüğünün ve ya ölmüşün ölüsüne saygı duymak gerektiğidir. Kutsal kitaplardan okuduğumuz bu iken yaptığımız başka türlüdür. Ve hala o kutsal kitaplara iman ettiğimizi söylerken aksini yapmaya devam ediyoruz.


Kabil, Habil’i kıskançlık ve kibri yüzünden öldürdükten sonra; Habil’in ölü bedenini ne yapması gerektiği konusunda düşünmeye başlar ama ne yapacağını bilemediği için yerde öylece bırakmaz onu uzun bir süre sırtında taşır. Sonra bir karganın rehberliğinde toprağa gömmesinin en iyi şey olduğu mesajını alır. “Bunun üzerine Allah, kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstersin diye toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. “Eyvah, yazıklar olsun bana!” dedi, “ben bu karganın yaptığını yapamayacak, kardeşimin cesedini örtemeyecek kadar âciz biri miymişim?!” En sonunda pişman olmuştu.” Maide 31


Anlaşılıyor ki Allah, “bir ölüyü asla yerde bırakma, asla naaşa zarar verme, ona saygı duy ve en güzel şekilde yaratıldığı toprağa geri ver.” Demektedir.

Diğer Yazılar

DOKTOR GARİPAŞK: BİR NÜKLEER SAVAŞ PARODİSİ

Ümit ÖZDEMİR / 02.12.2024 Stanley Kubrick’in soğuk savaşın tam orta yerinde yaptığı film, pek çokları …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir