Yönetmen: Metin Erksan
Oyuncular: Kadir Savun, Erol Taş, Hayati Hamzaoğlu, Suna Selen, Oktar Durukan, Suphi Kaner, Metin Ersoy, Yılmaz Gruda, Ziya Metin.
Yapım Yılı: 1960
Yoksulluğu azaltmadan zenginliği arttıran ve suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı artış gösteren bir toplumsal sistemin özünde çürümüş bir şeylerin olması gerekir (Karl Marx)
Yorgunluktan direksiyona yapışmak üzere olan Fehmi (Kadir Savun), muavini Tahsin (Hayati Hamzaoğlu) ile şehirler arası taşımacılık yapan bir kamyon şoförüdür. Fehmi, kız kardeşiyle evlenecek olan Tahsin’e bir otomobil ayarlamanın ve onu evlendirmenin derdindedir.
Fehmi kız kardeşi Sema’nın bakımını üstlenmiştir. Bütün bir ömrünü direksiyon sallayarak geçiren Fehmi, yaşadığı hayattan bezmiştir. Benzin aldıkları bir istasyonda Fehmi, para sayan kasa görevlisini uzaktan süzer. Bu sahneyle yönetmen Metin Erksan, gelecekte olması muhtemel gelişmenin haberini verir.
Sezai ve Yüksel (Suphi Kaner), Amerika’ya gidip şöhret olmak derdindeki iki arkadaştır. Örnek aldıkları tüketim toplumu ikonu Elvis Presley, çaldıkları Rock’n Roll müzikle birlikte yönetmen Metin Erksan bu iki karakteriyle; özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası ve DP iktidarı döneminde giderek belirginleşen Amerikan hayat tarzını benimsemiş gençleri tipler. Sezai ve Yüksel arasındaki diyalogda Amerika’ya gidip şöhret olma yolundaki engelin, yani paranın yokluğuna duyulan öfke açığa çıkar.
İşsiz Cevat (Ziya Metin) tiyatro oyuncusu Hakkı tarafından içinde bulunduğu durum yüzünden eleştirilir. Eleştiri konusu, o günkü Türkiye toplumunda kabul edilemeyen bir durum olan erkeğin işsiz olması, buna karşın eşinin çalışmasıdır. Cevat bütün tiyatrolara başvursa da sonuç alamamıştır. Günlük ekmeğini filmlerde yaptığı figüranlıkla kazanan Cevat, güvencesizlerin 1960’lı yıllardaki halidir. İdealist Cevat gerçek sanat yapmanın derdini taşısa da mecburiyetleri o’nu figüranlığa sürüklemiştir.
Cevat ve Aysel diyaloğunda Cevat işsizliğin yıpratıcı vicdan yüküyle eşine karşı sorumluluklarını yerine getirememenin yarattığı çatışmanın arasında kalmıştır.
Ekrem (Erol Taş) fabrika işçisidir. Patronu tarafından fabrikayı ziyarete gelen heyete örnek işçi olarak tanıtılır. Bu film planında Erksan, fabrikalarda kaçak çalıştırılan ve sömürüye maruz kalan çocukları da anlatır. Fabrikayı denetlemeye gelen ekibi gören çocuk kaçıp bir sandığa saklanır.
Sema, müstakbel eşi Tahsin’in uzun süren yolculuklarından ve bunun kendisinde yarattığı yalnızlıktan bunalmıştır. Sema’nın bu edilgen ve bekleyen hali ile Erksan, filmde sergilediği kadın karakterler arasında Sema’nın durumuna özellikle eğilmiştir. Sema’nın Tahsin’le evlendikten sonra geçen diyaloğunda söylediği sözler o’nun özlemlerini, kaygılarını ve hayattan beklentilerini yansıtır: “Artık İstanbul’un ışıklarına yalnız bakmayacağım, sen olacaksın yanımda. Yalnız olduğum geceler bu pencerenin önünde hep bu ışıklara baktım. Onlarda sevinç, zenginlik ve mutluluk vardı. Çoğu geceler bir daha geri dönmemek üzere o ışıklara gitmek istedim. Biliyor musun Üsküdar’ın kızlarını pervanelere benzetirler, hani ışığa koşup sonra da ölen pervanelere”
Fehmi ve acente sahibi Mümtaz arasında geçen tartışmada Mümtaz, aracın neden Diyarbakır’a uğramadığını sorar. Mümtaz, 43 saat uykusuz direksiyon sallayan Fehmi’nin haddinden fazla yük alamayacağı itirazını reddeder. Bu sahneyle Erksan, sömürüyü uzun saatler çalışmak zorunda bırakılan, buna karşın sürekli azar işiten emekçinin dramını yansıtır.
Ekrem çocukluğundan beri çalışmaktan ve ailesinin bakımını üstlenmekten başka bir şey yapamamanın yarattığı bezginlik duygusu içindedir. Sokakta top oynayan kardeşi Hasan yaşıtı çocukların fabrikalarda çalıştırıldığı düzende Ekrem’in itirazı düzene değil ailesine yönelir. Berbat bir sefalet içinde yıllarca çalışmak zorunda Ekrem de tıpkı Fehmi gibi sömürüye maruz kalan işçinin açmazını yaşamaktadır: Çok çalışmaktan bitap, insan gibi yaşayamamaktan küskün.
Bir kahvehane sahnesinde hemen herkesin hatırını soran Fehmi, gençlerin tamamının hayalini kurdukları hayatla yaşadıkları gerçek arasındaki çatışmayı görür. Filmin ana dramatik yönünü belirleyen bu sahneyle Erksan, bugün de karşımıza çıkan açmazın yani işsizliğin ve parasızlığın; gelecekle ilgili hayaller kuran ancak bunu gerçekleştirme imkânlarından yoksun gençlerin dramının altını çizer.
Dergilere resimli roman gönderse de tamamından red cevabı alması sonucu işsiz olan Ayhan tiplemesiyle Erksan, bir yeteneği olsa da işsiz kalan tiyatro oyuncusu
Cevat gibi küçük burjuva işsizliğini resmeder. Fehmi’nin bütün arkadaşlarıyla gittiği meyhanede söylediği “Biz harcanmış insanlarız, bak içki bile bizi neşelendirmiyor. Bu topluluğa bir şeyler yaptırmak lazım, yoksa mahvolur gideriz” sözleriyle filmin dramatik akışının yönünü haber verir gibidir.
Fehmi’nin arkadaşlarıyla otomobille çıktığı bir gece yolculuğu sırasında benzin istasyonunu soyması ile dramatik çatışma hızlanır. Fehmi’nin soygundan sonra otomobilin içindeki arkadaşlarına para dağıtırken söylediği sözler, yakından tanıdığı arkadaşlarının sosyal statülerini ve profillerini gözler önüne serer. Bu sahnede yönetmen Metin Erksan’ın bir sosyal bilimci gibi yaptığı tahlili, topluma bakarak yarattığı karakterlere hakimiyetini izleriz. Soygunla belki de Amerika’ya uçakla gidebilecek, kendine ait bir tiyatro kurabilecek ya da kız kardeşi için güvenli bir gelecek kurabileceklerdir.
İkinci soygunu da gerçekleştiren çete çatışmaya girer. Polisin peşlerine düşmesi ile film polisiye macera türüne doğru evrilir.
Ekrem işlediği suçtan ve çok çalışmanın yarattığı sürmenajdan dolayı içe çökerken, Cevat açmayı düşündüğü tiyatro için para bulduğunu eşi Aysel’e söyler. Filmin en naif karakteri olan Cevat, tiyatro yoluyla gerçek sanat yapmanın derdindedir.
Üçüncü soygunda Ayhan’ın benzin istasyonunda dövüştüğü işçilerden birini öldürmesiyle, dramatik yapının düğümü belirginleşir. Soygun suçuna bir de cinayet ekleyen çete, bir süreliğine soygun yapmama kararı verir. Ekrem ve Fehmi, İstanbul’dan bir süreliğine uzaklaşmak için kamyonla taşımacılık işine geri dönerler. Aralarında geçen diyalogda işledikleri suçları ve cinayeti sorgulayan ikili pişmandır. Bu pişmanlığı şu konuşmadan izleriz : ‘biz ne diye o işleri yaptık. Ne hakkımız vardı o soygunları yapmaya. Ne hakkımız vardı adam öldürmeye. Gel de bunların cevabını ver. Kurtulamıyorum bu kâbustan. Ekrem, Sebepsiz yere hata ettik biz. Neden yaptık bunları. Ne kazandık. Sadece polis korkusu. Hem de ömrümüzün sonuna kadar gidecek bir korku. Peki, ama ne yapmalıydık, ne yapabilirdik bundan başka. Bilmemek çok kötü. Doğru biz yaptıklarımızın sebebini bilmiyorduk. Bilseydik böyle yapmazdık’.
Ayhan ve sevgilisinin lüks hayat sürme arzusu, Ayhan’ı yeniden suç işlemeye iter. Yine bir benzin istasyonu soyan Ayhan, bu kez karşısında pusu kuran polisi bulur. Polisle girdiği çatışma sonucu Ayhan hayatını kaybeder. Sezai ve Yüksel kaçmaya çalıştıkları geminin ambarında yakalanırlar. Yüksel bir anlık boşluktan faydalanarak kaçar, gemiden atlayan Yüksel başka bir geminin üzerine düşer ve ölür. Tutuklanan Sezai diğer suç ortaklarının yerlerini söyler. Böylece dramatik düğüm çözüme kavuşur.
Gecelerin Ötesi ile Metin Erksan, “Her mahallede bir milyoner yaratacağız” sloganının olası sonuçlarını tartışmaya açıyor. Mahallede yaratılan her bir milyonerin karşısında yaratılan milyonlarca yoksuldan yedisinin öyküsünü anlatan Erksan, yapıtından önceki toplumsal atmosferi “O sıralar politik yetkenin ağzına bir laf takılmıştı: “Her mahallede bir milyoner yetiştireceğiz”. Kendi kendime dedim ki evet böyle bir düşünce olabilir, ama her mahallede bir milyoner yetiştirilirken, aynı mahallede başka şeyler de yetişir. Bir grup çocuğu aldım ve filmi çektim. O zamana kadar böyle bir film yoktu. Bu filme çok dikkatli bakmak lazım, o zaman sezdiğim ve düşündüğüm mesele 1970’lere doğru anarşiyle gündeme gelmeye başladı. O çocuklar yetişmeye başladı. O gün atılan tohumları ben o filmde gördüm. O filmin temelinde 65 sonrası vardır. Ben bunu sinemacı sezgimle 1959’da görmüşüm” [1] sözleriyle betimler. Gecelerin Ötesi’nde sosyal devletin ve yoksulluğu dengeleyebilecek kurumların yokluğunda, tek geçer akçenin varsıllaşma olduğu bir politik iklimde suça sürüklenen bireylerin dramını izleriz. Suçu hazırlayan toplumsal koşulların varlığını eleştiren ve tartışmaya açan Gecelerin Ötesi, daha sonra pek yerinde bir adlandırmayla toplumsal gerçekçi sinema türünün öncü filmidir.
Metin Erksan’ın Gecelerin Ötesi yapıtını özgün kılan bir başka yaklaşımı, tiyatro sanatının imkânlarından faydalanmasıdır. Cevat karakterinin Suç ve Ceza’daki Raskolnikov karakterini canlandırması ve yapıtın bazı roman sahnelerinin filme başarıyla adapte edilmesi, Erksan’ın sinema sanatının diğer sanat dallarından beslenen sanat dalı olması fikrine dayanır.
[1] Birsen Altıner, Metin Erksan Sineması, İstanbul, Pan Yayıncılık s.38
Ataşehir Belediyesi Mustafa Saffet Kültür Merkezi’nden Gazeteci Kadir İncesu’nun, Prof. Dr. Bülent Vardar’ın ve benim katıldığım Metin Erksan ve Sineması Üzerine yaptığımız söyleşi.
Ümit ÖZDEMİR