SSCB’de Stalin Sonrası Döneme Geçiş: Çöküşün Kodları (2.Bölüm)

STALİN’İN PARTİYİ GERİYE ÇEKME PLANI VE GEREKÇELERİ

Önceki bölümün sonunda Stalin’in mevcut siyasal iktidar yapısı içinde Partiyi geriye çekme planına ilişkin olguları ve gerekçeleri ortaya koyacağımızı belirtmiştik.

Bunlardan birincisi, geçmişin tortusu ve acı anılarıdır. Önceki yazımızda belirttiğimiz gibi, 1937-38 tasfiye hareketleri 600.000 civarında kadronun idam edilmesiyle sonuçlanan son derece trajik ve tahripkâr bir süreç olmuş, bu süreç sadece ve sadece (ayrıntılarıyla gösterdiğimiz gibi)  yerel ve bölgesel parti aparatının kendi gücünü pekiştirme hırsının ve saplantısının sonucunda bu denli trajik boyutlara varmıştır. Bu süreç, Stalin’in ve MK’nın 5 sene boyunca parti aygıtlarını halkın denetimine açma (çok adaylı seçim) ve siyasi kalitelerini artırma (kartları yenileme) çabalarını boşa çıkarmakla kalmamış, bir anlamda liderliğe karşı gösterilmiş şiddetli bir direnç ve verilmiş ağır bir “red” cevabı olmuştur. Ülkenin lideri ve bir örgüt adamı olan Stalin’in bu durumu olduğu gibi kabullenmesi pek mümkün gözükmemektedir. Özellikle Partiyi bütün entrikaların kaynağı olarak gördüğünü belirttiğimiz Beria’nın görüşlerine hak vermesi, tutulabilecek yegane yol olan Partinin siyasi-fiili yürütme gücünü azaltmaya yöneldiğini düşündürür niteliktedir.

İkinci ve üçüncü olgular, Kruşçev’in 1956’da yaptığı 2 suçlamaya ilişindir. Kruşçev, 20. Kongredeki meşhur konuşmasında bir yığın suçlamanın yanı sıra Stalin’e parti işleyişi açısından 2 temel eleştiri getirir:

  1. Bolşevik Partisi 13 yıl boyunca (18. Kongrenin olduğu 1939 yılı ile 19.kongrenin olduğu 1952 yılı arasında) kongre toplamamıştır. RSDİP zamanından beri sık sık kongre toplayarak siyasi konuları tartışma geleneği olan bir parti açısından bu ciddi ve haklı gözüken bir suçlamadır.

  2. Stalin ömrünün son yıllarında merkezdeki Parti işleyişini, Politbüro’yu bir kurul olarak çalıştırmak yerine somut ve spesifik sorunlar için bir araya gelen alt kurullara (“Dörtler”, “Yediler”.. gibi) indirgeyerek partinin merkezi kurul işleyişini likide etmiştir.

Öncelikle, bu iddiaların sonucu (ve gerçek amacı), Stalin için düzenli işleyişten koparak onu hiçe sayan bir “şımarık kral”  imajı yaratmak, bunu da “aşırı güç sonucu iktidar deformasyonuna” bağlamaktır. Ancak harekete katıldığından beri tamamıyla bir örgüt adamı olan, eski veya yeni (kendi koydukları da dahil) tüm kurallara titizlikle uyan ve uyulmasını sağlayan, ömrünün son gününe kadar kendi zaman planını dahi haftalar öncesinde saat bazında planlayıp uygulayan, aşırı disiplinli ve çalışkan bir yönetici olarak Stalin profili göz önüne alındığında, yukardaki imajın hiçbir inandırıcılığı yoktur. (Beria’nın oğlu Sergo Beria’ya kişisel bir sohbetinde “benim günlük çalışma planım saat bazında aylar öncesinden kesinleşmiş durumdadır” demiştir). Dolayısıyla, Kruşçev’in bahsettiği olguların yeni ve farklı bir okumaya ihtiyacı olduğu açıktır.

Kongreyi ele alalım. Bahsi geçen dönemde SSCB’nin devasa bir savaş felaketi yaşadığı bilinmektedir. Bunu gerekçe olarak göstermek “Stalin koşullara teslim oldu” klişesiyle karşılaşacağı için, “şeytanın avukatlığını yapma” pahasına daha cesur bir yorum getirmeye çalışalım: Bu dönemde kongreye ne ihtiyaç vardı? Açalım:

  1. 1939-41: Avrupa’da savaş başlamıştır ve SSCB sınırlarına dayanacağı aşikârdır. Savaşa hazırlanmak tüm kadrolar için açık ve temel görevdir

  2. 1941 – 1945: Ülke ölüm kalım savaşına girmiştir ve partili/partisiz 200 milyon insan ülke savunması için 24 saatini vermektedir.

  3. 1945 sonrası: 26 milyon insanını ve ekonomisinin üçte birini kaybetmiş ülkenin hızla ayağa kalkması, hayatın normale dönmesi, öte yandan da Naziler kadar büyük bir tehdit olan Batı emperyalizminin planlarına karşı ülkeyi (nükleer güç dahil) güvenceye almak en acil görevdir.

Bu 3 dönemde toplanacak parti kongresi siyasi olarak neyi belirleyecektir? Yani yeni olarak neyi konuşacak, neyi tartışacak, neyi netleştirecek, neyi karara bağlayacaktır? Hiçbir şeyi! Her şey son derece açık ve ortadadır ve herkesin (hükümet, bakanlıklar, ordu, istihbarat, sanayi yöneticileri, tarım, lojistik, kitle örgütleri..) kendi alanında yapacağı iş son derece nettir. Bu koşullarda yapılacak bir parti kongresi, hepsi kendi alanında önemli işlerle görevli seçkin kadroların zamanını çalacak bir bürokratik ritüel olmaktan öteye gidemezdi. Tek tek partililerin, komünistlerin bu süreçte özgül görevi, gündemdeki açık ve net görevleri herkesten daha iyi, daha fedakârca, daha başarılı bir şekilde yapıp örnek olmaktan ibaretti; bunun için de parti kongresi toplamayı beklemek saçmalıktır. Böylesi bir ortamda her şeye rağmen kongre toplansaydı bunun yegâne işlevi, kitlelere “bu ülkeyi Parti yönetiyor” ve “asıl olan Partidir”i vurgulayacak bir güç gösterisi yapmak olurdu. Kruşçev’in olmadığı için hayıflandığı, Stalin’in de bilinçli olarak engellediği budur! “Meşhur ve meş’um” 20 kongre sonrasında, Kruşçev ve Brejnev döneminde yapılan 21, 22, 23, 24, 25, 26. Kongrelere dürüstçe baktığımızda görülen şey çok nettir: Bu kongreler

  • Hiçbir yeni siyasi tez ve açılım üretmemiş,

  • Hiçbir tartışmaya sahne olmamış, bütün farklılıklar önceden törpülenmiş,

  • Herkesin birbirini tekrar ettiği ve onayladığı,

  • Bütün karar ve seçimlerin “oy birliği” ile alındığı (çünkü yeni dönemde kimin nerede görev alacağı önceden “arka odalarda” ayarlanmıştır)

tatsız, silik ve ruhsuz toplantılar olmaktan ileri gidememiştir. O zaman böyle boş toplantıları “gayet disiplinli ve düzenli” yapmanın (yapmadığı için de Stalin’i eleştirmenin) amacı nedir? Amaç, (olması gerektiği gibi) topluma ilham veren değil, toplumu bizzat yöneten bir aygıt haline gelen Parti’nin varlığını ve pozisyonunu toplum nezdinde meşrulaştırmaya yönelik bir gövde gösterisi yapmaktır.

Aynı durum Politbüro toplantıları için de geçerlidir. Kruşçev “Dörtlü” “Üçlü “ şeklindeki komisyonları iskambil kâğıdı isimlerine benzeterek alay etmiş; G.Furr ise bunun doğru olmadığını ispata çalışmıştır. Halbuki yukardaki olguların ışığında farklı bir okumaya gidersek durum netleşmektedir: Stalin laçkalık, alaturkalık, disiplinsizlik değil, bilinçli olarak davranmakta,  nihai ve en yetkili siyasi karar organı olarak tanımlanmış olan Parti Politbüro’sunu devreden çıkarmaya çalışmaktadır! Ülkenin en yetkili uzmanları komisyonlarda kendi işlerini yapıp hükümete, hükümet de halkın seçimiyle gelmiş Sovyet’e hesap verirken, ille de Politbüro’yu toplamanın ve “önce bu işi kendi aramızda orada görüşelim” demenin mantığı nedir? Bu gene, siyasi-ideolojik bir odak olan Partiyi, ekonomik ve idari yürütmenin üstüne bir otorite olarak zorla monte etmek, ekonomik –idari gücü de partide toplamaya ısrar etmektir.

Dördüncü olgu ise, Stalin’in 2.Dünya Savaşı sonrası söylediği, ve hem Yeni Sol, hem Troçkistler tarafından “KP’yi likide etmek” şeklinde yorumlanan (bizde de “Birikim” dergisi tarafından Eylül 1977’de yayınlanan) şu sözlerdir:

“….Stalin 9 Şubat 1946 tarihli konuşmasında Parti dışındaki insanlarla Parti içindeki militanlardan söz ederken şöyle diyordu: “Bunlar arasındaki tek fark, birinin parti üyesi olması, öbürünün olmamasıdır. Ama bu sadece biçimsel bir farktır”. Partinin ölümünün resmen doğrulanması demekti bu” (Lucio Coletti, “Stalin Sorunu”, Birikim sayı:30, s.56)

Burada, Büyük Savaş esnasında tüm Sovyet yurttaşlarının, partili-partisiz gösterdiği kahramanlık aslında selamlanmakta, “herkes birer komünist gibi davrandı” denilmek istenmektedir. Ancak farklı ve eleştirel başka bir açıdan da “partili ve partisiz “farkı silinerek partili kimliğinin (ve dolayısıyla parti örgütlülüğünün) toplum içinde eritildiği iddia edilmektedir. Bu sözlerle, Partililerin ve Parti kimliğinin bizzat Stalin tarafından “karizmasının çizildiği” açıktır.  Ancak  (yukardaki okumalar ışığında) muhtemelen Stalin’in bu sözle bilinçli amacı da buydu! Ülke çok ağır bir sınavdan geçmiş, Parti dışındaki milyonlarca insan, bir kısmı yurtseverlik gibi motiflerle de olsa ülkeye ve dolayısıyla onu yöneten rejime sahip çıkmıştır.

Sovyet halkları (sınırlı sayıda ihanet ve düşmanla işbirliği vakası dışında) sosyalist bir yapıya sahip çıkma konusunda başarılı bir sınav verdikten sonra Partinin ve partililerin kendilerini toplum üzerinde ayrıcalıklı ve siyasi gücün tek sahibi olarak görmelerinin meşruiyet zemini son derece daralmıştır. Stalin’in bu sözleri, biraz “can acıtıcı” da olsa, bu yeni durumun tespiti ve Parti aygıtının yeniden aşırı güç ve prestij kazanmasına karşı kitleler lehine konulmuş bir fren olarak okunmalıdır.

Burada, daha devam etmeden önce, şunu belirtelim: yukarda değindiğimiz ve belli bir amacı güden tüm düzenlemeler, Kruşçev ve yeni SBKP liderliği tarafından 1953 sonrası birkaç yılda tümüyle geri alınmıştır. Yani:

  1. Sekretarya güçlendirilmiş

  2. Genel Sekreterlik (önce Kruşçev için yaratılan “Birinci Sekreterlik” adı altında) yeniden ihdas edilmiş (ve tüm KP’lerde bir süre “Birinci Sekreter” sıfatı kullanılmış!)

  3. Politbüro, eski (“devlet ricali”) bileşimiyle yeniden kurulmuş

  4. Maaş düzenlemesi iptal edilerek, daha Haziran 1953’de Parti yöneticileri eski maaşlarını almaya devam etmiştir.

Bütün bu “ileri ve geri” adımlar, bir yenilenme niyetini ve ona karşı Parti aygıtının sert direnç göstererek bu niyeti boşa çıkarma kararlılığının göstergeleri olarak önümüzde durmaktadır.

  • Yeni bir düzenlemenin (ya da tasfiyenin) ayak sesleri:

Stalin, temel mantığına yukarda değindiğimiz Parti içi düzenlemeleri adım adım hayata geçirirken, artık adı “Prezidyum” olan Politbüro’yu genişletmiş, 9 üyeden 25 üyeye çıkarmış, oldukça genç kadroları (örneğin o yılda 46 yaşında olan (nispeten) genç Leonid Brejnev’i) yeni oluşan Prezidyum’a dahil etmiştir. Bu yeni durum, ülkenin (hala ve her şeye rağmen!) en üst politik organı olan Prezidyumda bir tür “bolluk”, sürmesi zor bir “genişlik” yaratmıştır. Bu yapının içindeki kadrolar 3 grupta ele alınabilir:

  1. Yıpranmış “eski”ler: Sosyalizmin inşası ve iktidarın konsolidasyonu döneminde büyük hizmetleri geçen, ancak yeni dönemde ağırlığı fiilen azalan ve varlıkları giderek sembolik bir nitelik kazanan Kalinin, Voroşilov, Molotov ve Kaganoviç gibi kadrolar

  2. Aktif “eski”ler: bunlar 30’lar sonrası yükselen ve savaşta da ciddi görevler alarak güçlerini ve etkinliklerini sürdüren kadrolardır: Kruşçev, Beria, Malenkov, Mikoyan, Bulganin bunların en öne çıkanlarıdır.

  3. Yeniler: Stalin’in insiyatifi ile Parti yönetimine dahil edilen genç kadrolar (Brejnev, M.Suslov, A.Kosigin gibi)

Bu tarz bir yapıda, böyle “bollaşma”nın, ardından bir “daralma”nın geleceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Stalin’in kafasında neler ve kimler vardı bilemeyiz; ancak bu düzenlemenin hem Partide, hem de devlette yeni bir önderlik yapısı dizaynının ilk adımları olduğu muhakkaktır. Bu, Parti üst yönetimindeki etkin kadroları, aşağıda değineceğimiz gibi, teyakkuza geçirmiştir.

II – STALİN’E KARŞI “DÖRTLÜ BLOK”:

Beria’nın oğlu Sergo, tam o tarihlerde, babası L.Beria’nın içinde yer aldığı, dolayısıyla yakından bilgi sahibi olduğu bir oluşumu aktarmaktadır ki; bu o dönemin bilinen aktüel bilgileriyle de uyuşmaktadır: Malenkov, Beria, Kruşçev ve Bulganin’den oluşan bir Dörtlü Blok. Stalin’in Parti yönetiminde yeni bir düzenleme (belki de o dönemin rutinleşen yöntemi olan, yeni “mahkemeler” ve yeni “tasfiye”ler) planladığını düşünen, ve kendilerinin dışlanacağını hisseden 4 lider kendi aralarında bir anlaşma yaparlar: Stalin’in kendilerini hedef alabilecek adımlarına karşı, geçmişte aralarındaki tüm ayrılık ve çatışmaları bir tarafa bırakarak, güç birliği yapmak ve birlikte hareket etmek. Aslında bu dörtlü, her konuda %100 uyum içinde değildir. Beria, (Stalin’den de daha fazla) Parti’nin devletteki rolünün sınırlandırılması isterken, Malenkov bu rolün aynen korunmasından yanadır. Beria, SSCB’yi oluşturan cumhuriyetlere daha fazla özerklik verilmesini (hatta kendi ulusal orduları olması gerektiğini) savunurken, Kruşçev ve Malenkov SSCB’nin, Rusya’nın bir “ağabey halk” rolü oynadığı güçlü bir merkezi devlet olarak varlığını sürdürmesinden yanadır. Beria 37-38 tasfiyelerinin eli kanlı suçlularını cezalandıran bir liderken Kruşçev ve Malenkov bizzat bu sürecin en eli kanlı liderlerinden ikisidir (örneğin Kruşçev 1937’de, sorumlu olduğu Moskova Parti örgütündeki 38 sekreterden 35’ini kurşuna dizdirmiş, Ukrayna için 6500 kişilik bir idam listesi hazırlamıştır) . Bulganin, Mareşal olmasına rağmen askeri bilgisi ve yeteneği sınırlıdır ve ordu içinde (bir Jukov ya da Vasilevski gibi) saygınlığı yoktur.

Bu Dörtlü Bloku, tüm bu ayrılıklara rağmen bir araya getiren, aklından ne geçtiğini bilmedikleri Stalin’e karşı mevcut iktidar statükosunu ve kendi pozisyonlarını korumaktır ve kendilerince nedenleri vardır. Beria, önemli bir gücü elinde tutmakla beraber, bir şekilde Stalin’in hedefi haline gelmiştir. Gerçekten de, hem onun bilgisi dahilinde, hem de arka planda Beria hakkında bir soruşturma başlatılmıştır. Konu, Gürcistan KP’de Beria’nın başa getirdiği ve hemen hemen hepsi Megrel olan kadrolara duyulan tepkidir. Ortaya atılan iddia ise, bu kadroların Gürcistan’ı SSCB’den koparmak için komplo içinde olduğu yönündedir. Bunun gerçek olup olmadığı hakkında bir şey söylemek mümkün değildir (Beria’yı sonra tasfiye edecek olan Kruşçev dahi bu iddianın gerçek olmadığını söyleyerek durumu Stalin aleyhine suçlamalarına birini daha eklemek için kullanmıştır). Ancak Beria’nın Stalin’in dış politikasına muhalefet ettiği, Stalin’in silahlanma projelerine fiilen fren koyduğu, Batı ile ilişkileri yumuşatmaktan yana olduğu açık ve nettir; bu farklılığın ve gerilimin Stalin’in ona karşı harekete geçmesinin esas sebebi olma ihtimali yüksektir.

Dörtlü Blok, kendi aralarında iş bölüm yaparlar ve Malenkov hükümeti, Beria istihbaratı, Kruşçev Parti aygıtını, Bulganin ise orduyu bu süreçte “kontrol etme ve yönlendirme” görevini üstlenirler. Bu bloğun siyasi programı ve perspektifi oldukça muğlak ve “asgari müşterek”lerden ibarettir. Genel olarak “iç ve dış ilişkilerde yumuşama ve gerilimi düşürme” ortak paydadır ve şu noktalarda anlaşırlar:

  • Doğu Avrupa’daki Halk Demokrasilerinde (özellikle 1948 sonrası ülkeleri kasıp kavuran tasfiyelerden sonra) daha ılımlı bir iç politika

  • Yugoslavya’da Tito yönetimi ile ilişkilerin normalleşmesi.

  • Batı ile gerilimin azalması

Bu hedefler resmi olarak açıklanmadığı gibi, bu blok da bu hedefler konusunda yekvücut değildir. Nitekim “Tito ile ilişkilerin normalleşmesi” Beria’nın tasfiyesinde bizzat bu ekip tarafından, “Beria hain Tito ile işbirliğinden yanadır” diye ona karşı kullanılacak, ama daha sonra, 1956’de iktidarını sağlamlaştırdığında bizzat Kruşçev’in kendisi Tito ile ilişkileri normalleştirecektir. Dörtlü Bloğu bir araya getiren unsurun  “ilke” veya “hedef” den çok Stalin sağken hayatta kalma güdüsü olduğu açıktır.

ESRARENGİZ” 19. KONGRE

Başlıktaki “esrarengiz” sıfatının gerekçesini açıklayalım: İlk RSDİP kongrelerinden SBKP’nin son kongresi olan 28. Kongreye kadar tüm kongre ve konferansların belgeleri gerek Sovyet döneminde, gerekse şimdi basılarak kamuoyuna sunulmuştur; 19.Kongre hariç! Bu bilgi, gerek yazılı basında, gerek online ortamın en güvenilir kaynakları olan www.marxist.org ya da “Great Soviet Encyclopedia”da da mevcut değildir. Tüm kongrelerde, özellikle Sovyet döneminin bol tartışmalı 15, 16, 17 Kongrelerinin ve 1937-38 tasfiyelerinden sonraki 18.kongrenin belgelerinde en azında MK adına uzun bir rapor sunan Stalin’in konuşması ve diğer raporlar ayrıntılarıyla verilirken, Büyük Savaş’tan sonraki ilk kongre olan 1952’deki 19.kongre için belge olarak sadece Stalin’in yaptığı kısa bir açış konuşması mevcuttur. Kongre’de MK adına Malenkov tarafından sunulan bir rapor, Parti üyeliği üzerine Kruşçev tarafından sunulan bir rapor ve bir de ekonomik durum üzerine sunulmuş bir rapor söz konusudur; ancak kongredeki gerçek tartışma konuları hala meçhuldür. Alınan karar olarak şunlar yansıtılmıştır:

  • Partinin adı “Tüm-Birlik Komünist Partisi (Bolşevikler)” den “Sovyetler Birliği Komünist Partisi”ne çevrilmiştir.

  • Politbüro yerine üye sayısı daha fazla bir Prezidium kurulmuştur.

  • Örgütlenme Bürosu (Orgbüro) feshedilerek Sekreterya’ya bağlanmıştır.

  • MK üye sayısı artırılmış, genç kadrolar atanmıştır

  • Parti için yeni bir program ve tüzük hazırlama kararı alınmıştır.

  • Son olarak (belki de en önemlisi) Stalin, ilerleyen yaşını gerekçe göstererek Sekreterya’dan ayrılmak istediğini belirtmiş; ancak kongre bu talebi reddetmiştir.

Bugün bu belgelere (ve o dönemin kritik başka belgelerine) ulaşan bir Rus araştırmacı, Nikolay Nad, gerek yazdığı kitaplarda, gerekse Rus RT televizyonunda yaptığı söyleşilerde son derece aydınlatıcı bilgiler vermektedir. Özellikle Stalin’in ölümü konusunda kendisinden gene bahsedeceğimiz N.Nad, 19. Kongrede Stalin’in yaptığı ve yayınlanmamış bir konuşmayı şöyle aktarmaktadır:

“…böylece Parti kongresini yaptık…… Birçoklarına göre aramızda tam bir birlik mevcut. Ancak aramızda herhangi bir birlik yok. Bazıları aldığımız kararlara katılmadıklarını ifade ediyorlar. Bize “niçin Merkez komitesi aygıtını genişlettik?” diyorlar. Merkez komitesine taze bir kuvvet pompalamanın istenilir bir şey olduğu aşikar değil mi? Bizler yaşlıyız, ve yakında hepimiz öleceğiz. Büyük davamızın bayrağını kimin teslim alacağını düşünmek gerekir. Onu kim taşıyacak ve onunla ileriye gidecek? Bu konu sadık insanlara ve daha genç siyasi kişiliklere ihtiyaç göstermektedir. (https://www.youtube.com/watch?v=SQ3BbWwl_qg, Arapça)

Nikolay Nad, bu söyleşisinde Stalin’in ayrıca Beria’ya ilişkin kuşkularını (Gürcistan’da çoğu Megrel olan “kendi ekibi”nden oluşan bir yerel Parti örgütü ve Beria’nın yurt dışı Gürcülerle olan yoğun ilişkisi dolayısıyla) öte yandan da Mikoyan ve Molotov’a yönelik (belgelere dayanan) eleştirilerini aktarır. Açık olan şudur ki, ülkenin girdiği yeni dönemde Stalin, “Eski Muhafızlar” olarak adlandırılabilen yönetici kadronun yetkilerini tümüyle genç kadrolara aktaracak bir operasyon planlamaktadır. Ve “Eski Muhafızlar”, başta da yukarda zikrettiğimiz Dörtlü Blok, bu durumdan memnun değildir.

19.Kongre belgeleri niçin yayınlanmamıştır? Yukarda zikrettiğimiz sınırlı bilgiler ışığında dahi bu sorunun cevabı kendini ele vermektedir: Bu kongre, kafasında yeni bir siyasi örgütlenme modeli gelişen Stalin ile partinin mevcut yönetici kadroları arasında ciddi bir gerilimi ortaya koymuştur. Bu gerilim, tüm netliği ile ortaya konulsaydı (ya da daha sonra bir şekilde kamuoyunun bilgisine sunulsaydı), milyonlarca insanın kafasında belirecek olan şu soruya cevap vermek zorunlu olacaktı: Bir gerilim var idiyse, o zaman bu gerilim pratikte nasıl çözüldü?

Sonraki bölüm:

STALİN ve BERİA’NIN KUŞKULU ÖLÜMLERİ ve

20.KONGRE

Diğer Yazılar

DOKTOR GARİPAŞK: BİR NÜKLEER SAVAŞ PARODİSİ

Ümit ÖZDEMİR / 02.12.2024 Stanley Kubrick’in soğuk savaşın tam orta yerinde yaptığı film, pek çokları …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir