İNSAN ÜZERİNE

 

Sinan Kahyaoğlu

GİRİŞ:

sinankahyaoglu10@gmail.com 

Bilimsel araştırmalara göre dünya 4.5. milyar yıl yaşındadır. Bunun 3.5 milyar yılı soğuma ile geçmiştir. Son 1 milyar yıl içinde dünyada canlı yaşam başlamış ve çeşitli dönemler yaşanmıştır. Bu dönemlere Jeolojik devirler adı verilir. Dünyada insan 3.jeolojik zamanda ortaya çıkan primat denilen canlılardan türemiştir. İnsanın insan olması binlerce yıl almıştır.4.Jeolojik devirde insanlar taş devirlerini yaşamışlar ve daha sonra yerleşik hayata geçerek tarıma başlamışlardır. Tarımın başlaması ile insanların gıda sorunları büyük ölçüde çözülmüş ama başka sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu sorunlar elde edilen artı ürünleri koruma ve kullanma sorunlarıdır. Bu sorunların çözümü için devlet ortaya çıkmış ve iş bölümü başlamıştır. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği düşünmesidir. İnsan bedeninde düşünen organ beyindir. Her insanın beyni de aynı şekilde düşünmez. Beyindeki düşünme gücüne zeka adı verilir. Her insanda farklıdır. İnsan düşünmeden sonra bu düşüncesini başka insanlara aktarmak ihtiyacı hissetmiş ve dil ortaya çıkmıştır. Böylece düşünme ve dil ortak olmuşlardır. Dil düşüncenin sınırını oluşturmuştur. Fakat düşünülüp başkasına aktarılan bir düşünce hayata geçmeyince hiçbir özelliği yoktur. Bundan dolayı bu düşüncelerin insan hayatını kolaylaştıracak şekilde hayata geçirilmesi gerekir. Bunu sağlayan ise el olmuştur. Elle birlikte 3 unsur insanı insan yapan temel taşlardır. Bunlar düşünme, dil ve eldir. Başlangıç düşünce ile başlar, bu düşünmeyi başkasına aktaran dil ve bu düşünceyi hayata geçiren ise eldir. Böylece uygarlık ortaya çıkmıştır. İnsan doğayı bu özellikleri ile kendi ihtiyacına göre düzenlemiş ve hayatını kolaylaştırmıştır. Düşüncenin dil ile ifade edilmesine bilgi adı verilir. Düşüncede bir bilgidir ama açıklanmamış bilgi bilgi değildir. İnsan böylece bilgi üreten ve bu bilgi ile doğayı düzenleyip hayatını kolaylaştıran bir canlıdır. Bu özelliği ile diğer tüm canlılar üzerinde kesin bir üstünlük sağlamıştır.

Doğa tüm canlılara bir üstünlük vermiştir. Yırtıcı hayvanların dişleri ve pençeleri, otçul hayvanların bacakları üstünlükleri iken insanın diğer canlılardan üstünlüğü bu üç özelliğidir. Bu üç özelliği ile binyıllar içinde tüm dünyanın yapısını değiştirecek duruma gelmiştir. Bilginin sorgulanması ile de felsefe başlamıştır. Böylece insan coğrafya içinde felsefe ile yaşamıştır ve yaşamaya da devam etmektedir.

İNSANIN BİYOLOJİK YAPISI:

İnsanın iki hayatı vardır. Birisi anne karnında doğuma kadar olan bölüm, diğeri doğum sonrası solunuma başlayıp solunumun sona erdiği ana kadar olan bölüm. Doğumuna kadar olan bölümde insan havasız yaşar. Bu dönemde bilinç oluşmuş mudur tam bilemiyoruz. O dönemi bilmemizde mümkün değil. Gıdamızı bulunduğumuz ortamda anne den alıyoruz. Doğumdan sonra ciğerlerimize hava alınca dünya hayatı başlıyor. Anne ile olan bağımızda kopuyor ve dünya ile bağımız başlıyor. Her saniye ciğerlerimize oksijen alıp dışarı karbondioksit veriyoruz. Solunumadan en fazla birkaç dakika kalabiliyoruz. Solunum bizi yaşatan temel unsur. Atmosfer içinde yaşamaktayız. Atmosfer bizim akvaryumumuz. Ayrıca onun basıncı altında bulunmaktayız. Doğumdan sonra bir süre anne sütü ile beslenirken daha sonra bize dünyadan elde edilen gıdalar vermeye başlıyorlar. Bu gıdaları yiyip midemizde sindirip posa olarak dışarı atıyoruz. Bizim posamızı bitkiler gübre olarak kullanıyorlar. Böyle bir döngü oluşmuş.

İnsan iki bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümü bedenin üst bölümünde bulunan ve sürekli hava ile dolup boşalan solunum organları olan ciğerler. Bu bölümümüz hava ile çalışmaktadır. Diğer bölümümüz ise vücudumuzun alt bölümünde bulunan sindirim sistemleri. Yani mide ve bağırsaklar. Solunum sistemimiz hava ile çalışırken, sindirim sistemimiz gıdalar ile çalışmaktadır. Solunum sistemimize sürekli hava alıp verirken, sindirim sistemimize her gün bir miktar gıda almaktayız. Sindirim sistemimize gıda alamayacak olursak bir veya iki gün dayanabiliriz, sonra açlıktan ölürüz. Oysa solunum sisteminde ancak bir iki dakika dayanabiliriz. Yani gerek havanın, gerek gıdanın bedeni terk etmesi ile ölüm olmaktadır. Ayrıca bedenin organlarının işlevlerini yerine getirememesi sonucu solunum durmakta ve yine ölüm meydana gelmektedir. Ölümün meydana gelmesi için solunumun durması ve ciğerlerimize havanın girmemesi gerekir. Ciğerlerin bulunduğu göğüs kafesinin üstünde ise kafa bulunur. Kafa beyini saklayan organımızdır. Düşünce burada meydana gelir. Gövdenin yanlarında kollarımız ve altında ise bacaklarımız bulunur. Kollar iş yapmaya, bacaklar ise bedeni taşımaya yararlar.

Böylece insan düalist bir yapıya sahiptir. Hava ve toprağın birleşiminden oluşur. Ayrıca suya da muhtaçtır. Her gün gıda yanında suda içmek zorundadır. Eğer suda içemezse gıda gibi bir süre sonra yine ölür. Bundan dolayı insanlar sulak alanları seçmişler ve oralarda yaşamaya başlamışlardır. Kurak alanlar olan yüksek dağlar ve çöller insanların tercih etmediği yerlerdir. Uygarlıklarda su boylarında kurulmuştur. Felsefede su boyu olan Büyük Menderes kıyılarında başlamıştır. İnsanın topraktan beslenen bedeni yanında birde beyninde oluşan bilinci mevcuttur. Bilincin nereden geldiği hakkında çeşitli görüşler mevcuttur. Beden sürekli değişim içindedir. Her an vücudumuzda hücreler ölmekte ve yerine yenileri oluşmaktadır. Araştırmalara göre 7 yılda bir insanın tüm hücreleri yenilenmektedir. Böylece her insan 7 yılda bir yeniden doğmaktadır. O zaman filozoflar şu soruyu sormuşlardır. Beden değişirken bilinçte değişmekte midir? Bazıları bilince ruh adını verirler. Bedenin öldükten sonra ruhun ölmediğini ve onun dünyadaki davranışlarına göre öbür dünyada yaşamaya devam ettiği ve, ya cezalandırıldığı veya ödüllendirildiğini ileri sürmektedirler.

Bir bebek dünyaya geldikten sonra 5 duyusu ile dünyayı tanımaya ve bilgi edinmeye başlar. Önce gözleri ile annesini tanır. Dokunma, koklama, tatma ve duyma ile ilk bilgileri çevresinden alır. Böylece bilinci oluşmaya başlar. Dilini annesinden alır ve onu konuşmaya başlar. Annesi ile babası onun gözünde dünyanın en iyi insanlarıdırlar. Onlar ideal insanlardır. Biraz büyüyünce toplum içinde yaşadığını anlar. Çünkü kendisi gibi başka çocuklar ve başka anne ile babalarda vardır. Kendi akranı çocuklarla oynamaya başlar. Böylece toplumsallaşmayı öğrenir. Ailenin yanında toplumunda bilgilerini alır. Aileden ve toplumdan aldığı bilgiler ile bilinci oluşur.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz. “Ben ben değilim, ben bana öğretilen benim.” Yani ailem ve toplumum tarafından bana öğretilen bilincim demektir. Bir bebeği hangi toplum içine koyarsanız ve orada büyürse o toplumun değer yargılarını benimsemiş bir birey olur. Yani önemli olan kültürdür. İnsan toplumsal bir varlıktır. Bizleri toplum şekillendirmektedir. Doğduktan sonra ailemiz bize bir isim verir. Bu isim bizim bilincimizin simgesidir. Bu isim ile toplum içinde anılırız. Bu isim ile yaşarız. Bu isim ile düşünür ,konuşur ve üretiriz. Öldüğümüzde bizden önce bu ismimizi alırlar. Bedenimizi soyarlar ve doğduğumuz gibi çıplak hale getirirler. Solunumu durmuş bedenin artık yeri topraktır. Bu soğuk bedene tek bir isim verirler. Mevta. Ölen herkes aynı kimliğe kavuşur ve mevta olur. Mevtanın tekrar bitkiler gibi topraktan yetişmesi için onu toprağa gömerler. Nasıl tarımda tohum toprağa atılmakta ve topraktan tohumun çıkmasının gözlemlenmesi gibi. Fakat insan bedeninin kendini yenilemesi toraktan tohum gibi çıkması ile olmaz. O üreme ile kendini yeniler..

İnsanın doğumundan ölümüne kadar olan ömründe üç temel içgüdüsü vardır. Bunlar beslenme, korunma ve üremedir. Beslenme temel içgüdüdür. Acıkan insan bir an önce gıdaya ulaşmak ister. Aç insan gıda ayrımı yapmaz, ne bulursa onu bir an önce yiyerek açlığını bastırmaya çalışır. Çok aç olmayan insan ise gıdada seçicilik yapar. Her yiyeceği yemez. İkinci temel iç güdü korunmadır. Tehlike karşında bedeni korumak için herkes sakınır. Tehlikeden korkar, çığlık atar ve mümkünse kaçmaya ve kurtulmaya çalışır. Bu içgüdü de bedeni korumak ve devam ettirmektir. Bir tehlike karşısında insan her şeyini verir ama hayatını vermek istemez. Onun için zorda kalmayınca kimse malından vazgeçmek istemez. Üçüncü içgüdü üremedir. Ergenliğe kadar bu içgüdü çalışmaz. Yani ergenliğe erinceye kadar insan yavrusu iki güdülü yaşar. Ergenliğe erince üreme organları olgunlaşmıştır. Üreme güdüsü de devreye girer. Üreme ile insan neslini devam ettirir ve kendini yeniler.

İnsanın ölümü ise iki çeşittir. Birisi doğal ölüm olup ,bedendeki hücrelerin artık kendilerini yenileyememesi sonucu meydana gelen ölümdür. Bu ölümde ömür bedenin hücresel yapısına bağlıdır. Ortalama 100 yıldır. Daha kısada olabilir. İkinci ölüm şekli ise kesintili ölümdür. Bu ölümde beden sağlıklı iken meydana gelen bir kaza veya bir hastalık ölümü getirir. Savaşlar ve salgın hastalıklar kesintili ölümlerin yoğun olduğu dönemlerdir. Yoksa olağan dönemlerde yaşlı insanlar doğal şekilde ölürler. Bir siyasetçinin dediği gibi “Barış zamanında oğullar babalarını toprağa verirlerken, savaş zamanında babalar oğullarını toprağa verirler.”

İnsan sürekli değiştiği için insanın bilinci ve ruhu da sürekli değişir. Bizler aslında ruhun ve bilincin değişmediğini kabul ederiz. Beden gocar ama gönül kocamaz deriz. Ama aslında gönülde gocar ve yaşlanan insan artık dünyadan soğur ,ölümü bekler. Göçebe toplumlarda böyle elden ayaktan düşmüş yaşlıları göç zamanlarında bir çukura bırakırlarmış. Yaşlılar burada ölümü beklerler ve ölürlermiş. Bu çukurlara Kocalar çukuru adı verilirmiş. Toroslarda bu tür çukurlar mevcuttur.

İNSANIN BAĞLI OLDUĞU YASALAR:

Özgürlük antik çağlardan beri filozofların ilgilendiği bir konu olmuştur. Özgürlüğü kendi iradeleri hareket etme olarak tanımlamışlardır. Oysa insan dünyaya geldiği andan itibaren özgür değildir. Dünyaya bağlıdır. Kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılayamadığından dolayı toplum içinde yaşar. Bunun için ömrü boyunca bağlı olduğu yasalar vardır. Bu yasalar çerçevesinde özgürdür. Bu yasalar nelerdir diyecek olursak şunları görürüz.

Doğa yasaları, Devlet yasaları, Toplum yasaları, Din yasaları ve Vicdanının yasalarıdır. Doğa yasaları temel yasalardır. Bu yasalara kimse karşı gelemez. Dünyanın döngüsüne göre mevsimler oluşur. İlkbaharda doğa yeşerir ve yaz mevsiminde ürünler olgunlaşır. Sonbaharda yapraklar dökülür ve ardından kış gelir. Temel yasalar bunlardır. İnsan bunlara karşı gelemez. İnsan bedeni doğal yasalara bağlı olarak kurulmuştur. Buna biyolojik saat adı da verilir. Mevsimlerde bir aksama olursa biyolojik saatimiz bozulur. Rahatsız oluruz. İnsan toplum içinde yaşadığından dolayı toplumunda kendi oluşturduğu yasalar vardır. Bu toplum yasalarına gelenekler, örf ve adetler adı verilir. İnsan toplumsal yasalara karşı gelirse o toplum içinde yaşayamaz. Dolayısı ile toplum içinde yaşayacak olursak toplumsal yasalara da uymak zorundayız. Ayrıca insan bir devletin yurttaşı olarak dünyaya gelir. Dolayısı ile her devletin insanları için oluşturduğu yasaları vardır. Toplumsal yasalar ile devlet yasaları ayrıdırlar. Devlet yasalarına uymamazlık edersek devlet bizi zorlayarak yasalarına uydurur. Direnirsek cezalandırır. Ayrıca bağlı bulunduğumuz dinin yasaları vardır. Bu yasalarda bizi bağlar. Din kurallarına aykırı hareket edemeyiz. Eğer edecek olursak hem din bilgilerine göre ölünce cezalandırılırız, hem de bu dünyada din adamları ve toplum tarafından cezalandırılırız. Son olarak bağlı bulunduğumuz yasa Vicdanımızdaki yasadır. Bizi sürekli kontrol eden içimizdeki vicdan denilen mahkeme bizi yaptığımız hareketler sonucu yargılar. Eğer bizi mahkum ederse onun kestiği cezadan kurtuluş yoktur. Bu yasalar içinde en keskin olanları doğa ve vicdan yasalarıdır.

İNSANIN ÜÇ YÜZÜ:

İnsan toplum içinde yaşayıp üretirken çeşitli insanlarla karşılaşır ve onlarla konuşarak anlaşır. Onlara düşüncelerini aktarır ve onlarla beraber üretir. Bir toplumda herkes tüketicidir ama herkes üretici değildir. Özellikle yaşlılar ve çocuklar bakıma muhtaç kesimdir. Bunun için üreten kesimin ürettiğini tüm toplum paylaşır. Bu paylaşma sırasında insanın çeşitli yüzleri ortaya çıkar. Bu yüzler şunlardır. Birincisi gerçek vicdanımızla yüzleştiğimiz yüzümüzdür. Bu yüzümüz yatağa yatıp başımızı yastığa koyup gözlerimizi yumduğumuz andaki yüzümüzdür. İşte bu anda artık biz bizeyiz. Burada gizli saklı bir şey yoktur. Burada vicdan mahkemesi çalışmaya başlar. İkinci yüzümüz sabah evimizde gözümüzü açtığımızdaki yüzümüzdür. Aile içinde konuşmalar başlar. Fakat bireyler birbirlerinin vicdanlarındaki yüzlerini görmezler. Üçüncü yüzümüz ise sokağa çıktığımızdaki yüzümüzdür. En sahte yüzümüz bu yüzümüzdür. İçimiz üzülse de burada şen görünebiliriz. Üretim bu yüzle yapılır.

İNSANIN İKİ YÖNÜ:

İnsanın ayrıca iki yönü vardır. Bunlardan birisi iyilik tarafıdır. Bir diğer yönü ise kötülük tarafıdır. İyilik tarafına insanın rahmani yönü denir. Kötülük tarafına ise şeytani yönü denir. İnsan rahmani ve şeytani yönler arasında yaşar. Rahmani yönü ağır basanlar iyi insanlar, şeytani yönü ağır basanlar ise kötü insanlardır. Dinsel yasalara göre rahmani yönü ağır basanlar ölünce cennete, şeytani yönü ağır basanlar ise ölünce cehenneme giderler. Şeytani yöne nefis adı verilir. İnsanı kötülüğe sevk eder. Nefis insanın dünya için çıkarlarıdır. Nefis temel güdülerin kontrolündedir. Ayrıca nefisin 7 ayrı dalı vardır. Bunlar her insanda bulunurlar. Tarih içinde insanın kültürü, dili, üretim biçimi, yaşadığı coğrafya, toplumu değişse de bu 7 başlı nefisi değişmez. Bunlar kin, kibir, haset, şehvet, bencillik, kavgacılık ve geçimsizliktir. Bu başlar insanı kötülüğe sevk eder. Bu özellikler yemekte tuz gibidir. Eğer yeterli miktarda ise insan rahat yaşar. Yok fazla ise tuzlu yemek gibi insanı rahatsız eder. Aşırı kin insanı cinayete sürükler. Aşırı kibir insanı düşman sahibi yapar. Aşırı haset insanı yalan söylemeye sürükler. Aşırı şehvet insanı zinaya sevk eder. Aşırı geçimsizlik kavga etmeye, aşırı kavgacılık insanı yalnız kalmaya, aşırı geçimsizlik insanın toplum tarafından dışlanmasına neden olur. Bu durumları gören akıllı insanlar kadim çağlardan beri insanların daha uyumlu yaşamaları için bu kötü özellikleri kontrol altına almaya çalışmışlardır. Bu özellikleri kontrol altına alma yöntemleri geliştirmişlerdir. Bu özelliklerini kontrol altına almış kişilere de Kamili Adem demişlerdir. Bu insanlar nefislerini kontrol altına alarak mükemmelleşmişlerdir. Bunların sözleri ile davranışları birdir. Bunun için bu kişilere Ehli hal adı da verilir. Bundan dolayı tasavvufla ilgilenenler nefisi en büyük düşman görürler. Nefisle mücadeleyi en büyük mücadele olarak kabul ederler. Çünkü bu 7 baş kolay kolay kesilmez. Birisini yok etsen diğeri yeniden baş gösterir. Bu 7 başlı nefis 7 başlı ejderha olarak mitlere girmiştir. Bu 7 başlı ejderhayı yok eden kamil insanlar simge olarak insanlara sunulmuştur. Örnek insan olarak gösterilmiştir. Tüm bu çalışmalara rağmen şeytani yön maalesef tam olarak yok edilememektedir. Bu 7 başlı nefisi yok eden kamili ademlerin kendileri saf rahmani insanlardır. Salt iyiliktirler. Bunlar yalan ve yemin bilmezler. Tasavvufta bunlara Ferfil divana adı verilir.

İNSANIN EĞİTİMİ:

İnsan evladı ıslak çamura benzer nasıl şekil verirsen öyle olur ve zamanla katılaşır. Bunun için insanın küçük yaşta eğitilerek şekil verilmesi gerekir. Ayrıca insan evladı küçükken daha kolay öğrenirken büyüdükçe öğrenme kabiliyetini kaybeder. Bunun için eğitimin küçük yaşta başlaması gerekir. Çocuklara küçük yaşta doğayla nasıl barışık yaşanılacağı öğretilmelidir. Daha sonra insanın yaşaması için temel bilgiler verilmelidir. Eğitim demek bir nesneyi eğmek bükmek ve onu şekillendirmek demektir. Eğitim öğretim ile olur. Bir çocuk bir bilgiyi öğrenip onu hayatına uygulamaya başlarsa eğitilmiş demektir. Her devlet, her aile, her toplum bireylerinin nasıl olması gerektiğini bilir ve ona göre çocukları eğitmeye başlar. Çocuğa önce ilk bilgiler ile temel davranış kalıpları verilir. Daha sonra bu temel davranış kalıplarını alan çocuğa diğer bilgiler öğretilir. O yetiştirilir. Bu ise eğitim ile olur. Eğitim önce ailede başlar. Daha sonra devletin kurumları olan okullarda devam eder. Okullarda hem derinlemesine bir meslek öğretilir, hem de dünyayı anlamak ve diğer meslek alanları ile iletişim kurmak için genel kültür dersleri verilir. Genel kültür dersleri ile gençler oluşacak yeni meslekleri daha kolay kavrama yeteneklerine sahip olurlar. Çünkü bilim sürekli gelişmekte ve bilime bağlı olarak bazı meslekler yok olurlarken, başka yeni meslekler doğmaktadır. Eğitimi iyi olan toplumlar yeni buluşlara imza atabilirler. Teknolojide yeni atılımlar yaparlar. Yeni buluşlar yapabilen toplumlar ise dünyada söz sahibi olurlar. Bu toplumlar diğer dünya halklarına da kendi dillerini ve kültürlerini dayatabilirler. Böylece çeşitli sorunlar ve travmalar ortaya çıkar. Eğitim hayatın önünde değildir. Hatta hayatın yanında da değildir. Eğitim hayatın ardında onu takip eder. Hayat ile arasındaki mesafeyi kısa tutabilen eğitimler başarılı eğitimlerdir. Hayat ile arasındaki mesafeyi uzak tutan eğitimler ise yetersiz eğitimlerdir ki bu tarz eğitim alan bir kişi hayatta başarılı olamaz. Sürekli birilerine muhtaç yaşamak zorunda kalır. Böyle toplumlar gelişemezler de.

SONUÇ:

İnsan dünyada düşünmesi, düşüncesini dili ile başkalarına aktarabilmesi ve bu düşünceleri eli ile hayata geçirebilmesiyle ayrı bir yere sahiptir. Bu özellikleri ile doğayı kendi isteğine göre düzenlemiş ve hayatını kolaylaştırmıştır. Bu yetenekleri ile doğada olmayan aletler üretmiş ve bu aletler ile doğayı şekillendirmiştir. İnsan nüfusunun artması ile dünyada insanın elinin değmediği alan hemen hemen kalmamıştır. İnsan bu özelliği ile uzayada çıkmış ve yaşaması mümkün olmayan uzayda aklı ile koloniler kurmaya çalışmaktadır. Uzay çalışmaları ile dünyadaki hayatını da oldukça kolaylaştırmıştır. Uygarlık dediğimiz bu alet yapımı ile dünyaya hakim olmaya çalışmıştır. Bugün doğa ile insanın arasında büyük bir mücadele vardır. Doğa zaman zaman insana verdiklerini geri almaktadır. Yine insan eğitilebilen bir varlıktır. Bu ise okullarda eğitim ile sağlanmaktadır.

Ne kadar doğaya hakim olursak olalım hala bağlı bulunduğumuz temel yasalara bağlıyız. Bunlardan kurtulmamız mümkün değildir. Her geçen gün bilgi üretimi devam ettiğinden dolayı insanın bilgisi artmaktadır. Yine insanın iki yönü vardır. Birisi iyilik yönü diğeri ise kötülük yönüdür. İnsanın amacı iyilik yönünü arttırmak, kötülük yönünü ise azaltmaktır. Uygarlık maalesef insanın kötülük yönünü azaltamamaktadır. İnsan ancak bir tehlike karşısında kaldığında dürüst davranabilmektedir. Tehlike geçince yine eski durumuna dönmektedir. İnsanın bedeni gibi ruhu da bilinci de zaman içinde yaşlanmaktadır. İleri yaşlarda beyinde birde unutma başlamaktadır ki böylece insan hayatı boyunca elde ettiği bilgileri de silerek dünyadan gitmektedir. Bu bilgi silmeye bunama adı verilmektedir. Bunayan yaşlı insanın bilinci yoktur, sadece bedeni vardır.

Kaynakça:

Mengüşoğlu T.-1988-İnsan Felsefesi, Remzi Kitabevi, İst.

Cassier E.-1984-Devlet Efsanesi, Remzi Kitabevi, ist.

Kazgan G.-1974-İktisadi Düşünce, Bilgi Yayınevi, Ankara

Yıldırım C.-1983-Bilim Tarihi, Remzi Kitabevi, İst.

Diğer Yazılar

EĞER ERDOĞAN ÖYLE VEYA BÖYLE KAZANIRSA

Salih Zeki Tombak / 24.05.2023 29 Mayıs’tan itibaren zam ve vergi yağmaya başlayacak. Ekonomik kriz, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir