Hotel Ruanda
Yapım Yılı: 2004
Yönetmen: Terry George
Oyuncular: Don Cheadle, Hakeem Kae-Kazim, Nick Nolte, Sophie Okonedo, Fana Mokoena
Hotel Ruanda 1993 yılını anlatan bir radyo anonsuyla açılır. Dış seste, Bosna İç Savaşı sırasında dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’un yorumunu duyarız. Radyo frekansı değiştiğinde bu kez başka bir ses “Halkımız bana, sevgili dinleyiciler neden Tutsi’lerden nefret ettiğimi soruyor” sözleriyle Hutu liderinin sesini duyarız. Hutu liderinin nefret dili, Yugoslav iç savaşının bir benzerinin Ruanda’ya yaklaştığının habercisi gibidir.
Hutu lideri kışkırtıcı diliyle Tutsi’lerin Belçika ile işbirliği yaparak Hutulara ait olan toprakları çaldığını söyler. Hutu Gücü radyosundan yapılan anons, alarmist “Tetikte olun komşularınıza dikkat edin” çağrısıyla sona erer.
Filmin baş karakteri Paul Rusesabagina, Hotel De Milles Collins’in müdür yardımcısıdır. Batılı değerlerle yetiştirilmiş, mesleğini severek biri olarak çizilen Rusesabagina, Batılı yaşam tarzının detaylarına hâkimdir.
Bir sonraki sahnede Hutuların düzenleyeceği mitinge katılamayacağını bildiren Paul, ülkesindeki siyasal kutuplaşmadan uzak durmaya çabalayan, siyah orta sınıftan biridir. Hutulu tüccar George Rutaganda ile Paul Rusesabagina arasında geçen diyalogda satılabilecek her şeyi satan bir tüccarın politikaya nasıl baktığını izleriz. Siyasetin güç ve para için yapıldığını öne süren George Rutaganda, Hutu siyasal hareketine destek olmasını istediği Rusesabagina’dan olumsuz yanıt alır.
Rusesabagina ile George’un depoya yürüdükleri anda bir forklift’ten dökülen kutudan fırlayan palalar, bir tertibin başladığını duyurur gibidir. Satılabilecek her şeyi satan bir tüccar olarak George Rutaganda’nın siyasetle ilgisinin karanlık işleri de içine alan bir kapsamı vardır. Bir Hutu mitinginin ortasına düşen otel minibüsünde ilk politik gerilimi gösteren yönetmen Terry George, bu sahnede kendisine sataşan Hutilerle Tutsi kimliğini gizlemek zorunda kalan otel çalışanı Dube arasında yaşanan sürtüşmede, yükselmekte olan politik tansiyonun ipuçlarını gösterir. Komşusunun tacizine maruz kalan Dube, bu durumdan rahatsızlığını gizlemez. Kara propagandanın etkisi komşuluğu bile zehirlemiştir.
Filmin ana mekânı Hotel De Milles Collins’in neredeyse bütün müşterileri beyazlardan oluşurken, çalışanlarının tamamı siyahlardır. Bu haliye otel adeta Afrika’daki batı tipi sömürgeciliğin mikro ölçekteki modellemesi gibidir. BM’nin arabuluculuğunda başlatılan Hutu-Tutsi barış görüşmeleri tıkanmıştır. Politik atmosferin bu sıcak hali, apolitik orta sınıf siyahların çok da umursamadığı bir tutumla karşılanır. Küçük burjuvazinin politik atmosferi önemsemeyen iyimserliği ve kendi konforu dışında hiçbir şeyi ciddiye almaması, filmin dramatik örgüsünün ana yönlerinden birini oluşturur. Nitekim bu durum Hutuların Victor’un evini basıp, o’nu döverek gözaltına aldığı sahnede iyice belirginleşir. Paul Rusesabagina ve eşi Tatiana arasında geçen diyalogda, Tatiana eşi Paul’den isyancı yakını olduğu gerekçesiyle tutuklanan Victor için Hutu ordusu içindeki tanıdığı General Bizimungu’dan serbest bırakılması için yardım etmesini ister. Paul Rusesabagina, bu yardım isteğine kendinden beklenen cevabı verir. “Faydası olmaz” çalıştığı otelin itibarı ve konforu adına tanımış olduğu “saygın” kişilerden Ruanda’da nüfuz ticareti yapanlardan yardım isteyemeyeceğini söyler. Kendi çıkarı ve konforundan başka hiçbir şeyi önemsemeyen Paul Rusesabagina’nın bu tutumu, onun apolitizminin kökeni hakkında bir fikir verir.
Ruanda’daki olayları takip etmek üzere Hotel de Milles Collins’e gelen iki gazeteci ile bir otel çalışanı arasında geçen diyalogda Ruanda’da siyahlar arasındaki ayrımcılığın ve kabilecikle karışık ırkçılığın, kökeninde Belçika sömürgeciliği olduğunu öğreniriz. Belçikalılar, tamamı siyah olan insanları, burun ölçülerine göre Hutu ya da Tutsi olduğuna karar vererek ve bu saçma fikri Ruandalılara kabul ettirerek ayrımcılığın temelini atmıştır. Sömürgecilerin Ruanda’ya ektiği bu nefret tohumlarının zehirli sarmaşıkları bütün ülkeyi sararken, güç ve para elde etmek için siyaset yapan her renkten burjuvaya sömürü sahası açıyordu. Öte yandan sömürgecilerin uydurdukları bu etnik ayrım, işe alımlarda etnik kökene bakılması sonucu ekonomik bir boyut da kazanıyordu. Bu ekonomik ve siyasi ayrımcılık elbette Belçika’nın Ruanda’yı daha kolay yönetmesine neden oldu.
Ruanda’da Hutular ve Tutsiler arasında imzalanan kırılgan barış anlaşması şerefine BM yetkilileri ve Ruanda’nın ileri gelenlerinin katıldığı kokteyl, gerilimin kısa süre sonra yatışacağı yolundaki iyimser beklentileri besler. Gerçekte ise Hutular hızla silahlanmaktadır. Otele Paul Rusesabagina’yı görmeye gelen bir yakını, Hutuların saldırı hazırlıkları sırasında kullanacakları “yüksek ağaçları kesin” sloganını bile duymuştur. Kırılgan barış, birazdan yerini bir iç savaşa doğru bırakmaya eğilimlidir.
Paul Rusesabagina her zamanki iyimser tutumuyla yakını tarafından eşi Tatiana ve çocuklarının Ruanda dışına çıkarılma teklifini reddeder. Paul Rusesabagina’nın gerçeği inkâr eden bu tavrı ve apolitizmi, kurulu düzenden beslenen ama bir yandan da herkesle iyi geçinmeye çalışan orta sınıf burjuvaların profilidir.
Paul Rusesabagina’nın kaçındığı şiddet, gece Ruanda sokaklarını sarmıştır. Evlerden yükselen alev sahnesi ve elektrik kesintisi politik tansiyonun giderek yükseldiğini haber verir. Minibüsle evine ulaşan Paul Rusesabagina, Ruanda Devlet Başkanı Juvénal Habyarimana uçağının düşürülerek öldürüldüğü haberini alır. Barış anlaşmasının imzalandığı günün gecesinde yaşanan bu olay, filmin dramatik örgüsüne yeni bir halka ekler. Ruanda başkanının uçağının düşürülmesi, pamuk ipliğine bağlı barış anlaşmasının çöküşünü haber verir. Paul Rusesabagina eve döndüğünde oğlu Roger’in Hutuların düzenlediği saldırıdan kıl payı yaralanmadan kurtulduğunu öğrenir. Ruanda’yı saran terör ve şiddet artık çocukları bile etkilemektedir.
Radyodan aldıkları haberle Tutsi başkanının uçağına düzenlenen bir sabotajla öldürüldüğünü öğrenen Rusesabagina ailesi, endişeyi ve gerilimi hissetmeye başlar. Barış anlaşması çöpe giderken, “yüksek ağaçları kesin” kodlu katliam çağrıları yapılmaktadır. Paul Rusesabagina ve ailesine ulaşan Hutu askerleri onlara otelde kalmak istediklerini söylerler. Paul Rusesabagina ailesiyle birlikte yola çıktığı sırada sokaklarda gördükleri dehşet manzaraları iç savaşın başladığını bildirir. Yapılan kışkırtmalar sonuç vermiştir.
Paul Rusesabagina, katliam bölgesinden kaçırdığı komşularının Tutsi olduğunu öğrenen Hutu komutanı Bizimungu tarafından tehdit edilir. Hutu komutanının Paul Rusesabagina’nın komşularını kendisine teslim etmesine zorlamasına cevabı para teklifi olur. Ancak parayı otelde verebileceğini söyleyen Paul Rusesabagina, böylece büyük bir grubu katliamdan kurtarmayı başarır. Otelde tıpkı ülkedeki gibi büyük bir kaos hüküm sürmektedir. Paul Rusesabagina otelin yeni müdürü olarak içerdeki karışıklığa engel olmaya çabalar. Sokaktaki kriz büyümekte bu da doğal olarak kaçıp otele sığınan insan sayısını arttırmaktadır. Otel kalabalıklaştıkça kriz de büyür. Filmin ikincil dramatik çatışması diyebileceğimiz bu durum, yapıtın kalan bölümüne damgasını vurur. Paul Rusesabagina, otelin güvenliği ile sokaktan gelen büyük baskı arasında bütün huzurunu ve konforunu yitiren bir zoraki kahramana dönüşmüştür.
Kızılhaç görevlisi bayan Archer, yetimhaneden kurtardığı çocukları otele getirir. Başkalarını da otele getirmeye çabalayan Archer tiplemesi çatışmaların ortasında hayatta kalanların yardımına koşan olumlu bir tiptir.
Oteldeki krizin yeni halkası otel müdürünün kaçmasıyla mecburen yeni müdür olan Paul Rusesabagina’nın yeni müdür olmasıyla ortaya çıkar. Otel çalışanlarının büyük stresin de etkisiyle işlerini tavsatması Paul Rusesabagina’yı zor durumda bırakır.
Gazeteci Daglish (Joaquin Phoenix) ile Paul Rusesabagina diyaloğunda Daglish’in “Ruanda’daki katliam görüntülerini izleyen Batılıların hiçbir şey olmamış gibi yemeklerine devam edeceklerini” söylemesi, Batılıların Ruanda’daki iç savaş ve soykırım sürecine bakışının bir özeti gibidir. Katliamın çığrından çıkmasıyla BM askerleri de hedeftedir. Askerlerinden 10’unu kaybeden Albay Oliver (Nick Nolte) oteli korumak dışında hiçbir yere müdahale etmeme kararı alır. Krizin büyümesiyle her şey hayatta kalma ve kurtulabilmek için sürekli yeni çözümler düşünmeyi gereksinir. Bir konfor ve lüks mekânı olan Hotel de Milles Collins artık bir son şans mekânına dönüşmüştür.
Kızılhaç görevlisi Archer’ın çocuk yuvasında şahit olduğu kıyım, filmin en travmatik sahnelerinden biridir. Irkçı milislerin saldırısı sırasında “Lütfen beni öldürmelerin izin vermeyin bir daha asla Tutsi olmayacağım” biçiminde yalvaran küçük kızın bu son çağrısı, öldürülmesine engel olmaz. Ruanda’daki vahşet, kabileciliğe kadar inen ilkelliğin küçük çocuklara yönelmesiyle yeni bir boyut kazanmıştır: Gelecek nesilleri de yok eden bir soykırım.
Oteldekileri kurtarmaya gelen BM lejyonunun böyle bir görevi olmadığının öğrenilmesi, kısa süren sevincin yerini derin bir hayal kırıklığına bırakmasına neden olur. Batılı ülkeler sadece yağmalarken, iş adamları ve büyükelçilerini gönderdikleri Ruanda’ya müdahale etmeme kararını vermiştir. Böylece soykırıma varan Avrupa ortasındaki Yugoslavya’da olduğu gibi Ruanda’da kaderine terk edilmiştir. Gelen askeri güç sadece otelde kalan beyazları kurtarmakla görevlendirilmiştir. Gözden çıkarılmanın ağır travmasıyla baş başa kalan Paul Rusesabagina ve eşi Tatiana diyaloğunda sömürgecilerin değerleriyle yetiştirilmiş ve asimile olmuş Paul’ün yaşadığı varoluş krizi, onu kendi gerçekliğine yakınlaştırır. O’nu Batılı gibi hissettiren değerler dünyası, krizle birlikte yerle bir olmuştur.
Hutu ordusu askerlerinin oteli işgal etmesiyle yeni bir derinlik kazanan kriz, Paul’ün otelin Belçika’daki merkezinden yardım istemesini zorunlu kılar. Paul oteldeki müşteri listesini isteyen Hutu komutanına eski listeyi basarak kandırmaya çalışsa da bunda başarılı olamaz. Otele sığınmış bütün Tutsileri öldürmeye kararlı komutan Fransız efendilerinin emriyle geri çekilmek zorunda kalır. Filmin bu bölümünde Ruanda soykırımında Hutuların hangi emperyalist güç tarafından kışkırtıldığı ortaya çıkar.
Paul Rusesabagina, Sabena oteller zinciri yöneticisiyle yaptığı telefon konuşmasında tamamen kaderlerine terk edildiklerini öğrenir. Ruanda’nın ve Ruandalıların Batılı ülkelerin nezdinde hiçbir önemi yoktur. Yiyeceğin azalmasıyla oteldeki kriz yeni bir boyut kazanır.
Paul ve Dube bu sorunu gidermek için George Rutaganda’ya gider. Her savaşta olduğu gibi Ruanda iç savaşının da ilk mağduru kadınlardır. Bir kafese kapatılan Tutsili kadınlar için radyodan tecavüzü kışkırtan bir ses duyulur. Yönetmen Terry George, bu sahnede Ruanda iç savaşında esir düşen kadınlara yönelik tecavüz tehdidiyle, bir başka insanlık suçuna işaret eder.
George Rutaganda, Tutsi katliamının Hotel de Milles Collins’i içine alacak şekilde genişleyeceğini Paul Rusesabagina’ya bildirir. Rutaganda otelde kalan zengin Tutsilerin paralarının onları kurtarmaya yetmeyeceğinin tehdidinde bulunur. Bu sahneyle Terry George dramatik çatışmanın merkezindeki Hotel de Milles Collins üzerindeki hesaplaşmanın bitmediğini haber verir.
Rutaganda’nın Paul’e yaptığı oteldeki Tutsileri teslim etmesi karşılığında birkaç kişiyle kurtulma teklifi Paul tarafından reddedilir. Ruanda’daki soykırımın belki de en dehşetengiz sahnesinde Paul ve şoförü Dube gecenin sabaha döndüğü tan vaktinde minibüslerinin sarsılmasıyla şaşırırılar. Minibüsten inerek neler olduğuna bakmak isteyen Paul gördükleri karşısında dehşete kapılır. Bütün yol ve gözün görebileceği her yer katledilen Tutsilerin cesetleriyle kaplıdır ve minibüslerinin sarsılmasına neden olan şey de budur.
Paul Rusesabagina’nın yaşadığı bu ağır travma, günlük yaşamına da yansımaya başlar. Yönetmen Terry George Batılı değerlerle kuşanmış, snoblaştırılmış Afrikalı bireyin sürüklendiği varoluş krizini izletir. Filmin dramatik örgüsünde oldukça tutarlı bir yere oturan bu varoluş krizi, Batılı gibi yetiştirilmiş ancak son tahlilde ilk krizde yazgısına terk edilen bireyi betimler.
Paul ile Tatiana diyaloğunda Paul, Tatiana’ya Hutu milisleri geldiğinde çocuklarıyla otelin tepesinden atlamaları gerektiğini söyler. Yaşanan vahşetten duygu dünyası alt üst olan Paul, içine düştükleri çaresizliğin etkisiyle en olmayacak şeyi eşinden istemek zorunda kalır.
BM’nin arabuluculuk çabalarıyla oteldeki bazı Ruandalılar muhtelif ülkelere transfer edilebileceğini okunan isim listesinden öğreniriz. Kendi adı da isim listesinde çıkan Paul Rusesabagina, Kızılhaç görevlisi Archer’dan savaş bölgesindeki iki küçük yeğenine ulaşmasını ister. Archer şehrin o bölgesinin tamamen yok edildiğini söylese de Paul’ü kıramaz. Paul’ün Ruanda’da azalan zamanı, akıbeti meçhul yeğenlerine ulaşma isteğiyle birleşir ve filmin kalan bölümündeki tempoyu belirler.
Paul eşi Tatiana ve çocuklarını bindirdiği BM kamyonuna binmekten son anda vazgeçer. Oteldeki insanları terk edemeyeceğini söyleyerek vicdanının sesini dinleyen Paul, eşine sonraki uçakla Belçika’ya gideceğini söyler. Film boyunca, tembel çalışmaktan kaçan biri olarak çizilen Gregorie adlı otel çalışanı, Hutulara otelden ayrılan kafilenin aslında kaçtığı yalanını söyler. Hutu radyosundan nefret söylemiyle duyurulan bu yalan, gerilimi zirve noktasına taşır. Havaalanı yolundaki konvoya Hutuların saldıracağını anlayan Paul Rusesabagina, Hutu komutanı Bizimungu’dan yardım talep eder. Ancak iş çığrından çıkmıştır. BM konvoyu Hutu milisleri tarafından önü kesilerek durdurulur. Yaşanan arbede ve çatışma sonucu kafile otele geri dönmek zorunda kalır.
Otelin suyu kesilmiş, kileri boşalmıştır. Havuzda kalan suyla günlük ihtiyaçların karşılanması, yaşanan trajedinin özetidir. Oteli terk ettirmeyen ırkçı nefret, suyu keserek sığınmacıların ve müşterilerin yaşam koşullarını daha da ağırlaştırır.
Tutsi ordusunun karşı saldırısıyla dengeye gelen iç savaş, yeniden başlayan barış görüşmeleriyle sığınmacılar için umut ve iyimserlik atmosferi yaratsa da; sığınmacıların iki gün sürecek müzakere sürecine dayanamayacakları kesindir. Filmin finaline doğru iyice ağırlaşan yaşam koşullarının yarattığı baskı, derinleşen iç savaş sahneleriyle birleşerek tempoyu biraz daha yükseltir.
General Bizimungu ve Paul Rusesabagina arasında geçen diyalog, filmin dramatik çatışmasının sınırını gösterir: Savaş suçlusu olarak yargılanması neredeyse kesinleşen Bizimungu, Paul’ü silah zoruyla esir almaya çalışır. Paul ise onun bu girişimine karşı olası bir savaş suçları mahkemesinde, Bizimungu’nun otele yardım ettiğini söyleyeceğini, bunun da Bizimungu’nun alacağı cezayı hafifletebileceği sözleriyle direnir.
Filmin dramatik düğümünü anlatan bu diyalog, dışardaki iç savaş ve kaotik atmosferle birleşerek gerilimi yükseltir. Bizimungu ile anlaşan Paul otelin tahliyesini başlatır. Güvenli bölgeye giden konvoya yönelik son Hutu saldırı girişimi, Tutsi milislerinin karşı saldırısıyla püskürtülür. Canlarını kurtaran kafile sonunda güvenli bölgeye ulaşır. Paul Rusesabagina yeğenlerine Kızılhaç görevlisi Archer’ın yardımıyla ulaşır.
Hotel Ruanda 1268 Hutu ve Tutsi’nin kurtarılmasını sağlayan Paul Rusesabagina’nın gerçek öyküsüne dayanan bir Terry George filmi. 1991’de Sovyetler Birliği dağılır dağılmaz kurulan tek kutuplu dünya düzeni, Irak, Yugoslavya ve Ruanda’da savaş ve soykırımlara neden oldu. Irkçılığın ve kabilecilik seviyesine kadar gerileyen ilkel siyasal pozisyonun yarattığı tahribatı Ruanda örneği üzerinden tartışan film; ırkçılığın sadece zıt ten rengindeki insan toplulukları arasında değil, aynı ten renginde olan insanlar arasında da yayılabilen bir hastalık olduğuna işaret ediyor. Filmin oyuncu kadrosu ve Paul Rusesabagina’yı canlandıran Don Cheadle’ın başarılı performansı izlemeye değer.
Belçika’nın otomobilin icadıyla birlikte elzem haline gelen kauçuk üretimi için zengin kauçuk yataklarına sahip Kongo’yu ve sonra 1. Dünya Savaşı yıllarında işgal ettiği ve sömürgeleştirdiği Ruanda üzerine bir şeyler okumak isteyenler için bir de kitap önerisiyle yazı bitsin: Lukas Barfuss‘un Metis Yayınları arasından çıkan Yüz Gün adlı romanı…
Ümit ÖZDEMİR
14.06.2020