Mazhar Denizli’nin bu yazısı politikagazetesi.org’da yayınlandı yazarın izniyle sitemizde yayınlıyoruz.
01.03.2015
2008 yılında kapitalizmin girdiği küresel krizde inşaat sektörünün payının yüksek olduğu söylene gelmekte. Özellikle ABD’de patlak veren krizde tetikleyici olarak belirlenen ‘gayrimenkul fiyatları ve buna bağlı türev araçlar’ bugün yoğun bir biçimde Türkiye’de de tartışılmaktadır.
ABD, inşaat sektörünün tetiklediği krizi elindeki parasal genişleme silahına karşın 6 sene sonra bile tam olarak aşabilmiş değil. Benzer bir krizin kendi özgünlükleriyle beraber 2008 yılında Kazakistan’da da yaşandığı takip edilenlerce bilinmekte. Konut sektöründen hızla ülkeye yayılan kriz, arkasında çok sayıda batık inşaat yatırımcısı, finans kuruluşu bırakırken asıl mağdurlar bu alanda ellerindeki parayı konuta yatıran halk olmuştur.
Türkiye’de de AKP iktidarı eliyle benzer bir süreç yaşanmakta, ekonomik canlılık inşaat sektörüne bağlanmış durumda. Üstelik bu durum daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi sanayicilerin işi gücü bırakıp yatırımlarını bu alana kaydırmaları, tarım ve hayvancılığın da ihmaliyle başta İstanbul olmak üzere nüfusun kentlere yığılması gibi sonuçları da doğurmaktadır.
• TOKİ’nin kâr paylaşımı yoluyla kentte ürettiği ve özel imar verdiği arsalar yoluyla sürekli inşaat körüklenmekte ve sektörün iştahı sürekli kabartılmaktadır. Ancak işin talep yanının da canlı tutulması gerektiğinin farkında olan iktidar “ilk konutunu alana birikimlerinin %20’si bizden” gibi kampanyalarla gençlerin ve dar gelirli emekçilerin ellerindeki tüm birikimleri konuta yatırmalarını, ellerindeki para yetmeyeceği için de borçlanmalarını teşvik etmektedir. Son yıllarda özellikle büyük kentlerde konut üretiminin, Turizm yatırımlarının, AVM’lerin doyum noktasına geldiği ve “Balonun iyice şiştiği patlama noktasına geldiği” söylendikçe AKP iktidarı yeni açılımlarla bu durumu ötelemektedir. Kentlere göç, azımsanmayacak bir Suriyeli göçmen ve yabancılara gayrı menkul satışı bu gün için talep tarafını dengelemeye yetiyor gibi gözükmekte. Ancak uzun yıllardır tatlı kârlar elde eden inşaat sektörünün GYO’ları (Gayrı Menkul Yatırım Ortaklığı) tüm uyarılara rağmen AKP’nin rant odaklı politikalarının önümüzdeki yıllarda da süreceğine güvenerek bugünün talebi yanı sıra “gelecekteki talebe” yönelik de üretim yapmaktadır.
• Ancak ABD, öncelikle kendini ve global ilişkilerini kurtarma adına yaptığı olağanüstü parasal genişlemeye ara vermiş durumda ve önümüzdeki aylarda faiz artırarak bu parayı geri çekme hazırlığı yapıyor. Bunun etkileri bugün bile doları 2.50 lere getirmeye ve iç talebi azaltmaya başladı. Tüm reklamlara, kampanyalara karşın TÜİK‘in 23 Şubat 2015 tarihinde açıkladığı veriler konut satışlarının düştüğünü gösteriyor.
• Konut sayısındaki düşüşe rağmen ipotekleme yoluyla kredili konut alımı tarihin en yüksek seviyesine ulaşmış durumda.
• Kredi kullanan sadece konut sahibi olmak isteyenler değil. Bu inşaatları yapan firmaların çoğu da kredi kullanıyorlar. Yapılan konutların bir kısmı stokta kalıyor. Bugün için sistem kendini döndürüyor gibi gözüküyor, ancak ülkeden sıcak paranın çıktığı ve talebin bir şekilde daha da azaldığı bir dönemde, ki o dönem pek de uzak durmuyor, balon büyük bir gürültüyle patlayacaktır.
• Gelecekteki oluşmasını umduğu talebe göre üretim yapan ve tehlikeli bir arz talep zinciri oluşturan sektördeki çalkantıda kredi ile yaptığı gayrı menkulü satmakta zorlanan şirketler batarken, kredileri de bu şirketlerle beraber yok olacak olan bankalar zorlanacaktır. Ancak asıl zorluğu tüm birikimlerini gayrı menkule yatıran ve üstüne üstlük almaya çalıştığı konutu ipotekleyerek bankadan yüksek krediler alan emekçiler krizin bir kez daha gerçek mağdurları olacaktır.
• Geçtiğimiz yıl koşullarda öngörülen sıkıntıların bir çoğu söz konusu değilken var olan talebin çok üzerinde üretim yapan Fİ yapı arkasında çok sayıda mağdur bırakarak sistemin ilk çöken ayağı olmuştur.
• Önümüzdeki dönem özellikle İstanbul merkezli ‘Çılgın’, ‘Mega’ isimli projeler daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi hem İstanbul’u ekolojik açıdan bir felaketin eşiğine getirirken hem de ‘varlık balonunu’ daha fazla şişirmeye ve olumsuz etkilerini daha büyütmeye doğru götürmektedir.
• Mevcut hükümetin politikaları doğrultusunda çalışan Emlak Konut GYO’nun 2014 yılında hazırladığı ve iyimser bir tablo çizmeye çalıştığı raporda bile bu tehlikenin sinyalleri belirgin bir biçimde verilmekte
Sektörün zayıf yanları
* Yurtdışı ekonomik ve siyasi risklerin bulunması ve Türkiye’nin bu etkilere açık olması.
* Cari açığın ithalata dayalı malları ve yüksek enerji fiyatlarını etkilemesi sonucu maliyeti hızlı bir biçimde artırması.
* İnşaat firmalarının zayıf sermaye yapısı.
* Kredi bulmalarındaki güçlükler ve yüksek faiz oranlarının hem arzı hem de talebi etkilemesi.
* Sektördeki şirketlerde kurumsallaşmanın düşük olması.
* Özellikle orta ve alt düzeydeki iş gücündeki düşük eğitim seviyesi.
* Bunun sonucu olarak mesleki yeterlilik sistemi yürürlüğe konmasına rağmen yeterli sayıda sertifikalı çalışan bulunmaması.
* Malzemelerde kalite kontrol sistemi olmasına karşın işçilik kalitesinde etkin bir kalite kontrol ve yapı denetimi hizmetinin yürürlüğe konamaması.
* Artan vergilerin konut talebini olumsuz etkilemesi.
* Vergiden kaçınmak amacıyla kayıt dışı işlemleri artırması ve istatistiki bilgilerin etkilenmesi. Sektörün tehditleri
* Yurtdışı ve içi riskler ve düşük işletme sermayesi sonucu ekonomik krizlerden kolay etkilenmesi.
* Yabancı yatırımcının güçlü sermaye gücü ile rekabetin zorlaşması.
* Bankacılık sektörünün oluşabilecek bir krizde inşaat şirketlerinden kredilerini vadesinden önce kapatmasını isteme olasılığının bulunması.
* İnşaat şirketlerinde etkili bir risk yönetimi sisteminin kurulmaması ve risklerini önceden sınırlayıcı önlem almamaları sonucu finansal yapılarının olumsuz etkilenmesi.
* Düşük ve orta gelir grubunun talebinin daha az değerlendirilmesi, üst düzey gelir grubuna yönelik çok sayıda konut yapılması sonucu arzın bu segment için göreceli olarak artması. (Kaynak: Emlak Konut GYO: Gayrı Menkul ve Konut sektörüne bir bakış Mart 2014)
Sonuç yerine
Sonuç olarak AKP’nin inşaat sektöründeki politikalarını özetlemek gerekirse;
1. Talebi suni olarak artırarak inşaat sektörüne dayalı bir politika başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerimizde geri dönülmez bir yok oluşa yol açmaktadır.
2. İnşaat sektörüne dayalı bir ekonomi, oluşan balonu her geçen gün büyütmekte ve ciddi bir krizin tetikleyici unsurlarını oluşturmaktadır. Oluşacak böyle bir kriz her zaman olduğu gibi öncelikle emekçileri vuracaktır.