“Bir kadın, ne zaman kendi sesini duyurmak için ayağa kalksa, planlamamış bile olsa, tüm kadınlar için de ayağa kalkmış olur.” Maya Angeolu
Diren:
Yönetmen: Sarah Gavron
Oyuncular: Anne-Marie Duff, Carey Mulligan, Geoff Bell, Amanda Lawrence, Ben Whishaw, Sarah Finigan, Loraine Stanley, Romola Garai, Helena Bonham Carter, Shelley Longworth, Adam Michael Dodd
Yapım Yılı: 2015
1912 Londra.. bir çamaşırhanede toplumsal cinsiyetlerine uygun görülen bir işte çalışan yüzlerce kadın. Fonda duyulan “kadınlarda politik ilişkileri muhakeme edecek sakin mizaç yapısı ya da zihin dengesi mevcut değildir” ya da “kadınların oy kullanmasına izin verirsek sosyal yapımızda kayıplar yaşanır, zaten babaları, erkek kardeşleri ve kocaları tarafından yeterince temsil ediliyorlar” ya da “oy hakkını bir kere verdik mi artık bunun önünü almak imkansız olur. O zaman milletvekili, bakan ve yargıç olma hakkını talep ederler.” cümleleriyle patriyarkanın1 toplumun tamamına yaydığı kadın meselesine bakışı dile getirilir.
Süfrajet 2 ile yıllarca eşitlik talebinde bulunan Pankhurst ve yoldaşlarının öyküsü, filmin Maud (Carey Mulligan) ın mesaisinin bitmesine rağmen kendisine verilen elbise paketini yerine ulaştırmasıyla açılır. Londra sokaklarından geçen Maud, bir elbise mağazasının vitrininde görüp beğendiği kadın kıyafetlerine dalgın dalgın bakarken, Süfrajetlerin mağaza vitrinine taş fırlatarak attıkları “kadınlara oy hakkı” sloganlarıyla neye uğradığını şaşırır. Taşların fırlatılmasıyla başlayan dramatik çatışma, yaklaşan büyük mücadelenin habercisidir.
Maud hayatına devam eder. Evi, çocuğun bakımı ve fabrikasındaki işi rutinine sıkışmıştır. İş arkadaşı Bayan Miller’ın (Anne-Marie Duff) işe geç kalması ve patronundan yediği azarı duyan Maud, buna engel olmak için araya girer. Maud’daki dönüşümün ilk biçimlerinin gösterildiği bu sahneyle birey planında başlayan değişimin filizlenmesini izleriz.
Çamaşırhanede paydos sonrası bir Süfrajetin kadınlar için oy hakkı talep eden konuşmasını dinleyen kadın işçilerden bazıları bunu küçümser. Ancak konuşmayı dinleyen diğer kadınlar, bu hakkın öneminin altını çizerler. Miller ile Maud diyaloğunda Miller’in kararsız kalan Maud’u Süfrajetlerde örgütlemeye çalıştığını izleriz. Miller 1912 İngiltere’sinin kadınların hiç de kolay olmayan hayatlarının bir özeti gibidir. 13 yaşından beri çamaşırhanede çalışan bir emekçi olarak bir de eşit haklar mücadelesinin içindedir.
Maud’un eşi Sonny (Ben Whishaw) ile girdiği diyalogda kadınların daha iyi bir ücret kazanmaları için meclise girmeleri gerektiği sözlerine karşı aldığı “kibrin yine başına vurmuş” cevabı, toplumdaki hakim patriyarka ideolojisinin eve yansımış hali gibidir.
Maud oğlunu muayene etmek için götürdüğü eczanede doktor Edith Ellynn (Helena Bonham Carter) bir Süfrajet olduğunun farkına varır. Edith, Maud’a kadın hareketinde kendini bir “asker” olarak gördüğünü söyler ve “bize oy hakkını laflar değil icraat kazandıracak” sözleriyle eylemin gerekliliğinin altını çizer.
Kadınların mücadelesi artık İngiliz Gizli Servisi’nin konusudur. Emperyalist İngiliz Krallığı, Süfrajetleri takip, espiyonaj ve raporlama yoluyla baskı altına almaya çalışmaktadır.
Maud çamaşırhanenin sahibi Norman (Geoff Bull) un ofisine girdiğinde patronunun bir kadın işçiye cinsel saldırısına şahit olur. Kendisini odasına girmemesi için uyaran Norman, toparlanır. Norman’ın Maud’a tacizde bulunduğu kadın işçiyi kastederek “bana senin o yaştaki halini anımsatıyor” sözlerinden yansıyan cinsel tacizin ve tecavüzün patriyarka tarafından hak olarak görüldüğü bir zihniyet dünyası, Norman tarafından dile getirilir. Emekleri patronları tarafından sömürülen kadın işçiler, aynı zamanda bedenlerine yönelik baskı ve cinsel zorbalığın hedefidirler. Maud’un genç yaşta maruz kaldığı taciz ve tecavüzün bir benzeri şimdi bir başka kadın işçiyi hedef almıştır. Maud’un yaşadığı bu travma-anı diyalektiği acı deneyimiyle birleşerek Maud’un yeni bir düşünsel aşamaya geçişine neden olur. Sıradan bir çamaşırhane emekçisi olan Maud’un yaşadığı ve şahit olduklarının etkisiyle geçirdiği dönüşüm, filmin dramatik örgüsünün ana halkalarından birisidir.
Maud, Miller’ın İngiliz meclisinde yapacağı konuşmayı dinlemeye gider. Maud’daki tereddüt, yerini yavaş yavaş bir kararlılığa bırakırken; Miller’ın yediği dayak yüzünden yüzündeki şişlik ve morluklar nedeniyle meclis kürsüsüne çıkamayacağının farkına varır. Glasshouse Çamaşırhane işçilerinin taleplerini okuma işini mecburen Maud üstlenir. Mecliste savunma veren Maud, kadın işçilerin yaşadığı baskı ve sömürüyü anlatır. Annesini devrilen bir çamaşırhane kazanının onu yakması sonucunda 4 yaşındayken kaybeden Maud, bırakacak yer olmadığı için pek çok kadın işçinin çocuklarını fabrikalara getirmek zorunda kaldığını söyler. İngiliz kapitalizminin çocuk emeği sömürüsü, Maud’u da çocuk yaşta çalışmaya mecbur eder. Maud bir çok kadın gibi kendisinin de çocuk yaşta başladığı çalışma yaşamını, mesleki hastalıklar ve yaralanmalar nedeniyle erken bir dönemde bırakmak zorunda kalabileceğinin altını çizer.
Filmin dramatik akışını belirleyen ve bir kadının dönüşümünü özetleyen sahnede Maud, kendisine sorulan “neden oy hakkı istiyorsunuz” sorusuna verdiği “yaşamanın başka bir yolu olmalı” cevabı, eşitlik ütopyasının ilk biçimidir. Eşit işe eşit ücret talebiyle birleşmesi mümkün ve muhtemel olan oy hakkı, Maud’un dudaklarından dökülen bu anlamlı sözde karşılığını bulur.
Oy verme hakkı için İngiliz parlamentosu önünde yapılan Süfrajet mitinginde katılan Maud ve yoldaşları, oy verme hakkının tanınmadığını Başbakan Lloyd George’un sözlerinden öğrenirler. Beklenti ve umut yerini büyük bir hayal kırıklığı ve öfkeye bırakır.
Miting polisin kadınlara saldırısı ve Süfrajetlerin tutuklanmasıyla sona erdirilir. Süfrajetlerin tutukluluk günleri başlar. Patriyarkanın sözcüsü ve dedektifi Arthur (Brendan Gleeson) Maud’a bu işleri bırakmasını ve eve dönmesini tavsiye eder. İngiliz devletiyle yüzleşen kadın hareketi böylece ilk sınavını vermeye başlarken, olayların ve mücadelenin yarattığı kadın kahraman Maud, dramatik olay örgüsünün merkezine oturur. Kendisine patriyarka tarafından biçilen kadınlık rollerinin dışında yeni bir kimlik kazanmaya çalışan Maud, bunun bir bedeli olduğunun farkına varır. Maud’un eşi Sonny iş yerinde erkek işçilerin sataşmalarına maruz kalır.
Direnişin sonunda Miller işten çıkarılır. Miller’ın işten çıkarken attığı “kadınlar için oy hakkı” sloganı, buzun çatladığını gösterir. Maud ve yoldaşları polis tarafından aranmakta olan Sylvia Pankhurst’ün (Merly Streep) gece düzenlediği mitingdeki konuşmasını dinlerler. Süfrajetin lideri bir evin balkonundan yaptığı konuşmada, “doğan her kız çocuğunun erkek kardeşleri ile eşit şartlara sahip olacağı yepyeni bir çağ için mücadele ediyoruz” sözleri Süfrajet hareketinin manifestosu gibidir. Pankhurst’ün mitingin bitiminde sarf ettiği “köle olacağıma, asi olurum” sözleri, direnişçilere güç ve moral verir.
Maud’un Pankhurst ile kısa süren tanışma anı ve kadın hareketi lideri Pankhust’ün o’na moral veren sözleri, Maud için yeni bir eşiğin aşıldığını gösterir. Yeniden tutuklanan Maud ve yoldaşları her durumda hakları için direnen insanların ruh halleriyle yepyeni bir kimlik edinmişlerdir. Bu boyun eğmeyen, haklarını talep eden kimlik, geleneksel patriyarka ile çatışma halindedir. Filmin ana dramatik-politik çatışmasını belirleyen bu olgu, Maud’un dönüşümüyle birleşir ve dramatik anlatıya bir derinlik kazandırır.
Evinden kovulan ve sendikanın kendisine verdiği odaya taşınmak zorunda kalan Maud, geride bıraktıkları ile hayal ettiği dünya arasında çatışma halindedir. Bu ikilemli durumla karşılaştığında ona destek veren kadınlarla ayakta kalmayı başarır.
Maud’ün Süfrajetlere katılmasıyla genişleyen dramatik çatışma ve olay örgüsü, gazetelerde fotoğrafının yayınlanmasıyla yeni bir boyut kazanır. Sokakta bazı tutucu kadınların, iş yerinde patronunun taciz ve sataşmalarına maruz kalan Maud, sonunda kızgınlıkla elindeki ütüyü patronunun eline basar. Tutuklanan Maud, hapishanedeyken Arthur’dan ajanlık teklifi alır. Dramatik akışın merkezinde yer alan Maud, yeni bir çelişki yumağının içindedir. Patriyarkanın ajanlık teklifini kabul edip rahat bir yaşama kavuşmak mı ? Mücadele mi ?..
Dramatik çatışmanın düğümü, Maud’un direnişe devam etme kararıyla çözülür. Maud, Arthur’a yazdığı mektupta direnişin ona kazandırdığı yeni kişiliğin ve kimliğin belirtilerini ortaya koyar.
Maud’un kazandığı bu yeni kimlik, hayatının başka bir biçim almasıyla birlikte yeni bedeller ödemesine neden olur. Kocası Sonny Maud’un oğlu George’u bir aileye evlatlık verdiğini söyler. Filmin duygu yoğunluğunun en yüksek olduğu bu sahnesinde Maud, doğum gününde evladından ayrı düşmek zorunda kalan annenin kederini yaşar.
Kadın hareketinin en radikal eylemi, bakanın evinin havaya uçurulmasıyla dramatik çatışma zirvesine ulaşır. Baskı, terör, şiddet ve şantaj gibi yöntemlerle boyun eğdirilemeyen Süfrajetler için başka bir yol kalmamıştır. İnsan yerine konmayan ve aşağılanan kadınlar için yasal ve meşru yolların tıkanmasıyla birlikte şiddet ve zor hükmünü sürdürmeye başlar. Ceza evine gönderilen Süfrajetler açlık grevi kararı alırlar. Kaçınılmaz olan çelişki olanca açıklığıyla artık sahnededir. Patriyarkanın zoru ve şiddetine karşı bedeninden başka direnecek bir mevzisi kalmayan bir grup kadının mücadelesi…
Kadınlar sendikası (Women and Social Political Union3 1903’te Lancashire’de kurulan Kadınların Sosyal ve Siyasal Birliği sosyalist stratejiyi ve propaganda tekniklerini ödünç alarak oy hakkına odaklanan kadın örgütü) İngiliz kralının katılacağı bir at yarışında seslerini duyurabilmek için bir pankart açma kararı alır. Seslerini duyurabilmek için her yolu deneyen Süfrajetlerin başka çaresi kalmamıştır. İngiliz aristokrasisi ve burjuvazisinin katılacağı at yarışında pankart açmak için girmeye çalışan Maud ve yoldaşı Emily’nin bütün çabası güvenliğe takılmalarıyla tıkanır. Dramatik çatışmanın zirveye ulaştığı finalde Emily, kendini at pistine fırlatır ve yüzlerce seyircinin önünde atın altında kalarak can verir. Üstünden çıkan kadınlar için oy hakkı -vote for women) pankartına polis el koyar.
Emily’nin intiharı politik bir hareketin militanının gidebileceği son noktadır. Emily kendini feda ederek kadın hareketine yönelik sessizlik duvarını yıkmayı başarır. Patriyarkanın istemediği bu durum, kadın hareketine bir şehit ve daha fazla mücadele azmi kazandırır.
Diren, kadınların bir sınıf olma ve eşitlik arzusuyla atıldıkları mücadelelerin tarihine, olay örgüsüne ve öne çıkan şahsiyetlerine ışık tutan bir film. Süfrajetler ile kadın hareketi, patriyarkanın temelini oluşturan özel mülkiyet rejiminin temellerini henüz hedef almasa da önüne çıkan duvarı aştığı ve yeni bir kadın tipini siyasal mücadelenin öznesi haline getirdiği kesin. Pankhurst ve yoldaşlarının başlattığı eşitlik mücadelesi, başka biçimler, isimler ve sloganlar etrafında birleşerek bugün de sürüyor… Yönetmen Sarah Gavron’un yapıtı, samimi ve sade oyunculukları buna eşlik eden başarılı sanat yönetimi ile akıllarda kalıyor. Diren, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelelerine saygı duyan herkesin izlemesi gereken bir dram.
1https://tr.wikipedia.org/wiki/Ataerkillik
2https://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCfrajet
3George Duby, Michelle Perrot, Kadınların Tarihi: Yirminci Yüzyılda Kültürel Bir Kimliğe Doğru, İstanbul Türkiye İi Bankası Yayınları, 2002, s.34.
Filmin fragmanı için