Yönetmen: Kıvanç Sezer
Oyuncular: Menderes Samancılar, Musab Ekinci, Kübra Kip, Tansel Öngel, Mustafa Kırantepe
Yapım Yılı: 2016
Kıvanç Sezer’in filmi, İbrahim karakterinin kanser olduğunu öğrenmesiyle açılır. İbrahim, izin alması her zaman kolay olmayan bir inşaat işçisidir. Oldukça ilerlemiş bir evrede kanser hastası olduğunu öğrenen İbrahim’in kemoterapi olmasını öneren doktoruna “Çalışırken tedavi olmam mümkün mü ?” sorusuyla sınıfın gizli yaralarından birine işaret eder: Hasta olduğu halde çalışmak zorunda olan, aç kalmakla hasta olmak arasında bir tercihe zorlanan milyonlarca emekçiyi tipleyen İbrahim’in, işe dönerken bindiği otobüsün camından betona ve ranta boğulmuş kent manzaralarını izleriz.
Amcası İbrahim gibi inşaat işçisi olan Yusuf’un sağlığıyla ilgili sorusuna önemli bir şeyi olmadığı yalanını söyleyen İbrahim, çalışmaya devam eder. İbrahim’in gizlediği hastalığı, Van’daki ailesine para göndermek zorunda olması sebebiyledir. Yönetmen Kıvanç Sezer, Van depremi sonrasında yıkılan binaların yerlerine inşa edilen kazulet TOKİ konutlarını yansıtan haber metniyle inşaat ve rant odaklı büyümenin bir başka boyutunu gösterir. Deprem sonrası ortaya çıkan feci durum, müteahhit rantiyelerin yeni borçlandırma mekanizmaları devreye sokularak kapatılır. Felaket kapitalizmi, konutların taksitlerini ödeyemediği için konteyner kentte yaşamak zorunda bırakılan, deprem mağdurlarının görüntüleriyle izleyiciye aktarılır. İbrahim ve yeğeni Yusuf, Van’da akrabalarının yanında yaşamak zorunda kalan ailelerinin ev alabilmesi için çalışmak zorundadırlar.
İbrahim görüntülü aramayla ailesiyle konuşurken kızı Nisa’nın yaptığı resimlerdeki naif ev ve aile tasvirleri, özlemi çekilen bir yuva sahibi olmanın ve aynı anda buna eşlik eden babaya duyulan hasretin yansıması gibidir. Yükseklerde, inşaat tepelerinde çalıştığı için babasının kanatlı olduğunu düşünen ve onu kanatlarıyla resmeden Nisa, Van’daki bir resim atölyesine devam etmektedir. Filmin izleyiciyi de etkileyen duygulu İbrahim-Nisa diyaloğunda Kıvanç Sezer, bir ev sahibi olabilmek için 20 yıl çalışmak zorunda bırakılan sıradan insanların özlemlerini başarıyla seyirciye aktarır.
Hasta olduğu için malulen emeklilik başvurusunda bulunan İbrahim, 7.932 lira ödemesi karşılığında emekli olabileceğini öğrenir. Primlerini yatırması gerektiğini öğrenen İbrahim, emeklilik hakkı da dahil, hemen hemen bütün işçi haklarını ücretli hale getiren neoliberal düzenin sloganını gişedeki memurun repliğinden duyarız: “Yapacak bir şey yok”. Emekli olma hakkı gasp edilen, çalıştığı inşaatta maaşını alamadığı için evine para da götüremeyen İbrahim, yeni bir arayışa doğru adım adım sürüklenmektedir. Filmin ana dramatik çatışmasını oluşturan bu olgu, yoksulluğun yarattığı çaresizlikle birleşir ve yapıtın ana izleğini oluşturur.
Ücretlerini alamayan inşaat işçileri arasında yükselen huzursuzluk, bu durumu protesto etmeye hazırlanmalarıyla kendini duyurur. İnşaat işçilerinin kaldığı konteynerde konuşulanlara şahit olan Yusuf, kalfa Resul karakterine Abdullah’ın işçileri kışkırttığını söyler.
Yusuf ile üniversite öğrencisi inşaat işçisi Fırat diyaloğunda sınıfın bir başka özlemi dile gelir. Milyonlarca dolarlık rant yaratan, devasa konutları inşa eden emekçiler söz konusu başını sokabileceği bir ev olduğunda bundan mahrumdur. Yusuf’un “Ne düşünüyorum biliyor musun? Böyle buraya gelmiş oturmuşum, manzaraya bakıp çay içiyorum, bu evde çok hoştur” sözleri Fırat’ın “Bu evlerin fiyatından haberin var mı?” sorusuyla karşılanır. Fırat, hukuk fakültesi öğrencisi olarak üniversite parası için inşaatlarda çalışmak zorunda kalan öğrencileri tipler. Neoliberal kapitalizm, eğitimi de özelleştirirken kışın kampüste yazın inşaatlarda ya da yarı-zamanlı bir emekçi-öğrenci kitlesi yaratmıştır.
İşten ücretini alamadan kovulan Abdullah ile Resul’ün kavgası, şantiyede taşeronun temsilcisi durumundaki Resul tiplemesiyle taşeron-kalfa işbirliğinde baskı ve sömürü mekanizmalarını gösteren yönetmen Sezer, işçilerin ücretlerini alamamalarının yarattığı gerilimi kavgayla sonuçlandırır. Yapı hızla yükselirken kovulan işçilerin yerini yenileri alır.
Babamın Kanatları’nda ortaya çıkan bu sınıfsal gerilim, hukuk fakültesi öğrencisi Fırat’ın inşaattan düşerek ölmesiyle zirvesine ulaşır. Genel bir sessizlikle birleşen ve seçilen müzikle de derinleşen dramatik anlatı, örneklerine günlük hayatta sıkça rastladığımız iş cinayetlerinin beyazperdeye yansımasıdır. Sermaye sınıfı maliyet olarak gördüğü güvenlik ekipmanlarının yokluğunda bir işçinin daha ölümüne neden olmuştur.
Maaşını alamayan İbrahim sonunda çareyi cebindeki birkaç kuruşu horoz dövüşlerine yatırmakta bulur. İbrahim yine bir iş kazasında inşaattan düşerek sakat kalan arkadaşı Topal Şehmuz’la buluşur. Şehmuz’dan para isteyen ancak onun da kendisi gibi bir yoksul olduğunu bilen İbrahim, olumsuz yanıt alır. Bir pazarda güvercin satarak geçimini sağlamaya çabalayan Topal Şehmuz, emekli maaşı yetmediği için ek iş yapmak zorunda kalan insanları tipler.
Yusuf’un sevgilisi Nihal karakteri ile buluştuğu bir kafede Fırat’ın inşaattan düşerek ölmesini anlattığı sahnede sarf ettiği “her şey kader” sözleri kendisi gibi düşünen binlerce emekçinin iş cinayetlerine bakışının bir özeti gibidir. Kadercilikle malul bu bakış açısı, emekçilerin iş cinayetlerine neden tepki göstermediğinin kanıtlarından biridir. Basit bir güvenlik tedbirinin yokluğunun kendi hayatına da kastedebileceğini göremeyen bu bakış, haklarını talep etmeyi imkânsızlaştırır.
Resul ile taşeron firma sahibi Levent arasında iş cinayetinde ölen Fırat’ın ailesiyle kan parası pazarlığına giderken geçen diyalogda, Levent’in sarf ettiği, “Bu iş nereden baksan 100 bin liraya patlayacak Resul” repliği bir zihniyet dünyasını yansıtır. Bu zihniyet dünyasında, iş cinayetinde ölen bir işçinin ailesiyle yapılacak kirli pazarlıkta, iş cinayetinin mahkemeye yansımadan ört bas etmeye çalışan küçük burjuvanın bakışı vardır. Suçluluğun telaşı ve gerilimi içindeki küçük burjuva, kaybedilen bir insan hayatını parayla ölçmeye çalışmaktadır. Levent’in diyaloğun devamında sarf ettiği “İmzada sıkıntı olmaz değil mi?” repliği, her şeyi araçsallaştıran küçük burjuvanın zihin dünyasının izlerini taşır.
Yoksulluğun yarattığı çaresizlik, kirli kan parası pazarlığının karşılıklı imzalanan bir belge ile ört bas edilmesiyle tamamlanır. Resul ile Yusuf’un diyaloğunda kendine yeni bir işbirlikçi kazanmaya çabalayan kalfanın, yeni bir şirket kurarak inşaat işleri alacağını bildirmesi ve Yusuf’u ikna etmesi inşaatlarda devam eden sömürü düzeninin kendine nasıl yeni ortaklar aradığını gösterir. İnşaatlarda süre giden güvencesizliğin kökenleri hakkında sinema seyircisini düşünmeye davet eden bu sahnede Yusuf, inşaat işlerinde yükselmeye, “kalfa” olmaya çabalayan kaderci bakış açısına sahip ortalama bir işçiyi canlandırır. Kalfa Resul, Yusuf’un bu tutumunu diğer işçilere hatta amcasına karşı kullanmayı kışkırtıcı bir üslupla dener. Yönetmen Kıvanç Sezer, böylece taşeronluğun işyerindeki sömürü çarkının temsilcisi olan kalfalığın neye benzediğini aktarır.
Yusuf’taki bu dönüşümü, sonraki sahnede halay çeken işçileri azarlamasıyla yansıtan Sezer, böylece küçük burjuva kariyerist kendi sınıfsal konumunu inkar ederek küçük burjuvalar gibi düşünen ve işçilerin üzerinde burjuvalar adına denetim yapmaya gönüllü tavrıyla Yusuf karakterinin gerçekçi yönünü vurgular. Sömürü çarkının hızlanması, burjuvalar adına bu işi yapmaya hevesli ve işçileri kontrol ve baskı altında tutmaya gönüllüleri gereksinir.
İbrahim’in eşine ve ailesine duyduğu özlem ile ölümcül hastalığı arasında yaşadığı duygusal çatışma, onu giderek yalnızlaştırıp içe dönük bir ruh haline sürüklerken, amcasındaki bu değişimi fark eden Yusuf, sağlık durumu giderek kötüleşen amcası için Resul’den para ister. Yusuf’un sorunu çözmeye çabalayan bu iyi niyetli çabası, amcasının eleştirisiyle karşılanır.
İbrahim’in yeğeni Yusuf’la girdiği diyalogda, “Karıncalar içlerinden bir tanesi ölse bile hiçbir şey fark etmez, var güçleriyle çalışmaya devam ederler. Binlerce, milyonlarca karınca kimse ölenin farkına bile varmaz” repliğiyle yabancılaşmayı tasvir ederken biraz sonra yaşanacakları haber verir.
İbrahim’i intihara sürükleyen çıkışsızlığı ve bunalımı Menderes Samancılar’ın sinema oyunculuğunun sınırlarının neler olabileceği hakkında sinema seyircisinin hafızasına kazındığını söylemek zorundayım. İntihar sonrasında taşeron Levent’in, Yusuf ve İbrahim’in eşiyle buluştuğu sahnede Levent, İbrahim’in ölümünden onu sorumlu tutar. Levent’in aylarca maaşlarını ödemediği, bir güvenlik kemerini bile çok gördüğü işçilere karşı hiçbir sorumluğunu yerine getirmediği gibi bir de sunduğu ahlaksız teklifle dramatik çatışma yeni bir boyut kazanır. Levent’in bu tutumu, Yusuf’un yengesi Hatice’yi ikna çabalarını dumura uğratır. İş cinayeti davasından ödenecek bir miktar parayla feragat çabası Hatice tarafından reddedilir.
Kıvanç Sezer’in politik herhangi bir dil, işaret ya da gösterge kullanmadan çektiği Babamın Kanatları, buna rağmen gerçekçi bir yapıtın bütün özelliklerini taşıyor. Sezer, seyircide herhangi bir arınma (katharsis) duygusuna izin vermiyor. Neoliberal kapitalizmin, inşaat ve ranta dayalı büyüme öyküsünün tamamen çökmek üzere olduğu günümüzde, işçilerin dünyasına, örgütsüzlüklerine onların içinden bir bakış sunması Babamın Kanatları’nı müstesna bir film yapmaya yetiyor.
Ümit ÖZDEMİR
25.05.2020