Yönetmen: Costa Gavras
Oyuncular: Jessica Lange, Armin-Mueller Stahl, Frederic Forrest, Donald Moffat, Lukas Haas, Michael Rooker
Yapım Yılı: 1989
Ann Talbot (Jesicca Lange) Chicago’da avukattır. Babası Mike Laszlo’ya (Armin Mueller-Stahl) gelen mektupla babasının savaş suçlusu olduğu suçlamasıyla hakkında dava açıldığı bildirilir. Ann Talbot bir hata olduğunu, babasının isminin başka birinin adıyla karışmış olabileceğini düşünür. Ann’de şekillenen inkar psikolojisinin birinci aşaması olan bu tepki, yani babasının İkinci Dünya Savaşı yıllarında savaş suçu işlemediğine duyduğu inanç; filmin ana dramatik yönelişinin haberini verir. Yönetmen Costa Gavras, seyirciyi görünenin ötesindeki gerçeği kavramaya, görünen ile hakikatin arasındaki çatışmayı izlemeye davet eder.
Baba Mike Lazslo ile kızı Ann Talbot’un adliyede savcı Jack Burke (Frederic Forrest) ile girdikleri diyalog, bu inancın izlerini taşır. Mike Laszlo kendisine yönelik bu dava dosyasının aslında bir komünist tezgahı olduğunu ileri sürerken, daha önce ülkesi Macaristan’dan gelen dans grubuna yaptığı saldırının hatırlatıldığı diyalogda; Mike’ın yakın geçmişinin de tartışmalı olduğu hissettirilir. Dönemin komünizmle yönetilen ülkelerinden biri olan Macaristan’dan gelen folklor ekibine yönelik bu saldırısıyla Mike’ın reaksiyoner kimliğinin ipuçları belirginleşir.
Mike Laszlo’ya açılan Amerikan vatandaşlığının düşürülmesi ve Macaristan’a iade davası, senaryonun ve yapıtın gelişim çizgisini gösterir. Yönetmen Costa Gavras, filmin dramatik çatışmasının omurgasını, göçmen bir ailenin kendi değerlerine duydukları samimi inanç ile gerçeğin adım adım ortaya çıkması arasındaki çatışma üzerine kurar. Mike Laszlo’nun kızı ile vefat eden eşinin mezarını ziyaret ettiği film sahnesinde 2.Dünya Savaşı sonrası komünistler tarafından aranan biri olduğunu öğreniriz. Mike bu durumdan kurtulmak için toplama kampına gelen Amerikalılara çiftçi olduğunu yalanını söyleyerek, komünistlerden kaçtığını ve Amerika’ya göç ettiğini söyler. Gerçekte bir jandarma olduğunu söyleyen Mike, bu tutumuyla kızının kafasındaki ilk kuşkunun belirmesine neden olur.
Amerika’da göçmen olan ailenin yeni kuşak çocukları babalarının bir Nazi savaş suçlusu olduğunu düşünmemektedirler. Bu uğurda emekli bir çelik işçisi olan Mike Laszlo’nun oğlu, Karchy (Michael Rooker) çalıştığı fabrikadan babasının lehine tanıklık yapmak isteyenlerin listesini yapmaya çabalamaktadır. Babasının avukatlığını üstlenen Ann Talbot, babası hakkında mahkemeden gelen raporlar ve dosyaların yoğunluğu karşısında şaşırır. Sis yavaş yavaş dağılırken, güven yerini korkuya bırakmaktadır… Nitekim bu durum Ann ile Mike arasında geçen diyalogda karşılığını bulur. Ann, 2. Dünya Savaşı sırasında SS’lere bağlı özel bölümde memurluk yaptığını söyleyen babasına yönelik suçlamaların yoğunluğu ve ona ulaştırılan belgelerin somutluğuyla içinde bulunduğu durumu sorgulamaya başlar. Ann’in babası gerçekten bir savaş suçlusu mudur ? Yoksa ismi bir başkasıyla karıştırılan bir masum mudur ? Bu soruya aranan yanıt, dramatik örgünün ve senaryonun ana çizgisini oluşturur.
Dedesi Mike ile eve dönen torun Mikey, evlerinin önünde bir protestoya şahit olur. Göstericiler ellerinde yazılı “6 Milyon Ölü” dövizleriyle ve “Nazi Evine Dön” sloganlarıyla Mike’ı protesto etmektedirler. Böylece yıllar önce işlendiği düşünülen bir suç ile ilgili kanaat eyleme dönüşür. Tartışmaların merkezindeki Mike’ı dava eden savcı Jack Burke ile Ann Talbot’un bir restoranda buluştuğu sahnede, Ann’in geçmişte işlediği bir suç üzerinden savcı Jack Burke’yi sıkıştırmasıyla Jack’in bu duruma gösterdiği tepki, savcı ile avukat arasındaki diyaloğun kopmasına neden olur. Ann’in Jack ile yaşadığı ilişkiye dönüşmeyen kısa yakınlaşma, sonunda mahkemede kozların paylaşılacağı bir sürece ilerler. Filmin senaristi Joe Eszterhas’ın nitelikli senaryosunda bu kopuş, dramatik çatışmanın yoğunlaşacağının işaretidir.
Mahkeme, Mike Laszlo’ya yöneltilen Arrow Cross adlı bir SS örgütü ve Macar ölüm mangası üyesi olması suçlaması ile vatandaşlığının geri alınması talebi ile başlar. Beklendiği üzere Ann babası Mike’ın Macaristan’daki komünist hükümeti protesto ettiği Macar halk dansı etkinliği üzerinden suçlandığını, ölüm mangaları ile ilişkisi olmadığını ve babasının basit bir memur olduğunu öne sürer. Ann’in bu savunması, duygusal yaklaşımın izlerini taşır. Mahkemeye sunulan delillerin içinde yer alan kimlik kartlarındaki imzalardan başlayarak büyüyen tartışma, Mike Laszlo’nun savunmasındaki boşlukların yavaş yavaş gün yüzüne çıkmasına neden olur. Mike Laszlo’nun toplama kampındaki kimliğinde attığı imza ile göçmenlik başvurusunda attığı imza birbirine benzerdir.
Mikey ile annesi Ann’in girdiği diyalogda, Mikey’in annesine dedesinin Holocaust’u inkâr eden sözleri ve Holocaust’a karşı aldığı inkarcı tutumu, dramatik çatışmaya yeni bir halka daha ekler. Şüphe giderek derinleşirken Mike Laszlo’nun tartışmalı geçmişi daha fazla sorgulanmaya başlanır.
Mahkemede tanıkların dinlendiği oturumda, toplama kampından sağ kurtulan Bayan Holo’nun Mike Laszlo’ya yönelik cinayet tanıklığı ve Mike’ı toplama kampındaki iki kişiyi katletmesi iddiasıyla teşhisiyle, suçlamalar daha da belirginleşir. Ann’in savunmasında ise babasına duyduğu belirgin duygusal etki ve orta sınıf Amerikalı’larda görülen anti-komünist reaksiyonerliğin etkileri barizdir. Ann’in savunma stratejisi daha çok, geleneksel Amerikan sağcılığının, muhafazakar reaksiyonerliğinin, ideolojik önyargıları ile doludur. Suçlamaları çürütmek yerine tanıkların kimliğini tartışmaya açan bu savunma stratejisi Ann’i açmazın içine sürükler. Ann, bildiği güvenli dünyanın bütün değerlerinin paramparça edileceği bir sürprize doğru yol almaktadır…
Toplama kampındaki adıyla “Mischka”nın yaptığı akıl almaz insanlık suçları, birbirine iple bağlanmış Musevilerin Tuna nehrine atılmalarından, süngü üzerinde yorulana kadar şınav çektirmek gibi tanıkların ifadeleriyle giderek savaş dönemi Macaristan’ında yaşananlarla yüzleşmeye dönüşen yapıt, böylece faşizmin sıradan bir insanı nasıl çılgına çevirebileceğini gözler önüne serer. Dramatik çatışmanın merkezindeki kişi, Michael Laszlo üzerinden işlenen insanlık suçlarını tartışmaya açan yönetmen Costa Gavras; anlatı stratejisini mümkün olduğu kadar sislerin içinde belirginleşen gerçekliği göstererek kurgular. Ann Talbot ile dedesi Harry Talbot (Donald Moffat) arasında geçen diyalogda eski bir CIA ajanı olan Harry’nin savaş sonrası Nazi artıklarını Amerikan istihbaratı (OSS sonraki adıyla CIA) tarafından nasıl kullandıklarını anlatır. Gavras, böylece 2. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan iki kutuplu dünyada Nazilerin yeni sisteme nasıl adapte edildiğini bu diyalogla gösterir.
Ann Talbot’un babası Michael Laszlo’nun bir Nazi savaş suçlusu olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorundadır. Ancak üzerine aldığı avukatlık göreviyle öğrendiği gerçek ve babasına karşı duyduğu sevgi çatışma halindedir.
Mahkeme sürerken Macaristan’da ortaya çıkan sürpriz tanığın ifadesini almak için yargıç Silver (J.S Block) savcı Jack ile yaptığı yolculukta hasta ve hafızası sorunlu tanığın tutarsız ifadesi Ann’in lehine sonuçlanır. Michael Laszlo’nun Nazi savaş suçlusu olduğu yolundaki suçlama düşmüştür.
Ann Talbot’un Macaristan’a yaptığı seyahat sırasında halasının evini ziyareti ve ondan aldığı rehine kartı, davayı kazanmakla birlikte geçmişe ve kökenlerine olan ilgisini yansıtır. Halasının eşi Tilbot’un kamptan kalan eşyası olan bir müzik kutusu için bırakılan rehine kartına erişen Ann, artık önüne geçilemez merakını tatmin etmek zorundadır. Rehine kartı ile müzik kutusuna erişen Ann, bu güzel, estetik kutuyu çalıştırır. Çalan naif melodiyle birlikte ortaya çıkan Michael Laszlo’nun toplama kampından çektirdiği muhtelif cinayet ve işkence fotoğrafları, dramatik çatışmanın çözümünü hiç beklenmedik bir yerden gösterir.
Ann Talbot’un içini kaplayan ve onu günden güne kemiren şüphe, babasına karşı duyduğu güveni sarssa da o’nun babasının masum biri olduğuna duyduğu samimi inanç, ortaya çıkan fotoğraflarla yerle bir olmuştur. Filme adını veren müzik kutusu, geçmişte işlenmiş savaş suçlarının kantı olan fotoğrafları içinde barındıran, beklenmedik bir biçimde ve hoş melodinin çalmasıyla ortaya çıkan gaddarlığın sır ortağıdır. Babası ile yüzleştiği sahnede Ann, babasından tam da beklediği tepkiyi alır. Michael Laszlo inkarcı tutumunu devam ettirmektedir.
Müzik Kutusu ile Yönetmen Costa Gavras, geçmişin gölgeleri arasına sığınmış, insanlık suçunun izinden bir kadının gerçeklerle başa çıkma öyküsünü anlatıyor. Müzik Kutusu’nun baş karakteri Ann Talbot tiplemesiyle, tanıdığını zannettiği babasının aslında bir faşist olduğunu öğrenmesi; değerler dünyası dumura uğrayan kadının dramını ve kazandığı davanın gerçeğin ortaya çıkışıyla kayba dönüşmesinin hazin öyküsünü izliyoruz. Filmin finaline damgasını vuran kaybın yarattığı melankoli, dramatik çatışmayı dengeye oturtmayı başarıyor. Yönetmen Costa Gavras’ın İkinci Dünya Savaşı’ndan yıllar sonra ortaya çıkan savaş suçları meselesini Macaristan göçmeni bir aile üzerinden tartışmaya açtığı Müzik Kutusu, o’nun daha sonra çekeceği Amen1 filminin de habercisi gibidir. Politik bir film olmasına rağmen, Müzik Kutusu derdini politik dil ve metaforlar üzerinden değil, daha çok karakterlerin dönüşümü ve gerçekle yüzleşmesi üzerinden anlatıyor. Bu anlatı, yapıtı izlemeye değer bir film haline getiriyor.
Ümit ÖZDEMİR
02.09.2020