İpi kazığa bağlamak: İnsan Hakları Eylem Planı

Şahin Artan 03.03.2021

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2 Mart’ta bir “İnsan Hakları Eylem Planı” açıkl adı.

Adeta insan hakları hukukunun yeniden tesisi için adımlar atılacağı izlenimi veren açıklama, 7 Aralık’ta “Küresel İnsan Hakları Yaptırımları Rejimi”nin Avrupa Konseyi’nde kabul edilmesinden  üç ay sonra, ABD’de 170 Temsilciler Meclisi üyesinin yeni başkan Joe Biden’a Türkiye’deki insan hakları ihlallerine ilişkin bir uyarı mektubu göndermesinden hemen bir gün sonra yapıldı.

Avrupa Konseyi’nde ilk kez insan hakları ihlallerine karşı yaptırım kararı alınırken, bu ihlallerden sorumlu birey ve kurumlara “seyahat yasağı”ndan “banka hesaplarını dondurma”ya kadar bir dizi yaptırım uygulanması öngörülüyor.

ABD’de aralarında Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Greg Meeks (Demokratik Parti) ve Cumhuriyetçi Parti’nin önde gelen temsilcilerinden Mike McCaul’un da bulunduğu 170 vekilin imzaladığı mektuptaysa Biden’a şöyle dendi: “İkili ilişkilerimizde stratejik meseleler haklı olarak öne çıkmıştır; ancak Türkiye’deki ağır insan hakları ihlalleri ve demokrasinin gerilemesi büyük endişe yaratıyor.”

Demirtaş için değil, Navalny için yaptırım

Ne Avrupa Birliği’nin Rusya’ya gösterdiği Navalny tepkisine benzer bir tepkiyi Türkiye’ye göstermesi beklenir, ne de ABD’nin Biden döneminde Türkiye’yi insan hakları ihlallerinden dolayı sıkıştırması.

Rusya’daki muhaliflerden Aleksey Navalny’nin zehirlenmesi girişimi ve sonrasında da tutuklanmasından dolayı ABD ve AB, bazı Rus yetkililere yönelik seyahat yasağı ve banka hesabını dondurma kararı aldı.

Brüksel’in de Washington’un da insan hakları savunuculuğu, bütünüyle devletlerin politik hedefleriyle bağlantılı. Öyle olmasa, koşulsuz bir uluslararası hukuk mücadelesi söz konusu olsaydı, Türkiye’de siyasetin gidişatını belirleyen birkaç kişiden biri olan HDP lideri Selahattin Demirtaş’ın dört buçuk yıl önce tutuklanmasına birkaç etkisiz eleştirinin ötesinde tepki gösterilmiş olurdu.

Hem Demirtaş kararı hem de Osman Kavala’yla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmamasına tepki gösterilmiş olurdu.

Yıllardır her tür barışçı gösterinin sistematik biçimde şiddet kullanılarak engellenmesine, cezaevlerine girişte çıplak aramadan polis tarafından kaçırılmalara kadar bir dizi ağır insan hakkı ihlaline tepki gösterilmiş olurdu.

HDP’nin seçilmiş yerel yöneticilerin görevden alınmasına ve hapsedilmesine, demokratik mekanizmaların ancak darbe dönemlerinde görülen biçimde ortadan kaldırılmasına tepki gösterilmiş olurdu.

Son olarak, Türkiye’nin önde gelen insan hakları savunucularından milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’na verilen hapis cezasının Yargıtay’da onanması ve vekilliğinin düşürülüp hapsedilmesinin gündeme gelmesine tepki gösterilmiş olurdu.

Devletler arası ilişkilere endeksli insan hakları savunuculuğu

Avrupa Konseyi’nin geçmişte göstermediği tepkileri bundan sonra göstermesi beklenmemeli. Ama görünen o ki, Türkiye’deki iktidar gene de ipini bir tür kazığa bağlamaya çalışıyor. ABD ve AB’deki Rusya bağlantılı insan hakları kıpırdanışlarıyla Erdoğan’ın “insan hakları eylem planı” çıkışının ilişkisiz olduğu herhalde söylenemez.

İpin bağlanmaya çalışıldığı kazığın sağlam olduğu söylenemez, ama sonuçta az çok kazığa benzemesi bile yeterli.

Hukuk savunuculuğunda ABD ve AB’nin Türkiye’yle ilişkilerini gözetmesi kadar, Türkiye’nin de hukukun tesisine ilişkin adımlarında (tüm Cumhuriyet tarihi boyunca) ya da son durumda olduğu gibi yapılan tantanalı açıklamalarda o devletlerle ilişkilerini gözetmesi söz konusu.

Denebilir ki, ne Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, ne de Osmanlı İmparatorluğu tarihinde, bu ilişkilerden bağımsız, sadece iç dinamiklere dayanan, tümüyle kendi için ve koşulsuz bir hukukun tesisis girişimi yaşanmıştır.

145 yıl önce Osmanlı’nın ilk anayasasının hazırlanıp kabul edilmesinde, bunda herhalde müslüman olmayan halkların eşit statü talepleri kadar, belki bundan da fazla, dışarıdan gelen baskılar rol oynamıştı. Ama Anayasa’nın 23 Aralık 1876’da yürürlüğe girmesi, imparatorluktaki Ortodoks halkların hamiliğine oynayan ve Kırım Savaşı’ndaki kayıplarını geri almayı amaçlayan Rus Çarlığı’nı frenleyememiş, tam dört ay sonra Osmanlı-Rus Savaşı başlamıştı.

Savaşın 3 Mart 1878’de Osmanlı’nın ağır yenilgisiyle sonuçlanmasından 17 gün önce de Abdülhamit tarafından Anayasa askıya alınacak ve 1. Meşrutiyet dönemi başlar başlamaz sona erecekti.

Diğer Yazılar

HAFIZA-İ BEŞER BAHÇELİEVLER KATLİAMI VE BİR FİLMİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ.

Ümit ÖZDEMİR / 23.10.2024 1978 MHP içinde küçük, dar bir suikast timinin oluşturularak özellikle başkent …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir