Ümit ÖZDEMİR
1978’de devrimci hareketin İstanbul Üniversitesi’ndeki faşist işgali kırma kararı, 1 Mart 1978’de başlayan ve faşistleri üniversitedeki siyasi varlığını bitirmeye yönelik mücadelelerle yeni bir boyut kazandı. İstanbul Üniversitesi faşistlerden arındırıldı. Ancak faşist saldırıların kontrgerillayla birleşerek yeni bir yönelişe gireceği hesapta yoktu. MHP’nin ya da faşist terör çetelerinin stratejisi İstanbul Üniversitesi’nde verilen başarılı anti faşist mücadele sonrasında değişecekti. Yeni strateji korkunçtu: Faşist olmayan her toplum kesimine yönelik saldırılarla genel bir asayişsizlik ve güvenlik bunalımı yaratmak ve askeri darbeye giden yolun taşlarını döşemekti. Nitekim 7 Mart 1978’de polise iletilen ancak sümenaltı edilen bir istihbarat raporunda, ülkücü faşistlerin İstanbul Üniversitesi öğrencilerine yönelik bombalı ve silahlı bir saldırı hazırlığında olduğu bildiriliyordu.
Katliama katılan ülkücü faşist kontrgerilla çetesi mensuplarını Beyazıt’a taşıyan minibüsü kullanan Mustafa Doğan adlı polis, daha sonra 8 Haziran 1978’de yani katliamdan birkaç ay sonra İstanbul Valiliği tarafından takdirname ile ödüllendirilecekti. 1 Katliamın tetikçilerinden faşist Zülküf İsot katıldığı vahşetin vicdanında yarattığı baskıdan ötürü bildiği her şeyi polise itiraf etmeye hazırlığındayken bir başka faşist Latif Aktı tarafından katledilecekti. Devrimci öğrencilerin üzerine atılan bomba esrarengiz emekli yüzbaşı ve kontrgerilla destekçisi Mehmet Ali Çeviker tarafından sağlanacaktı. Mehmet Ali Çeviker’in ismi 1978 yılının sonunda bu kez Maraş katliamı için gerekli patlayıcı ve silah desteğini sağlarken geçecekti.
Katliam sonrası faşistlerin beklediği olmadı. İstanbul Üniversitesi gece yarısı devrimci öğrenciler tarafından işgal edildi burada yapılan konuşmalar ile katillerin gerçek kimliği gözler önüne serildi. Ertesi gün katledilen 7 İstanbul Üniversitesi öğrencisi görkemli bir uğurlama ile defnedildi. 16 Mart 1978 katliamı, okulları açık tutmak ve eğitim hayatına devam etmek için verilmesi gereken anti-faşist mücadelenin boyutlarının çok üzerinde bir seviyeye ulaşarak egemen sınıfların devrimci sosyalist hareketi paralize etme ve sosyal demokratların kuyruğuna takma stratejisinin pek de işe yaramadığını ortaya koydu. Katliamdan 4 gün sonra düzenlenen Faşizme İhtar eyleminde DİSK’in çağrısıyla uygulanan genel iş bırakma eylemi ve boykot anti-faşist mücadelenin anfilerden fabrikalara doğru genişleme potansiyelini göstermesi bakımından ilginçti. Bu potansiyelin varlığından ürken egemen sınıfların sözcülerinden Bülent Ecevit yapılan eylemin yasadışı olduğunu ilan ediyordu.
(DİSK’in Faşizme İhtar eylemi 20 Mart 1978 -Kaynak DİSK takvimi)
Siyasal sonuçları bakımından 16 Mart 1978 katliamı, üniversitede var olan ve meşru zeminini anti-faşist mücadeleden alan devrimci-sosyalist örgüt ve çevreleri hedef aldığı kesindi. Bir başka kesinlik ise 16 Mart ile birlikte faşist terörün yeni bir boyut kazanarak artık kitle katliamına varabilecek bir yola girdiğiydi. Katliama katılan Mehmet Gül, daha sonra MHP’den milletvekili olurken, katilleri kovalamak için koşan polis memurlarına engel olan polis amiri Reşat Altay’ın adı yıllar sonra Hrant Dink suikastinde de geçecekti. Katliam dosyası sosyalist avukatların bütün iyi niyetli çabalarına rağmen zaman aşımına uğratılarak düşürüldü. Genel sol kamuoyunun üzerinde mutabakata vardığı fikir, 16 Mart 1978 katliamı aydınlatılabilseydi belki de 1980 askeri darbesi olmayacak fikriydi. Bu fikri besleyen 16 Mart katliamı sonrası genel siyasi atmosferin kötüleşmesiyse bir diğeri de can güvenliğini ortadan kaldıran kontrgerilla-MHP-Ülkü Ocakları terör stratejisinin 1978 yılına damga vurmasıydı. Durmaksızın büyüyen ve ülkeyi tam bir yangın yerine çeviren faşist terör stratejisi bombalama, yalan onun en yoğun biçimi propaganda ile birleşerek siyasal sistemi felç etmeye çabalıyordu. Bu stratejinin darbecilerin siyasi emelleri ile örtüştüğü kesin. Ancak siyasal sistemin kilitlenmesinin görünmeyen bir başka yüzünde tekelci sermayenin artan oranda dünya kapitalist sistemine eklemlenme çabaları ve mevcut siyasal sistemin bu çabalara yanıt verememesinin yarattığı kriz vardır. Bu olguya bir de 1978’de etkileri iyice belirginleşen ekonomik krizin varlığı eklendiğinde 16 Mart katliamının gerçek boyutları kavranabilir. Burjuvazinin, demokrasisinden vaz geçebileceği ve süratle daha otoriter yönelimli bir rejime yönelebilmesi açısından 16 Mart ciddi siyasi derslerle doludur. 16 Mart katliamında İstanbul Üniversitesi’nin katliamda öldürülen hiçbir öğrencisine sahip çıkmaması, açılan davada taraf olmaması ibretliktir. Katliama yönelik etkin bir soruşturma yapılmaması, Aralık 1978’de kontrgerillaya bağlı çetelerin üniversite bahçesine bomba atmasına sebep oldu. Neyse ki bu kez ölen ya da yaralanan olmadı. 16 Mart 1978 katliamı katliamı araştıran yazar Suat Parlar’ın kaleme aldığı (Kontrgerilla’nın İşgal Kuvvetleri: 16 Mart 1978 Katliamı) adlı çalışmasında iddia ettiği üzere katliamı örgütleyen Nasibullah Türker’in Başbakan Bülent Ecevit’in uçağıyla CIA ajanı Ruzi Nazar tarafından Almanya’ya kaçırılmasıyla yepyeni bir boyut kazandı. Bu, 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi katliamının uluslararası bir nitelik taşıdığını ve Gladio’nun yerli tetikçilerinin korunup kollandığını gösterir. Bütün bu olguları yan yana getirdiğimizde katliam sonrası kaçan faşist saldırganların neden yakalanamadığı, katliam öncesi İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilen istihbarat raporunun neden sümenaltı edildiğini ve katliam sonrası açılan davanın neden engellendiğini ve faillerin yakalanmadığını anlamak kolaylaşır. 16 Mart 1978 katliamı soruşturmasının engellenmesi, tavsatılması ve hiçbir sanığının ceza almaması yeni katliamları ve karanlık askeri darbeye giden yolun taşlarını döşemiştir.
(MHP’nin iç savaş stratejisinin anlatıldığı Bedri Koraman karikatüründe, MHP ve ülkü ocaklı faşistlerin geleneksel sağdaki anti komünist hezeyanı yedeklemeye ve buradan daha otoriter bir rejime yönelişi kışkırtan faşist terör tasvir edilir)
16 Mart ile başlayan kanlı zincirin ilmekleri bugün de devam ediyor. Aktörleri ve saldırı tarzı değişse de, kanlı ilmek cezasızlık kültürüyle birleşerek kendini yeniden üretti. Bu kez 10 Ekim 2015 Ankara Gar Katliamı’nda yine aynı faşist şiddet sarmalı kullanılarak kitlelerin politik mücadeleleri zayıflatılmaya çalışıldı. 16 Mart ile ortaya çıkan çelişkiden öğrenilmesi gereken politik derslerin başında, burjuvazinin göstermelik-biçimsel demokrasisi ile sorunlu beraberliğini bitirebilmesi için faşist terörü bir araç olarak kullanabileceğinin akıllarda tutulmasıdır.
1Suat Parlar, Kontrgerillanın İşgal Kuvvetleri 16 Mart 1978 Katliamı, İstanbul, Bağdat Yayınları, s.374
16 Mart Katliamı ile ilgili 32. Gün muhabiri Rıdvan Akar’ın hazırladığı dosya haber.