AHİ TEŞKİLATI VE TAHTACI TÜRKMENLERİ

AHİ TEŞKİLATI VE TAHTACI TÜRKMENLERİ

Sinan Kahyaoğlu

İnsanlar toplu yaşamaya başladıklarından beri iş bölümü yapmışlardır. Çünkü toplumun amacı insanları rahat ve güvenli yaşatmaktır. Bu ise yapılan işlerle sağlanır. Çiftçiler yiyecek üretirken, esnaflar insanların günlük ihtiyaçlarını üretirler. Örneğin yapı ustaları konutlar, dokumacılar kumaşlar, terziler elbiseler, kunduracılar kundura çobanlar hayvan, kasaplar et, askerler güvenlik vd. üretirler. Bir toplum ne kadar üretirse o kadar rahat ve güvenli yaşar. Mal üretme uğraşısına meslek adı verilir. Meslekler kendi aralarında dayanışma içindedirler. Ahilik mesleklerin kendi aralarında oluşturdukları meslek örgütleridir. Ahi kardeş demektir. Ahi teşkilatları kendi aralarında örgütlenerek tüm ülkede aynı mesleğin icra edilmesi ve insanların üretilen mala kolayca ulaşmasını sağlamışlardır. Ahi teşkilatının prensipleri vardır. Ahi teşkilatı bazı araştırmacılara göre 13.yy’da Hacı Bektaş Veli’nin tavsiyesi ile Ahi Evren tarafından kurulmuştur. Ahi Evren debbağların piridir. Teşkilatın anacı Kamil-i Adem esnaf yetiştirmektir1. Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey’in kayınbabası Şeyh Edebali bir ahi şeyhidir. Ahi teşkilatının eğitim faaliyetlerine ise fütüvvet denir. Bu yiğitlik demektir. Teşkilat çırak, kalfa ve usta üçlemesi üzerinde durur. Mesleğe giren çırak ustanın yanında yetişir. Biraz işi öğrenince kalfa olur. Daha da yetişince ustası tarafından törenle kuşak bağlanarak usta olur. Kendine ayrı bir dükkan açar. Teşkilat bazı ustaları o mesleğin olmadığı yerlere de gönderebilir. Böylece üretilen mal ülkenin her yerine ulaşır. Ahiler gönül insanlarıdırlar. Haftanın bir günü akşam kadınlı erkekli toplanarak cem olurlar.

İbni Batuta yaptığı gezilerde Anadolu’da ahi loncalarına rast geldiğini ve oralarda konuk olduğunu yazar. Karesi ilinde de ahilere rastladığını belirtir2. Ahiliğe esnaf Aleviliği diyebiliriz. Ahiler genellikle kentlerde otururlar.15.y.y. başlarında Ankara’da bir cumhuriyet kurmuşlardır. Selçuklu ve Osmanlı imparatorluğu dönemlerinde pek çok faydaları olmuş ve devletin büyümesine katkılar yapmışlardır. Bazı araştırıcılara göre ahiliğin kökenleri çok eskilere gider. Çünkü yiğitlik, düzenlilik, ölçülülük ve adalet antikçağlarda dahi insanların göz önüne aldıkları değerlerdir. Bundan dolayı ahiliğin izlerini filozof Platon’a kadar götürenler vardır3.

Aşağı yukarı tüm meslek gruplarının bir teşkilatı vardır. Fakat bazı meslekler kentte değil kırda icra edilmektedir. Örneğin çobanlar ve tahtacılık böyle mesleklerdir. Tahtacılar dağlarda kestikleri ağaçları bıçkılarla tahta haline getirip bu tahtaları katırlarla kentlere indirip satanlardır. Tahtaların yanında odunda satarlar. Çoğu zaman kentten sipariş iş alarak dağda tahtaları hazırlayıp kente getirip teslim ederler ve aldıkları para ile kentten ihtiyacı olan malları alıp tekrar dağa dönerler. Fakirin kafasını kurcalayan soru; insanın en temel ihtiyacı olan tahtayı üreten bu toplum nasıl oluyor da kendi arasında teşkilatlanamıyor. Bazı kayıtlarda dağdaki Tahtacı Türkmenlerine, kente tereste tüccarlığı yapanlar tarafından sipariş verilip mal ürettirdikleri kayıtlıdır. Kentlerdeki bu tüccarların bazıları Ermeni olduklarından kayıtlara tahta tüccarlığı yapıyor diye Tahtacıyan şeklinde yazılmıştır. Bu isim aileye de verilmiş ve Tahtacıyan isimli ermeni aileleri ortaya çıkmıştır.

Osmanlı kayıtlarına dağda tahta üretip kente satan Türkmen grupları da tahta ürettiklerinden dolayı Cemaat-ı Tahtacıyan şeklinde geçmiştir. Bu durum biraz kafa karışıklığına neden olmaktadır.

Tahtacı Türkmenleri kendilerine meslek piri olarak Antakya’da meftun olan Habibi Neccar’ı kabul ederler. Neccar marangoz demektir. Yani ağacı işleyen kişi. Peki Habibi Neccar’ın bağlı bulunduğu bir teşkilat var mı idi? Bilemiyoruz. Bunun yanında başka bir bağlantı var ki insan şaşırmadan edemiyor. Çünkü ahi teşkilatının bir kolu ile Tahtacı Türkmenlerinin direk ilişkisi bulunmaktadır. Bu ilişki İzmir Bayındır’da bulunan Eskici Dede ile Edremit’in Yassıçalı Köyündeki Tahtacı Türkmeni bir ailenin bağlantısıdır. Ahi teşkilatının en önemli mesleklerinden birisi kunduracılıktır. Papucun dama atılması atasözü bu meslekten gelir. Ahi şeyhleri yaptıkları denetimlerde çürük papuç üreten ustaların ürettiklerini bu çürük diye dükkanın damına atarlar ve dükkanı kapatırlarmış. Papucun dama atılması işin bitmesi anlamında atasözü olarak yerleşmiş. Eskici Dede ile ilgili pek çok rivayet vardır. Bazı yerlerde adı Hasan’dır. Bir kardeşi vardır ve kardeşi dağda çobanlık yapmaktadır. Eskici kentte ayakkabı tamirciliği ile geçinirken kardeşi dağda hayvan yetiştirmekte ve ikisi de evliyalık yapmaktadırlar. Bir gün çoban kardeşini ziyarete gelir. Gelirken mendiline bir miktar kar doldurur ve getirir. Kardeşini ziyaret eder. Dükkanda otururlar ve sohbete başlarlar. Çoban getirdiği kar dolu mendili tavana asar. Mendildeki kar erimez. Eskici Dede kardeşinin mendil dolu kar getirdiğini görünce o da dükkanda yanmakta olan mangaldan bir miktar köz parçası alır ve bir mendile koyarak o da tavana asar. Mendil yanmaz. Sohbet başlar, derinleşir. Bir ara dükkana bir kadın gelir ve ayakkabısının sorununu gösterir. Eskici Dede kadının ayakkabısına bakarken kadının ayağını gören Çobanın kalbi bozulur ve kar damlamaya başlar. Bunun üzerine Eskici Dede” Kardeşim dağda evliyalık kolay asıl evliyalık kenttedir” der. Balıkesir’de bir Hasan Baba yatırı vardır. Bu yatırın yanında bir de Hasan Baba çarşısı yapılmıştır. Bugün Balıkesir’in en ünlü çarşısıdır. Burada bir de Sarıkız yatırı vardır. Bursa’da da bir Eskici Dede yatırı vardır. Bir de İzmir Bayındır’da Eskici Dede yatırı vardır. Yatır Mithatpaşa mahallesindedir. Bugün düzenlenmiş bir türbesi bulunmaktadır. Türbenin 15.y.y.da yapıldığı sanılmaktadır.1996 yılında restore edilmiştir. Türbede iki mezar vardır. Mezar taşında 1517 Ali Bin Emre yazar. Efsaneye göre Ali Bin Emre Bayındır’da eskicilik yapmaktadır. Fakat bu eren hiç camiye gitmemektedir. Onun camiye gelmemesini kentin ileri gelenleri anlamamaktadır. Oysa kendisi son derece dürüst ve çalışkan bir esnaftır. Kentin komutanı bir Cuma günü yanındaki bir askeri Eskici Dede’ye niye camiye gelmiyorsun diye yollar. Asker Eskici Dede’ye gelip komutanın emrini bildirrir. Eskici Dede bunun üzerine askere elini tutmasını söyler. Asker Eskici Dede’nin elini tutar. Askerden gözlerini yummasını ister. Asker gözlerini yumar ve gözünü aç deyince açar. Gördüğü karşısında şaşırır. Çünkü Eskici Dede ve asker Kabe’dedirler. Orada ibadetlerini yaparlar ve delil olarak oradan bir hurma dalı koparırlar. Eskici Dede askere tekrar gözünü yummasını ister ve gözler yumulur. Eskici Dede’nin gözünü aç emri ile asker gözünü açar ve kendini Bayındır’da bulur. Eskici Dede askere durumu başkasına anlatırsan ikimizde ölürüz der. Asker komutanın yanına gider. Komutan niye gelmediğini sorar. Asker dayanamaz ve yaşadıklarını anlatır. Delil olarak ta Mekke’den getirdikleri hurma dalını gösterir. Bunun üzerine Eskici Dede ve asker Hakka yürürler. İkisinin mezarını yan yana koyarlar. Türbede yatanlar Eskici Dede ile askerin mezarlarıdır.

Bu rivayetler bize Eskici Dede’nin alevi biri olduğunu gösterir. Ahilerde haftada bir gün cem yaparlar ve camiye gitmezler. Tasavvuf ehlidirler. Asker tasavvufun sırlarına ermiştir. Komutan ve kentin ileri gelenleri zahiri ibadetler ile uğraşmaktadır. Batını bilmemektedirler. Çakırcalı Mehmet Efe hakkında en kapsamlı bilgiler veren Halil Dural da şunları anlatmaktadır4.

Ödemiş’te Kiryako adında bir kunduracı vardı. Kiryako yürürken ayağı sıkmasın diye yeni bir biçim kundura dikmişti. Bu kunduraya Tulumbacı kundası denmeye başlanmıştı. Kiryako arkadaşı ile ava gitmişti. Avda Çakırcalı’ya denk geldi. Çakırcalı Kiryako’nun ayağındaki kundurayı görünce çıkarmasını istedi ve giydi. Ayağına iyi gelmişti. Kundurayı yapanı sordu. Kiryako kendisinin yaptığını söyleyince tüm kızanlarına ısmarladı. Parasınıda verdi. O zamana kadar zeybeklerin ayağında “Bayındır pabucu” denilen bir ayakkabı vardı. Bu ayakkabı ökçesiz, burnu kesik, adi meşinden yapılırdı. Zeybekler sıkıştığında gerekirse ayakkabılarını bırakıp yalınayak kaçarlardı. Kiryako’nun yaptığı tulumbacı pabucu bu tarihten (1902) itibaren tüm zeybeklerin giydiği ayakkabı olmuştu. Ortaçağ malı olan Bayındır pabucu da o tarihten itibaren tarihe karışmıştır.

Şimdi sorabiliriz. Bayındır pabucu ile Bayındır’daki Eskici Dede’nin bir ilgisi var mıdır? Halil Dural Bayındır pabucu için ortaçağdan kalma diyor. Yani Yüzyıllar öncesinden kalma. Bu bize Bayındır pabucunun Eskici Dede tarafından bulunduğu gibi bir izlenim uyandırmaktadır. Çünkü Cumhuriyet dönemine kadar insanlar ayaklarına pabuç değil çarık giymekte idiler. Çarık ise derinin ayağa göre ayarlanıp sicimlerle ayak bileğine bağlanması ile oluşmaktadır.16.y.y.da çarık yerine pabuçun Eskici Dede tarafından bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu da bizlere ahi teşkilatının aynı zamanda yeni buluşlar gerçekleştirdiğini göstermektedir.

Şimdi Eskici dede ile Tahtacı Türkmenlerin ilişkisine gelince şunları söyleyebiliriz. Edremit’in Kazdağı eteğindeki Tahtacı Türkmen köylerinde Biberler sülalesi diye bir sülale yaşar. Bu sülaleden olup Güre’nin Yassıçalı mahallesinde Mehmet Armutçu’lar yaşamaktadır. Mehmet Armutçu biberler sülalesindendir. Mehmet Armutçuların evinde Bayındır’daki Eskici Dede’nin önlüğü, deri delmek için Bizi, külahı ve başka bir iki eşyası daha bulunmaktadır. Aile bu eşyaları çok titizlikle korumaktadır. Aileye bu eşyaların nasıl geçtiği hakkında bir bilgi yoktur. Aile zaman zaman Bayındır’a gidip Eskici Dede’nin türbesini ziyaret edip kurbanlar kesmektedir. Eskici Dede’nin eşyalarını da kurban kesmeden açmamaktadırlar. Ayrıca aile Biberler sülalesinden her nesilde bir eskicinin çıktığını söylemektedirler. Şu an Mehmet Armutçu Edremit’te eskicilik yani kundura tamirciliği ve yeni kundura yapmaktadır. Mehmetalan köyünde ise aynı sülaleden 1970’li yıllarda hakka yürüyen Mehmet Ali Altıntaş’ta Zeytinli çarşısında zaman zaman eskicilik yapmakta imiş. Mehmet Ali Altıntaş fakirin dedesi olur.1970’li yıllarda fakir de köyde kendi evinin kunduralarını tamir ederdi.

Kaynakça

Dural H.(1999), Bize Derler Çakırca, Tarih Vakfı Yurt Yay. İst.

Ekinci Y.(2012), Ahilik, Ofset Yay. Ank.

Göksu S.(2011), Ahilik Tarihöncesinden Başlar, Uranüs/Araştırma, İst.

Parmaksızoğlu İ.(1971), İbni Batuta Seyahatnamesinden Seçmeler, M.E.B., İst.

1 Ekinci Y.(2012), Ahilik,Sistemofset Yay.Ank.s:44

2 Parmaksızoğlu İ.(1971), İbni Batuta Seyahatnamesinden Seçmeler, MEB Yay. İst.s:41

3 Göksu S.(2011), Ahilik Tarihöncesinden Başlar, Uranus/Araştırma ,İst. s:248

4 Dural H.-1999-Bize Derler Çakırca,Tarih Vakfı Yurt Yay.,ist.s:166

Diğer Yazılar

FELSEFENİN COĞRAFYASI

Sinan Kahyaoğlu Felsefe gerçeği düşünce ile araştırmaktır. Grekçe bilgi seven anlamına gelir. İlk defa İtalya’da …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir