Dillerin nasıl ortaya çıktığı konusu günümüze kadar gizemini korumaya devam etmektedir. tarih boyunca dillerin nasıl ortaya çıktığı ile ilgili dil bilimciler tarafından farklı görüşler ortaya konmuş ve çeşitli tanımlamalar yapılmıştır. Ancak bütün bu tanımlar teorilerden öteye geçmemektedir. Genellikle bu teoriler de teorisyenlerinin dünya görüşlerinden ve inançlarından izler taşımaktadır.
Yeryüzündeki dillerin tek kaynaktan çıktığını savunan tek kökenci (monojenist) görüş. Bu görüşe göre dilin kaynağı ilahidir. Örneğin Jean Jacques Rousseau’nun Tanrısal teori, “dillerin kendiliğinden doğup, sırf beşerî araçlarla kurulmuş olmasının imkânsızlığına inanıyorum” sözü, dillerin ilahî kaynaktan geldiğini savunanlar için önemli bir tespit olarak değerlendirilmektedir.”
Yeryüzündeki dillerin ayrı ayrı kaynaklardan meydana geldiğini savunan çok köktenci (polijenist) görüş. “ilahi kaynak teorisini hesaba katmadan hayal ve tasarım yolu ile ilk insanların, el kol hareketleri, mimik jestlerle başlayan zamanla taklit ve yansıma gibi durumlardan yararlanarak dil denilen oluşumun çerçevesini meydana geldiği tezini savunurlar.
Dil nasıl bir varlıktır? Sorusunun kısa cevabı: “Dil tabiîdir, canlıdır, sosyaldir ve seslidir.” Ne işe yarar? Sorusunun kısa cevabı: “İnsanların duygu ve düşüncelerini anlatmak için kullandıkları sesli işaretler sistemidir.”
Geçmişten bugüne hala dilin kaynağının ne olduğu sorunu, tartışmaya açık konulardan biri olmaya devam etmektedir. Dil bilimciler, antroploglar ve teologların henüz bu konudaki tezlerinin yeterli olmadıkları ortadadır.
“ Köken bilim hayat kurtarır.” Sözü yaşamla ilgili konularda araştırılan her konu için konunun kökenine inmenin önemini ortaya koymak bakımından önemli bir vurgudur. İslam düşüncesine göre dillerin kökenine inmenin en önemli kaynağı kurandır. Kuranın dile vurgu yaptığı ayetlerin nuzüllerine bakıldığında hepsi insan yaratılışının anlatıldığı ayetlerdir. Ancak bu ayetlerin “dile” vurguda bulunması; dilin nasıl yaratıldığına dair olduğunu göstermez. Bu ayetleri bağlamındaki diğer ayetler ve devamındaki ayetlerle tefsir etmek gerekiyor.
Ve Âdem’e tüm isimleri öğretti.. bakara 31
Bakara 31 den sonra gelen ayette Allahın tek otorite olduğu ve her şeyi ancak onun öğrettiği kadarını bilebileceklerini melekler üzerinden ifade etmektedir.
(Melekler) cevapladılar: “Sen tek otoritesin, bizim Senin bize öğrettiğinden başka bir ilmimiz olamaz; yalnızca Sensin her şeyi tam bilen, her hükmünde tam isabet kaydeden.” Bakara 32 bu ayette bakıldığında dillerin varlığı Allah’ın dilemesinin sonucudur. İster tek olsun ister birden fazla dil olsun hepsinin allahın istemesi ile olduğudur. Ancak bu ayetlerdeki ifadelerin çoğul olduğu unutulmamalıdır.
insana kendini ifade etmeyi O öğretti. Rahman 4
Bu ayetten önceki ayette insan yaratılışı sonrasında da güneşin, ayın yaratılışı anlatılmaktadır. İnsanın yaratılışından sonra; insanın kendini ifade etmesinin; önemi bakımından değerlendirilecek bir ayettir. Bu ifadenin de bir dil vasıtasıyla olabileceği vurgulanmaktadır.
BİZ her elçiyi yalnızca kendi kavminin diliyle gönderdik ki, mesajı onlara açık ve net olarak iletsin. İbrahim 4 Bu ayetteki ifadelerde çoğuldur. Bu da birden fazla dilin varlığının ifadesidir.
Yine gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da O’nun kudret delillerinden biridir: Şüphesiz bunda (farklılığın değerini) bilenler için mutlaka alınacak dersler vardır. Rum 22
Dilin yaşamı ya da yaşamın dili konusunun, kuranın ifadelerini ve islam alimlerinin görüşlerini düşünce sahnesinde anlaşılmasına kapı aralamaktır. Dil konusunda Müslüman alimlerin dört ana yaklaşımı öne çıkmaktadır. Bu yaklaşımların tamamının da sunni kelamcı alimler olarak bilinen insanlar tarafından ortaya konmuştur.
a) Tevkifi/İlahi kaynaklı b) ıstılahi/insan kaynaklı c) hem tevkifi hem ıstılahi d) Tevakkuf/Bu konuda yukarıdaki üç görüşten birini kabul veya reddetmekte tarafsız kalma görüşüdür.
Eşari ve mutezileden alimlerin ileri sürdüğü görüş dilin ilahi kaynaklı olduğu düşüncesidir. buna kanıt olarak da bakara suresi 31. Ayette geçen “Allah Ademe esmayı öğretti” ifadesidir. Bu ayetten yola çıkarak isimlerin vahyi ve ilham yolu ile Allah tarafından Ademe öğretilmesi, ilk dilin varlığının ve kaynağının Allahtan olduğu ve insan rolünün olmadığı düşüncesidir. bu düşünce tanrısal teoriyi savunan teorisyenlerinde savunduğu teoridir.
İkinci görüşe göre ise diller insan kaynaklıdır. Yani İnsan zihninin ürünüdür. Onlara göre dil üretme Allah’ın insana verdiği ilhamla olmaktadır. Allahın kendilerine hitabını anlayabilmeleri için dilin başlangıçta insanlar tarafından üretilmiş olması gerekiyor ki insanlar bu hitapları anlayabilsinler. Allah, insanlara dil üretme yeteneği vermiş, ancak dili insanlar üretmişler. Bu görüşü savunanlar bakara 31’i İnsan iradesi dışında gerçekleşen bir durum olduğu için Ademe verilmiş bir mucize olduğunu savunurlar. İstisnai bir durum olarak görürler.
Dillerin insan kaynaklı olduğunu savunan görüş kurandan şu ayet ile görüşlerini temellendirmektedirler. “Biz her peygamberi sadece kendi kavminin diliyle gönderdik… İbrahim 4
Bu görüşe göre bu âyet, dilin rasulün gönderilmesinden daha önce olmasını gerektirir. Çünkü hiç bir peygamber gönderildiği toplumun ilk ferdi değildir; dolayısıyla kendi kavminden ve onun konuştuğu dilden önce var olması düşünülemez. Yani önce kavim ve onun konuştuğu bir dil vardır. Daha sonra bu kavme içlerinden bir peygamber gönderilir; gönderilen peygamber de onların dilini konuşur; kendisi onlara Allah’tan yeni bir dil getirerek öğretmez; hatta vahiyle aldığı kitabın dili bile o kavmin dili üzerinedir. Bunun yanında savundukları bazı akli tezleri de vardır. Bu delillerinden biri şudur. “işitme engelli olarak doğmuş bir bebek; sözü işitmediğinden dolayı konuşması imkânsızdır. Bu da şuna delalet etmektedir ki başlangıçta konuşma ilahi kaynaklıdır.” Ona cevaben şöyle denir: Yeni doğmuş bebeğin konuşma organı görevini yapamadığı zaman sadece bunun konuşma organı engelli olur. Nitekim böyle bir bebek, işitme organı çalışmadığında da işitemez. Sağır olarak doğmuş kimse hakkındaki durum böyledir. Burada dilin ilahi kaynaklı olmasını gerektiren bir durum yoktur. Eğer dilin başlangıcı ilahi kaynaklı olsaydı, bu çocuğun görmesi, işitmesi ve diğer organları sağlam olsa bile, anne ve babasından dil öğrenmesi geçersiz olurdu.
Hâlbuki böyle bir durum ilahi kaynaklı olarak oluşmamıştır.
Üçüncü görüş, dilin hem insan kaynaklı, hem ilahi kaynaklı olduğunu savunan görüştür. Bu görüşü savunanlar ikiye ayrılır. Bir kısmı dilin, başlangıçta insan kaynaklı olduğunu savunurken; diğer kısmı ise dilin başlangıçta ilahi kaynaklı olduğunu savunur. Dillerin başlangıçta ilahi kaynaklı olduğunu savunanlar arasında Gazali ve ve Ebu İshak el-İsferâyî’ de yer almaktalar. Bu görüşü savunanlar dillerin zaruri kısmının ilahi; gelişiminin ise insan kaynaklı olduğunu savunurlar. İnsani kaynaklı olması sebebi ile insanların birden çok dili konuşması mümkündür ve hatta bunun böyle olması zorunlu olarak bilinir. Bir dilin üretilebilmesi için kendisinden önce bir başka dilin olması gerekir. İnsan kaynaklı olduğunu savunan görüşe göre ise dillerin kaynağı başlangıçta insanidir daha sonra da ilahi kaynak la beslenmiştir.
Dördüncü görüş: Tarafsız olanların savunduğu görüştür. Bu görüşü savunanlara göre ilk üç görüşte imkan dahilindedir. Red ya da kabul şeklinde bir görüşü benimsemezler. Her iki görüş ile ilgili kesin hükümlerden kaçınırlar. Dolayısıyla söz konusu olan görüşleri desteklediği bildirilen delillerin hiçbirisi kesin bir çözüm sunmadığı gibi bu delillerden herhangi birisini bütünüyle kabul ya da reddetmekte imkansızdır. Çünkü dil, insan kaynaklı olabileceği gibi ilahi kaynaklı da olabilir. Görüşünü savunurlar.
Allah, herhangi bir dile ihtiyaç duymaktan ve onu konuşmak mecburiyetinde olmaktan münezzehtir. Dillere ihtiyaç duyan insanın kendisidir; bu ihtiyacını giderebilmek için Allah Teâlâ ona konuşma yeteneği vermiştir. Bu yeteneğini kullanarak dillerinin yaşamını ve ya yaşamın dilini geliştirip yaşatmak insanın yaşamına; düşünce, irade, amaç ve anlam yüklemesi iledir.
Değerli Hatice hanım, tebrik ederim. Çok değerli bir araştırma.
Bence de bu görüşlerin hiç biri kesin değil. Ben de şöyle bir teori ile izah ediyorum: Allah, gerek insanları, gerek diğer bütün varlıkları yaratırken her birinde daha sonra sonsuza dek gelişebilecek çeşitli yetenek ve kabiliyetler vermiştir. Yani bu günün ifadesiyle bir YAZILIM ile donatmıştır. Onun için -mesela- Seîdé Kurdî, “ve Allah Adem’e bütün isimleri öğretti…” ayetini izah ederken “yani bütün varlıkların adlarını üretecek ve kavrayacak bir kabiliyet verdi” diyor.
Zannedersem o bilgi kıtlığının olduğu dönemlerde o kadar dahice görüş beyan eden o bahsettiğin insanlar bu gün olsalardı, her halde Yazılım kelimesi, her kes için en doğru ifade olurdu. Kalın sağlıcakla…