Mustafa Durmuş
28 Şubat 2021
Mart ayı ile birlikte Covid-19 Salgınının ikinci yılına giriyoruz. Salgının sağlıkla ilgili kısmına mutasyona uğrayan virüs ve aşı konusundaki gelişmeler damgasını vuruyor. Virüs mutasyona uğradıkça aşının etkinliği azalıyor. Diğer yandan aşıya erişim konusunda hem küresel çapta, hem ulusal çapta büyük eşitsizlikler söz konusu. Zengin ülkeler ve seçkinler aşıya rahatça erişirken, yoksul ülkeler ve bu ülkelerin yoksul sınıfları aşıya erişemiyor.
Salgının ekonomi ile ilgili kısmında ise, toplamda onlarca trilyon dolarlık kredi ve gelir desteğini içeren devlet desteklerinin de (1) etkisiyle, bu yıldan itibaren ihtiyatlı bir toparlanma öngörülüyor.
Ancak bu durum kapitalizmin Covid-19 ile birlikte içine girdiği derin ekonomik krizden çıkmakta olduğu anlamına gelmiyor. Zira bu krizin dinamikleri Covid-19 Salgını öncesinde de mevcuttu. Yani bu kriz, Salgının neden olduğu bir kriz olmaktan ziyade, kapitalist sistemin yarattığı kaçınılmaz krizlerinden biri.
Nitekim Salgın öncesinde, küresel finansal piyasalarda balonlar şişiriliyordu. Düşük kârlılık, durağan yatırımlar, yetersiz ücret ve verimlilik artışları, resesyona doğru gidiş ve özel sektör borç stoklarının tetiklediği finansal kriz riski kendini dayatıyordu. Bu nedenle de IMF gibi örgütler küresel büyüme tahminlerini sürekli olarak aşağıya çekiyordu. Yani neo-liberalizmin de kapitalizmin krizine çare olamadığı ve ideolojik ve politik olarak hızla hegemonya kaybetmeye başladığı ortaya çıkmıştı.
Küreselleşme, finansallaşma, neo-liberalizm
İşin aslı, kapitalizm, bir türlü, uzunca bir süredir içine girdiği ekonomik krizlerden kalıcı olarak çıkamıyor. 1970’li yılların ortalarından bu yana yaşamakta olduğu uzun süreli durgunluktan (stagnasyon) 1980’li yıllardan beri hızlanan küreselleşme, finansallaşma, neo-liberal serbestleşme ve de-regülasyonlarla ancak (geçici olarak) çıkabildi.
Merkez Ekonomiler olarak da adlandırılan gelişkin ekonomilerde düşmekte olan kâr oranları, küreselleşme ve serbestleşme ile Çevre Ekonomiler olarak da adlandırılan azgelişmiş ülkelere otomotiv, tekstil gibi sanayilerin kaydırılmasıyla, tekrar yükseltilebildi. Çünkü üretim maliyetlerinin önemli bir kısmını oluşturan işçi ücretleri bu ülkelerde Merkez Ekonomilerin onda biri civarındaydı, üstelik de işçilerin sendikal örgütlenmeleri çok zayıftı.
Finansallaşma ise sanayi sektöründe yaşanan kâr sıkışıklığını aşmanın bir diğer yolu oldu. Reel ekonomide düşen getiriler, banka kredileri, borsalar, menkul kıymetleşme ve türev piyasalar aracılığıyla, büyük bir kısmı da kurgusal olarak, hızla yükseltildi.
Ancak böyle bir neo-liberal finansallaşma finansal krizlerin de önünü açtı. Nitekim 2008 yılında ABD’de başlayan ve ipotekli konut kredilerinin menkul kıymetleştirilmesi sonucunda patlak veren finansal kriz, 1929 krizinden sonra (Covid-19’a kadar) en derin kriz olarak tarihe geçti.
Bu krizden henüz tam olarak çıkılamamışken, yani dünyanın birçok ülkesinde ekonomik durgunluk devam ederken, bu kez ortaya çıkan Covid-19 Salgını ile birlikte dünya yeni bir krize sürüklendi. Hem arz, hem de talep yönlü şoklarla gelen Salgının ekonomik etkileri dünya ekonomisini derinden sarstı. Böylece Covid-19 Salgını sonrası ortaya çıkan ekonomik kriz 2008 Finansal Krizini ikincilik sırasından indirip, bu sıraya yerleşti.
Covid-19 salgını son 100 yılın en sert ekonomik düşüşüne yol açtı
Birçok iktisatçıya göre bu kriz en az 1929 Büyük Depresyonu kadar derin bir krizdir. Öyle ki Salgınla birlikte Merkez Ekonomilerde son 100 yılda görülen en hızlı düşüş gerçekleşti. Sadece büyük çaptaki ekonomik daralma ya da devasa artan işsizlik değil, aynı zamanda Covid-19 Salgını öncesinde dünya hasılasının yüzde 230’una ulaşan küresel borç stokları ve yüzde 83’üne ulaşan devlet borç stoklarındaki son 50 yılki en hızlı artışı göstermekteydi. Bu nedenle de “dördüncü küresel borç dalgası” olarak adlandırılıyordu.
Covid-19 ise bu dalgayı iyice büyüttü. Zira sadece 2020 yılı sonu itibarıyla küresel çapta devlet borçlarının bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 19’dan fazla artarak dünya hasılasının yüzde 83’ünden yüzde 99’una çıkması öngörülüyor.(2) Devlet borçlarının yanı sıra borç stoklarında en hızlı artışın özel sektör borcunda (şirket borçları) gerçekleştiği ortaya çıktı.
Küresel ticaret yüzde 10, yatırımlar yüzde 42 azaldı
Dünya ticaret hacminde 2020 yılında ortaya çıkan daralmanın yüzde 9,6 olduğu tahmin ediliyor. (3) Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ise 2020 yılında tam anlamda bir çakılma yaşayarak yüzde 42’lik bir düşüşle yıllık 1,5 trilyon dolardan 859 milyar dolara geriledi. Bu düşüş 2008 finansal krizi sonrasındaki düşüşten yüzde 30 daha fazla. Bu yatırımlarda asıl düşüş gelişkin ekonomilerde (yüzde 69) olurken, azgelişmiş ekonomilerdeki azalma yüzde 12 ile sınırlı kaldı. Diğer yandan bu yatırımların tarihsel bir zirve ile yüzde 72’sinin gelişkin ekonomilerin kendi aralarında yapılıyor olması (4) uluslararası yatırımcıların asıl olarak güvenli limanlar aradıklarının da bir göstergesini oluşturuyor.
Dünya ekonomisi yüzde -3,5 küçüldü, 114 milyon yeni işsiz ortaya çıktı, açların sayısı 272 milyon arttı
2020 yılında dünya ekonomisindeki daralmanın ise en iyi ihtimalle yüzde- 3,5 olduğu hesaplanıyor. Nitekim 2020 yılında gelişkin ekonomiler yüzde -4,9; yükselen ekonomiler ve azgelişmiş ekonomiler yüzde -2,4; ABD yüzde -3,4; Avro Bölgesi yüzde -7,2; Hindistan yüzde -8,0 küçülürken, sadece Çin yüzde 2,3 ve Türkiye yüzde % 1,2 büyüyebildi. (5)
Bu durum var olan sosyal, sağlıkla ilgili ve ekonomik eşitsizliklerin daha da artmasıyla sonuçlandı. Öyle ki ILO’ya göre istihdam kaybı 114 milyonu bulurken, kadınlar, siyahlar, yerliler, göçmenler ve engelliler bundan orantısız bir biçimde, yani çok daha kötü etkilendiler. Dünya Gıda Programı’na göre ise gıda yetersizliği, güvensizliği yaşayan insan sayısındaki artış 272 milyon oldu (2019 yılında bu sayı 149 milyondu). Buna karşılık dünyanın 500 en zengin dolar milyarderinin servetleri toplam yüzde 5 arttı.(6)
Covid-19 Salgınının derinleştirdiği ekonomik krizin bir diğer özelliği artık beş-yedi yıllık döngüler biçiminde görülen bir kriz olmaktan çıkıp sistemik bir kriz haline gelmesiydi. Bu nedenle de böyle bir krize karşı geleneksel genişletici para ve maliye politikalarının çözücü etkisi beklendiği kadar güçlü olmayacaktı. Ayrıca dünya artık çoklu krizler dönemine girmişti. Bu kendini ekonomik krizler, Salgınla iyice artan otoriterleşme biçiminde kendini gösteren liberal demokrasi krizleri ve iklim yıkımı ya da değişikliği gibi ekolojik krizler şeklinde göstermeye başladı.
2021-2022 yıllarında küresel ekonomide ‘ihtiyatlı- iyimser büyüme’ beklentisi
Uluslararası mali örgütler 2020 yılının gerçek bir kayıp yılı olduğunu belirtirken, 2021 ve 2022 yıllarının toparlanma yılları olacağı konusunda (ihtiyatlı da olsa) ümitliler.
Örneğin OECD’ye göre ekonomik toparlanma eşitsiz ve düzensiz bir biçimde gelişecek olsa da, 2021’de dünya ekonomisi yüzde 4,25 ve 2022’de yüzde 3,75 büyüyecek. (7) Ancak Covid-19 virüsündeki mutasyonlara bağlı olarak ekonomiler yeniden kapanabilir. Bu da büyümeyi önleyebilir. Diğer taraftan, her halükarda 2022 yılına gelindiğinde dünya hasılası Salgın öncesi düzeyin yüzde 5 gerisinde olacak.
Dünya Bankası raporunda ise (8) küresel ekonominin önümüzdeki 10 yıl süresince düşük büyüme hızıyla büyüyeceği; yoksullukla ilgili sağlanan kazanımların ortadan kalkacağı, sağlanan kişi başı gelir artışlarının eriyeceği, Covid-19 ile birlikte duran yatırımlarda canlanma çok cılız olurken, borç stoklarındaki artışlar yüzünden ciddi bir dünya borç krizi riskinin artacağı vurgusu yapılıyor.
Dünya Bankası: Yoksullukla mücadelede elde edilen başarı yok oldu
Rapora göre; eğer Covid-19 kontrol altına alınırsa, aşı dağılımı etkin bir biçimde yapılırsa, dünya ekonomisi 2020’de yüzde – 4,3 küçülürken, 2021’de yüzde 4 büyüyebilir. En iyi senaryo altında ise 2021 hasılası yüzde 5,3 oranında Salgın öncesi hâsıla düzeyinin altında kalacak. Bu da küresel çapta 4,7 trilyon dolarlık bir kayıp demek oluyor. Eğer Salgın kontrol edilemezse ekonomi 2021 yılında sadece yüzde 1,6 büyüyebilir. Keza eğer borç stoklarındaki artışlar finansal bir krize dönüşürse 2021 yılında dünya ekonomisi küçülecek.
Rapor ayrıca, Yükselen Ekonomilerin yüzde 90’ında Salgının hâsıla kaybına neden olduğu ve bu ülkelerin dörtte birinde 10 yıllık kişi başı hâsıla kazançlarının yok olduğuna dikkat çekiyor.
Küresel ekonominin 2020 yılında barış dönemlerinin Büyük Depresyondan sonraki en derin daralmasını yaşadığını, ancak 2021ve 2022 yıllarında dünya ekonomisinin toparlanmaya başlayacağını ileri süren IMF’ye göre; dünya ekonomisi bu iki yılda sırasıyla: yüzde 5,5 ve yüzde 4,2 oranlarında; gelişkin ekonomiler yüzde 4,3 ve yüzde 3,1 oranlarında ve azgelişmiş ve Yükselen Ekonomiler ise yüzde 6,3 ve yüzde 5,0 oranlarında büyüyecekler.(9)
IMF: 2020-2025 arasında küresel hâsıla kaybı 22 trilyon dolar
Diğer yandan, aynı raporda; 2021 yılında 150 ülkeden fazla ülkedeki kişi başı milli gelirin 2019 seviyesinin altında kalacağı, bu sayının 2022 yılında 110’a düşebileceği, ancak 2020-2025 arasında (Salgın öncesiyle kıyaslandığında) toplam 22 trilyon dolarlık bir hâsıla kaybının yaşanacağı vurgusu da yapılıyor.
Bu raporlardan da yola çıkılarak şu değerlendirmeleri yapmak mümkün:
(2009-2019) dönemi Merkez Ekonomiler için olduğu kadar, Brezilya ve Rusya gibi bazı Yükselen Ekonomiler açısından da 1945 yılından bu yana yaşanan en uzun süreli genişleme dönemiydi. Ancak bu dönemde aynı zamanda en cılız ekonomik büyüme hızı yaşandı (küresel olarak yılda ortalama yüzde 2), reel yatırımlar durgun seyretti. Bu da 2020 yılına doğru gelinirken ekonomilerin inişe geçeceğinin bir işaretiydi. Covid-19 ise tüm iktisadi tahminleri yerle bir etti. Zira ekonomilerin yüzde 93’ü GSYH, İstihdam, yatırım ve dış ticaret anlamında ciddi biçimde daralma yaşadılar.
2021 yılı kalkış yılı olacak da…
Bu nedenle de 2021 yılından itibaren bir çıkış yaşanmasını beklemek doğal. Ancak bu çıkış, yaşanan sert inişi telafi edecek kadar yüksek olmayacak. Raporların da vurguladığı gibi, ulusal hâsıla düzeyleri (çıkışa rağmen), Salgın öncesi düzeyin yüzde 5 altında kalacak, aşıya erişime bağlı olarak G7 gibi bazı ekonomiler daha hızlı toparlansalar da, diğerlerinde bu toparlanma çok cılız olacak ya da daha uzun zaman alacak.
Bu toparlanma; “V” tipi, yani eski düzeye hızla yükselmek biçiminde bir toparlanma olmayacak. Nitekim IMF, OECD ve WB gibi örgütler de toparlanmaya rağmen, en azından 2022 yılına kadar, eskiye tam dönüşün olamayacağının altını çiziyorlar.
Şu ana kadar iktisatçılar tarafından yapılan V, W, Z, U, L tipi toparlanma biçimlerinin görülmesi söz konusu olmayacak, muhtemelen K tipi bir toparlanma gerçekleşecek.
‘K tipi toparlanma’ en olası toparlanma biçimi
Öyle ki teknoloji şirketleri, devlet desteklerinden en çok yararlanan büyük sermaye şirketleri ve evden çalışmaya uygun mesleklerin sahipleri çok daha hızlı toparlanırken, Salgından en fazla etkilenmiş olan küçük ve orta ölçekli işletmeler (eğlence ve turizm sektörü gibi), mavi yakalı işçiler ve orta sınıf daha zor ve daha geç toparlanacaklar. Ancak bu toparlanma onların eski refah seviyelerini tekrar sağlayabileceklerini anlamına gelmiyor.
Devlet desteklerinin daha çok belli sektörlere ve belli sermaye gruplarına verilmesi mevcut eşitsizlikleri artırırken, bu durum toplam talebi düşürecek, işsizliği ve özel sektör borçlarını daha da artıracak. Şirket kurtarmaları yüzünden kamu borçları da daha fazla büyüyecek. Kısaca toparlanma zayıf ve eşitsiz olacak.
Zayıf, eşitlikçi olmayan toparlanmanın nedenleri
(i) Salgın yüzünden gerçekleşen kapanmalar, özellikle de hizmetler sektöründeki işletmeleri çok etkiledi. İşçiler işsiz ve gelirsiz kaldılar. İşçilerin çok önemli bir kısmı ise eski işlerine geri dönemeyecekler. Yani hem arz, hem de talep yönlü şoklar devam ediyor. Dolayısıyla düşük gelirli toplumsal sınıfların özel tüketim harcamaları aracılığıyla toplam talebi büyütmeleri çok zorlaşacak.
İşçi ücretleri salgınla birlikte azaldı, halklar yoksullaştı
Nitekim uluslararası raporlar Covid-19’un işçi ücretleri üzerindeki etkilerini ortaya koyuyor. Örnek olarak ILO tarafından yapılan bir araştırmaya göre; Avrupa ülkelerinde Covid-19 Salgını, ikinci çeyrekte (Nisan-Haziran), ortalama reel işçi ücretlerinde kabaca yüzde 6,5 oranında bir kayba neden oldu (kadınlardaki kayıp erkeklerden daha fazla oldu). Bunun nedeni işten çıkartmalar ve çalışma saatlerindeki azalmaydı. Ücret kayıplarının en fazla olduğu ülkelerin başında ise yüzde 10’u aşan oranlarda olmak üzere; İrlanda, Portekiz ve İspanya geliyor. Hollanda ve İsveç gibi ülkelerde bu kayıplar yüzde 3’ün altında kaldı.(10)
DİSK-AR ise (11) Türkiye’de asgari ücretin yüzde 20 fazlası ve altında ücret alan işçilerin sayısının 9,7 milyon olduğunu, bütün ücretli çalışanların yüzde 50’ye yakınının bu kapsamda yer aldığını ve Covid-19 Salgınıyla birlikte ücretlerde önemli kayıplar yaşandığını, böylece asgari ücretin altında gelir elde edenlerin sayısı arttığını ileri sürüyor.
Nitekim geçen yıl 1.168 lira ödenekle zorunlu ücretsiz izne çıkarılanlar asgari ücretin yarısı kadar bir gelirle yaşamaya mahkûm edildiler. Buna kısa çalışma ödeneği ile geçimlerini sürdürmek durumunda kalanlar ve işini kaybeden kayıtsız işçiler de dâhil edildiğinde, asgari ücretin altında gelir elde edenlerin sayısının çok daha fazla olduğu açık. Bu da, emekçi kitlelerin tüketimlerinin azalmasının toplam efektif talep üzerindeki azaltıcı etkisini göstermeye yeterli. Banka kredilerinin bu açığı kapatması ise mevcut (yüksek) faiz oranlarında çok zor görünüyor.
Zombi şirketlerin varlığı toparlanmayı zorlaştırıyor
(ii) Özellikle zombi şirketlerin borçları çok büyüdü, bu da genel bir toparlanma olsa da, onların yeni yatırım yapmalarını önleyecek. Bu arada devletlerin sağladığı ucuz kredi gibi desteklerden yararlanamayanlar yeni yatırımlara girişmezken, desteği alan büyük şirketler kârlarını yükseltmek için spekülatif girişimlerini (örneğin borsalardaki kendi hisselerini geri satın alım yoluna gitmek gibi) artıracaklar.
Literatürde, uzunca bir süre kendi kârıyla kendi borçlarının faizlerini dahi ödeyemeyen şirketler olarak tanımlanan “zombi şirketler” varlıklarını sürdürebilmek için sonuçta yeniden borçlanmak zorunda kalıyorlar. Bunların sayıları 1980’lerden bu yana hızla artıyor. Öyle ki 1980’de böyle şirketlerin toplam şirketler içindeki payı yüzde 4 iken, 2017 yılında bu oran yüzde 15’e yükseldi. Zombileşme (özellikle de Korona Salgını sonrasında) başta havayolu ve lüks deniz yolu yolcu taşımacılığı sektörü olmak üzere birçok sektörde görülürken, bu olgu ABD ile sınırlı kalmadı. İtalya’dan Almanya’ya, Hindistan’dan Güney Kore’ye ve Çin’e kadar tüm dünyaya yayıldı. ABD’de borsalarda kote her beş şirketten biri zombi şirket konumunda ve 2013 yılından bu yana zombi şirketlerin sayısı ikiye katlanmış durumda.(12)
Türkiye’de de azımsanamayacak bir zombileşme olgusu söz konusu. Hem döviz kurunun, hem faizlerin yükselmesi reel sektörün işini daha da zorlaştırıyor. Türkiye’nin ‘500 Büyük Sanayi Kuruluşu’nun toplam dış borcunun 50 milyar dolar (ve bunun da toplam kredilerin yüzde 73,6’sına denk düştüğü) dikkate alındığında,(13) kurlardaki ve/veya faiz oranlarındaki hızlı yükselişin en büyük şirketleri de zombileştirebileceği, aynı zamanda da olası bir bankacılık krizini tetikleyebileceği öngörülebilir.
Dünyadaki bu gelişmeler şirket iflaslarını, bu da finansal bir krize neden olacak bir kurumsal borç krizini canlı tutuyor. Öyle ki S&P 2020 yılının ikinci çeyreğinde 88 büyük şirketin borçlanma tahvillerinin çerçöp düzeyinde olduğunu açıkladı. Bu sayı 2008 finansal krizinden bu yana görülen en yüksek sayı. Milyonlarca küçük şirketse battı. (14)
Reinhart: Ciddi bir küresel borç riski mevcut!
Dünya Bankası’nın baş ekonomisti Reinhart’a göre 1930’larda bile yaşanmamış olan bir borç düzeyi söz konusu. Öyle ki 30 büyük Yükselen Ekonomide finans dışı şirket borçlarının payı yüzde 96’ya çıktı (2020 yılının ilk çeyreğinde). Gelişkin ekonomilerde bu oran yüzde 94. Üstelik 2021 ve 2022 yılları bu ekonominin borç vadelerinin dolacağı yıl. 2021 yılında 280 milyar dolar, 2022 yılında 330 milyar dolar borç geri ödemesi söz konusu olacak. Yani Yükselen Ekonomiler ve azgelişmiş ekonomiler ciddi bir borç krizi eşiğinde duruyor. Bu nedenle de bu ülkelere artık kemer sıktırmamak gerekiyor. (15)
(iii) Kâr oranları düşmeye devam ediyor. Bu da, kalıtsal olarak, uzun vadede bir krizin habercisi. Yani önümüzdeki birkaç yıl içinde kâr oranları ciddi bir biçimde artmazsa, yatırımlardaki artış çok cılız, bunun sonucu olarak da ekonomik büyüme çok zayıf olacak. Bu arada bir de enflasyon korkusu nedeniyle faiz oranları artarsa (ki hayli muhtemeledir) zombi şirketlerin batışı hızlanacak, bu da ekonomileri bankacılık krizine kadar götürecek bir finansal krizi ortaya çıkartacaktır.
Haftaya: “Covid-19 Salgınının ikinci yılında Türkiye ekonomisine ilişkin öngörüler”
Anahtar sözcükler: Covid-19, Borç Krizi, Dünya Bankası, Ekonomik kriz, Ekonomik toparlanma, IMF, K tipi toparlanma, OECD, Reinhart, Ücret kayıpları, Zombi şirketler.
Dip notlar:
-
https://www.theguardian.com/news/could-we-cure-disease-with-trillion-dollars-coronavirus (28 January 2021).
-
World Bank, Global Economic Prospects January 2021, s. 12-13.
-
IMF; World Economic Outlook Update January 2021, s. 4.
-
UNCTAD, Investment Trends Monitor (24 January 2021), Issue 21.
-
IMF, agr.
-
https://wid.world/news-article/newsletter-february-2021 (12 Şubat 2021).
-
OECD Economic Outlook December 2020.
-
World Bank, agr.
-
IMF, agr., s. 4.
-
İnternational Labour Organisation (ILO), Global Wage Report 2020-2021-Wages and minumum wages in the time of Covid-19, 2020, s.46.
-
DİSK-AR, “Salgın Günlerinde Asgari Ücret Gerçeği Araştırması (2021)”, http://arastirma.disk.org.tr (7 Aralık20209.
-
David J. Lynch, “Here’s one more economic problem the government’s response to the virus has unleashed: Zombie firms”, https://www.washingtonpost.com (23 June 2020).
-
Vahap Munyar, “‘500 Büyük’te 50 milyar dolar dış borç var”, https://www.dunya.com (17 Temmuz 2020).
-
Robin Wigglesworth,“The debt bubble legacy of economists Modigliani and Miller”, https://www.ft.com (18 October 2020).
-
Michael Roberts, “Debt disaster with no escape”, https://thenextrecession.wordpress.com (12 October 2020).