Bölüm IV: TÜRKİYE EKSEN DEĞİŞTİRDİ Mİ; EKSEN DEĞİŞTİREBİLİR Mİ?

@tombak_salih

BATI İTTİFAKI EKSENİNDE VESAYET VE UYUMUN TARİHİ

  1. 2. Dünya Savaşı sonundan 2000’lerin başına kadar Türkiye-NATO, Türkiye ABD ilişkileri, ABD’nin Türkiye üzerindeki vesayet sistemi olarak çalıştı. Türkiye’nin SSCB ile ekonomik ilişkilerini ve zaman zaman diplomatik hassasiyetlerini sistem büyük sorun haline getirmedi. Montrö Boğazlar Sözleşmesi ABD ve NATO’nun Karadeniz’de at koşturmasına ağır sınırlamalar getirmişti. Bundan rahatsızlık duyulsa da, faturası Türkiye’ye çıkarılacak bir sorun olarak görülmedi.

  2. 1974’te Türkiye’nin Kıbrıs’ın Kuzeyine yönelik askeri operasyonuna, Makarios’un Bağlantısızlar hareketi içindeki konumunu ve Yunan Cuntası’nın SSCB’ye askeri üs sağlama tehditlerini cezalandırmak için yol verildi. Ama arkasından silah ambargosu da uygulandı.

  3. 1990’larda bir NATO tatbikatı esnasında Türkiye Donanmasına ait Muavenet Fırkateyni vuruldu. Ortak tatbikatlarda, askeri üslerde TSK personeli ile ABD’li personel arasında bir sorun yaşandığında haklılığa, haksızlığa bakılmadan TSK personeli emekli edildi. ABD’li personel Türkiye’de bir suç işlediğinde failler Türkiye yargısının elinden alındı. Buna göz yumuldu.

  4. Türkiye’ye, hükümetlerin bilgisi dışında nükleer silahlar yerleştirildi. Küba krizi esnasında ABD, Sovyetler Birliği ile bu silahların çekilmesi pazarlığını, gene Türkiye hükümetlerinin bilgisi dışında yürüttü.

  5. Benzer şekilde Türkiye’deki üslerden havalanan casus uçaklarla SSCB’nin gözlendiği bir Amerikan U2 casus uçağının düşürülmesiyle belgelendi. Türkiye bu faaliyetten de uçak düştükten sonra haberdar oldu.

  6. İncirlik ve Kürecik üsleri başta olmak üzere NATO/Amerikan üsleriyle bölge ülkeleri gözlendi, operasyonlar yapıldı, desteklendi. İran’dan gelebilecek tehditlere karşı İsrail’in güvenliği sağlandı.

  7. Birinci Irak savaşı sonrasında (Mart 1991) oluşturulan ve 1996 sonuna kadar devam eden, Irak’ın 36. paralelin kuzeyindeki topraklarda egemenliğini sınırlayan Çekiç Güç operasyonuna Türkiye ev sahipliği yaptı.

  8. Saddam rejimine karşı 2003’te gerçekleştirilen 2. Körfez Savaşı ve Irak’ın işgali, neredeyse yığınağı Türkiye topraklarına yapılarak, Türkiye sınırından başlatılacaktı. TBMM’den AKP liderliğinin aksi yöndeki çabalarına rağmen yeterli oy alamayan “tezkere” reddedilmiş oldu. Savaş Irak’ın Güneyinden başlatıldı, ama üsler savaş boyunca ciddi roller oynamaya devam etti.

  9. Türkiye’nin bölgesinde, kendi komşularıyla kurduğu ilişkilerin ağır şekilde üstünde İsrail gölgesi bulunan ABD-NATO vesayeti tarafından belirlendiği bölge halklarının ve devletlerinin zihnine kazındı.

  10. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül askeri darbelerinde müttefikin rolü üzerine çok konuşuldu. 28 Şubat ve 15 Temmuz müdehale girişimlerinin de benzer şekilde izah edilmeye çalışıldığını biliyoruz.

  11. AKP ve AKP-MHP iktidarının ABD ve NATO ilişkilerine yönelik şiddetli itirazlarda bulunan, bir bölümü ulusalcı, bazıları Avrasyacı olarak adlandırılan, çoğu Balyoz-Ergenekon tasfiye süreçlerinde TSK dışına düşürülmüş general, amiral ve subayların itirazlarının temelinde, ABD’nin Irak’da Kürdistan federe devletinin ortaya çıkması; Suriye’de DAİŞ’e karşı PYD-YPG ile işbirliği yapılması gibi, esasen Kürtlerin statü kazanmasına karşı bir bakış açısı yeralmaktadır.

12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin Türkiye işçi sınıfına, sosyalistlere, devrimcilere, Kürt halkına, Türkiye’nin ilerici, özgürlükçü, demokrasiden yana kurum, kuruluş ve aydınlarına yaptığı işkence, katliam ve her türlü zorbalığa karşı dişe dokunur bir eleştiri işitmiş değiliz. Esasen 12 Eylül faşist darbesinin uygulayıcısı konumundaki, aralarında benim sınıf arkadaşlarımın da bulunduğu subaylar, halen hayattadır. Ve bu unsurların anti-amerikancı konuşmalarının gerçekte ne anti-emperyalizmle, ne darbe karşıtlığıyla, ne demokrasiyle bir alakası mevcut değildir.

Bu kesimlerin bir bölümü kendisini, laikliği ve “cumhuriyet değerlerini” savunma anlayışıyla muhalefet içinde konumlandırıyorsa da; daha çok TSK ve diğer devlet kurumları içinde halen faal olanlarının “devlet aklı” etrafında, AKP-MHP ile Kürt düşmanlığı ve yayılmacı siyasetler üzerinden fiili bir koalisyon oluşturduğu görülüyor.

AKP-MHP REJİMİNDE EKSEN SABİT, SÖZLER DEĞİŞKEN

Sorunlar yaşansa da ilişkinin kendisi, sosyalist muhalefet dışında, siyasi partiler ve iktidarlar tarafından tartışma konusu yapılmadan 2000’lere gelindi.

Türkiye’nin en büyük silah tedarikçisi ABD’dir. Ve kendi ürettikleri ve S-400’ler dışında diğer silah, mühimmat ve donanım ihtiyaçlarının tamamını NATO üyelerinden sağlamaktadır.

Türkiye NATO Müşterek Görev Kuvvetlerine en düzenli şekilde, büyük birliklerle katıldı ve katılmaya devam ediyor. Afganistan’dan Bosna’ya, Libya’nın işgalinden Kosova’ya her görev kuvvetinde TSK unsurları yer aldı. Somali’de deniz ticaret yollarını güvenliği için oluşturulan güçte Türkiye bir fırkateyn ile devriyeye çıktı. Somali’de askeri üs kurdu.. NATO’nun Karadeniz dahil, bölgedeki her türlü tatbikatında TSK bugün de canla başla görev üstleniyor.

Türkiye’nin askeri personeli NATO kurumlarında görev yapıyor. Karşılıklı eğitim programlarına katılıyor.

ABD ve koalisyon güçlerinin yarattığı boşluklarda Türkiye müttefiklik ilişkilerinden yararlanarak inisiyatifler geliştiriyor. Körfez savaşlarından bu yana Irak topraklarında yürütülen operasyonlar, Süleymaniye’deçuval geçirme” gibi kazalara rağmen, adeta işgal harekatı boyutlarında sürdürülüyor.

Suriye topraklarında, sınır boyunca işgal bölgeleri koridoruna dönüşen operasyon alanları, Rusya’nın onayı kadar, ABD’nin de onayı ile gerçekleştirildi.

“Cemaat okulları” üzerinden eski Sovyet Cumhuriyetlerine emperyalizmin nüfuz etme politikası, Türkiye devletine rağmen bir politika değildi. Cemaat önemli ölçüde tasfiye edilmiş olmakla birlikte bu mekanizmanın kısmen Orta Asya’da, Kafkas cumhuriyetlerinde, Balkanlarda ve Afrika’da çalışmaya devam ettiğini görüyoruz. Afrika’da eski sömürgelerin el değiştirmesi, eski sömürgecilerin tasfiyesi süreçlerinde Türkiye, “okullar” modeliyle, askeri işbirliği yaparak ve elçiliklerini çoğaltarak rol üstleniyor; kendisine alan açıyor. Yeni sömürgeciliğin sürdürülmesinde, Rusya’nın ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Afrika’da etkisini arttırmasına karşı ABD ile işbirliği geliştiriyor.

TSK ile NATO arasında ciddiye alınacak herhangi bir sorun yaşanmıyor. Zannedildiğinin aksine Savunma Bakanı Hulusi Akar, ABD’nin güvenini kazanmış, NATO’cu bir askerdir.

Ayrıca eklemek gerekir ki, Türkiye ihracatının yarısından fazlasını AB üyelerine gerçekleştiriyor. İthalatının ise %80’inden fazlası AB üyesi ülkelerden. Bu rakamlara ABD’nin payı dahil değil.

Türkiye’deki yabancı sermaye yatırımlarının ezici bölümü de AB ülkelerinin ve ABD’nin yatırımlarıdır.

Türkiye’nin dış borcunun neredeyse tamamı gene AB ve ABD kaynaklıdır.

EKSEN TARTIŞMASI NEDEN?

Ekonomik, askeri, kurumsal ilişkilerin Batı ile bu kadar güçlü ve girift olduğu apaçık ortada olduğu halde, son yıllarda Türkiye’nin eksen değiştirmekte olduğu; eksen değiştirebileceği yolunda spekülatif tartışmalar, komplo teorileri veya iddialar gündemde tutulmaktadır. Bunda AKP liderliğinin gündelik konuşmaları içinde, tamamen yüzeysel, tutarsız ve çoğunlukla ciddiyetsiz, açıklamaları rol oynamaktadır. ABD ve AB aleyhtarı açıklamaların bazıları ise, AKP-MHP iktidarının “pazarlık” amacıyla el yükseltme tarzının örnekleridir. Soylu’nun “15 Temmuz’un arkasında Feto yoktu, ABD vardı” açıklaması tamamen “at pazarlığı”dır. Madem öyleydi 5 yıldır ABD ile ilişkilerde bu konuyu neden bir kere bile sorun etmediniz?

Evet Rusya ile son yıllarda doğalgaz dağıtım ve pazarlama alanında gerçekleşen ortak yatırımlar; nükleer enerji alanında Rusya’nın Türkiye’de üstlendiği ihaleler önemlidir. S-400 alımı ABD tarafından ilişkilerde ciddi bir sapma olarak değerlendirilmektedir.

Türkiye ve Rusya çeşitli gerilim alanlarında, eş zamanlı olarak, doğrudan veya dolaylı, sahadalar. Suriye’de, Libya’da, Karabağ gerilimlerinde AKP-MHP rejimi gelişmeleri Türkiye kamuoyuna “dostum Putin” kıvamında anlatıyor ve iki ülke arasında ittifaka varabilecek bir ilişkinin inşa edildiği izlenimi yaratmaya çalışıyor. “Dostum Putin” gösterisi, Rusya ile ilişkilerin en kötü olduğu, İdlib’de en az 34 TSK mensubunun Rus uçaklarının bombalaması sonucu ölümünde de yaşandı. Türkiye’de kırmızı çizgiler ilan edildi, tehditler havada uçuştu. Sonra “vur emrini” veren Putin’in ayağına gidildi, bütün koşullarda geri adım atıldı. Ve dondurma yerken çekilmiş fotoğraflar servis edilerek “dostum Putin” edebiyatı yapıldı.

Rusya’nın Türkiye ile ilişkileri, Türkiye’nin batı ile ilişkilerinin hiçbir alanda yerini alamaz. Ne ticaret, ne yabancı yatırım, ne dış borçlanma. Ne TSK’yı NATO standartlarını terkederek sıfırdan kurmaya takat yeter; ne ülke içinde emperyalizmin kurumsallaşmış yapısını tasfiye etmeye AKP gibi partilerin gücü ve cesareti vardır.

“Bizi de Şangay Beşlisi’ne alsanız” cümlesindeki ciddiyetsizliği Rus diplomasisinin anlamaması mümkün mü? Ruslar ABD ve AB ile, bir bölümü de DAİŞ ile ticaret, İran ambargosunu delme, bunu yaparken siyasetçilerin aldığı rüşvetler, kamu bankalarını bu işlerde kullanmalar gibi nedenlerle gerilim yaşayan bir NATO üyesinin Batı blokuyla arasına mesafe koyma çabalarından elbette hoşnut olurlar. Ama böyle bir hoşnutluk için Türkiye’nin Kafkasya’ya selefi cihatçı eşkiyayı taşımasına göz yummazlar. Suriye’de bütün selefileri himayesine almış; Suriye savaşının bitmesinin önündeki engel haline gelmiş Türkiye’ye sonsuza kadar hoşgörü göstermezler. Nitekim İdlib’de bunu ortaya koydular ve Libya’da “Sirte-Cufra kırmızı hattır” dediler. Hat orada duruyor. Gene de AKP-MHP rejimine minnet borçları var. Türkiye Suriye savaşını kışkırttığı ve ateşe sürekli odun attığı için; Rusya artık bir Akdeniz ülkesi. Suriye’de büyüttüğü bir deniz üssü, bir hava alanı var. İkinci hava alanını yapıyor. Türkiye Rusya’nın Libya’ya yerleşmesinin de kolaylaştırıcısı oldu. Rusya şimdi orada da bir deniz üssü peşinde

Özetle, Türkiye’nin Batı ekseninden kopmasına Batı izin vermez. Rusya Türkiye’nin batıdan koparak Rusya eksenine yerleşmesinin, bırakalım Türkiye için yaratacağı askeri, siyasi, ekonomik maliyetleri; böyle bir girişimin kendisi için yaratacağı maliyetleri bile göze almaz. Rusya ince ince, adım adım ördüğü kendi bölgesel politikasını böyle büyük bir gerilime taraf olarak sıfırlamaz.

Türkiye’yi batıdan koparmak isteyenin batıyla savaşı göze alması gerekir.

Bunu göze aldığını Türkiye’de sadece emperyalizme ve işbirlikçilerine savaş açan devrimciler ilan ettiler. Çünkü devrimciler halka; baskı, zorbalık, yoksulluk, ayrımcılık ve acımasız bir sömürüden başka verecek şeyi olmayan; kendileri saraylarda yaşayan, emperyalistlere karşı medya önünde atan tutan sonra kapalı kapılar ardında her türlü işbirliğini yürüten tek adamlar rejimi değil; kendi hayatları hakkındaki bütün kararları kendilerinin vereceği yeni bir yaşam kurmayı vaad ediyorlar.

Cesaretimizin yegane kaynağı, gelmiş geçmiş ve mevcut muktedirler gibi her hangi bir emperyalistin dostluğu ve desteği değil; ayağa kalkmak üzere doğrulmaya başladığında, sadece yıkıcı gücünü değil; yeni bir hayatı kurma gücünü de ortaya koyabilen işçi sınıfıdır, emekçi halk yığınlarıdır.

Diğer Yazılar

DOKTOR GARİPAŞK: BİR NÜKLEER SAVAŞ PARODİSİ

Ümit ÖZDEMİR / 02.12.2024 Stanley Kubrick’in soğuk savaşın tam orta yerinde yaptığı film, pek çokları …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir