Mazhar Denizli’nin bu yazısı politikagazetesi.org’da yayınlandı yazarın izniyle sitemizde yayınlıyoruz.
18.05.2015
Türkiye kapitalizmi enerji politikalarını daha fazla kâr etme ve üretim girdilerinin maliyetini en düşükte tutma üzerine inşa etmektedir. Kar etmenin bu denli ön planda olduğu enerji yatırımlarında öncelik insan ve çevre olmaktan çıkmakta ve doğaya geri dönülmez zararlar verilmektedir.
Türkiye halen kullandığı enerji kaynakları açısından büyük ölçüde dışa bağımlı durumdadır. Sermayenin devleti zaman zaman bu durumdan şikayet etmekle beraber ülke kaynaklarına yönelirken yatırım maliyetleri daha düşük ve karlılığı yüksek kaynakları teşvik etmektedir.
Kömür ve küçük ölçekli HES’ler bu konuda başı çekmektedir. Başlangıçta yatırım maliyeti daha yüksek görülen alternatif enerji kaynaklarına yönelme kayda değer bir teşvik görmemektedir. Akarsularda oluşturulan HES yatırımları temiz enerji üretmekle beraber daha önceki sayılarımızda detaylı biçimde değindiğimiz gibi karlılığı ön planda tutan küçük ölçekli ve düşük maliyetli yatırımlar olarak doğada büyük tahribatlara yol açmaktadır.
Kapitalist sistemin içerisinde enerji sorununun insana ve çevreye dönük politikalarla çözülmesi imkansız. Hızlı ve yüksek kar politikalarının ön planda olduğu yatırım politikaları ülkemizi ve insanımızı ön planda tutmadığı son dönemde iyice ortaya çıkmıştır. Oysa doğa kendisine karşı saygılı bir yaklaşımı hiçbir zaman geri çevirmemekte ve bu konuda insanlığa oldukça cömert davranmaktadır. Dünyada çevreci ve Sürdürülebilir bir enerji üretimi için teknoloji yeterli seviyeye gelmiştir.
Kapitalizm özellikle bizim gibi ülkelerde vahşi yüzünü göstererek kendisi için kolay ve ucuza yönelmekte bu tercihlerinin bedelini doğaya ve üzerinde yaşayan insanlara ödetmektedir. Bu zarar yalnızca doğa tahribatı üzerinden gelmemektedir. Yetersiz güvenlik önlemleri nedeniyle neredeyse her gün bir emekçinin ölüm haberi gelmektedir madenlerden veya üretim alanlarından. Geçtiğimiz yıl Soma’da kaybettiğimiz 301 emekçinin acısı halen yüreklerimizdedir.
Komünistlerin Sosyalist Türkiye için öngördüğü enerji politikaları o gün geldiğinde ceplerinden çıkardıkları yazılı metinler olamazlar. Bu gün Kapitalizmin hüküm sürdüğü koşullarda da ülkemiz ve insanlık için en doğru enerji politikalarını savunmalıyız. Burada esas olan kriterler şunlardır;
1. Dışa Bağımlı bir enerji üretiminden kurtulmak.
2. Doğaya ve üzerinde yaşayan insana saygılı ve sürdürülebilirliği ön plana koyan bir üretime yönelmek.
Sermaye temsilcisi iktidarlar zaman zaman alternatif enerjiye yönelik adımlar atsa da yeterli ve sonuç alıcı olmaktan çok uzaktır.
Bu aşamada ülkemiz açısından alternatif enerjiler nelerdir ve potansiyeller ne düzeydedir bunları değerlendirelim. Alternatif enerjiden kastedilen, fosil yakıtlar gibi sınırlı rezervlere sahip olan ve yakın gelecekte tükenecek kaynaklar yerine yenilenebilen ve sürekliliği olan enerji kaynaklarının kullanılmasına yönelik yollardır.
Alternatif enerji kaynaklarını şöyle sıralayabiliriz;
1. Güneş Enerjisi
2. Rüzgar Enerjisi
3. Jeotermal Enerji
4. Hidroelektrik Enerji
5. Hidrojen Enerjisi
6. Biyo Kütle Enerjisi
7. Okyanus Enerjisi (Dalga ve gelgit)
Bu sıralamada ilk üç kaynak ülkemiz açısından önem ve ciddi potansiyel taşımaktadır. İlk dört maddeyi kısaca değerlendirerek avantaj ve dezavantajlarına değinelim.
1.Güneş Enerjisi:
Dünya’ya ulaşan güneş ışınlarının güneş kollektörleri tarafından toplanarak ısı ve elektriğe dönüştürülmesi sürecini kapsar. Kullanım alanı giderek genişlemektedir. Binaların uygun bölümlerinde mimari tasarımın bir parçası olarak değerlendirilebilmekte ve binaların kısmi enerji ihtiyacı karşılanabilmektedir. Büyük ölçekli kullanımlarda ise ciddi bir enerji üretme potansiyeli söz konusudur. Çevreye zararı olmadığı gibi yenilenebilir bir enerji türüdür. Ayrıca ülkemizin yıllık güneşlenme ortalamaları Avrupa ve dünya ülkelerinin bir çoğuna göre oldukça yüksektir. Bugünkü kurulu güneş enerjisi, ilgili tabloda da görüleceği gibi ihtiyacın yüzde birini bile karşılamamaktadır. Oysa, kış aylarında güneşli saatler düşmekle beraber ülkemizin yıllık ortalaması günde 7.5 saat güneşlenme ortalamasına denk düşmektedir. Dezavantajları ise tüm alternatif enerjilerde olduğu gibi ilk yatırım maliyeti yüksektir. Kayda değer enerji üretimi için bugünün teknolojisiyle geniş alanlara ihtiyaç duyulmaktadır.
2. Rüzgar Enerjisi:
Son yıllarda ülkemizde yaygınlaşan ve toplam üretim içerisinde %5’lere ulaşan Rüzgar Enerjisi teknolojisi rüzgarın, rüzgar tribünleri ile kinetik enerjiyi mekanik enerjiye daha sonradan elektrik enerjisine dönüştürme sürecidir. Temiz ve sürdürülebilir bir kaynak olması, bölgesel olarak üretilebilmesi büyük avantajlarıdır. Tüm alternatif ve sürdürülebilir enerji kaynaklarında olduğu gibi ilk yatırım maliyeti yüksektir. Kuş ölümlerine yol açabilmesi ve görüntü kirliliği olumsuz yanları olarak sayılabilir.
3. Jeotermal Enerji:
Yeryüzünün ısısından yararlanmak anlamına gelmektedir. Magma tabakasında ısınan sular sıcak su ve buhar olarak yeryüzüne doğru yaklaşır. Ancak jeotermal enerji yalnızca yüzeye çıkan suların enerjiye çevrildiği bir teknoloji değildir. Yer kabuk her kilometrede yaklaşık 30 derece ısınmaktadır. Bu ısı ülkemizin bir çok bölgesinde çok daha yüksektir. Jeotermal enerji ısı pompaları aracılığıyla yer kabuğunda sondajlar yaparak ısı farkından yararlanmayı da kapamaktadır. Ülkemizin deprem kuşağında oluşu jeotermal potansiyelini çok zenginleştirmektedir. Yüzeye yakın suların ve su buharının de ğerlendirilmesi yanı sıra yaklaşık 5000 metre sondajla 250-300 derecelere ulaşılabilmektedir. Bir çok uzman ülkemizdeki potansiyelin tüm Avrupa’ya bile yeteceği doğrultusundadır. Rüzgar ve güneş enerjilerinden farklı olarak 365 gün 24 saat çalışabilir bir sistem oluşturmak mümkündür. Güneş ve rüzgar enerjilerine kısmi yönelişler olmasına rağmen ilk yatırım maliyeti ve teknolojinin nispeten daha yeni olması nedeniyle Jeo Termal enerjiye ilgi çok daha azdır. Birçok ülkede çok sınırlı potansiyele rağmen devlet bu enerjiyi desteklemekte ve üretim için verilen birim fiyat desteği ilk yatırım maliyetlerini belirli süreleri sonrasında karşılamaktadır. Makine Mühendisleri Odası Ankara Şubesi’nin geçtiğimiz yıllarda yaptığı söyleşilerden birinde katılımcı olarak bulunan Avustralya Quensland Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Halim Gürgenci Türkiye’nin Jeotermal enerji potansiyelinin milyarlarca MW olduğunu bildirmekte. Var olan tüm alanlardaki kurulu gücümüzün 70000 MW biraz aştığı düşünülürse bu potansiyelin değeri daha da anlaşılır olmaktadır.
Alternatif enerji üzerine söylenebilecek çok söz var.Ancak son söz olarak başta söylediğimizi tekrar ederek güneş, rüzgar ve özellikle jeotermal enerji potansiyelinin ülkemiz için çok yüksek olduğu ve bu potansiyelin kullanımının yeterli olmaktan çok uzak olduğunu belirtelim. Küba‘nın 1990’lı yıllardan buyana çevre ve enerji konusunda önemli adımlar attığını ve sürdürülebilirlik kavramının ilk savunucularından olduğunu biliyoruz. Küba, dünyada sürdürülebilir kalkınmaya ulaşan tek ülke olarak gösterilmektedir. Ülkemiz komünistlerinin savunduğu çizgi de çevreci ve sürdürülebilir enerji politikaları olmalıdır.
Enerji üretimi üzerindeki kar hedefleri kaldırılmalı ve sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelinmelidir. Bu sadece teşvik politikalarıyla oluşacak bir durum değildir. Yasa ve yönetmeliklerin özellikle de imar yönetmeliklerinin bu doğrultuda oluşturulması gerekmektedir. Özellikle büyük binalarda ve sitelerde alternatif enerjiye yönelmek zorunlu tutulması bu günden alınabilecek önlemlerdendir. Ancak ülkeyi yönetenler var olan enerji politikalarının kaçınılmaz olduğu yalanını yıllardır sürdürmekteler. Onların tercihleri halktan ve emekten yana değildir. Tercihleri temsil ettikleri sınıfın çıkarları doğrultusundadır. Bu tercihlerin bedeli ne olursa olsun, sermaye sınıfına ödettirilmediği sürece sorgulanamamaktadır.
Bu sorgulamayı bizler yapıyoruz, yapacağız ve bu süreci eninde sonunda değiştireceğiz.