Yönetmen: Özer Kızıltan
Oyuncular: Erkan Can, Meray Ülgen, Güven Kıraç, Öznur Kula, Erman Saban, Settar Tanrıöğen, Engin Günaydın.
İçimizde şeytan yok.. İçimizde aciz var.. Tembellik var.. İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: Hakikatleri öğrenmekten kaçınmak itiyadi (alışkanlığı) var.
Sabahattin Ali
Yönetmen Özer Kızıltan’ın filmi Takva, siyasal islâmın iktidara yürüdüğü yıllarda altyapısını ördüğü ilişkiler ağına yakından bakan bir yapıt. Kızıltan, Takva’da yarattığı Muharrem tiplemesi üzerinden Türkiye siyasetine ve ekonomisine damgasını vuran tarikat olgusunu tartışmaya açıyor.
Muharrem (Erkan Can) kendisini sürekli korku ve baskı altında hisseden mütedeyyindir. Çuval ticareti ile uğraşan Ali Bey’in yardımcısıdır. Bir sabah iş yerinde uyuklarken patronuna yakalanması üzerine hanın çaycısına söylediği “sorma içim geçmiş dükkanda Ali Bey yakaladı, ben bu dükkana baba yadigarıyım, ben küçükken daha el kadar çocukken Ali Bey’in babasına teslim etmiş beni” sözleriyle Ali ve babası arasında kurduğu paternalist ilişki ağını ve dükkanda uyumamak gerektiğini aktarır. Muharrem’in sözlerinde işaret edilen bu paternalist ilişki ağı, aynı zamanda siyasal İslamcı zihniyetin sömürü ilişkilerini görmezden gelinmesine neden olan mihnet duygusunu filme yansıtan diyalogdur.
Tarikat toplantılarına ve zikir ayinlerine katılan Muharrem’in içe dönük dünyası, tarikat şeyhinin ilgisini çeker. Dinsel bir tarikata mensup olmanın ilk şartlarından biri olan “helal süt emmiş” olma ve “azla yetinme” düsturu, Muharrem ile daha fazla ilgilenilmesine neden olur. Şeyhin yardımcısı Rauf (Güven Kıraç) şeyhin mesajını Muharrem’e iletir. Şeyhin talebi dergâha muhtelif hayırseverler tarafından bağışlanan malların kira gelirlerini toplayarak tarikata getirilmesidir.
Bu teklifle dramatik çatışmayı başlatan yönetmen Kızıltan, böylece izleyiciyi suçluluk duygusuyla bütün hislerini bastırmak zorunda kalan Muharrem’in tarikat içine yaptığı yolculuğuna davet eder. Şeyh, bir namaz sonrası Muharrem’in patronu Ali’den öğlen namazlarından sonra ona tarikat işleri için izin vermesini ister. Ali bu teklifi kabul eder. Muharrem’in içinde bulunduğu tereddütlü ruh hali ve aldığı teklif karşısında yaşadığı şaşkınlık, bocalamasına neden olur. Bu bocalama, filme tempo kazandıran bir başka çatışmanın ta kendisidir aslında: Cin şişeden çıkmış yıllarca içine kapanık bir biçimde bir mütedeyyin hayatı sürdüren Muharrem’in dönüşümü başlamıştır.
Rauf’un tarikat dergâhına taşınması teklifini kabul eden Muharrem, trajik kahramanın yolculuğuna çıkar. Muharrem, yavaş yavaş Rauf ve tarikat çevresi tarafından biçimlendirilirken aynı zamanda tarikatın işlerine ücretsiz koşturan ve sömürülen birine dönüşür. Muharrem’in bastırdığı cinselliğinin yansımalarını rüyalarında gösteren Kızıltan, bunu Muharrem’in kira toplamaya gittiği bir mayo bikini mağazasında yaşadığı gerilimle yansıtır. Muharrem, rant ve kira gelirlerini toplayan, dergaha taşıyan bunun dışında ve ötesinde arzuladığı hayatı rüyalarında yaşamak zorunda bırakılan biridir.
Tarikat şeyhinin Muharrem’den yaptırdığı tamirat ve onarımları yine tarikat müritlerinin üstlenmesini istediği ve dışarıdan başka kişilere yaptırmaması yönündeki emri, tarikatların ekonomi-politiğini yani aslında dışa kapalı ekonomik ilişkiler ağının filmdeki yansıması olarak okunabilir.
Muharrem içine girdiği tarikat ağında yeni hediyelerle (cep telefonu, tespih, güzel kıyafetler, pahalı bir saat) ile ödüllendirilir. Kendisine tahsis edilen özel bir otomobil ve şoförle Muharrem artık sıradan bir tarikat müridi olmaktan çıkarılarak sınıf atlatılır. Muharrem, aldığı bu hediyeler ve gördüğü ilgiyle varoluş bunalımı giderek derinleşir. Trajik kahraman çıktığı yolculukta bir lokma bir hırka düsturuyla girdiği tarikatın kapitalist ilişkiler ağının ta kendisi olduğunun yeni yeni farkına varmaktadır. Yönetmen Kızıltan, burada kapitalizmden bağımsız bir din ve dinsellik düşünülemeyeceğini, dinsel bir cemaatten çok bir ticaret örgütüne benzeyen tarikatın da eninde sonunda bu hâkim üretim biçiminin bir parçası olduğunu anlatır gibidir. Muharrem’in yaşadığı çelişkili durum, değerlerinin sarsılması filmde Muharrem-Rauf diyaloğuyla karşılanır. Muharrem kira almak için gittiği öğlen saatlerinde çilingir sofrasında içki içildiğini görmesi üzerine “ne yapacağız” biçiminde şikayet ettiği Rauf’tan aldığı “hiçbir şey allah onları ıslah etsin” sözleriyle bir kez daha sarsılır. Kaçak bir dükkanı işletmekte hiçbir sakınca görmeyen tarikat müridinin bu sözleri, giderek dünyevileşen kapitalist piyasanın ta kendisi haline gelen tarikatçıların zihin dünyasının özetidir. Her tarikatta olduğu gibi manevi taraf aslında maddi sömürünün perdesi işlevini görmektedir.
Kira ve rant gelirlerinin tarikata aktarılması, yoksullaşmanın artmasıyla birlikte yeni sorunların oluşmasına neden olur. Filmde bu durum, bir yoksul evinden kira almaya giden ancak evde yatalak durumda olan kocası yüzünden temizliğe de gidemeyen bir yoksul ailenin dramıyla belirginleşir. Muharrem’in yoksullaşma sonucu kiraları tahsil etmekte zorlanacaklarını söylemesi üzerine şeyh tarafından kiraları tahsil edememesi durumunda tarikattan gönderilecek öğrencinin vebalini üstlenmesi konusunda uyarır. Bu sahneyle Kızıltan dini-manevi değerlerin bir baskı aracı olarak kullanılmasıyla bireyin iyi niyetli çabalarının nasıl yok edileceğini aktarır. Muharrem’in çözüm yolu olarak önerdiği fitre ve zekat paralarının yoksullara dağıtılması önerisi üzerine ona yeniden haddi bildirilir. Dinsel ritüelde olması gereken şey, yani yoksullar için toplanan yardımlar aslında tarikatların kasasına akmaktadır.
Muharrem’in kişisel dramını ve varoluş bunalımını besleyen, onu kafa karışıklığına iten; mütedeyyin insanın kendisine özgü basit dünyasıyla bunun tam aksine yüzleşmek zorunda kaldığı kapitalist ilişkiler ağının ve buna içkin tarikat yapılanmasının arasındaki değerler çatışmasıdır. Muharrem’de başlayan yabancılaşmayı rüyalarına sızan fantazmagorya (aldatıcı görüntü) ile (kesilen kurban, denizden toplanan paralar ve tarikat şeyhinin kızıyla yaşadığı cinsel ilişki fantezisi) ile gösteren Kızıltan, bireyin arzularıyla onu bastırma çabası arasındaki huzursuzluğu ve gerilimin psikolojik kodlarını aktarır.
Muharrem’in yaşadığı bu yabancılaşmanın etkisiyle kişiliği dönüşür. Bu nevrotik dönüşüm, sıradan bir mütedeyyinin artık sattığı çuvaldan müşterisini kazıklayan, bir zamanlar dostça sohbet ettiği çaycıyı azarlayan bir küçük burjuvaya evrilmesiyle tamamlanır. Edebiyat tarihinde de sıkça rastladığımız bu olgu, kapitalist ilişkiler ağının ve serbest ticaretin insanı nasıl insan olmaktan çıkardığının kanıtıdır. Serbest bir pazar her şeyi hızla bozmakta, katı olan her şey hızla buharlaşmaktadır…
Muharrem’in trajedisi ve deyim yerindeyse zıvanadan çıkması bundan bağımsız değildir. Muharrem her küçük burjuva gibi ahlakın kökenini dinde arayan biridir. Bu çıkışsız arayış onu kendiyle kavgalı hale getirir. Onun bu yanılgısı, Kosova’daki iç savaşta soydaşları için para toplayan Muhittin’in “yüzümüzü kanla yıkadık, allah orada yoktu” sözlerine kendini tutamayıp yardımcısı Muhittin’e attığı tokatlarla zirveye ulaşır.
Muharrem’in dar kafalılığı, hak etmediği halde milyonlarca liralık rantı yönetme arzusunun yarattığı çürümeyle birleşir ve onun dudaklarından dökülen “yaradanın korkusu onun korkusu beni düzene sokar sandım. Ben sadece iyi bir insan olmaya çalıştım Muhittin” sözlerinde ortaya çıkar. Modern bir toplum olmak yerine itaat-biat kültürünün hakim olduğu 2000’li yıllar Türkiye’sinden ibretlik bir insan manzarasını gözler önüne seren yönetmen Kızıltan, böylece gücün yozlaştırıcı etkisinin birey düzeyindeki tahribatını aktarır.
Filmin ana aksını oluşturan birey-toplum ilişkilerinin arka planında Türkiye’yi tarikatların güç ve iktidar kavgalarının ortasına iten şeyin ne olduğu böylece açığa çıkar: Muharrem uzun monoloğunun sonunda iradesini başkalarına devreden her bireyin yaşadığı açmazın, içinde debelendiği ahlak ve varoluş bunalımını şu sözlerle itiraf eder: “O zaman her yerde o’nun dediklerini yaparsan onun istemediklerini yapmazsan, hem bu dünyada iyi bir insan olursun, hem de öbür dünyada rahat edersin.. Ama olmadı… Olmuyor.. Şeytan her zaman var.. Belki de şeytan dediğimiz bizzat kendimiziz.”
Muharrem’in yaşadığı bu kısacık aydınlanma ve farkındalık, onun delirmesine bir “meczup” olmasına engel olmaz. Onun çileden çıkaran sahnede tarikat liderinin kızı, Kapalıçarşı’dan dolar alıp tarikat dergahına geri döner. Buna şahit olan Muharrem aklını oynatır.
Kızıltan, Takva ile temelleri 12 Eylül askeri darbesiyle atılan tarikat-ticaret ve bunların üst yapı örgütü olan sağ siyasetin kültürel kodlarına yakından bir bakış sunuyor. Bu yapılanmaların tamamının yolsuzluğa, kayırmacılığa yağma ve sömürüye yardım etmeleri nedeniyle çürümenin ta kendisi haline geldiği sanırım artık herkesin malumu.
Özer Kızıltan, başarılı oyuncu tercihi, nitelikli senaryosu ve oyuncuların ruh hallerini yansıtan yakın plan (close-up) çekim teknikleriyle ilk uzun metrajında oldukça başarılı bir iş çıkardığını söyleyebilirim. 1980’lerin kültürel çölünde bir vaha olarak nitelendirebileceğimiz Çağdaş Sanat Atölyesi’nin öğrencisi olan Kızıltan’ın Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde de ödüle layık görülen bu filmini izlemenizi tavsiye ederim.
Ümit ÖZDEMİR