Ümit ÖZDEMİR / 28.02.2021
Necmettin Erbakan, soğuk savaşta bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktı. Esasen Türkiye’de burjuva siyasal sistemin 1965 sonrası kapitalist sisteme soldan ve sosyalistlerden yönelen itiraz ve isyanına karşı biriken siyasal islamcı tepkinin sahadaki siyasi figürüdür. Bunun yanı sıra Milli Nizam Partisi Türkiye burjuvazisinin ABD ile yaşadığı 1963 Johnson mektubu krizi ile iyice somutlaşan anti-Amerikancı reaksiyonu yatıştırmak ve Türkiye’yi ABD’ye yedeklemenin aracı olarak kurduruldu. Türkiye bir yandan anti-Amerikancı Fransa önderliğinde kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu’na yakınlaşmaya, diğer yandan Sovyetler Birliği ile kredi anlaşmaları imzalayarak yeni bir dış politik eksen tanımlamaya çalışıyordu. Bu dış politikanın verimli sonuçlarından biri Türkiye’de ağır sanayi tesislerinin (İskenderun Demir Çelik gibi) kurulmasıydı. İşte tüm bu gelişmeler 1950’lerde Türkiye sermaye sınıfı için emperyalizm tarafından belirlenen çizginin dışına çıkılmasına engel olunması gibi bir ihtiyacı doğuruyordu. Antikomünist söylem ve eylem pratiklerinin siyasal manada geleneksel sağ partilerde belirginleşen reaksiyonerliğinin kristalize edilmiş hali olan Milli Nizam Partisi, 8 Şubat 1970’te işte bu iç ve dış siyasi konjoktürde kuruldu. MNP’nin fikir babalığı Nakşibendi tarikatı lideri Mehmet Zahit Kotku’ya aittir. Ancak bundan önce Necmettin Erbakan’ın adı, siyaset sahnesinde burjuva sınıflarının büyük sermaye kesimlerinin temsilcisi olan Adalet Partisi’nin politikalarına tepki duyan Anadolu eşraf ve tüccar sermaye sınıflarının temsilcisi olarak Odalar Birliği başkanı seçilmesiyle duyulur. Kuruluş anında bile Anadolu’nun islamcı ve reaksiyoner küçük burjuvazisinin sınıfsal ve ekonomik taleplerinin sözcüsü olan Erbakan, ilerleyen süreçte siyasal islamın kurucu öğelerinden biri haline gelmesiyle geleneksel sağdan belirgin bir biçimde ayrışır. MNP’nin hamasi siyasi söyleminin ana öğelerinden biri olan “siyonizm” ve Batı karşıtlığı elbette taşranın muhafazakar kesimlerinin kökleşmiş Batı karşıtlığının siyasi alana tercümesiydi.
1971 askeri darbesiyle MNP’nin kapatılması ve ardından kurduğu Milli Selamet Partisi ile taşranın siyasi alandaki sözcülüğünü üstlenen Erbakan’ın “Milli Görüş” söylemi esasen bu sermaye kesimlerinin özlem ve isteklerinin demagojik bir retotiğe dayanmasından ibaretti. Böyle olunca sinik bir Batı karşıtlığı, Batı karşıtlığına rağmen “kalkınmacı” bir söylemle birleşir ve çelişkiye savrulur. “Milli Görüş” söyleminin sahiplerinin kof muhalefeti içinde kapitalizm karşıtlığı barındırmadığı gibi, onun bütün kurum ve kurallarının büyük sermaye sınıfının emperyalizmle kurduğu ittifaklar nedeniyle yaygınlaşması karşısında çaresizdir. Bu çaresizliğin Erbakan’ın siyaset diline yansıması ise anti kapitalizmdir. Bu oldukça sorunlu anti kapitalist söylem, “sizden alınan vergileri İstanbul’daki kapitalistlere kredi olarak verdirmeyeceğiz” sözlerinde ifadesini bulur. Gerçekte özellikle 70’li yılların ikinci yarısından itibaren başını TÜSİAD’ın çektiği tekelci sermaye grupları Anadolu’da kökleşen küçük burjuva muhafazakar sermaye sınıflarına galebe çalmaktadır. Erbakan’ın 1970’li yıllara damgasını vuran kalkınmacı retoriği, az sonra eyleme dönüşerek çoğu tamamlanamayan “ağır sanayi hamleleri”yle zirvesine ulaşır. Bir çok kentte temeli atılan ancak tamamlanamayan ağır sanayi hamlelerinden en ilginci 1 Ağustos 1976’da Erzincan’da atılan takım tezgahları sanayi tesisi”ydi. Alay konusu olan tesisin beton temeli, CHP’li Erzincan senatörü Niyazi Ünsal ve Erzincan Milletvekili Hasan Çetinkaya’nın bir otomobil bagajına yükleyerek TBMM’ye getirmiştir. Tesisin yarım kalan temeli, Erbakan’ın yarım kalan “ağır sanayi hamlelerinin” sembolü ve bu konudaki ciddiyetsizliğin en bariz örneğiydi. 1
(Erbakan yarım kalan tesislerden birinin temelini atarken)
Kısa süren CHP koalisyon hükümeti dışarıda tutulursa Erbakan 1970’li yıllar boyunca Milliyetçi Cephe hükümetlerinin içinde yer aldı ve bir bakıma Türkiye sağının islamcı kesimlerini düzen içi siyasete eklenmesinde merkezi bir rol oynadı. MSP’nin 3 Milliyetçi Cephe hükümetini de kırılganlaştıran kerhen desteğinin nedeni, ekonominin tekelci dönüşümünü talep eden büyük burjuvazinin siyasi partisi Adalet Partisi’nin siyasi programı ile bu tekelleşmeden doğrudan zarar görecek olan Anadolu orta sınıf burjuvazisinin çıkar çatışması içinde olmasıydı.
1970’li yılların sonlarına doğru 1979’da gerçekleşen İran İslam Devrimi islamcı siyasette yeni bir yarılmanın önünü açtı. İran İslam Devrimi, MSP ile aynı tabanda yer alan Akıncılar Derneği adlı örgütün daha sağ-sekter bir tutum almasına yol açtı. Akıncılar, MSP’nin parlamentarist çizgisi yerine İran İslam Devrimi’ndeki gibi bir çizginin izlenmesini savundular. Bu siyasi islamcı ajitasyonun sınır noktasını MSP’nin “laik düzeni müslümanların gazabından koruyan bir sübap olduğu” eleştirileri ile birleşerek bölünmenin zeminini oluşturdu. MSP’nin yayın organı Milli Gazete’nin başyazarı Selahattin Eş’in “Humeyni taklitçisi” olması gerekçe gösterilerek tasfiye edilmesiyle zirveye ulaştı. 2 Egemen sınıf içindeki bunalım, 23 Temmuz 1980’de Kudüs’ün İsrail’in “ebedi başkenti” ilan edilmesiyle bir başka boyut kazandı. Darbeden birkaç gün önce MSP’nin güçlü olduğu Konya’da düzenlenen Kudüs’ü kurtarma yürüyüşü ve açık şeriat çağrıları, tezgahlanmakta olan askeri faşist darbenin gerekçelerinden biri olarak öne sürüldü. 3
(Kudüs’ü Kurtarma Yürüyüşü 6 Eylül 1980)
12 Eylül darbesi sonrası 15 Ekim 1980’de 21 MSP yöneticisiyle birlikte “MSP’yi illegal bir cemiyete dönüştürmek ve laikliğe aykırı davranmak suçlamasıya” tutuklanan Erbakan, bir süre İzmir Uzunada’da kaldı. 1981’de serbest bırakıldı ve 1985’te beraat etti. Ancak bütün bu süreçlerden önce 12 Eylül cuntasına destek veren şu açıklamayı 16 Eylül 1980’de Milli Gazete’de yapabildi: “Bu gemi hepimizin içinde bulunduğu bir gemi.. Şimdilik karada, güvertede kim var, niçin var, makine dairesinde dümende olan nedir ? Bunları ayrıntılı olarak ele almaya gerek yoktur. Bütün mesele bu geminin yüzmesi, menzili maksuduna ermesidir. Batarsa hepimiz batacağız,salah ve sükuna ererse hepimiz canlı kalacağız” siyasal islamcılar , başta Erbakan, yapılan darbenin Amerikancılığı ve NATO yanlılığını görüp buna göre pozisyon aldı.
Erbakan’ın düzen içi siyasetteki rolü, 1980’li yıllara damgasını vuracak olan ve giderek bütün toplumu hızla pençesine alacak islamizasyon politikasıyla güncellendi. Erbakan, siyasi yasakların kaldıran referandumun ardından 11 Ekim 1987’de Refah Partisi Genel Başkanı seçildi. 1980 sonrası siyasi islamcıların güçlenmesinin bir nedeni 12 Eylül sonrası itaat-biat kültürünü şekillendiren Özal ve otoriter neoliberal ekonomi politikalarıysa; bir diğeri soğuk savaşın sonuna doğru emperyalizm tarafından talep edilen ılımlı islamcı aktörün aranmasıydı. 1990’lı yılların ortasında giderek belirginleşen bu talep, aynı zamanda siyasal islamcılarda pro-israil bir Ortadoğu politikasının da savunuculuğuna neden oldu. Erbakan ve lideri olduğu Refah Partisi, 1996’da birbirlerinin yolsuzluk dosyalarının kapatılması karşılığında DYP ile hükümet ortağı ve Başbakan oldu. Erbakan, 1980’de protesto ettiği İsrail’i 1996’da iktidara taşındıktan sonra imzaladığı Savunma İşbirliği Anlaşması ile tanıyordu. Anlaşmaya göre Filistin’i ve Orta Doğu’nun diğer ülkelerini bombalayan İsrail pilotları Konya’da eğitilecekti. Erbakan’ın Başbakanlığı sırasında giderek güçlenen ve siyasi merkezde görünür hale gelen tarikatlara yönelen tepkileri ve endişeleri besleyen Refah Partisi milletvekillerinin Atatürk, laiklik ve Cumhuriyeti hedef alan söylemleriydi. Erbakan, yaptığı Libya ziyareti sırasında bir çadırda dönemin Libya lideri Muammer Kaddafi’nin Türkiye aleyhine sözlerine sessizlikle karşılamasıyla eleştiriler yoğunlaştı.
Bütün bunlara ilaveten Erbakan, 1996’da gerçekleşen ve mafya siyaset ve polis ilişkilerini ortaya döken Susurluk Kazası sonrası sarf ettiği “bunlar fasa fiso” sözleriyle kontrgerillayı yadsıyordu. 11 Ocak 1997 günü Başbakanlıkta düzenlenen iftar yemeğine davet edilen tarikat liderleri arasında sonrada askeri darbe girişiminin lideri olan Gülen cemaati lideri Amerikan halifesi Fetullah Gülen’de vardı. İftar yemeği ile tarikatlar ilk kez devletin resmi protokolünde ağırlanıyordu. Bardağı siyasal islamcı mobilizasyon için düzenlenen Kudüs Gecesi’nde yaşananlar taşırdı. Hamas ve Hizbullah liderlerinin fotoğraflarının asıldığı gecede İran büyükelçisinin yaptığı konuşma, 28 Şubat 1997 post modern darbesini tetikledi. Sincan’da yürütülen tanklarla Susurluk Kazası sonrası Türkiye toplumundan yükselen adalet ve insan hakları merkezli “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemlerinin yarattığı meşru adalet talebi boğuluyordu. 28 Şubat post modern darbesi ve sonrasında yaşanan siyasi islamcı demagoji ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin temellerinin atılmasının zemini oluştu. Bu zeminde büyüyen tartışma Refah Partisi’nin 1998’de Anayasa Mahkemesi’nce kapatılmasıyla sona erdi. Refah Partisi’nin devamı olarak kurulan Fazilet Partisi içinde derinleşen çatlak, bir başka ismiyle “gelenekçiler-yenilikçiler” kutuplaşması, yenilikçilerin (Bülent Arınç, Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’ın) Fazilet Partisi’nin 14 Mayıs 2000’de düzenlediği kongrede gelenekçilere rakip olmalarıyla zirvesine ulaştı. Kongreyi kaybeden “yenilikçiler” Fazilet Partisi’nden ayrıldı. Yenilikçilere Amerika’nın sunduğu destek, Neo Conların (Yeni Muhafazakarların) lideri ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in çabasıyla belirginleşiyordu. 11 Eylül travması sonrası doktrine edilen “ılımlı islam” ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin emperyalizm adına sahiplenilmesi için aranan iç olgunun bulunmasıyla yeni siyasi islamcı parti olan AKP’nin temeli atılıyordu. Burada altını çizmemiz gereken husus, AKP’yi kuran dinamiğin 1998-2000 arasında IMF /DB eksenli neoliberal 3.dalga ekonomi politikalarının 2001’de AKP iktidara çıkmadan az önce Kemal Derviş reformlarıyla tamamlanmasıydı. Yani bir bakıma AKP o kurulmadan önce ekonomi politikası ilan edilmiş bir partiydi. Erbakan’ın öğrencileri ona ihanet ederek ayrılıyor ve Erbakan’ın muhtelif siyasi nedenlerle yapması mümkün olmayan siyasi görevlerini emperyalist efendilerinden talep ediyorlardı.
Erbakan’ın siyasi hayatı incelendiğinde büyük bir demagojinin, Batı karşıtı siyasi söylemle harmanlanan siyasi islamcı ajitasyonun yığınları nasıl mobilize edebildiği görülür. Bunda elbette Türkiye’de siyasal islamcılığın önünü açan pretoryenist4 rejimlerin ve 12 Eylül sonrası bütün toplumu saran lumpenleşmenin kültürel etkisi inkar edilemez. Erbakan’ın 1980 öncesi şeriat özlemlerini daha sinik bir dille ifade etmesi (kadayıfın altı kızardı) yeterince güçlü olmadığının bir göstergesiydi. Bununla birlikte siyasal islamcı söylemi açıktan kullanan Erbakan, o güne kadar gelmiş burjuva sağ siyasi kadrolardan ayrışır. Erbakan’ın 13 Nisan 1994’te Refah Partisi meclis grubunda sarf ettiği “Şimdi ikinci önemli bir nokta, Refah Partisi iktidara gelecek adil düzen kurulacak. Sorun ne geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak ? Kanlı mı olacak kansız mı olacak?” sözleriyle yaptığı açık şeriat çağrısı, siyasal islamcı ajitasyonun doruk noktasını oluşturur. Bu siyasi ajitasyonun bir benzerini emperyalizmin Yugoslavya’da çıkardığı iç savaş sırasında Bosna’ya toplanan yardım paralarının iç edilmesi olayında görürüz. İnsanı insanlığından utandıran Sırp faşistlerin kitle katliamlarının yarattığı reaksiyonu kendi ceplerini doldurmak için kullanabilen bu siyasi kadronun lideri olarak Erbakan, yargılandı ve mahkumiyete çaptırıldı. Erbakan muhtemeldir ki Türkiye kapitalizmine yaptığı hizmetlerden dolayı Cumhurbaşkanı tarafından affedildi. Bosna’daki iç savaşı kaldıraç ve siyasal islamcı mobilizasyonun bir aracı olarak kullanan siyasal islamcılar, aslında ne kadar pragmatist (faydacı) ve özü itibariyle çıkarcı bir hareket olduklarını da ispat ettiler.
Erbakan, yetiştirdiği öğrencileriyle Türk siyasi hayatını kirletmekle kalmadı aynı zamanda hayata geçmeyen hayali “ağır sanayi” hamleleri ve “islam dinarı”, “islam natosu” gibi projeleriyle fantezi dünyasının ne kadar geniş olduğunu gösterdi. O, geleneksel muhafazakar Türk burjuvazisinin Batı karşıtı siyasal islamcı söylemin Türkiye’deki ileri karakollarından biri oldu. Erbakan siyasi söyleminde ifadesini bulan “taklitçi Batı zihniyeti” olarak eleştirdiği Batı yanlısı burjuva-modernist siyasetin bir benzerini yukarıda saydığımız projeleriyle üretmesi, trajedisinin ve açmazının ta kendisidir.
1Cumhuriyet Ansiklopedisi 1961-1980, editör Bedirhan Toprak İstanbul, Yapı Kredi Yayınları sayfa 396
2Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İstanbul İletişim Yayınları 1988, s.2381
3https://tr.wikipedia.org/wiki/Kudüs_Mitingi
4https://tr.wikipedia.org/wiki/Pretoryanizm